HİCR 80 |
وَلَقَدْ
كَذَّبَ
أَصْحَابُ الحِجْرِ
الْمُرْسَلِينَ |
80. Andolsun ki, Hicr
ashabı da peygamberleri yalanlamışlardı.
sayfanın
aşağısında sekiz maddelik açıklama var
"Hicr"
kelimesinin birkaç anlamı vardır. Bunlardan birisi Ka'be'nin Hicr'idir. Birisi
haram anlamıdır. Nitekim Yüce Allah'ın: (...) buyruğu; "haram ve yasak
kılınmış" (el-Furkan, 53) demektir. Yine hicr, akıl anlamındadır. Yüce
Allah, "hicr (akıl) sahibi"(el-Fecr, 5) diye buyurmaktadır. Gömleğin
ön tarafına da "hicr" denilir. "Hacr" söylenişi daha
fasihtir. Kısrak da "hicr" diye anılır. Semud kavminin diyarına da "Hicr"
denilir, bu buyrukta kastedilen anlamı da budur, şehir demektir. Bu açıklamayı
el-Ezherı yapmıştır.
Katade der ki: Hicr,
Mekke ile Tebuk arasıdır ve bu, Semud kavminin bulunduğu vadidir. Taberi de
Hicaz ile Şam arasında bulunan topraklara Hicr denilir ve bunlar Hz. Salih'in
kavminin yaşadığı yerdir, demektedir.
Yüce Allah'ın burada
sözünü ettiği "Peygamberler"den kasıt, yalnızca Hz. Salih'tir. Ancak,
bir peygamberi yalanlayan kimse bütün peygamberleri yalanlamış gibidir. Çünkü
bütün peygamberler usul (dinin esasları, itikadi meseleler) bakımından aynı
dinin davetçileridir. O bakımdan aralarında fark gözetmek mümkün olamaz.
Şöyle de açıklanmıştır:
Onlar, hem Hz. Salih'i, hem ondan sonra gelecek, hem de ondan önce gelmiş bütün
peygamberleri yalanladılar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Buhari'nin İbn Ömer'den
rivayetine göre Resulullah (s.a.v.) Tebuk gazvesi sırasında Hicr denilen yerde
konakladığında ashabına, oranın kuyusundan su içmemelerini ve o kuyudan su
çekmemelerini emretti. Onlar: Biz, o su ile hamur yoğurduk ve ordan su çektik deyince,
Resulullah (s.a.v.) kendilerine, suyu dökmelerini ve o hamuru bir kenara
atmalarını emretti.
Yine Sahih'te İbn
Ömer'den rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) ve beraberindeki ashabı Semud diyarı
olan Hicr'e konakladılar. Oranın kuyularından su çektiler ve çektikleri o su
ile hamur yoğurdular. Rasulullah (s.a.v.) kendilerine, çektikleri suyu
dökmelerini ve o hamuru develere yedirmelerini emrettiği gibi, dişi devenin
gidip içtiği kuyudan su çekmelerini emretti.
Yine İbn Ömer'den şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Hicr'e yolumuz
düştü. Rasülullah (s.a.v.) bize şöyle dedi: "Kendilerine zulmetmiş
olanların meskenlerine, onların başına gelen musibetin bir benzeri size gelip
isabet eder korkusuyla ancak ağlayarak giriniz." Hz. Peygamber daha sonra
devesini dürterek hızlıca yoluna devam etti.
Bu Ayet-i Kerime'nin
ihtiva Ettiği Hususlar:
Derim ki: Bu ayet-i
kerimede Şari'in (şeriat koyucunun) hükmünü beyan edip durumunu açıklığa
kavuşturduğu sekiz mesele vardır. İlim adamları bunları bu ayet-i kerimeden
çıkarmış ve bunların bazısında fukaha farklı görüşlere sahip olmuşlardır:
1. Hicr Sahiplerinin Yurduna Girmek:
Hicr Ashabının Kuyularından ve Necis
Sudan Yararlanmanın Hükmü:
2. insanın Kullanması Caiz Olmayan Yiyecek
ve içecekler Hayvanlara Verilebilir mi?
3. Evcil Merkeplerin Eti:
4. Kişinin Hayvanlarına Yedirmek
Kastıyla Necaset Taşımasının Hükmü:
5. Peygamberlerin ve Salihlerin
Eserleri:
6. Namaz Kılınabilen ve Kılınamayan
Yerler:
7. Gübre ve Pislik Atılan Bahçede Namaz
Kılmak:
1. Hicr Sahiplerinin
Yurduna Girmek:
Bu gibi yerlere girmenin
mekruhluğu: Bazı ilim adamları kafirlerin kabirlerine girmeyi de buna kıyas
etmişlerdir. Bir kimse bu yer ve kabirlere girecek olursa, Peygamber
(s.a.v.)'in gösterdiği şekilde ibret almak üzere, korkmak ve oradan çabucak
geçmek suretiyle uğramak gerekir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Babil diyarına girmeyiniz. Çünkü orası lanetlenmiştir. ''
Hicr Ashabının
Kuyularından ve Necis Sudan Yararlanmanın Hükmü:
Peygamber (s.a.v.)
ashab-ı kirama, Semud kavminin kuyusundan çektikleri suyu dökmelerini, o su ile
yoğurup pişirdikleri ekmekleri de bir kenara atmalarını emretti. Çünkü o su
gazaba uğramış bir kavmin suyu idi. Yüce Allah'ın gazabından kaçmak kastıyla ondan
yararlanmak caiz görülmemiştir. Hz. Peygamber, yoğurdukları hamur hakkında:
"Onu develere yediriniz" diye buyurmuştur.
Derim ki: İşte necis
suyun ve o necis su ile yoğurulan hamurun hükmü de aynı şekildedir.
2. insanın Kullanması
Caiz Olmayan Yiyecek ve içecekler Hayvanlara Verilebilir mi?
Malik dedi ki:
Kullanılması caiz olmayan yiyecek ve içeceklerin deve ve hayvanlara yem olarak
verilmesi caizdir. Çünkü onların mükellefiyetleri yoktur. İmam Malik, necis olan
bal hakkında da aynı şeyi söylemiş ve böyle bir bal arılara yedirilir,
demiştir.
3. Evcil Merkeplerin
Eti:
Rasulullah (s.a.v.) bu
su ile yoğurulan hamurun develere yedirilmesini emrettiği halde, onun
atılmasını emretmemiştir. Halbuki Hayber günü evcil merkeplerin etinin
atılmasını emretmiştir. Bu ise, eşek etinin haramlığının daha ağır, necasetinin
ve necasetlendirmesinin de daha ileri olduğunun delilidir. Rasulullah (s.a.v.)
hacamat yaparak para kazanan kimsenin bu kazancını, su taşıyan develere ve
kölelere yedirmesini emretmiştir. Ancak bu, bu kazancı haram kılmak için veya
necis kabul ettiğinden dolayı değildir. Şafii: der ki: Eğer haram olsaydı,
hacamat yapana kazandığı bu parayı kölelerine yedirmesini emretmezdi. Çünkü
kişi, kendi zatı itibariyle taabbüd etmekle yükümlü olduğu gibi, kölesi
hakkında da (haklarını yerine getirmek suretiyle) taabbüdle mükelleftir.
4. Kişinin
Hayvanlarına Yedirmek Kastıyla Necaset Taşımasının Hükmü:
Peygamber (s.a.v.)'ın,
yoğurulan o hamurun develere yedirilmesini emretmesinde, kişinin, köpeklerine
yesinler diye necis şeyler taşımasının caiz olduğuna delil vardır. Ve bu, bizim
mezhebe mensup ilim adamları arasından bunu caiz görmeyen ve köpekler necasete
gitmek üzere serbest bırakılır, ama sahipleri onlara necaseti alıp götürmez,
diyenlerin kanaatlerine muhaliftir.
5. Peygamberlerin ve
Salihlerin Eserleri:
Peygamber (s.a.v.)'ın
dişi devenin içtiği kuyudan su almalarını emretmesi, Peygamber ve salihlerin
-aradaki asırlar çok olsa ve izleri ortada olmasa dahi- bıraktıkları izlerle
teberrükün caiz olduğuna delildir. Nitekim birincisinde de fesat ehlinin
buğzedildiklerine, onların yaşadıkları yurtların ve geriye bıraktıkları izlerin
de yerildiklerine delil vardır. Bu her ne kadar tahkiki araştırma, cansızların
sorumlu olmadıklarını göstermekle birlikte yine böyledir. Çünkü sevilen ile
birlikte olan şey de sevilir, hoşlanılmayan ve buğzedilen şeyle birlikte o şeye
de buğzedilir. Nitekim Şair Küseyyir şöyle demektedir: "Onu sevdiğim için
siyahları hep severim. Hatta onu sevdiğimden ötürü siyah köpekleri bile
severim."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Ben o yurttan, yani Leyla'nın yurdundan geçer giderim. Bir
öperim şu duvarı, bir öbür duvarı öperim, Benim kalbimi çelen o diyar değildir,
Fakat ben o diyarda kalmış olanı severim."
6. Namaz Kılınabilen
ve Kılınamayan Yerler:
Kimi ilim adamı böyle
bir yerde namaz kılmayı uygun görmemiş ve: Orada namaz kılmak caiz değildir,
çünkü orası bir gazap yurdu ve bir öfke diyarıdır, demiştir. İbni'l-Arabi der
ki: Böylelikle bu bölge, Hz. Peygamber'in: "Yeryüzü benim için hem bir
mescid, hem de bir temizlenme yeri kılınmıştır" buyruğunda zikrettiği
genel kapsamdan müstesna olmuştur. O bakımdan, bu yerin toprağı ile teyemmüm de
caiz değildir, oranın suyundan abdest almak da, orada namaz kılmak da caiz
değildir.
Tirmizi de, İbn Ömer'den
rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.v.) yedi yerde namaz kılınmasını
yasaklamıştIr. Çöplük, hayvan boğazlama yeri (mezbaha), kabristan, yol ağzı,
hamam, develerin çöktükleri yerler ve Beytullah'ın üzerinde. Bu hususta Ebu
Mersed ile Cabir ve Enes'ten de hadis rivayet edilmiştir. İbn Ömer yoluyla
gelen hadisin isnadı pek o kadar kuvvetli değildir. (İsnadında yer alan
ravilerden birisi olan) Zeyd b. Cebira hakkında hıfzı yönünden tenkitlerde bulunulmuştur.
Bizim ilim adamlarımız
ayrıca şunu da eklerler: Gasbedilmiş evde, kilisede, havrada, içinde heykel
bulunan evde, gasbedilmiş bir arazide veya kıblede uyuyan yahut bir adamın
yüzü, ya da üzerinde necaset bulunan bir duvar karşısında (namaz kılınmaz).
İbni'l-Arabi der ki: Bu
yerlerde namaz kılmak kimisinde başkasının hakkı dolayısıyla yasaklanmıştır,
kimisinde Yüce Allah'ın hakkı dolayısıyla, kimisinde de muhakkak veya galip
zann ile necaset dolayısıyla yasaklanmıştır. İçinde bulunan necasetten dolayı
namaz kılınması yasak olduğu belirtilen bir yerde -hamam ve kabristanın içinde
veya ona doğru- eğer temiz bir bez serilecek olursa, -(İmam Malik'in)
"el-Müdevvene"sinde belirttiğine göre- caizdir. Ebu Mus'ab ise ondan
(Malik'den) yine de mekruh olacağını nakletmektedir. Bizim (Maliki mezhebimize
mensup) ilim adamlarımız, eski kabristan ile yeni kabristan arasında -necaset
dolayısıyla- fark gözetmişlerdir. Yine müslümanların kabristanı ile müşriklerin
kabristanı arasında da fark gözetmişlerdir. Çünkü müşriklerin kabristanı azab
yurdudur ve gazabın indiği bir yerdir. Hicr bölgesi gibi. Malik,
"el-Mecmua "da şöyle demektedir: Bir kimse yere bez serecek olsa bile
develerin çöktükleri yerde namaz kılamaz. O, sanki böyle bir yerde namaz kılmayı
caiz görmeyişinin iki sebebini kabul etmiş gibidir. Birincisi, (def-i hacette
bulunmak isteyen kimselerin) develerin arkasında gizlenmeye çalışmaları, diğeri
ise, develerin ürkerek namaz kılanın namazını ifsad etmeleri. Eğer çökmüş
bulunan deve bir tane ise onun yakınında namaz kılmakta bir beis yoktur.
Nitekim Peygamber (s.a.v.) da sahih hadiste belirtildiği ne göre böyle yapardı.
Yine Malik der ki:
Zaruret olmaksızın, üzerinde canlı timsalleri (resimleri) bulunan bir yaygı
üzerinde namaz kılamazsınız. İbnü'l-Kasım, kıble tarafında eğer timsal varsa,
namaz kılmayı mekruh gördüğü gibi, gasbedilmiş bir evde namaz kılmayı da mekruh
kabul eder. Şayet kılacak olursa, kıldığı bu namaz geçerli olur. Bazıları da
Malik'ten, gasbedilen bir evde kılanan namazın geçerli olmayacağını söylediğini
nakletmişlerdir. İbnü'l-Arabi der ki: Bana göre bu, gasbedilmiş araziden
farklıdır. Çünkü, eve izinsiz girilmez. Araziye gelince, mülk olsa bile mescid
olma özelliğini de devam ettirmektedir. Herhangi bir kimsenin mülkünde olması,
onun bu mescid olma özelliğini iptal etmez.
Derim ki: Nazarın
(kıyasın) ve haberin hakkında delil olduğu sahih görüş, -yüce Allah'ın izniyle-
temiz olan her bir yerde kılınan namazın caiz ve sahih olduğudur. Hz.
Peygamber'den rivayet edilen: "Şüphesiz ki burası şeytanın bulunduğu bir
vadidir" şeklindeki ve Ma'mer'in, ez-Zühri'den rivayetine göre:
"Size, gafletin kendisinde isabet ettiği bu yerden çıkınız" dediği
rivayetine; Hz. Ali'nin: Rasulullah (s.a.v.) bana, Babil topraklarında namaz
kılmayı yasakladı. Çünkü o mel'undur, sözüne; Hz. Peygamber'in de Semud
kavminin Hicrinden geçtiği vakit: "Bu, azap edilenler üzerine ancak
ağlayanlar olarak giriniz" buyruğuna; yine develerin çöktüğü yerlerde
namaz kılmayı yasaklamasına ve buna benzer bu hususta yer alan rivayetlere
gelince; bütün bunlar, icma ile kabul edilmiş esaslar ve bize ulaşmaları sahih
yollarla sabit olmuş deliller ışığında ele alınmalıdır.
İmam Hafız Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Bu hususta, bizce tercih edilen görüş şu ki: Adıgeçen bu
vadi ve başka yerlerde, hepsinde namaz kılmak, -orada namaza engel olacak
şekilde bir necasetin kat'i olarak bulunduğu bilinmedikçe- caizdir. Uykuda
kalarak namaza uyanılmayan yerin, şeytanın bulunduğu bir yer olduğunu, buranın
lanetli bir yer olup, o bakımdan orada namaz kılınmaması gerektiğini belirterek
gerekçe göstermenin bir anlamı yoktur. Bu konuda kabristanda, Babil yurdunda,
develerin çöktükleri yerlerde ve buna benzer bu türden olan yerlerde namazın
kılınmasını yasaklayan bütün rivayetler bize göre nesh edilmiştir ve bunlar
delil olarak kabul edilemezler. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Yeryüzünün bütünü bana hem bir mescid hem de bir temizlenme yeri
kılınmıştır." Hz. Peygamber bize haber vererek bunun, kendisine has üstün
faziletlerinden birisi olduğunu belirtmesi de bunu gerektirmektedir. İlim
ehlinin kabul ettikleri kanaate göre, onun fazilet ve üstünlüğüne dair olan
hususların neshe uğraması, değişikliğe uğraması. eksilmesi caiz ve mümkün
değildir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bana, benden önce hiç
bir kimseye verilmedik beş şey -altı, üç ve dört şeyolarak da rivayet
edilmiştir- verildi. Bunlar toplam, dokuzdan daha fazladır ve Hz. Peygamber
bunlar arasında şunları da saymıştır: "Ben, kırmızı tenliye de, siyaha da
peygamber olarak gönderildim. Düşmanımın kalbine salınan korku ile bana yardım
olundu, ümmetim, ümmetlerin en hayırlısı kılındı, bana ganimetler helal
kılındı, yeryüzü de bana hem mescid, hem de bir temizlenme aracı kılındı, bana
şefaat verildi, bana geniş kapsamlı söz söyleme gücü (cevamiu'l-kelim) verildi,
ben, uyuyor iken bana yeryüzünün anahtarları verildi, önüme konuldu. Ayrıca
bana Kevser verildi ve benim peygamberliğim ile de peygamberlik sona ermiş
oldu." Bu özellikleri ashab-ı kiramdan önemli bir topluluk rivayet etmiştir.
Onların kimisi, bunların bir kısmını zikrederken, bir kısmı da, başkasının
sözkonusu etmediği faziletleri zikretmiştir. Bunların hepsi de sahih
hadislerdir. Hz. Peygamberin üstünlük ve faziletlerinde fazlalık (zamanla
artış) caizdir. amma, bunların eksiltmesi caiz değildir. Nitekim Hz.
Peygamberin, peygamber olmadan önce bir kul olduğu, sonra da Resul olmadan önce
peygamber olduğu bilinen bir husustur. Ondan da böylece rivayet edilmiştir. O
şöyle buyurmuştur: "Bana da size de ne yapılacağını bilemiyorum."
Bundan sonra ise Yüce Allah'ın: "Allah geçmiş ve gelecek günahını
bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru yola iletsin diye
... " (el-Feth, 2) buyruğu nazil olmuştur. Yine Hz. Peygamber, bir adamın
kendisine: "Ey yaratılmışların en hayırlısı!" dediğini işitince ona:
"O dediğin kişi İbrahim'dir!" diye cevap vermiş, yine bir başka
seferinde de: "Sizden hiç bir kimse, benim için Metta oğlu Yunus'tan
hayırlı olduğumu söylemesin" ve: "O, seyyid İbrahim oğlu İshak oğlu
Yakub oğlu Yusuf'tur." (Onların hepsine selam olsun). Bütün bunlardan
sonra da: "Ben, Ademoğullarının efendisiyim, fakat övünmek için
söylemiyorum" diye buyurmuştur. O bakımdan Peygamber (s.a.v.)'ın fazilet
ve üstünlüğü, Yüce Allah onun ruhunu alıncaya kadar devamlı artıp durmuştur.
İşte bundan dolayı biz bu sözü söyledik: Hz. Peygamberin faziletlerinde nesih,
istisna ve eksilme caiz değildir amma, bunlarda artış caizdir.
Hz. Peygamberin:
"Yeryüzü bana mescid ve temizlenme aracı kılındı" hadisine dayanarak
da kabristanda, hamamda ve necasetlerden uzak ve temiz olan her bir yerde namaz
kılmayı caiz kabul etmekteyiz. Hz. Peygamber de Ebu Zerr'e şöyle demiştir:
"Ve namaz vakti nerede girerse orada namazını kıL. Çünkü yeryüzünün tümü
bir mesciddir." Bu hadisi Buhari zikretmiştir ve bu hadiste herhangi bir
yerin tahsisi ayrıca sözkonusu değildir.
İbn Vehb yoluyla gelen
şu hadisi delil gösterenlere gelince: "Bana, Yahya b. Eyyub haber verdi.
O, Zeyd b. Cebira'dan, o, DavUd b. Husayn'dan, o, Nafi'den, o, İbn Ömer'den
nakletti ... " şeklinde, Tirmizi'nin rivayet edip, bizim zikrettiğimiz
hadise gelince, bu hadis-i şerif, Zeyd b. Cebira'nın münferiden rivayet ettiği
ve hadis alimlerinin münker kabul ettikleri bir rivayettir. Esasen bu hadis,
ancak Yahya b. Eyyub'un, Zeyd b. Cebira yoluyla yaptığı rivayetten, başka bir
rivayetle müsned olarak bilinen bir hadis değildir. elLeys b. Sa'd da, İbn
Ömer'in azadlısı Nafi'nin oğlu Abdullah'a yazarak bu hadis hakkında sormuş,
Nafi'in oğlu Abdullah da ona şu cevabı vermiştir: Benim bildiğim (babam)
Nafi'den, bu hadisi rivayet edenin, babam aleyhine batıl bir söz uydurduğundan
ibarettir. Bunu, el-Hulvani, Said b. Ebi Meryem'den, o, el-Leys'den
nakletmiştir. Bu rivayette de ayrıca, müşriklerin kabristanının diğerlerinden
farklı ve özel bir hükmü olduğundan söz edilmemektedir.
Ali b. Ebi Talib'den de
şöyle dediği rivayet edilmektedir. En candan sevdiğim varlık (s.a.v.) bana,
kabristanda namaz kılmamı, Babil topraklarında namaz kılmamı yasakladı. Çünkü
orası lanetlidir. Bu hadisin isnadı ise zayıftır ve zayıf olduğu icma ile kabul
edilmiştir. Bu hadisi Hz. Ali'den rivayet eden Ebu Salih ise, Salih b.
Abdurrahman el-Gıfari'dir. Basralıdır, hadis rivayeti ile meşhur bir kimse
değildir. Onun, Hz. Ali'den hadis işittiği de sahih olarak sabit olmamıştır.
Onun dışındaki diğer raviler ise meçhuldürler ve bilinmemektedirler.
Yine Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Bu hususta, Hz. Ali'nin kendi sözü olarak -Hz. peygamber'e
merfuen rivayet edilmeksizin- isnadı hasen olan bir rivayet vardır. Bunu
el-Fadl b. Dukeyn rivayet etmiştir. Dedi ki: Bize el-Muğire b. Ebu'l-Hurr
el-Kindi anlattı. Dedi ki: Bana, Ebu'l-Anbes Hucr b. Anbes anlattı, dedi ki:
Biz, Ali (r.a) ile birlikte Haruralıların yanına çıkıp gittik. Suriye
topraklarını aştıktan sonra, Babil topraklarına girdik. Ey mü'minlerin emiri,
akşam oldu namaz kılalım, namaz, dedik. Kimse ile konuşmak istemedi. Yine, ey
mü'minlerin emiri, akşam oldu, dediler. O, evet dedi. Ama ben, Allah'ın yerin
dibine geçirdiği bir yerde namaz kılmam.
Muğire b. Ebi'l-Hurr, Kufeli
güvenilir bir ravidir. Bunu, Yahya b. Main ve başkaları ifade etmiştir. Hucr b.
Anbes ise, Hz. Ali'nin arkadaşları arasından ileri gelen birisidir.
Tirmizi de Ebu Said
el-Hudri'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: ResuluIlah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Yeryüzü bütünüyle mesciddir, kabristan ve hamam müstesna." Tirmizi
dedi ki: Bu hadisi, Süfyan es-Sevri, Amr b. Yahya'dan, o, babasından, o,
Peygamber (s.a.v.)'dan -mürsel olarak- rivayet etmiştir. Ama, sanki bu daha
sabit ve daha sahih bir rivayet görünüyor.
(Yine) Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Böylelikle bu, mürseli delil kabul etmeyenlere göre delil
gösterilemez. Eğer sabit olsaydı, açıklama dediğimiz şekilde olurdu. Biz,
Medinelilerin mezhebini izleyen bazı kimselerin söyledikleri: Bu hadiste ve başkalarında
geçen kabristan ile özel olarak müşriklerin kabristanı kastedilmiştir,
demiyoruz. Hz. Peygamber, burada kabristan ve hamam derken, her ikisinin başına
da "elif-Iam (harf-i tarif)" getirmiştir. O bakımdan, bunun belli bir
kabristana tahsis edilip bir diğer çeşidinin dışarıda bırakılması, yahut belli
bir hamama hasredilip, diğerlerinin dışarıda bırakılması -bu konuda ondan gelen
başka bir rivayet olmaksızıncaiz değildir. Çünkü, o takdirde bu, Kitap ve
sünnetten de sahih haberden de delili olmayan bir iddia olur. Kıyasın da bu
hususta bir dahli olmadığı gibi, bu akıl ile kavranılacak bir husus da
değildir. Ayrıca, hitabın fehvası da buna delil olmadığı gibi, bu konudaki
rivayet buna delil değildir.
O halde, müşriklerin
kabristanı olarak tahsiste bulunanların bu yaptıkları iki şekilden birisiyle
mümkündür: Ya bu konuda kafirlerin, kabristanlarına gidip gelmelerinden ötürü
böyle bir kanaate varılmıştır, ancak o takdirde (hadiste) kabristanın özel
olarak anılmasının bir anlamı olmaz, çünkü bu durumda kafirlerin beden ve
ayaklarının bulunduğu her yerin aynı şekilde olması gerekir. Rasulullah
(s.a.v.) ise, anlamsız sözler sarfetmekten daha Yüce ve üstündür. Yahut da
böyle bir tahsis, bu gibi yerlerin gazab bölgesi olmalarından dolayı olabilir.
Eğer durum gerçekten böyle olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) kendi Mescidini
müşriklerin kabristanının olduğu bir yerde bina etmez ve bunun için o kabirleri
başka yere taşıyarak orayı düzeltmez, orada da Mescidini inşa etmezdi. Bir
kimsenin, içinde namaz kılınması için herhangi bir kabristanı özel olarak
tahsis etmesi eğer caiz olsaydı, sırf bu hadis (Mescid-i Nebevı hadisi)
dolayısıyla müşriklerin kabristanının özel olarak bu iş için tahsis edilmesi
uygun olurdu. Kabristanda namaz kılmayı mekruh gören herkes, kabristanlar
arasında ayırım gözetmemektedir. Çünkü. baştaki "elif ve lam" cinse
bir işarettir, yoksa ma'hud olan (bilinen) bir kabristana işaret değildir. Eğer
müslümanlar ile müşriklerin kabristanı arasında bir fark bulunsaydı, Hz.
Peygamberin bunu beyan etmesi ve ihmal etmemesi gerekirdi. Çünkü o, beyan edici
olarak gönderilmiştir. Cahil bir kimsenin: Şöyle bir kabristanda namaz kılmak
caiz değildir, demesi kabul edilirse, bir diğerinin, şu hamamın da böyle
olduğunu söylemesinin kabul edilmesi gerekirdi. Çünkü hadis-i şerifte kabristan
ve hamamlar sözkonusu edilmektedir.
Aynı şekilde hadiste
zikredilen "çöplük, hayvan boğazlama yeri" hakkında da, şu çöplük ve
şu mezbaha ile şu yol demek caiz olamaz. Çünkü, Allah'ın dininde (bu şekilde
delilsiz) hüküm vermeye kalkışmak caiz değildir.
İlim adamları, icma ile
şunu kabul etmişlerdir: Müşriklere ait kabirler üzerinde -yer temiz ve tahir
olduğu takdirde- teyemmüm caizdir. Aynı şekilde, bir kimse bir kilise yahut bir
havrada temiz bir yer üzerinde namaz kılacak olursa, onun kılacağı bu namazın
geçerli ve caiz olduğunu icma ile kabul etmişlerdir.
Bu hususa dair
açıklamalar et-Tevbe Suresi'nde (107. ayet 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Bilindiği gibi,
kilisenin bir gazap yeri olması, kabristana göre daha ileri bir ihtimaldir.
Çünkü, orası Allah'a isyan olunan ve içinde küfür edilen bir yerdir. Kabristan
ise böyle değildir. Halbuki, sünnet-i seniyyede, kilise ve havraların mescid
edinileceğine dair ifadeler varid olmuştur. en-Nesai, Talk b. Ali'den şöyle
dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.)'a gitmek üzere bir heyet olarak yola
çıktık. Ona bey'at ettik, onunla birlikte namaz kıldık. Biz, ona bizim
topraklarımızda bize ait bir kilisenin olduğunu söyledik ... diyerek hadisin
geri kalan bölümünü nakletmektedir. Sözü geçen bu hadiste şu ifadeler yer
almaktadır: "Kendi topraklarınıza döndüğünüzde, kilisenizi kırıp onu
mescid edininiz."
Ebu Davud'un da Osman b.
Ebi'l As'dan naklettiğine göre, Peygamber (s.a.v.) kendisine Taif mescidini,
müşriklerin putlarının olduğu yerde yapmasını emretmiş idi. Bu hadis, daha önce
Tevbe Suresi'nde (107. ayet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Diğer taraftan,
takva esası üzere kurulmuş Peygamber (s.a.v.)'ın Mescidi'nin, müşriklerin
kabristanı üzerinde bina edilmiş olması yeterlidir. Bu da kabristanda namaz
kılmayı mekruh kabul eden herkese karşı bir delildir.
İster müslümanlara,
ister müşriklere ait olsun, kabristanda namaz kılmayı mekruh görenler arasında
es-Sevri, Ebu Hanife, Evzai, Şafii ve bunların mezheplerindeki ilim adamları da
vardır. Ancak es-Sevrı'ye göre (kılacak olursa) namazını iade etmez. Şafii'ye
göre ise necasetin bulunmadığı bir yerde kabristanda namaz kılacak olursa,
kıldığı namaz yeterlidir.
Çünkü bu konuda bilinen
hadisler vardır, Ayrıca, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadise göre, Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Evlerinizde namaz kılınız ve evlerinizi
kabristana çevirmeyiniz, '' Ayrıca, Ebu Mersed elGamevı'nin, Peygamber
(s.a.v.)'den rivayet ettiği hadis de bunu gerektirmektedir: "Kabirlere
doğru namaz kılmayınız ve kabirler üzerinde oturmayınız."
Bu iki hadis, isnad
bakımından sabittirler. Ancak bunlarda, (görüşlerine) delil olacak bir taraf
yoktur. Çünkü, her iki hadisin de tevil edilebilme ihtimali vardır. Tevil
edilme ihtimali olmayan bir delil bulunmadıkça, temiz olan her yerde namaz
kılmanın yasak olmaması gerekmektedir.
Müslüman fakihlerden
hiçbir kimse de-kendisiyle uğraşılmaması gereken mesnetsiz iddialar ile gerek
kıyas açısından gerekse de sahih bir rivayet açısından açıklanabilir bir tarafı
bulunmayan naklettiğimiz önemsiz görüşler müstesna- müslümanların kabristanı
ile müşriklerin kabristanı arasında fark gözetmiş bulunmamaktadır.
7. Gübre ve Pislik
Atılan Bahçede Namaz Kılmak:
Ekinleri yetiştirsin
diye pisliğin ve necasetin gübre olarak atıldığı bahçede üç defa sulanmadıkça
namaz kılınmaz. Bunun gerekçesi ise Darakutni'deki şu rivayettir: Mücahid, İbn
Abbas'tan, o Peygamber (s.a.v.)'den, pislik ve kokuşmuş şeylerin atıldığı bahçe
hakkında şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Orası üç defa sulandı mı orada
namaz kıl."(Darakutni, I, 228)
Bu hadisi, yine
Darakutni, Nafi'den, o, İbn Ömer yoluyla rivayet etmiştir. Ona, içine
pislikleri ve şu artık gübrelerin atıldığı bahçeler hakkında namaz kılınır mı
diye sorulduğunda, o şu cevabı vermişti: Orası üç defa sulandı mı, orada namaz
kıL. Bu da Peygamber (s.a.v.)'den merfu olarak rivayet edilmiştir. Ancak, her
iki hadis, senet bakımından farklıdırlar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
(Darakutni, I, 228)
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN