İBRAHİM 8 / 9 |
وَقَالَ
مُوسَى إِن
تَكْفُرُواْ
أَنتُمْ وَمَن
فِي
الأَرْضِ جَمِيعاً
فَإِنَّ
اللّهَ
لَغَنِيٌّ
حَمِيدٌ {8} أَلَمْ
يَأْتِكُمْ
نَبَأُ
الَّذِينَ مِن
قَبْلِكُمْ
قَوْمِ نُوحٍ
وَعَادٍ
وَثَمُودَ
وَالَّذِينَ
مِن بَعْدِهِمْ
لاَ
يَعْلَمُهُمْ
إِلاَّ اللّهُ
جَاءتْهُمْ
رُسُلُهُم
بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّواْ
أَيْدِيَهُمْ
فِي
أَفْوَاهِهِمْ
وَقَالُواْ
إِنَّا
كَفَرْنَا
بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ
وَإِنَّا
لَفِي شَكٍّ
مِّمَّا
تَدْعُونَنَا
إِلَيْهِ
مُرِيبٍ {9} |
8. Musa
demişti ki: "Siz ve bütün yeryüzündekiler inkar etseniz, şüphe yok ki
Allah Ğani'dir, Hamid'dir."
9.
Sizden öncekilerin Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonra Allah'tan başkasının
bilmediği kavimlerin haberleri size gelmedi mi? peygamberleri onlara apaçık.
belgelerle gelmişti de, ellerini ağızlarına götürüp şöyle demişlerdi:
"Muhakkak biz sizinle gönderilenleri inkar ettik ve gerçekten biz, bizi
çağırdığınız şey hakkında şüphe ve tereddüt içindeyiz."
Yüce Allah'ın:
"Musa demişti ki: Siz ve bütün yeryüzündekiler inkar etseniz, şüphe yok ki
Allah Gani'dir, Hamid'dir." Yani bundan dolayı O'na hiçbir eksiklik
ulaşmaz, aksine O hiçbir şeye muhtaç olmayan "Gani'dir" her fiili dolayısıyla
övülüp hamdedilen "Hamid'dir."
"Sizden öncekilerin
NUh, Ad ve Semud kavimlerinin ... haberleri size gelmedi mi?"
buyruğundaki; ''Haber" demektir. Çoğulu da; (...) şeklinde gelir. Şair der
ki: "Sana gelmedi mi ve haberler yayılıp, duruyor ... "
Diğer taraftan bu
buyrukların Hz. Musa'nın nakledilen sözleri olduğu söylendiği gibi; Allah'ın
buyrukları olduğu da söylenmiştir. Yani ey Muhammed, şunu hatırla ki, hani
Rabbin şöyle şöyle buyurmuştu. Bunun Yüce Allah'tan yeni bir hitab olduğu da
söylenmiştir. Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin haberleri ise meşhurdur ve Yüce
Allah bunu Kitab-ı Kerim'inde bizlere anlatmıştır.
"Ve onlardan sonra
Allah'tan başkasının bilmediği kavimlerin haberleri" sayılarını,
neseblerini Allah'tan başka kimsenin bilmediği kavimlerin haberleri. ..
Neseb alimleri her ne
kadar Hz. Adem'e kadar nesebi uzatıyor iseler de, bütün ümmetleri tek tek
saydıkları iddiasında değildirler. Onlar ancak bazı kimselerin nesebini tesbit
etmektedirler, bazılarının neseblerini de söylememektedirler. Peygamber
(s.a.v.)in neseb alimlerinin, nesebi zikrederek Maad b. Adnan'a sonra da daha
da ileriye götürdüklerini işitince: "Neseb bilginleri yalan söylüyorlar.
Çünkü Yüce Allah: "Allah'tan başkasının bilmediği" diye
buyurmaktadır.''
Urve b. ez-Zübeyr'den de
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bizler Adnan ile İsmail arasındakileri bilen
kimse görmedik. İbn Abbas da şöyle demektedir: Adnan ile İsmail arasında
bilinmeyen otuz kişi vardır. İbn Mes'ud da Yüce Allah'ın: "Allah'tan
başkasının bilmediği" buyruğunu okuduğu vakit, nesepçiler yalan
söylüyorlar, derdi.
"Peygamberleri
onlara apaçık belgelerle" kesin hüccet ve delil teşkil edecek hususlarla
"gelmişti de ellerini ağızlarına götürüp" yani onların kavimleri
kendi ellerini, peygamberlerin getirdiklerine öfkelendiklerinden ötürü ısırmak
üzere kendi ağızlarına götürüp ... demektir. Çünkü peygamberler getirdikleri
belgelerde onların akılsızlıklarını ortaya koyuyor ve putlarını
eleştiriyorlardı. Bu açıklamayı İbn Mes'ud yapmıştır. Abdu'r-Rahman b. Zeyd de
onun gibi bir açıklamada bulunmuş ve Yüce Allah'ın: "Kinlerinden dolayı
aleyhinize parmaklarının uçlarını ısırırlar" (Al-i İmran, 119) buyruğunu
okumuştur.
İbn Abbas da der ki:
Onlar Yüce Allah'ın Kitabını işittiklerinde hayret ettiler ve ellerini ağızlarına
götürdüler. Ebu Salih de der ki: Peygamberleri kendilerine: Ben Allah'ın size
gönderdiği rasulüyüm dediğinde, parmaklarını ağızlarına götürüp: Sus diye
işaret ediyorlardı. Böylelikle onu yalanlıyor ve sözünü reddediyorlardı.
Bu üç görüş de mana itibariyle
birbirine yakındır. "Ellerini" ve "ağızları"
kelimelerindeki her iki zamir de kafirlere aittir. Birinci görüş de senet
itibariyle daha sahihtir. Ebu Ubeyd der ki: Bize Abdu'r-Rahman b. Mehdi
anlattı, o Süfyan'dan, o Ebu İshak'tan, o Ebu'l-Ahvas'tan, o Abdullah'dan Yüce
Allah'ın: "Ellerini ağızlarına götürüp" buyruğu hakkında dedi ki: Kin
ve öfkelerinden parmaklarını ısırdılar. Şair de şöyle demiştir: "Bir
görseydi Selma benim bir deri, bir kemik kaldığımı, Bacaklarımın ve ellerimin
kemiklerinin de inceldiğini, Yakınlarımın benden uzaklığını ve beni ziyarete
gelenlerin de uzak kaldıklarını, Hiç şüphesiz duyduğu ızdıraptan ısırırdı
parmak uçlarını."
Bu anlamdaki açıklamalar
güzel ve yeterli bir şekilde Al-i İmran Suresi'nde (119. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.
Mücahid ve Katade derler
ki: Kavimleri ellerini, sözlerini reddetmek üzere peygamberlerin ağızlarına
götürdüler, demektir. Buna göre birinci zamir kafirlere, ikincisi peygamberlere
aittir.
Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: Kavimleri peygamberlere: Susun diye işarette bulundular. Mukatil
der ki: Kavimleri peygamberlerin ellerini alarak onları susturmak ve sözlerini
kesmek kastıyla bizzat peygamberlerin ağızları üzerine koydular.
Bir diğer açıklamaya göre;
peygamberler kavimlerinin ellerini ağızlarına geri döndürdüler.
Bir diğer açıklamaya
göre buradaki "eller"den kasıt nimetlerdir. Yani ağızlarıyla
peygamberlerin nimetlerini reddettiler, Bu da sözleriyle ve peygamberleri
yalanlamak suretiyle nimetleri reddettiler demektir. Çünkü peygamberlerin
şeriat hükümlerini getirmeleri nimettir. Buyruğun anlamı da şöyle olur: Onlar
ağızlarıyla peygamberlerin getirdiklerini yalanladılar.
"Ağızlarına"
anlamındaki buyruğun başındaki; (...) edatı (de, da anlamı vermekle birlikte e,
a anlamı veren) "be" manasınadır.
Mesela; "Evde
oturdum," denildiği gibi; (...) da denilebilir. Esasen sıfat harfleri biri
diğerinin yerine kullanılabilir.
Ebu Ubeyde der ki: Bu bir
darb-ı meseldir. İman etmediler, peygamberlerin çağrılarını kabul etmediler,
anlamındadır. Araplar bir kimse cevap vermeyip susacak olursa, o elini ağzına
götürdü anlamındaki tabir kullanılır. elAhfeş de böyle demiştir.
el-Kutebi de şöyle
demektedir: Biz Araplardan herhangi bir kimsenin emrolunduğu bir işi terketmeyi
anlatmak üzere "elini ağzına götürdü" dediğini işitmedik. Anlam
ancak: Bunlar kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırdılar, şeklinde
olabilir. Çünkü şair de şöyle demektedir: "Kıskanç olanın aldatmasını
ağzına geri çeviriyorsunuz, Ve nihayet bana karşı (öfkesinden) avuçlarını
ısırmaya koyuluyor."
O bu sözleriyle, kıskanç
kimseyi parmaklarını ve ellerini ısırıncaya kadar öfkelendirdiklerini
anlatmaktadır. Bir başka şair de şöyle demektedir: "Isıra ısıra parmak
uçlarını bitirdi. Bu sefer bana öfkesinden, incik kemiğini ısırmaya
koyuldu."
Ve peygamberlerin
ümmetleri peygamberlere "şöyle demişlerdi: Muhakkak biz sizinle
gönderilenleri inkar ettik." Yani kendi iddianız üzere peygamber
gönderildiğinizi iddia ediyoruz. Yoksa onlar hakikaten peygamberliklerini kabul
etmiş değillerdi.
"Ve gerçekten biz,
bizi çağırdığınız şey" olan tevhid "hakkında şüphe ve tereddüt"
şüphe etmeyi gerektiren bir tereddüt "içindeyiz."
"Şüphe etmeyi gerektiren
tereddüt" demektir. Bir kimseye şüphe ve tereddüt etmesini gerektiren bir
iş yaptığımızı ifade etmek üzere; "Onu şüpheye düşürdüm" denilir.
Yani biz, sizin (peygamberlik iddiasıyla) hükümdarlık ve dünyalık istediğinizi
zannediyoruz.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN