NAHL 106 |
مَن
كَفَرَ
بِاللّهِ
مِن بَعْدِ
إيمَانِهِ إِلاَّ
مَنْ
أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ
مُطْمَئِنٌّ
بِالإِيمَانِ
وَلَـكِن
مَّن شَرَحَ
بِالْكُفْرِ
صَدْراً فَعَلَيْهِمْ
غَضَبٌ
مِّنَ
اللّهِ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
عَظِيمٌ |
106. Kalbi imanla dolu
olduğu halde zorlanan müstesna olmak üzere, kim imandan sonra Allah'ı tanımaz ve
fakat küfre göğüs açarsa, işte Allah'ın gazabı onların üzerinedir ve onlar için
çok büyük bir azab da vardır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yirmi bir başlık halinde sunacağız:
1- Allah'ın Gazabını Hak edenler:
2- Zorlama ile ilgili Buyruğun Nüzul
Sebebi:
3- Zorlamanın (ikrahın) Hükme Etkileri:
4- Öldürülmek Korkusuyla (ikrah) Küfrü
Gerektiren Sözleri Söyleyenin Hükmü:
5- Zorlama (ikrah) Dolayısı ile Verilen
Ruhsatlar:
6- Çeşitli Fiilleri İşlemek İçin
Zorlanma (ikrah):
7- Zorlanan Kimsenin (Mükreh) Boşaması
ve Kölelerini Azad Etmesi:
8- Zorlama Altında Yapılan Alış- Veriş:
9- Zorlanan Kimsenin (Mükrehin) Nikahı:
10- Nikah ve Cinsel ilişki için
Zorlama:
11- Kadının Zinaya Zorlanması:
12- Zinaya Zorlanan Kadına, Mehrin
Gerekip Gerekmediği:
13- Kocadan Hanımının Zorla Alınmak
istenmesi:
14- Zorlama Altında Yapılan Yemin:
15- Yeminin Bozulması için Zorlamak
(ikrah):
16- Mala Gelecek Zarar ikrah
Sayılırmı?:
17- Küfrü Gerektiren Sözleri Söylemek
için Zorlanan Kimsenin Gözönünde Bulundurması Gereken Hususlar:
18- Küfre ve Başka Hususlara Zorlanan
Kimsenin Ölümü Tercih Etmesi:
19- Zorlama (ikrah)'ın Sınırı:
20- Kinayeli ifadeler ve ikrah:
21- Küfre Göğüs Açanlar:
1- Allah'ın Gazabını
Hak edenler:
Yüce Allah'ın:
"Kim, imandan sonra Allah'ı tanımaz ... " buyruğu, daha önce geçen:
"Yeminleripekiştirdikten sonra bozmayın"(en-Nahl, 91) buyruğu ile
ilişkilidir. Bu şekilde küfre saparak ahidlerini bozanlar, ileri derecede
yalancılık vasfına sahip olurlar. Çünkü buyruk: Resulullah (s.a.v.)'e bey'at
ettikten sonra irtidat etmeyiniz, anlamındadır. Yani kim imanından sonra küfre
sapar ve irtidat ederse, Allah'ın gazabı onun üzerinedir.
el-Kelbi der ki: Bu
buyruk, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh, Mikyes b. Subabe ve Abdullah b. Hatal ile
Kays b. el-Velid b. el-Muğire hakkında inmiştir. Çünkü bunlar imanlarından
sonra kafir olmuşlardır. Daha sonra ise "zorlanan müstesna olmak
üzere" diye buyurmaktadır.
ez-Zeccac der ki:
"Kim imandan sonra Allah'ı tanımaz." buyruğu, (bir önceki ayette sözü
edilen) Allah'a yalan uydurup düzenlerden bedeldir. Yani, ancak iman ettikten
sonra Allah'ı inkar eden kimseler, yalan uydurup düzerler. ez-Zeccac istisnanın
sonuna kadar ifadenin tamam olmadığı kanaatine vardığından, bunu makabil ile
alakalı kabul etmiştir. el-Ahfeş ise, "Kim ... " ifadesinin mübteda
olduğunu, haberinin ise mahzuf olduğunu söylemiştir. Bu haberin zikredilmeyerek
ikinci; "Kim"in haberi ile yetinilmiştir. Bu da bir kimsenin:
"Kim bize gelir ve kim ihsan ederse, biz de ona ikram ederiZ"
ifadesine benzemektedir.
2- Zorlama ile ilgili
Buyruğun Nüzul Sebebi:
Yüce Allah'ın:
"Zorlanan müstesna olmak üzere" buyruğu, tefsir alimlerinin görüşüne
göre, Ammar b. Yasir hakkında inmiştir. Çünkü Ammar (r.a) kendisinden
istedikleri şeylere kısmen yaklaşmış idi. İbn Abbas der ki: Müşrikler onu,
babasını, annesi Sümeyye'yi, Suheyb'i, Bilal'i, Habbab'ı ve Salim'i alıp onlara
işkence etmeye başladılar. Sümeyye, iki deveye bağlandı ve ön tarafına bir
harbe saplandı. Ona, sen erkekler sebebiyle İslam'a girdin, denildi. Hem
kendisi hem de kocası Yasir öldürüldü. İslam tarihinde ilk öldürülen (şehid
edilen) kişiler bunlardır. Ammar ise, zor ve baskı altında diliyle onların
istediklerini söyledi. Bunu Rasulullah (s.a.v.)'a arzedince, Rasulullah
(s.a.v.) da ona: "Kalbini nasıl buluyorsun?" deyince O, iman ile
dopdolu ve huzur bulmuş olarak, diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.) ona: "Bir daha aynı şeyi yapmaya kalkışacak olurlarsa, sen de
öyle yap" diye buyurdu.
Mansur b. el-Mu'temir,
Mücahid'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: İslam tarihinde ilk kadın şehid
Ammar'ın annesidir. Onu Ebu Cehil öldürmüştür. Erkeklerden ilk şehid ise Ömer
(r.a.)'in azadlısı Mihca'dır. Yine Mansur, Mücahid'den şöyle dediğini
nakletmektedir: İslam'ı (müslüman olduklarını) ilk olarak açığa vuranlar şu
yedi kişidir: Rasulullah (s.a.v.), Ebu Bekir, Bilal, Habbab, Suhayb, Ammar,
annesi Sümeyye.
Rasulullah (s.a.v.)'ı,
Kureyş'ten gelebilecek zararlara karşı Ebu Talib, Ebu Bekr'i kavmi himaye etti.
O bakımdan Kureyşliler diğerlerini alarak onlara demir zırhlar giydirdiler.
Sonra da güneşte onları bırakıp zırhların kızmasını sağladılar. Nihayet demir
ve güneşin aşırı harareti onları alabildiğine bitkin düşürdü. Akşam vakti Ebu
Cehil yanında bir harbe ile geldi. Onlara sövmeye, onları azarlamaya koyuldu.
Sümeyye'nin de yanına gitti, ona da sövüp saymaya, oldukça çirkin sözler
söylemeye başladı. Daha sonra elindeki harbeyi fercinden sapladı ve ağzından
çıktı. Böylelikle Hz. Sümeyye'yi (r.anha) şehid etmiş oldu. (Mücahid devamla)
dedi ki: Diğerleri ise, kendilerinden istenen sözleri söylediler. Bilal
müstesna. O, Allah yolunda canını feda etmeyi göze aldı. Ona işkence yapmaya
ve: Dininden dön, demeye koyuldular. Kendisi ise "ehad, ehad" deyip
duruyordu. Nihayet onun bu direnmesinden usandılar. Sonra, ellerini kollarını
bağlayarak boynuna da liften bir ip bağladılar ve kendi çocuklarına teslim
ettiler. Onlar da Mekke çevresindeki dağlar arasında onunla oyuncak gibi
oynamaya koyuldular. Nihayet onlar da ondan usanıp onu terk ettiler. Ammar dedi
ki: Hepimiz onların istedikleri sözleri söyledik. Allah rahmetiyle imdadımıza
yetişmemiş olsaydı (helak olurduk). Ancak Bilal, Allah uğrunda canını
önemsemedi. Kavmi de onu önemsemeyerek işkenceye maruz kaldı ve sonunda usanıp
bıraktılar.
Sahih olan ise, Hz. Ebu
Bekir'in, Bilal'i satın alıp onu azad ettiğidir.
İbn Ebi Necih'in,
Mücahid'den rivayet ettiğine göre Mekke'de bazı kimseler iman etmişlerdi.
Muhammed (s.a.v.)'ın Medine'de bulunan ashabından birisi onlara: Yanımıza
hicret ediniz. Bizler sizi yanımıza hicret etmedik çe kendimizden göremeyiz,
dediler.
Bunun üzerine Medine'ye
gitmek kastıyla Mekke'den çıktılar. Kureyşliler yolda onlara yetiştiler.
Onları, işkenceye maruz bıraktılar, bunlar da istemeyerek, zor ve baskı altında
kalarak küfrü gerektiren sözler söylediler. İşte bu ayet-i kerime onlar
hakkında nazil oldu.
Bu iki rivayeti
Mücahid'den, İsmail b. İshak nakletmektedir.
Tirmizi ise, Aişe
(r.anha)'dan şöyle dediğini rivayet eder: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Ammar, iki şeyarasında muhayyer bırakıldıkça, mutlaka onların en doğru
olanını tercih etmiştir." Bu hadis hasen, garib bir hadistir.
Enes b. Malik'den de
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz cennet üç kişiye hasret duyar: Ali, Ammar ve Selman b.
Rebia." Tirmizi dedi ki: Bu, garib bir hadistir. Ve biz bunun, el-Hasan b.
Salih'in rivayet ettiği yoldan başka bir yoldan geldiğini bilmiyoruz.
3- Zorlamanın
(ikrahın) Hükme Etkileri:
Yüce Allah, zorlama
(ikrah) halinde küfrü, müsamaha ile karşılayıp bundan dolayı sorgulamadığından,
ilim adamları da şeriatın bütün fer'i hükümlerini bu asla göre
yorumlamışlardır. Bu fer'i hükümler için zorlama söz konusu olduğu takdirde
bundan dolayı kişi sorumlu tutulmaz ve buna herhangi bir hüküm terettüp etmez.
Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet edilen meşhur haberde de bu husus ifade
edilmiştir: "ümmetimden hata, unutma ve işlemek üzere zorlandıkları şey
(in sorumluluğu) kaldırılmıştır.''
Bu haberin senedi sahih
olmasa dahi, ilim adamlarının ittifakı ile, ihtiva ettiği mana sahihtir. Bunu,
Kadı Ebu Bekir b. el-Arabi ifade etmiştir.
Ebu Muhammed Abdulhak
ise, hadisin isnadının sahih olduğunu sözkonusu etmiş ve şöyle demiştir: Ebu
Bekir el-Asili bunu, '''el-Fevaid''de, İbnü'l-Münzir de "Kitabü'l-ikna"da
zikretmiştir.
4- Öldürülmek
Korkusuyla (ikrah) Küfrü Gerektiren Sözleri Söyleyenin Hükmü:
İlim ehli icma ile,
öldürüleceğinden korkacak kadar küfre zorlanan (ikrah olunan) kimsenin, kalbi
iman ile dolu olduğu halde kafir olursa, günahkar olmayacağını, hanımının ondan
bain (boş) olmayacağını ve hakkında küfür hükmü verilmeyeceğini kabul
etmişlerdir. Malik'in, Kufelilerin ve Şafii'nin görüşü budur.
Ancak, Muhammed b.
el-Hasen şöyle demiştir: Bir kimse, şirki açığa vuracak olursa, zahiren o mürted
olur. Kendisi ile Yüce Allah arasında ise müslümandır. Hanımı ondan bain talak
ile boş olur, ölürse namazı kılınmaz. Babası müslüman olarak ölürse, babasından
da miras almaz.
Ancak, Kitap ve Sünnet
bu kanaati reddetmektedir. Çünkü Yüce Allah burada: "Zorlanan müstesna
olmak üzere" diye buyurduğu gibi, başka yerlerde de şöyle buyurmaktadır:
"Onlardangelecek bir zarardan korunmaya çalışmanız müstesna" (Al-i
İmran, 28); ''Nefislerine zulmedenler olarak canlarını alacağı kimselere melekler:
Ne işte idiniz? derler. Onlar: Biz, yeryü zünde mustaz'af kimselerdik derler.
"(en-Nisa, 97) Bir başka yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Ancak
çare bulamayan, yol bulamayan erkek kadın ve çocuklardan mustazaf olanlar
müstesna." (en-Nisa, 98) Böylelikle Yüce Allah, mağlup düşürülmeleri söz
konusu olmadıkça Allah'ın emrettiklerini terk etmeyen mustaz'afları mazur
görmektedir. İkrilh altında bulunan kişi ise ancak mustaz'aftır ve Allah'ın
emirlerini yerine getirmekten imtina etmeyen birisidir. Bu açıklamayı Buhari
yapmıştır.
5- Zorlama (ikrah)
Dolayısı ile Verilen Ruhsatlar:
İlim adamlarından bir
kesimin kanaatine göre (ikrah halinde) ruhsat, yalnızca sözle ilgilidir. Fiil
hakkında ise ruhsat sözkonusu değildir. Mesela, Allah'tan başkasının önünde
secde etmek, kıbleden başka bir tarafa namaz kılmak, müslüman bir kimseyi
öldürmek yahut vurmak ya da malını yemek, yahut zina etmek, içki içmek, faiz
yemek gibi zorlamalar halinde ruhsat söz konusu değildir. Bu görüş, Hasan-ı
Basri -Allah ondan razı olsun- den rivayet edilmiştir. el-Evzai ile bizim
(mezhebimize mensup) ilim adamlarımızdan Suhnun'un kanaati de budur.
Muhammed b. el-Hasen ise
der ki: Esir olan bir kimseye: Bu puta secde et, aksi takdirde seni öldürürüz
denilecek olursa, eğer put kıble tarafında ise, secde etsin ve Yüce Allah'ın
önünde secde etmek niyetini taşısın. Şayet kıbleden başka bir tarafa ise, onu
öldürecek olsalar dahi secde etmemelidir.
Sahih olan ise, kıbleden
başka bir tarafta olsa dahi, secde edebileceğidir.
Böyle bir durumda da
secde etmek niye uygun olmasın ki? Çünkü Sahih'te İbn Ömer'den şöyle dediği
rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) Mekke'den Medine'ye gelişinde, bineği
üzerinde yüzü hangi tarafa dönük olursa olsun (nafile) namaz kılardı. İşte Yüce
Allah'ın: "Bundan dolayı nereye dönerseniz Allahınyüzü
oradadır"(el-Bakara, 115) ayeti bu hususta nazil olmuştur. Bir rivayette
ise: Bineği üzerinde de vitir kılardı. Şu kadar var ki, bineği üzerinde farz
namaz kılmazdı, denilmektedir.
Güvenlik halinde,
yolculuk sebebiyle bineğin üzerinden inmenin vereceği yorgunluk dolayısıyla,
yolculukta bu şekilde namaz kılma mübah olduğuna göre, böyle bir durumda bu
niçin mübah olmasın?
İkrah dolayısıyla
ruhsatın yalnız söze münhasır olduğunu kabul edenler, İbn Mes'ud'un şu sözünü
delil gösterirler: Otorite sahibi bir kimsenin bana vuracağı iki kamçıyı
önleyebilecek ise, söylemeyeceğim hiç bir söz yoktur. Burada İbn Mes'ud ruhsatı
söze münhasır olarak dile getirmiş, davranıştan söz etmemiştir. Ancak, İbn
Mes'ud'un bu sözünde delil olacak taraf yoktur. Çünkü burada sözün, misal
olarak zikredilmiş olma ihtimali vardır ve o, fiilin de aynı hükümde olduğunu
kastetmiş olabilir.
Bir başka kesim de şöyle
demektedir: Kişi içten içe imanını muhafaza etmesi şartıyla, fiili ya da sözlü
ikrah arasında fark yoktur. Bu görüş, Ömer b. el-Hattab ve Mekhul'den rivayet
edilmiştir. Malik ile Iraklılardan bir kesimin görüşü de budur.
İbnü'l-Kasım'ın, Malik'den rivayetine göre bir kimse içki içmeye, namazı
terketmeye yahut Ramazan günü oruç açmaya zorlanacak olursa, bu kimseden günah
kaldırılmıştır.
6- Çeşitli Fiilleri
İşlemek İçin Zorlanma (ikrah):
İlim adamları, icma ile
şunu kabul etmişlerdir: Başkasını öldürmek üzere zorlanan bir kimsenin, o
kimseyi öldürmeye kalkışması, döverek veya başka bir yolla onun haram olan
haklarını çiğnemesi caiz değildir. Böyle bir baskıya maruz kalan kişi, başına
gelen bu musibete sabreder, başkasına zarar vermek suretiyle kendisini
kurtarmaya kalkışması helal değildir, dünya ve ahirette Allah'tan esenlik
dilemekle yetinir.
Zina konusunda görüş
ayrılığı vardır. Mutarrif, Esbağ, İbn Abdi'l-Hakem ve İbnü'I-Macişun derler ki:
Hiç kimse bu işi yapamaz. Öldürülecek olsa dahi yapmamalıdır. Yapacak olursa
günahkardır ve ona had uygulamak gerekir. Ebu Sevr ve el-Hasen de böyle demişlerdir.
İbnü'l-Arabi der ki:
Sahih olan, böyle bir kimsenin zinaya kalkışmasının caiz olduğu ve böyle bir
kimseye haddin -gerekli olduğunu görenlerin aksinegerekmediğidir. Çünkü bunlar,
böyle bir kimsenin şehvetinin hilkatten gelen bir şehvet olduğunu ve bunun için
ikrahın düşünülemeyeceğini kabul etmişlerdir. Ancak bunlar, şehveti asıl
hareket ettiren sebepten gafil kalmışlardır. Bu ise, böyle bir şeye mecbur
edilmektir. Zaten onun hükmünü kaldıran da budur. Had ancak ihtiyari bir
sebebin ortaya çıkardığı şehvet dolayısıyla gereklidir. Bu durumda haddi
gerekli görenler, bir şeyi zıddına kıyas etmişlerdir. O bakımdan bunlar,
kendiliklerinden doğruya isabet ettirememişlerdir.
İbn Huveyzimendad da
''Ahkam" ında şöyle demektedir: Mezhebimize mensup ilim adamlarımız,
kişinin zinaya ikrah edilmesi halinde, hükmün ne olacağı konusunda farklı
görüşlere sahiptirler. Kimisi böylesine had uygulanır demişlerdir. Zira o, bu
işi kendi ihtiyarı ile yapmaktadır. Kimisi de buna had gerekmez, derler. İbn
Huveyzimendad dedi ki: Sahih olan da budur. Ebu Hanife de şöyle demektedir:
Eğer onu zinaya zorlayan kişi sultan (devlet yetkilisİ)'nden başkası ise, ona
had uygulanır. Onu zorlayan kişi sultan ise, kıyasa göre had vurulması gerekir.
Ancak ben istihsanen ona had vurulmaması gerektiği kanaatindeyim. İki arkadaşı
(Ebu Yusuf ile Muhammed) ona muhalefet ederek şöyle derler: Her iki durumda da
böylesine had gerekmez. Onlar bu konuda, erkekliğin sertleşmesini göz önünde
bulundurmayıp şöyle demişlerdir: Zina işlemekle öldürülmekten kurtulacağını
bildiği takdirde bu işe kalkışması caiz olur. İbnü'l-Munzir de der ki: Bu
durumda böylesine had gerekmez, bu konuda zorlayan kimsenin devlet yetkilisi
olması ile olmaması arasında da bir fark yoktur.
7- Zorlanan Kimsenin
(Mükreh) Boşaması ve Kölelerini Azad Etmesi:
İlim adamları, zorlama
altındaki kimsenin hanımını boşaması ve kölesini azad etmesi hususunda farklı
görüşlere sahiptirler. Şafii ve mezhebine mensup ilim adamları: Bu konuda ona
hiç bir şey düşmez, derler. İbn Vehb'in, İbn. Ömer, Ali ve İbn Abbas'dan
naklettiğine göre onlar, böyle bir kimsenin boşamasının hiç bir hüküm ifade
etmediği görüşünde idiler. İbnü'l-Münzir de, İbn ez-Zübeyr, İbn Ömer, İbn
Abbas, Ata, Tavus, el-Hasen, Şureyh, elKasım, Salim, Malik, el-Evzai, Ahmed,
İshak ve Ebu Sevr'den de bu görüşü nakletmektedir.
Bir başka kesim ise
böyle birisinin boşamasını geçerli kabul etmişlerdir.
Bu görüş eş-Şa'bi,
en-Nehai, Ebu Kılabe , ez-Zühri ve Katade'den rivayet edilmiştir. Kufeli ilim
adamlarının görüşü de budur. Ebu Hanife der ki: İkrah altında bulunan kimsenin
boşaması geçerlidir. Çünkü böyle bir kişinin ikrah ile kaybettiği, rızadan daha
fazla birşey değildir. Rıza ise boşamada -tıpkı alay olsun diye bu işi yapan
kimsede olduğu gibi- şart değildir.
Ancak bu batıl bir kıyastır.
Alayolsun diye hanımını boşayan kimse, kendi rızası ile boşamayı
gerçekleştirmeyi kastetmiştir. Zorlanan bir kimse ise, hanımını boşamaya razı
da değildir, böyle bir niyete de sahip değildir. Hz. Peygamber ise:
"Ameller ancak niyetler iledir" diye buyurmuştur. Buhari'de de şöyle
denilmektedir: İbn Abbas, hırsızların zorlaması sonucu hanımını boşayan kimse
hakkında: Bunun hiç bir kıymeti yoktur, demiştir. İbn Ömer, İbn ez-Zübeyr,
eş-Şa'bi: ve el-Hasen de böyle demişlerdir. eş-Şa'bi: de şöyle der: Hırsızlar,
böyle bir kimseyi zorlayacak olurlarsa bu talak değildir. Eğer devlet
yöneticisi (sultan) onu zorlayacak olursa, o takdirde bu bir talaktır. İbn
Uyeyne bunu açıklayarak şöyle demektedir: Çünkü hırsız, böyle bir kimseyi
öldürmeye kalkışır. Devlet yöneticisi ise bu durumda kimseyi öldürmez.
8- Zorlama Altında
Yapılan Alış- Veriş:
Zorlama altında bulunan
(mükreh) ile baskı altında bulunan (madğut)'ın alış verişinin iki hali
sözkonusudur. Birincisi kişinin yerine getirmekle yükümlü olduğu bir hak
(vazife) dolayısıyla malını satması halidir. Böyle bir satış geçerlidir,
uygundur. Fukahaya göre bu satışta dönüş söz konusu değildir. Çünkü böyle bir
kimsenin o sattığı malın dışındaki bir şeyle üzerindeki hakkı hak sahibine
ödemesi gerekir. Böyle bir işi yapmadığına göre, onun bu malı satışı, kendi
tercihi ile yapmış gibidir ve o bakımdan böyle bir satış onun için
bağlayıcıdır.
Zulmen zorlanarak, yahut
baskı altında tutulan kimsenin satışı ise, satanın aleyhine olmak üzere caiz
değildir. Bu durumda böyle bir kimsenin herhangi bir bedel ödemeden kendi
eşyasını alması öncelikle söz konusudur. Bu durumda müşteri de ödediği bedeli
gider o zalimden alır. Şayet eşya telef olmuşsa, bu durumda ikrah altında
satan, o malın bedelinden veya kıymetinden hangisi daha fazla ise, -eğer
müşteri, zalimin yaptığı bu haksızlığı bilmeyen birisi ise- zalimden alır.
Mutarrif der ki: Zorlanan kimsenin durumunu bilen müşteriler, satın aldıkları
kölelerin ve ticaret mallarının -tıpkı gasıp gibi- tazminatını öderler. Satın
alanın, bu satın almadan sonra köleler hakkındaki azad yahut tedbir (ölümünden
sonra azad olmalarını söylemesi) yahud vakıf gibi yeni tasarrufları, zorlanan
kimseyi (mükrehi) bağlamaz ve o kendi malını geri almak hakkına sahiptir.
Suhnun der ki: Mezhebimize mensup ilim adamları da, Irak alimleri de ittifakla
mükrehin, zulüm ve haksızlık esası üzere yapılacak satışları caiz değildir,
demişlerdir. Bu bir icmadır.
9- Zorlanan Kimsenin
(Mükrehin) Nikahı:
Mükrehin nikahına
gelince, Suhnun der ki: Mezhebimize mensup ilim adamları, mükreh erkek ve
kadının nikahının batıl olduğunu icma ile (ittifakla) kabul etmişler ve şöyle
demişlerdir: Böyle bir nikah üzere devam etmek caiz değildir, çünkü böyle bir
nikah akdi gerçekleşmemiştir.
Muhammed b. Suhnun der
ki: Iraklılar, ikrah altındaki kimsenin nikahını caiz kabul etmiş ve şöyle
demişlerdir: Bir kimse bir kadına on bin dirhem mehir ile ödemek üzere
nikahlamaya zorlanacak olursa ve o kadının dengi olan diğer kadınların mehri
bin dirhem ise, bu nikah caizdir; fakat onun ödemekle mükellef olduğu mehir
miktarı bin dirhemdir, bundan fazlası batıl olur. Muhammed (b. Suhnun) der ki:
Iraklılar bin dirhemden fazlasını iptal ettikleri gibi, zorlama sebebiyle
nikahı da iptal etmeleri gerekir. Onların bu görüşleri, Ensar'dan olan Hizam
kızı Hansa yoluyla gelen hadiste sabit olan sünnete; de Peygamber (s.a.v.)'ın
nikahlanmaları hususunda kadınlarla istişare edilmesini emreden sünnete de
muhaliftir. Buna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. O bakımdan onların bu
görüşlerinin bir anlamı da yoktur.
10- Nikah ve Cinsel
ilişki için Zorlama:
Nikah için zorlanmakla
birlikte, cinsel ilişki ve nikaha razı olmak için zorlanmayan bir kimse, bu
şekilde nikahlandığı bir kadın ile cinsel ilişkiye geçecek olursa, bize göre
miktarı tesbit edilen mehir esas alınarak nikahı geçerlidir ve ona had
uygulanmaz. Şayet: Ben nikaha razı olmayarak onunla cinsel ilişkiye geçtim,
diyecek olursa, ona had ve miktarı tesbit edilmiş mehiri ödemek düşer. Çünkü bu
kimse miktarı tesbit edilen mehri iptal etmek için iddiada bulunmaktadır. Şayet
kadın, erkeğin nikaha zorlandığını bilerek bu işe kalkışacak olursa, ona da had
uygulanır.
Nikahı kabul etmeye ve
cinsel ilişkiye zorlanan kadına had düşmez ve onun mehir alma hakkı olur,
ilişkiye geçen erkeğe had uygulanır. Bu mesele iyice bellenmelidir. Bunu Suhnun
ifade etmiştir.
11- Kadının Zinaya
Zorlanması:
Kadın, zinaya zorlanacak
olursa, ona had düşmez. Çünkü Yüce Allah: "Zorlanan müstesna olmak
üzere" diye buyurmuştur. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Allah,
ümmetimin hata, unutma ve zorlanarak yaptıkları şeylerini affetmiştir.'' Yüce
Allah'ın: "Kim onları zorlarsa, şüphe yok ki Allah, onların
zorlanmalarından sonra mağfiret ve rahmet edicidir. "(en-Nur, 33) buyruğu
da bunu gerektirmektedir ki, burada sözü edilenler zinaya zorlanan
cariyelerdir.
Köle tarafından zinaya
zorlanan cariye hakkında Hz. Ömer'in verdiği hüküm de bu şekilde olup, o
cariyeye zina cezası uygulamamıştır.
İlim adamları, zinaya zorlanan
kadına had uygulanmayacağını ittifakla kabul etmişlerdir. Malik de şöyle
demektedir: Kadın, kocası bulunmaksızın hamile olduğu görülüp de, ben zina
etmek için zorlandım, diyecek olursa, onun bu iddiası kabul olunmaz ve ona had
uygulanır.
Ancak bu hususta onun
bir beyyinesi bulunuyor yahut kanları akarak gelmiş veya zorlanırken yanına
varılmış olması veya buna benzer durumunun tesbit edilmesi hali müstesnadır.
Malik, bu hususta Ömer
b. el-Hattab'ın şu sözlerini delil göstermektedir:
Muhsan olmaları halinde
ve beyyine bulunup yahut hamilelik görülüp veya itiraf sözkonusu ise, erkek ve
kadınlardan zina edenlerin recm edilmeleri Allah'ın Kitabında yer alan bir
gerçektir.
İbnü'l-Münzir der ki:
Ben, bu hususta birinci görüşü kabul etmekteyim.
12- Zinaya Zorlanan
Kadına, Mehrin Gerekip Gerekmediği:
Zorlanarak kendisiyle
zina edilen kadına mehir vermenin gerekip gerekmediği hususunda görüş ayrılığı
vardır. Ata ve ez-Zühri derler ki: Böyle bir kadına mehr-i misil verilmesi
gerekir. Bu, Malik, Şafii, Ahmed, İshak ve Ebu Sevr'in de görüşüdür. es-Sevri
der ki: Onunla zina eden erkeğe had uygulanacak olursa, mehir de söz konusu
olmaz. Bu görüş, eş-Şa'bi'den de rivayet edilmiştir. Malik'in mezhebine mensup
ilim adamları da, rey ashabı da bu görüştedirler. İbnü'l-Münzir ise birinci
görüş sahih olandır, demektedir.
13- Kocadan Hanımının
Zorla Alınmak istenmesi:
Bir kimse hanımını
ellerine vermesi helal olmayan kimselere teslim etmeye zorlanacak olursa, onu
verir ve bu uğurda kendisini ölüme bırakmaz. Onu kurtarmak için herhangi bir
eziyete de katlanmasına gerek yoktur. (1) Bu konudaki asıl dayanak, Buhari'nin,
Ebu Hureyre'den yaptığı şu rivayettir: Ebu Hureyre dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "İbrahim (a.s), Sara ile hicret etti. Onunla bir şehire girdi.
Orada krallardan bir kral yahut zorbalardan bir zorba vardı. Bu kral ona, o
kadını bana gönder, diye haber gönderdi. Hz. İbrahim onu gönderdi. Kral,
Sara'ya gitmek üzere kalktı, o da kalkıp abdest alıp namaz kıldı ve şöyle dua
etti: Allah'ım, eğer ben Sana ve senin peygamberine iman etmiş isem şu kafiri
bana musallat etme. Birden hırıltılı nefes almaya başladı ve ayağını yere
vurmaya koyuldu."
Bu hadis, aynı zamanda
Sara'nın kınanacak bir hali sözkonusu olmadığı gibi, zorlanan bir kadın için
kınamanın; halvetten daha büyük işler dolayısıyla da haddin sözkonusu
olmayacağına delil teşkil etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
14- Zorlama Altında
Yapılan Yemin:
Zorlanarak yemin edenin
(mükreh'in) yemini ise Malik, Şafii, Ebu Sevr ve ilim adamlarının çoğunluğuna
göre hiç bir şey gerektirmez. İbn Macişun der ki: Bir kimse yemin etmeye
zorlanacak olursa, ister Allah'a itaat olan bir hususa dair yemin etsin, ister
masiyet olan bir hususa dair yemin etsin farketmez.
Mutarrif de şöyle
demektedir: Bir kimse, Allah'a isyanı gerektirecek bir hususa yahut da
işlenmesi itaat da olmayan, masiyet de olmayan bir hususa dair yemine
zorlanacak olursa, bu husustaki yemin hükümsüzdür. Eğer, mesela yöneticinin
fasık bir kimseyi yakalayarak ona talak ile içki içmeyeceğine dair yemin
ettirse, yahut fasıklık etmeyeceğine, yapacağı işinde kimseyi aldatmayacağına
dair yemin etmeye zorlasa, yahut da baba oğlunu terbiye etmek maksadıyla yemin
ettirirse, böyle bir yemin bağlayıcıdır. İsterse ikrah altında bulunan kimse
yükümlü tutulduğu bu hususlarda hata etmiş dahi olsa farketmez. İbn Habib de
böyle demiştir.
Ebu Hanife ve
Kufelilerden ona uyanlar ise şöyle derler: Böyle bir kimse bir işi yapmamak
üzere yemin edip de sonradan yapacak olursa, yeminini bozmuş olur. Derler ki:
Çünkü zorlanan bir kimse için yapacağı bütün yeminlerde kinayeli ve üstü kapalı
ifadeler ile başka şeyleri kastetme imkanı vardır. Bu kişi yemininde, kinayeli
ve üstü kapalı ifadelere başvurmayıp niyeti de zorlandığı şeye muhalif olan başka
yönlere kaymadığına göre, o kimse yemini kastetmiş demektir.
Birinci görüşün
savunucuları ise şöyle delil getirirler: Bir kimse yemine zorlanacak olursa,
onun niyeti elbetteki sözüne muhaliftir. Çünkü o, hakkında yemin ettiği şeyi
istememektedir. Buna zorlanmış bulunmaktadır.
15- Yeminin Bozulması
için Zorlamak (ikrah):
İbnü'l-Arabi der ki:
Garip hususlardan birisi de bizim (Maliki mezhebine mensup) ilim adamlarımızın,
yemini bozmaya dair zorlama yapılırsa, bunun sonucunda yemin bozulur mu, bozulmaz
mı konusunda farklı görüşlere sahip olmalarıdır. Bu, aslında Irak alimlerinin
ortaya attıkları ve onlardan bize sirayet etmiş bir meseledir. Keşke bu mesele
de olmasaydı, onlar da olmasaydı. Ey mezhebimize mensup ilim adamları söyleyin
bana, yeminin zorlama sonucu bağlayıcı olmadığı hususu ile, zorlama ile yeminin
bozulmayacağı hususu arasındaki fark nedir? Artık Allah'tan korkun,
basiretlerinize dönün ve böyle bir rivayete kanmayın. Çünkü bu, dirayet
hususunda olumsuz bir damgadır.
16- Mala Gelecek Zarar
ikrah Sayılırmı?:
Bir kimse, yemin etmek
için zorlanıp da etmediği taktirde onun bir miktar malının alınması söz konusu
olursa; -haksızca vergi alımlar, zalim vergi toplayıcılar ve haksızlık
yapanların uygulamalarında görüldüğü gibi- bu konuda Malik şöyle demektedir:
Böyle bir hususta takiyye (korunma) yoluna gidilmez. Kişi, yemini ile ancak
bedenine gelecek zararı def etme yoluna gidebilir, malına gelecek zararı değiL.
İbnu'l-Macişun der ki:
Böyle bir kimse, kendi malına gelecek zararı def ederek, bedenine gelecek bir
zarardan korkmayacak olsa dahi yemin eder. İbnü'l-Kasım ise, Mutarrif'in
kanaatini kabul eder ve o da bu görüşü Malik'den rivayet eder. İbn Abdilhakem
ve Esbağ da böyle demişlerdir.
Derim ki:
İbnü'l-Macişun'un görüşü sahih olandır. Çünkü kişinin malını savunması, canını
savunması gibidir. el-Hasen ve Katade'nin de görüşü budur, ileride gelecektir.
Rasulullah (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Muhakkak kanlarınız,
mallarınız, ırzlarınız size haramdır." Yine bir başka hadisinde şöyle
buyurmaktadır: "Müslümanın her şeyi müslümana haramdır: Kanı, malı ve ırzı
(şeref, haysiyet ve namusu).''
Ebu Hureyre de şöyle
rivayet etmektedir: Bir adam, Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek: Ey Allah'ın Rasulü
dedi, ne dersin bir adam gelip malımı almak isterse (ben ne yapayım)? Hz.
Peygamber: "Ona malını verme" diye buyurdu. Adam: Peki ya benimle
çarpışacak olursa ne dersin? Hz. Peygamber: "Sen de onunla çarpış"
diye buyurdu. Yine adam: Peki, ya beni öldürecek olursa görüşün nedir? diye
sorunca, Hz. Peygamber: "Sen şehidsin" diye buyurdu. Bu sefer adam:
Peki, ya ben onu öldürecek olursam görüşün nedir? diye sorunca, Hz. Peygamber
bu sefer: "O da ateştedir" diye buyurdu. Bu hadisi Müslim rivayet etmiş
olup, buna dair açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır.
Mutarrif ve
İbnü'l-Macişun derler ki: Bir kimse, kendisinden yemin etmesi istenmeden önce,
malına ve bedenine gelebilecek bir zarardan korkarak, zalim yöneticiye karşı
kendisinden istenmeden önce yemine başlayıp da ona yemin edecek olursa, bu
yemine bağlı kalması icabeder. İbn Abdilhakem ve Esbağ da böyle demişlerdir.
Yine İbnu'l-Macişun, zalim bir kimse tarafından yakalanıp da kendisine yemin
ettirmeden önce elbette talakı ile yemin edecek olur da bu zalim kişi onu
-yalan söylediği halde- bırakacak olursa, yemin eden kişi de dövülmekten ve
öldürülmekten, malının alınmasından korkarak yemin etmiş ise, eğer korku
ihtimalinin ağır basması ve zulmünden kurtulmak ümidi ile kendiliğinden yemin
etmiş ise, bu kimse bu şartlar altında ikrah çerçevesi içerisine girmiş olur ve
ona bir şey düşmez. Şayet kurtulmak ümidi ile yemin etmemiş ise, o takdirde o
kimse hanis (yeminini bozmuş) olur.
17- Küfrü Gerektiren
Sözleri Söylemek için Zorlanan Kimsenin Gözönünde Bulundurması Gereken
Hususlar:
Muhakkik ilim adamları
şöyle demişlerdir: Zorlanan bir kimse, küfrü gerektiren sözler söyleyecek
olursa, bu sözleri ancak kinayeli ifadelerle söylemesi caiz olur. Çünkü bu gibi
kinayeli ifadeler kullanmak suretiyle yalandan kaçıp kurtulma imkanı vardır. Bu
şekilde söylenmeyecek olursa, kişi kafir olur. Çünkü zorlamanın kinayeli
ifadeler üzerinde herhangi bir etkisi söz konusu olmaz. Mesela, bir kimseye;
"Allah'ı inkar et" denilecek olursa, o da; (...) diye
"ya"yı ilave ederek söyler. (Oyalanan kimseyi inkar ediyorum
demektir.) Aynı şekilde böyle birisine: Nebi'yi inkar et, denilirse, o da şöyle
der: "Nebiyyi inkar ediyorum" diye şeddeli söyler. Bu da yüksekçe bir
yer demektir. Yine, sofrayı andıran şekilde kuru hurma dallarından yapılan şey
hakkında da kullanılır. O bu sözü söylerken, kalbiyle bunlardan birisini
kasteder, böylelikle küfürden ve küfrün günahından da uzak durmuş olur. Şayet
ona hemzeli olarak; Nebi'i inkar et, denilecek olursa, o da "haber veren
kimse"yi kastederek, Nebi'i inkar ediyorum, der. Yani, Tulayha,
Müseylemetü'l-Kezzab gibi herhangi bir haber veren kimseyi kast eder. Ya da
bununla, şairin hakkında şu beyiti söylemiş olduğu Nebi'i de kast edebilir:
"Bir araya
toplanmış, un gibi çakıl yığınının yakınındaki yüksekçe yerinde (nebi') İnce ve
ufalmış çakıl yığınına döndü."
18- Küfre ve Başka
Hususlara Zorlanan Kimsenin Ölümü Tercih Etmesi:
İlim adamları icma ile
şunu kabul etmişlerdir: Bir kimse küfür üzere zorlanıp da öldürülmeyi tercih
edecek olursa, Allah nezdinde ruhsatı tercih eden kişiden daha büyük ecir alır.
Ancak, işlenmesi helal
olmayan ve öldürülme dışındaki bir fiili işlemeye zorlanan kimse hususunda
farklı görüşlere sahiptirler. Maliki mezhebine mensup ilim adamları derler ki:
Bu gibi durumlarda, zor olan yolu seçmek, öldürülmeyi ve dövülmeyi tercih
etmek, Allah nezdinde ruhsat olanı yapmaktan daha faziletlidir. Bunu İbn Habib
ve Suhnun zikretmişlerdir.
İbn Suhnun ise,
Iraklılardan şunu nakletmektedir: Bir kimse, öldürülmek yahut bir azasının
kesilmesi veya ölümle sonuçlanmasından korkulacak şekilde dövülmek ile tehdit
edilecek olursa, bu kimse şarap içmek yahut domuz eti yemek gibi zorlandığı işi
yapabilir. Şayet öldürülünceye kadar denileni yapmayacak olursa, bunun günahkar
olacağından korkarız. Çünkü böyle bir kimse muztar (zaruret ile karşı karşıya
bulunan) kimse gibidir.
Habbab b. el-Eret şunu
nakletmektedir: Resulullah (s.a.v.)'a, Ka'be'nin gölgesinde elbisesine yastık
gibi yaslanmış olduğu bir sırada şikayette bulunduk ve ben (Ona) şöyle dedim:
Bizim için Allah'tan yardım dilemez misin, bizim için dua etmez misin? Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: "Sizden öncekiler arasından (iman eden adam)
yakalanır, yerde ona bir çukur kazılır, o çukura bırakılır. Testere getirilir,
başının üzerine konulur ve ikiye bölünürdü. Demir taraklarla taranarak et ve
kemiği bir birinden ayrılırdı. Fakat bütün bu yapılanlar, o kimseyi dininden
alıkoymazdı. Allah'a yemin ederim ki O, binici, San'a'dan Hadramut'a kadar
kalbinde Allah'ın korkusu ile, kurdun koyunlarına saldıracağı korkusundan başka
hiç bir şeyden korkmaksızın (güvenlik içerisinde) yol alacağı bir hale kadar bu
işi tamamlayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz. ''
Peygamber (s.a.v.)
geçmiş ümmetlerden Allah yolunda o, zor şeylere sabretmeleri ve işkenceden
kurtulmak kastıyla kalblerinde imanı gizlemeyip zahiren de kafir
olmayışlarından övgü ile söz etmektedir. İşte bu dövülmeyi, öldürülmeyi, hakir
düşürülmeyi ve cennetler yurdunda ikameri ruhsata tercih edenlerin delilidir.
İleride buna dair daha geniş açıklamalar, Yüce Allah'ın izniyle Uhdud (85. Sure
olan el-Buruc) Suresi'nde gelecektir.
Ebu Bekir Muhammed b.
Muhammed b. el-Ferac b. el-Bağdadi şöyle demektedir: Bize, Şureyh b. Yunus,
İsmail b. İbrahim'den anlattı. O, Yunus b. Ubeyd'den, o, el-Hasen'den
naklettiğine göre, Museylime'nin bazı gözcüleri, Peygamber (s.a.v.)'ın
ashabından iki kişiyi yakalayıp Müseylime'nin yanına götürdüler. Onlardan
birisine: Sen Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şahidlik eder misin diye
sordu, o, evet dedi. Bu sefer: Peki, benim de Allah'ın rasulü olduğuma şahidlik
eder misin diye sorunca, adamın yine: Evet demesi üzerine onu serbest bıraktı.
Diğerine de: Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şahidlik eder misin diye
sordu o: Evet dedi. Bu sefer: Peki, benim de Allah'ın rasulü olduğuma şahidlik
eder misin, diye sorunca adam:
Ben sağırım, kulaklarım
işitmiyor, dedi. Müseylime bunu önüne alarak boynunu vurdu.
Kurtulan kişi, Peygamber
(s.a.v.)'in yanına varıp: Helak oldum, dedi. Hz.
Peygamber: "Seni
helak eden nedir?" diye sorunca, başından geçenleri anlattı. Bunun üzerine
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Senin arkadaşın sağlam olan yolu seçti. Sen
de ruhsat yolunu seçtin. Şu anda halin ne ise osun." Adam: Şehadet ederim
ki sen Allah'ın Rasulüsün, dedi. Hz. Peygamber de: "Şu anda sen, ne üzere
isen öylesin" diye buyurdu.
Zalim yöneticinin,
kişinin kendisi hakkında yahud bir adamı ya da onun malını kendisine göstermesi
üzerine yemin ettirmesi ile ilgili olarak el-Hasen şöyle demiştir: O kişiye,
yahud da malına zarar geleceğinden korkarsa, (yalan yere) yemin etsin ve
yeminin de keffaretini ödemesin. Kendisi yahud kendi malı hakkında yemin etmesi
halinde de Katade'nin görüşü budur. İlim adamlarının bu husustaki görüşleri
daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
Musa b. Muaviye'nin
naklettiğine göre, Malik'in arkadaşlarından Ebu Said b. Eşres'e Tunus'daki
sultan, öldürmek istediği bir adam hakkında o kimseyi evinde barındırmadığına
ve onun nerede olduğunu bilmediğine dair yemin ettirdi. Bunun üzerine İbn Eşres
de ona istediği şekilde yemin etti ve o gün İbn Eşres hem o kimsenin bulunduğu
yeri biliyordu, hem de yanında barındırmış idi. Sultan ona, üç talak ile yemin
etmesini söyledi, İbn Eşres de ona istediği şekilde yemin ettikten sonra
hanımına benden ayrı dur dedi. Hanımı da ondan ayrı durdu. Arkasından İbn Eşres
bineğine binip Keyrevan'da el-Behlül b. Raşid'in yanına gitti. Ona olanları
anlattı. el-Behlül ona: Malik, senin yeminin yalan olduğu için hanımın senden
boş olur der. İbn Eşres ona şöyle dedi: Ben de Malik'i böyle derken dinledim.
Fakat ben bu konuda ruhsat istiyorum veya buna yakın, bu anlamda bir söz
söyleyince el-Behlül b. Raşid ona şöyle dedi: Hasan-ı Basri'nin dediğine göre
ise, sen yemininde halis değilsin (yemininin hükmü yoktur) demiştir. Bunun
üzerine İbn Eşres, el-Hasen'in görüşünü kabul ederek hanımına döndü.
Abdulmelik b. Habib de
şunu anlatmaktadır: Bana, Ma'bed, el-Müseyyeb b. Şerik'den anlattı, o da Ebu
Şeybe'den dedi ki: Ben, Enes b. Malik'e bir kimseye karşılık yakalanan bir
diğer kimsenin durumu hakkında: O kimseyi yemin ederek koruyabilecekse, senin
görüşüne göre yemin eder mi? diye sordum, o da: Evet dedi. And ederim ki,
yetmiş yalan yemin etmek, bir müslümanın bulunduğu yeri göstermekten bana daha
kolay gelir.
İdris b. Yahya da dedi
ki: Velid b. Abdulmelik casuslara, casusluk ederek insanlarla ilgili haberleri
kendisine getirmesini emrederdi. Bu casuslardan birisi Red b. Hayve'nin ders
halkasında oturdu. Oradakilerden birisinin Velid'e dil uzattığını gördü. Velid,
durumu Reca'ya bildirerek, ey Reca dedi. Senin meclisinde benden kötü şekilde
söz ediliyor ve sen buna karşı çıkmıyorsun öyle mi? dedi. Reca: Böyle bir
şeyolmamıştır ey Mü'minlerin Emiri deyince, Velid ona: Kendisinden başka ilah
olmayan Allah adına yemin eder misin? deyince o: Kendisinden başka ilah olmayan
Allah adına, dedi. Bunun üzerine Velid, emir vererek casusa yetmiş kırbaç
vuruldu. Bu casus, Red ile karşılaştığında şöyle dermiş: Ey Red, benim sırtımda
yetmiş kamçının izi durduğu halde, senin yüzün suyu için yağmur istenir. Red da
şöyle derdi: Senin için sırtına vurulan yetmiş kamçı, müslüman bir kimsenin
öldürülmesinden daha hayırlıdır.
19- Zorlama (ikrah)'ın
Sınırı:
İkrahın sınırları
hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Ömer b. el-Hattab (r.a)'ın
şöyle dediği rivayet edilmektedir. Kişiyi korkutacak yahut bağlayacak veya
dövecek olursan o, kendi nefsi adına emniyette değildir.
İbn Mes'ud da şöyle
demiştir: Benden iki kamçıyı dahi uzaklaştıracağını bilip de söylemeyeceğim hiç
bir söz yoktur.
el-Hasen de der ki: Kıyamet
gününe kadar takiyye yapmak mü'min için caizdir. Şu kadar var ki, şanı Yüce ve
mübarek olan Allah, başkasının ölümüne sebep teşkil edecek bir davranışı
takiyye olarak kabul buyurmamıştır.
en-Nehai der ki: Zincire
vurup bağlamak ikrahtır, hapse atmak ikrahtır.
Malik'in görüşü de
budur. Ancak Malik şöyle der: Korkutucu tehdit de bir ikrahtır. Velev ki bu
haksızlık yapan kimsenin zulmü tahakkuk ettiğinde ve tehdit ettiğini yerine
getirdiğinde bu korkutma gerçekleşmese bile. Ancak, Malik ve mezhebine mensup
ilim adamlarına göre, dövme ve hapse atmanın belirli bir süre ile
sınırlandırılması söz konusu değildir. Bu, acıtacak kadar dövmek ile
sınırlandırılmıştır. Hapis ise, zorlanan kimsenin sıkıntıya düşeceği ve
darlanacağı süre ile tahdit edilmiştir. Yine Malik'e göre, sultanın (devlet
yetkilisinin) da, başkasının da zorlamaları bir ikrahtır.
Kufeli bilginler
çelişkiye düşerek, şarab içmek ve meyteyi yemek için hapse atmayı, zincire
vurmayı ikrah kabul etmemişlerdir. Çünkü bu iki sebepten dolayı kişinin telef
olacağından korkulmaz. Oysa Hanefiler, bu iki şekli de kişinin: Filanın bende
bin dirhem alacağı vardır, şeklindeki ikrarında ikrah olarak
değerlendirmişlerdir.
İbn Suhnun der ki:
Fukahanın ileri derecedeki acı ve ızdırap veren uygulamaları ikrah kabul etmek
üzere icma etmeleri, ikrahın kişinin ölümü ile sonuçlanmayan hususlarda da söz
konusu olduğuna delildir. Malik de, bir kimsenin tehdit, hapse atılmak veya
dövülmek ile bir yemin etmeye zorlanacak olursa, bu yemini yapıp bundan dolayı
yeminini bozmuş olmayacağı kanaatini benimsemiştir. Şafii, Ahmed, Ebu Sevr ve
ilim adamlarının çoğunluğunun görüşü de budur.
20- Kinayeli ifadeler
ve ikrah:
Kinayeli ve üstü kapalı ifadeler
(tarizler) arasında, yalana ihtiyaç bırakmayacak olanlar vardır diye sabit
olmuş ifade de bu bahsin kapsamındadır.
el-A'meş'in, İbrahim
en-Nehai'den rivayetine göre o şöyle demiştir: Adamın birisine senden
söylediğine dair bir takım sözler ulaşacak olursa, senin: "Allah'a yemin
olsun ki, hiç şüphesiz Allah senin hakkında bu kabilden ne söylediğimi
bilir" demende bir mahzur yoktur. Abdulmelik b. Habib der ki, Bu: Şüphesiz
Allah benim söylediğimi bilir anlamındadır. Fakat ifade zahiri itibariyle böyle
bir şey söylemediği manasınadır. Bu durumda yemin ederken bu sözleri söyleyenin
yeminini bozması (yalan olması) söz konusu olmadığı gibi, bu sözünde yalan
söylemesi de mevzubahis değildir.
en-Nehai der ki:
Onların, kendilerine gelecek zararları önledikleri ve değişik anlamlara gelme
ihtimali bulunan yemin ifadeleri vardı. Onlar, bu ifadeleri kullanmakla yalan
söyledikleri görüşünde de değillerdi ve yalan yemin ettikleri kanaatinde de
değillerdi. Abdulmelik dedi ki: Onlar, bu gibi ifadelere; hak hususunda bir
hile ve bir aldatmaya dair olmaması şartıyla, tarizli (kinayeli) ifadeler adını
verirlerdi.
Yine el-A'meş der ki:
İbrahim en-Nehai, yanına birisi gelip de karşısına çıkmayı istemiyor idiyse,
evinde mescid edindiği yerde oturur ve cariyesine şu talimatı verirdi: Ona git
de ki: Allah'a and olsun ki o, mesciddedir.
Muğire'nin, İbrahim'den
rivayetine göre, askeri birlik arasında yer alan bir kimseye, komutanlarına arz
edildikleri vakit şöyle demesini caiz görüyordu:
Allah'a yemin ederim,
benden başkasının bana doğruyu göstermesi söz konusu olmadıkça, ben doğru yolu
bulamam. Yine benden başkasının beni bineğin sırtında taşıması müstesna,
bineğim yoktur ve buna benzer sözleri söyleyebileceğini kabul ederdi.
Abdulmelik der ki: O, "benden başkası" sözleriyle Yüce Allah'ı
kastetmektedir. Çünkü ona doğru yolu gösteren de, bineğin sırtında taşıma
imkanı veren de O'dur. Bu gibi bir durumda kişinin yalan yere yemin ettiği ve
sözünde yalancı olduğu görüşünde değillerdi. Ancak onlar, bu sözlerin aldatmak,
zulüm ve hakkı inkar etmek uğruna söylenme sini mekruh kabul ederler; bu işi
yapmaya kalkışan kimselerin, bu aldatmalarında günahkar olmakla birlikte,
yeminleri dolayısıyla keffarette bulunmalarının vacib olmadığı görüşündeydiler.
21- Küfre Göğüs
Açanlar:
"Fakat küfre göğüs
açarsa" yani, küfrü kabul için göğsüne genişlik verirse ... demektir.
Bunu Yüce Allah'tan
başka hiç kimse bilemez. Bu, aynı zamanda kaderiyenin görüşünü de
reddetmektedir.
"Göğüs"
kelimesi mef'Ul olarak nasb edilmiştir.
" ... İşte Allah'ın
gazabı onların üzerinedir ve onlar için çok büyük bir azab" olan cehennem
azabı "da vardır."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN