İBRAHİM 21 / 22 |
وَبَرَزُواْ
لِلّهِ
جَمِيعاً
فَقَالَ الضُّعَفَاء
لِلَّذِينَ
اسْتَكْبَرُواْ إِنَّا
كُنَّا
لَكُمْ
تَبَعاً
فَهَلْ أَنتُم
مُّغْنُونَ
عَنَّا مِنْ
عَذَابِ
اللّهِ مِن
شَيْءٍ
قَالُواْ
لَوْ
هَدَانَا
اللّهُ لَهَدَيْنَاكُمْ
سَوَاء
عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا
أَمْ
صَبَرْنَا
مَا لَنَا
مِن
مَّحِيصٍ {21}
وَقَالَ
الشَّيْطَانُ لَمَّا
قُضِيَ
الأَمْرُ
إِنَّ
اللّهَ وَعَدَكُمْ
وَعْدَ
الْحَقِّ
وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ
وَمَا كَانَ
لِيَ عَلَيْكُم
مِّن
سُلْطَانٍ
إِلاَّ أَن
دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ
لِي فَلاَ
تَلُومُونِي
وَلُومُواْ
أَنفُسَكُم
مَّا أَنَاْ بِمُصْرِخِكُمْ
وَمَا
أَنتُمْ
بِمُصْرِخِيَّ
إِنِّي
كَفَرْتُ
بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ
مِن قَبْلُ
إِنَّ
الظَّالِمِينَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ {22} |
21.
Hepsi toplanıp Allah'ın huzuruna çıkarlar da zayıflar müstekbirlere derler ki:
"Biz izinizden giderdik. Şimdi siz Allah'ın azabından azıcık bir şeyi dahi
olsa bizden uzaklaştırıp giderebilecek misiniz?" Onlar da: "Allah
bize hidayet vermiş olsaydı, elbette biz de sizi hidayete erdirirdik. Şimdi biz
sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir, sığınacak hiçbir yerimiz
yoktur" derler.
22. İş
olup bitince, şeytan da der ki: "Doğrusu Allah'ın size verdiği söz
gerçekti. Ben de size vaadde bulunmuştum ama size verdiğim sözde durmadım.
Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir nüfuzum da yoktu. yalnız ben sizi çağırdım,
siz de çağrımı kabul ettiniz. O halde beni kınamayınız, bilakis kendinizi
kınayınız. Artık ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz.
Esasen ben, daha önce beni ortak tutmanızı da kesinlikle kabul etmemiştim.
Gerçek şu ki: Zalimler için can yakıcı bir azap vardır."
"Hepsi toplanıp
Allah'ın huzuruna çıkarlar." Yani kıyamet gününde kabirlerinden çıkacaklardır.
(...); Ortaya çıkmak,
görünmek demektir, (...) ise -ortada göründüğü için- geniş yer anlamındadır.
İnsanlara karşı çıkıp görünen kadın anlamındaki; (...) tabiri de buradan
gelmektedir. Buna göre "çıkarlar" buyruğu kabirlerinden çıkarlar,
anlamındadır.
Buyruk burada istikbal
anlamında olmakla birlikte mazi lafzı ile gelmiştir. (Çünkü bu Allah'ın ilminde
tahakkuk edecek olan bir şeydir.) Bu buyruk Yüce Allah'ın: ''inad eden her
zorba ise zarara uğradı'' (İbrahim, 15) buyruğu ile ilişkilidir. Yani fetih
istemeleri üzerine (kafirler) helak edildiler. Sonra da Allah'ın huzurunda
hesap vermek için öldükten sonra diriltildiler ve hep birlikte Yüce Allah'ın
huzurunda açıkça toplanıp bir araya geldiler ve hiçbir şeyonları Allah'ın
gözünden perdelemeyecek saklamayacaktır. (Buyruktaki): (...):
"Allah'ın" lafzı Allah'ın onlara çıkmaları için emir vermeleri
üzerine ... anlamındadır.
"Zayıflar"
yani tabi olanlar "müstekbirlere" önder ve liderlere "derler ki:
Biz izinizden giderdik." Bu buyrukta geçen; "İz ... den
gidenler" kelimesinin mastar olması mümkündür. İfadenin takdiri de uyma
durumunda olan kimseler şeklinde olur. Bununla birlikte bu kelimenin
"uyan" anlamındaki; (...) lafzının çoğulu da olabilir.
"Bekçi, bekçiler,
hizmetçi, hizmetçiler, gözetleyici, gözetleyiciler, yarıp genişleten, yarıp
genişletenler" gibi.
"Şimdi siz Allah'ın
azabından azıcık bir şeyi dahi olsa, bizden uzaklaştırıp" önleyip
"giderebilecek misiniz?" Bu buyrukta; "Azab(ın)dan"
kelimesindeki; (...) sıladır. (...) ifadesi ondan eziyeti önledi, giderdi
anlamındadır. Bir kimseye faydalı bir iş yaptığı, faydası dokunduğu zaman da
-harfi cersiz olarak-; (...) denilir.
"Onlar da derler
ki: Allah bize hidayet vermiş olsaydı, elbette biz de sizi hidayete
erdirirdik." Yani Allah bizi imana iletmiş olsaydı, biz de sizi ona
iletirdik.
Şöyle de açıklanmıştır:
Allah bizi cennete giden yola iletmiş olsaydı, biz de sizi cennetin yoluna
iletirdik. Yine şöyle açıklanmıştır: Şayet Allah bizi azaptan kurtarmış
olsaydı, biz de sizi o azaptan kurtarmış olurduk.
"Şimdi biz
sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir" buyruğundaki; "Bizim
için birdir" lafzı mübteda olup haberi de; "Sızlansak da"
anlamındaki buyruktur. "Sığınacak" kaçıp gidecek ve sığınacak
"hiçbir yerimiz yoktur."
Buradaki;
"Sığınacak yer" kelimesinin mastar anlamında olması da mümkündür,
isim anlamında olması da mümkündür. "Filan kişi o şeyden uzaklaştı ve
meyletti" demektir. Muzari ve masdarları da; (...) şeklinde gelir. Yani:
Bizler herhangi bir şekilde cehennemden uzaklaşamayız.
Peygamber (s.a.v.)den de
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Cehennem ehli azapları
şiddetlendiğinde: Gelin, sabredelim derler. Beşyüz yıl süreyle sabrederler bu
sabırlarının kendilerine bir fayda sağlamadığını göreceklerinde: Haydi gelin
sızlanalım diyecekler. Beşyüz yıl süreyle sızlanıp feryat edecekler. Bunun da
kendilerine bir fayda sağlamadığını göreceklerinde bu sefer: "Şimdi biz
sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Sığınacak hiçbir yerimiz
yoktur" diyeceklerdir.''
Muhammed b. Ka'b
el-Kurazı de der ki: Bize nakledildiğine göre cehennem halkı birbirlerine: Ey
adamlar, diyecekler. Gördüğünüz şekilde bela ve azaplarla karşı karşıyasınız.
Haydi gelin sabredelim, belki itaat ehli Allah'a itaat üzere sabredip de bu
sabırlarının faydasını gördükleri gibi, sabrın bize de bir faydası olur.
Böylelikle sabretmek üzere görüş birliğine varırlar ve sabrederler. Bu sefer
sabırları uzayıp gider, artık sabredemez olurlar, sızlanmaya başlarlar. Bunun
üzerine de: "Şimdi biz sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir.
Sığınacak" yani kurtulacak "hiçbir yerimiz yoktur" diyecekler.
Bunun üzerine İblis kalkarak: "Doğrusu Allah'ın size verdiği söz gerçekti.
Ben de size vaadde bulunmuştum, ama size verdiğim sözde durmadım. Zaten benim
sizin üzerinizde hiçbir nüfuzum da yoktu. yalnız ben sizi çağırdım, siz de
çağrımı kabul ettiniz. O halde beni kınamayınız, bilakis kendinizi kınayınız.
Artık ne ben sizi kurtarabilirim" benim size hiçbir faydam olmaz demek
istiyor "ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Esasen ben daha önce beni ortak
tutmanızı da kesinlikle kabul etmemiştim ... " diyecektir ... Hadis bu
şekilde uzayıp gider. Biz bunu ''et-Tezkire" adlı eserimizde tamamiyle
kaydetmiş bulunuyoruz.
"İş olup bitince,
şeytan da der ki ... " el-Hasen dedi ki: İblis, kıyamet gününde cehennemde
ateşten bir minber üzerinde ve herkesin sesini işiteceği bir şekilde kalkıp,
bir konuşma yapacaktır. "İş olup bitince" buyruğu: Cennet ehli
cennete, cehennem ehli de cehenneme gittikten sonra ... anlamındadır. İleride
Meryem Suresi'nde (39. ayetin tefsirinde) açıklaması geleceği gibi.
"Doğrusu Allah'ın
size verdiği söz gerçekti." Bununla öldükten sonra diriliş, cennet,
cehennem, itaat edenlerin mükafat görmesi, isyankarların cezalandırılması
hususlarında O verdiği sözleri gerçekleştirmiştir. Ben ise öldükten sonra
diriliş, cennet, ateş, mükafat ve ceza gibi bir şey yoktur, demiştim. Fakat
size verdiğim bu sözümde durmadım.
İbnu'l-Mubarek, Ukbe b.
Amir yoluyla gelen hadisteki rivayetine göre Resulullah (s.a.v.) şefaat
hadisinde şöyle buyurmuştur: "İsa diyecek ki: Ben size ümmi peygambere
gitmenizi tavsiye ederim. Bunun üzerine bana gelirler, Allah bana kalkmak için
izin verecek. Benim meclisimden, güzel koku koklamış herkesin kokladığı kokudan
daha da hoş bir koku rüzgarı yayılacaktır. Nihayet Rabbimin huzuruna geleceğim,
benim şefaatimi kabul edecek ve bana saçımdan ayağımın tırnağına kadar bir nur
ihsan edecek. Sonra kafirler şöyle diyecekler: Mü'minler kendilerine şefaat
edecek kimseyi buldular, peki bize kim şefaat edecek? Bu sefer: Bu, İblis'ten
başkası olamaz. Bizi saptıran odur, diyecekler ve bunun üzerine iblis'in yanına
varacaklar. Ona:
Mü'minler kendilerine
şefaat edecek kimseyi buldular, haydi sen de bize şefaat et. Çünkü bizi
saptıran sen oldun, diyecekler. Bu sefer onun meclisinden kokusu alınmış en
kötü ve pis bir koku rüzgarı yayılacak. Sonra da ağlaşmaları oldukça ileri
dereceye varacak. İşte o vakit (İblis): "Doğrusu Allah'ın size verdiği söz
gerçekti. Ben de size vaadde bulunmuştum ama size verdiğim sözde durmadım"
diyecektir.
"Gerçek söz"
ifadesi bir şeyin kendi sıfatına izafesidir. Arapların; "Cami mescid"
demelerine benzer. el-Ferra dedi ki: Basralılar şöyle demişlerdir: (Buyruğun
anlamı şudur): O size hak günün vaadinde bulundu yahut ta o size hak vaadde
bulundu ve size vaadine sadık kaldı. Burada halin delaleti dolayısıyla mastarın
hazfi söz konusudur.
"Zaten benim sizin
üzerinizde hiçbir nüfuzum da yoktu." Benim size karşı getireceğim herhangi
bir delil, bir açıklamam yoktu. Yani ben size dünya hayatında iken verdiğim
söze ve size süslü ve güzel gösterdiğim şeylere dair herhangi bir delil
göstermemiştim.
"Yalnız ben sizi
çağırdım, siz de çağrımı kabul ettiniz." Ben sizi azdırdım siz de bana
uydunuz, arkamdan geldiniz.
Şöyle de açıklanmıştır:
Ben sizi kendisine davet ettiğim şeye kahredip zorlamadım.
"Yalnız ben sizi
çağırdım" anlamındaki; (...) ise, munkati' bir istisnadır. Yani ama ben
sizi vesveselerde bulunarak çağırdım, siz de kendi tercihinizle benim çağrımı
kabul ettiniz. "O halde beni kınamayınız, bilakis kendinizi kınayınız.
"
Şöyle de açıklanmıştır:
"Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir nüfuzum da yoktu." Yani sizin
kalpleriniz ve iman mahalliniz üzerinde bir etkinliğim yoktu. Ama ben sizi
çağırdım, siz de benim çağrımı kabul ettiniz.
Bu açıklama İblis'in
isyankar mü'min ile inkarcı kafire hitab etmesi görüşüne göredir. Ancak bunun
böyle oluşu su götürür. Çünkü Yüce Allah'ın: "iş olup bitince"
buyruğu, İblis'in yalnızca kafirlere hitab ettiğine, muvahhid isyankarların bu
sözlerine muhatab olmadığına delil teşkil etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
"O halde beni
kınamayınız! bilakis kendinizi kınayınız." Çünkü siz herhangi bir delil
getirmeksizin bana gelmiş bulunuyorsunuz. "Artık ne ben sizi
kurtarabilirim" yardımınıza koşabilirim "ne de siz beni
kurtarabilirsiniz" bana yardıma gelebilirsiniz. -Aynı kökten gelen-:
"Yardım ve destek talebinde bulunan kimse" demektir. (...) ise;
yardım ve imdat isteyen kişi, anlamındadır. Şair Selame b. Cendel dedi ki:
"Dehşete kapılmış yardım isteyen bir kimse bize geldiğinde, Onun bu yardım
isteme feryadı dolayısıyla biz alelacele yardımına koşardık."
Ümeyye b. Ebi's-Salt da
şöyle demektedir: "Sızlanıp durmayın, şüphesiz ki ben sizin imdadınıza
koşacak değilim, Benim size bir faydam da olmaz, yardımım da."
(...): Filan kişi yardım
istedi" demektir. Müzari ve mastarları: (...) şeklindedir. (...) ise bir
yardım feryadı, anlamındadır. (...) da mazi şekli ile aynı anlamdadır.
"Feryad ve yardım istemek için kendisini zorlamak" "Yardıma
koşan, imdada koşan" (...) ise imdada çağıran, yardıma çağıran demektir. O
bakımdan; "Benden yardım istedi, ben de yardıma koştum" denilir.
(...) ise yardım isteyenin sesi demektir. Bu aynı zamanda (...) anlamındadır,
bu da hem yardıma koşan, hem yardım isteyen demektir. Buna göre bu şekliyle zıt
anlamlı bir kelimedir. Bu açıklamayı da el-Cevheri yapmıştır.
"Siz beni
kurtarabilirsiniz" buyruğu genel olarak "ya" harfi üstün
okunmuştur. el-A'meş ve Hamza ise; (...) şeklinde "ya" harfini esreli
olarak okumuşlardır. Bu kelimenin aslı; (...) şeklindedir, izafe dolayısıyla
"nun" düşmüştür. Çoğul için gelen "ya" ile izafet
"ya"sı birbirine idğam edilmiştir.
Bunu nasb ile okuyanlar,
bu muzaaflık (çift ya) dolayısıyla mansub okumuşlardır. Çünkü izafet ya sının
ma kabil (önceki harfi) sakin olduğu takdirde üstün olarak okunması gerekir.
"Benim arzum ve benim asam" gibi, eğer makabli hareke alırsa, o
takdirde üstün okunmasıda, sakin okunması da caiz olur. "Benim kölem"
gibi. Esreli okuyuş ise iki sakinin arka arkaya gelmesi dolayısıyla esre
harekesinin verilmesinden dolayıdır. Çünkü "ya" esrenin kardeşi
gibidir. el-Ferra da der ki: Hamza'nın kıraati onun bir yanılmasıdır. Kurra'dan
bu gibi hatalardan kendilerini kurtarabilenler de pek azdır.
ez-Zeccac da şöyle
demiştir: Bu pek üstün olmayan bir kıraat şeklidir ve zayıf bir açıklama şekli
dışında uygun bir açıklama şekli yoktur.
Kutrub da der ki: Bu
Yerbu'oğullarının şivesidir, onlar izafe ya 'sına bir "ya" daha ilave
ederler.
el-Kuşeyri de der ki: Bu
gibi açıklamalara ihtiyaç bırakmayacak durum Peygamber (s.a.v.)den tevatür yolu
ile sabit olan şeydir. Bu konuda böyle bir şey yanlıştır, çirkindir veya
bayağıdır demek caiz olmaz. Aksine böyle bir okuyuş Kur'an-ı Kerim'de fasihtir
ve yine Kur'an-ı Kerim'de bundan daha fasih olan şeyler de vardır. Bu
açıklamalarda bulunanlar, Hamza'nın okuduğundan başka türlü kıraatin daha fasih
olduğunu kastetmiş olabilirler.
"Esasen ben daha
önce beni ortak tutmanızı da kesinlikle kabul etmemiştim." Yani sizin
itaatlerde beni Allah'la ortak koşmanızı inkar etmiş idim. Buna göre;
"Beni ortak tutmanızı" anlamındaki buyrukta yer alan; (...) mastar
anlamını vermektedir.
İbn Cüreyc de der ki:
Ben bugün dünyada iken iddia ettiğiniz Allah'a şirk ve ortaklık iddiasını inkar
ediyorum.
Katade de der ki:
"Sizin beni ortak koşmanız ile" şüphesiz ben Allah'a isyan etmiş
idim. es-Sevri de der ki: Dünya hayatında iken sizin bana itaatinizi inkar
ediyorum, kabul etmiyorum.
"Gerçek şu ki
zalimler için can yakıcı bir azab vardır." Bu ayet-i kerimelerde
Kaderiye'nin, Mutezile'nin, İmamiye'nin ve onların yollarından gidenlerin
kanaatleri reddedilmektedir.
Burada kendilerine tabi
olunanların: "Allah bize hidayet vermiş olsaydı, elbette biz de sizi
hidayete erdirirdik" diyeceklerine, İblis'in de: "Doğrusu Allah'ın
size verdiği söz gerçekti" dediğine bakınız. Bunlar Yüce Allah'ın
sıfatları hakkında -cehennemin en aşağı basamaklarında iken bile- hakkı nasıl
itiraf ettiklerine bir bakalım. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:
"içine herbir grup atıldığında bekçileri onlara ... sorarlar ...
böylelikle günahlarını itiraf edecekler. "(el-Mülk, 8-11)
Cehennemin en aşağı
basamaklarında iken bile hakkı itiraf etmelerinin kendilerine bir faydası
yoktur. İtirafın ancak dünyada sahibine faydası olur. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Diğer bir kısmı da günahlarını itiraf ettıler. Onlar salih
ameli başka bir kötü (ameD ile karıştırmışlardır. Olur ki Allah onların
tevbelerini kabul eder. "(et- Tevbe, 102)
Yüce Allah'ın:
"Olur ki" anlamındaki ihtimali va'di ise, muhakkak tahakkuk
edecektir, anlamındadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN