HİCR 75 |
إِنَّ
فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ
لِّلْمُتَوَسِّمِينَ |
75. Elbette bunda
basiret sahibi olanlar için ibretler vardır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:
1- Basiret Sahibi Oluş ve Feraset:
2- Tevessüm ve Feraset Bir Hüküm ifade
Eder mi?
1- Basiret Sahibi Oluş
ve Feraset:
Yüce Allah'ın:
"Basiret sahibi olanlar (tevessüm edenler) için" buyruğu ile ilgili
olarak, et-Tirmizi el-Hakim, "Nevadiru'l-Usul" adlı eserinde Ebu Said
el-Hudri'nin, Rasulullah (s.a.v.)'dan bunu "feraset sahibi olan kimseler
için" diye açıkladığına dair bir hadis rivayet etmektedir. Aynı zamanda
bu, Mücahid'in de görüşüdür.
Ebu İsa et-Tirmizi de
Ebu Said el-Hudri'den şöyle dediğini rivayet eder:
Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Mü'minin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah'ın nuru ile
bakar." Daha sonra da Yüce Allah'ın: "Elbette bunda basiret sahibi
olanlar için ibretler vardır" ayetini okudu. (Tirmizi) dedi ki: Bu garip
bir hadistir.
Mukatil ve İbn Zeyd ise,
"basiret sahibi olanlar" ifadesini tefekkür eden kimseler diye
açıklamıştır. ed-Dahhak da, ibret ile nazar edenler, bakanlar diye
açıklamıştır. Şair der ki: "Ukaz'a bir kabile geldiği her seferinde Onlar
bana ariflerini duruma bakmak için hep gönderecekler mi?"
Katade de bunu, ibret alan
kimseler. .. diye açıklamıştır. Şair Züheyr de der ki: "Onlar arasında
samimi arkadaş için oyalanacak şeylere İbretle bakan kimsenin gözünün göreceği
güzel bir görünüş vardır."
Ebu Ubeyde ise, basiret
sahibi olanlar diye açıklamıştır. Hepsinin anlamları birbirine yakındır.
et-Tirmizi el-Hakim de Sabit b. Enes b. Malik'in şöyle dediğini nakleder:
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Şüphesiz, aziz ve celil olan Allah'ın,
insanları tevessüm ile (feraset ile) tanıyan kulları vardır."
İlim adamları derler ki:
"Tevessüm (basiret sahibi olmak)" kelimesi "vesm"den
tefe'ul vezninde olup kendisi vasıtası ile varılmak istenen başka bir sonuca
delil görülen alamet demektir. O bakımdan, bir kimsede hayrın alametleri
görüldüğü vakit, "Onda hayrın alametlerini gördüm" denilir. Nitekim
Abdullah b. Revaha'nın Peygamber (s.a.v.)'a hitaben söylediği şu beyit de bu
kabildendir: "Ben sende hayır alametlerini aradım ve ben onu (hayrı)
buluyorum Allah da bilir ki ben basireti sağlam birisiyim."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Ben onun üzerinde bir heybet görürken alametlerinden onu
tanımaya çalıştım Ve bu kişi Haşimoğullarındandır, dedim."
Bir kimse kendisi
vasıtasıyla tanınacağı bir alameti edinmesini anlatmak üzere de; (...) denilir.
(...) ifadesi ise, vesmi (ilk bahar yağmum)'nin bitirdiği otu aradı, demektir.
Şair der ki: "Sabah vakti bahar yağmurunun bitirdiği otu arayan kimsenin
karşısına Çıkan yumuşak devm (bir tür hurma ağacı veya sedir ağacı) gibi
oldular."
Sa'leb der ki:
"Vasim", tepeden tırnağa kadar sana bakıp süzen kimse demektir.
"Tevessüm", aslında iyiden iyiye ve sağlam düşünmek demektir. Bu da
"vesm"den alınmadır. Vesm ise, deve ve benzerlerinin derisinde bir
demir parçası ile iz yapmak demektir. Tevessüm ise, ancak güzel ve fıtrı bir
düşünüş ile keskin bir zeka ve arı bir düşünce ile mümkün olabilir. Bir başkası
da şunu ilave eder: Dünyanın lüzumsuz meşgalelerinden kalbin uzak tutulması,
masiyetlerin pisliklerinden arındırılması, kötü huyların bunalıklığından ve
dünyanın fuzuli işlerinden ırak tutulması ile olur.
Nehşel, İbn Abbas'tan
"basiret sahibi olanlar (tevessüm edenler)" ifadesini, salah ve hayır
ehli kimseler diye açıkladığını rivayet etmektedir.
Sufiler ise bunun
keramet demek olduğunu iddia etmişlerdir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Tevessüm, bir takım alametlerle yapılan istidlaller demektir. Kimi alametler
herkesin açıkça görebileceği ve ilk anda farkedebileceği türdendir. Kimi
alametler ise gizli saklıdır, herkes tarafından görülemez ve ilk anda da idrak
olunamaz.
el-Hasen der ki:
"Basiret sahibi kimseler"den kasıt, işleri basiretle tetkik edip, Lut
kavmini helak edenin, bütün kafirleri helak etmeye kadir olduğunu anlayan
kimselerdir. İşte bu, açık ve belli deliller arasında yer almaktadır. İbn
Abbas'ın şu görüşü de buna benzemektedir: Bir kimse, bana herhangi bir hususu
sordu mu, mutlaka ben o kimsenin fakih (ince bir anlayış sahibi) olup
olmadığını bilmişimdir.
Şafii'den ve Muhammed b.
el-Hasen'den rivayet edildiğine göre onlar, Ka'be avlusunda bulunurlarken,
mescidin kapısında da bir adam vardı. Onlardan birisi, benim görüşüme göre bu
bir marangozdur dedi. Diğeri ise hayır, bu demircidir dedi. Orada hazır
bulunanlar ellerini çabuk tutarak adamın yanına gittiler ve durumunu sordular.
Kişi, bu güne kadar marangozdum, bugünden itibaren demirci oldum, dedi.
Cundeb b. Abdullah
el-Beceli'den rivayet edildiğine göre o, Kur'an okuyan bir adamın yanından
geçer. Yanında durup şöyle der: Kim başkaları işitsinler diye yaparsa, Allah da
onun (kusurlarını) işittirir. Kim de riyakarlık yaparsa, Allah da onun gizli
saklı hususlarını ortaya çıkartır. Biz ona: Sen bu adama bir şeyler söylemek
ister gibi oldun, dedik. O da şöyle dedi: Bu adam bugün sana Kur'an okur, yarın
da harurı (harici) olarak çıkar. O kişi Harurilerin başı idi. Adı da Mirdas'tı.
Hasan-ı Basri'den
rivayete göre, onun yanına Amr b. Ubeyd girince şöyle demiş: Bu, Basra
gençlerinin efendisidir. Eğer günah işlemeyecek olursa. Fakat, daha sonra kader
hakkında söylediklerini söyledi ve sonunda bütün arkadaşları ondan uzaklaştı.
Yine Eyyub'a da: Bu
Basra ahalisinin gençlerinin efendisidir, dedi ve bu konuda herhangi bir
istisna ve kayıt da getirmedi. Şa'bı'den rivayet edildiğine göre o, Davud
el-Ezdl'ye -kendisiyle tartıştığı sırada- şöyle demişti: Sen, başın
dağlanmadıkça ölmeyeceksin. Gerçekten de dediği gibi oldu.
Rivayete göre, Ömer b.
el-Hattab (r.a)'ın huzuruna, aralarında el-Eşter'in de bulunduğu Mezhiclilerden
bir topluluk girdi. Hz. Ömer onu tepeden tırnağa kadar iyice süzdü ve bu
Mezhiclilerdendir, ama kimdir, dedi: Onlar, bu Malik b. el-Haris'dir dediler.
Bu sefer Hz. Ömer, ne oluyor buna? Allah kahretsin onu. Ben, müslümanların
ondan dolayı çok zorlu ve sıkıntılı bir gün ile karşılaşacaklarını görüyorum.
Gerçekten de fitnede (Hz. Osman'ın öldürülmesiyle başlayan karışıklıklarda)
bilinen rolünü oynadı.
Yine Osman b. Affan
(r.a)'dan rivayet edildiğine göre, Enes b, Malik, Hz, Osman'ın huzuruna girmiş.
O sırada da Enes, pazara girmiş ve bir kadına bakmıştı. Hz. Osman ona bakınca şöyle
demiş: Sizden herhangi bir kimse gözlerinde zinanın eseri bulunduğu halde
yanıma giriyor. Enes, Ona: Rasulullah (s.a.v.)'dan sonra vahiy inmeye devam mı
ediyor? deyince, Hz. Osman: Hayır dedi. Fakat bu bir burhana dayalıdır. Feraset
ve doğruluktur.
Buna benzer örnekler
ashab-ı kiram ile tabiin -Allah hepsinden razı olsunden çokça nakledilmektedir.
2- Tevessüm ve Feraset
Bir Hüküm ifade Eder mi?
Ebu Bekr İbnü'l-Arabı
der ki: Eğer tevessüm ve ferasette bulunmanın manevi yolla bazı hususları idrak
etmek olduğu sabit olursa, hiç şüphesiz bu, herhangi bir hüküm ifade etmez ve
hakkında feraset ve tevessümde bulunan hiçbir kimse bundan dolayı sorumlu
tutulmaz. Benim Şam'da bulunduğum sırada, Bağdad'ta aslen Şamlı, Maliki
mezhebine mensup Kadı'l-Kudat (baş kadı) İyaz b. Muaviye'nin yoluna uygun (onun
mezhebine göre) hakimlik yaptığı sıralarda ahkam ile ilgili hususlarda ferasete
istinaden hüküm veriyordu. Bizim hocamız Fahru'l-İslam Ebu Bekr eş-Şaşi de bu
konuda ona reddiyede bulunmak üzere küçük bir kitapçık yazmıştı. Bunu kendi
hattıyla yazmış ve bana vermişti. Onun bu söyledikleri doğrudur. Çünkü,
hükümlerin nereden elde edileceği şer'an belli ve kat'i olarak bilinmektedir.
Feraset ise bunlar arasında yer almamaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN