ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

YUSUF

100

وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّواْ لَهُ سُجَّداً وَقَالَ يَا أَبَتِ هَـذَا تَأْوِيلُ رُؤْيَايَ مِن قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبِّي حَقّاً وَقَدْ أَحْسَنَ بَي إِذْ أَخْرَجَنِي مِنَ السِّجْنِ وَجَاء بِكُم مِّنَ الْبَدْوِ مِن بَعْدِ أَن نَّزغَ الشَّيْطَانُ بَيْنِي وَبَيْنَ إِخْوَتِي إِنَّ

رَبِّي لَطِيفٌ لِّمَا يَشَاءُ إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

100. Babasını ve annesini tahtın üzerine çıkartıp oturttu. Hepsi onun için secde ettiler. O zaman dedi ki: "Babacığım! İşte bu, önceleri gördüğüm rüyanın tahakkukudur. Rabbim onu doğru çıkardı, bana da iyilikte bulundu. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan kardeşlerimle aramı bozmuşken sizi çölden getirdi. Şüphesiz Rabbim dilediği şeyi lutfedicidir. O hakkıyla bilendir, tam hikmet sahibi olandır."

 

"Babasını ve annesini tahtın üzerine çıkartıp, oturttu." Katade dedi ki: Burada "Arş (taht)" kelimesi ile divanını kastetmektedir. Bunun anlamlarına dair açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır. Kimi zaman "arş" kelimesi ile hükümdarlık, kimi zaman da hükümdarın kendisi kastedilebilir. Nabiğa ez-Zübyanı'nin şu mısraı da bu kabildendir: "Nice tahtlar (hükümdarlar) güç ve güvenlik sonrası yok olup gittiler."

(Arş'a dair açıklamalar) önceden (el-A'raf, 54) geçmiş bulunmaktadır.

 

 

[ - ]

"Hepsi onun için secde ettiler" buyruğuna dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:

 

1- Hz. Yusuf'a Secde:

2- Secde vb. Saygı ifadeleri ile Çeşitli Selamlaşmalar:

3- işaret vb. Şekillerle Selamlaşma, Tokalaşma, Kucaklaşma:

 

1- Hz. Yusuf'a Secde:

 

Yüce Allah'ın: "Hepsi onun için secde ettiler" buyruğundaki "o" anlamındaki "he" zamiri denildiğine göre Yüce Allah'a aittir. Yani onlar Yüce Allah'a şükür olmak üzere secdeye kapandılar. Hz. Yusuf da rüyasının tahakkuku için kıble gibi idi. Bu açıklama el-Hasen'den rivayet edilmiştir.

 

en-Nekkaş der ki: Bu bir hatadır, zamir Hz. Yusuf'a racidir. Çünkü Yüce Allah surenin baş taraflarında: "Gördüm ki onlar bana secde ediyorlardı. "(Yusuf, 4) diye buyurmaktadır. Onların selamlaşmaları ise daha aşağı konumda olanın, daha üst konumda olana, küçüğün de büyüğe secde etmesi şeklinde idi. Hz. Ya'kub, Hz. Yusuf'un teyzesi ve kardeşleri, Hz. Yusuf'a secde ettiler. Bunun üzerine Hz. Yusuf ürpererek: "İşte bu, önceleri gördüğüm rüyanın tahakkukudur" demişti. Hz. Yusuf'un rüyası ile tahakkuku arasında yirmi iki yıl süre geçmişti.

 

Selman el-Farisi ile Abdullah b. Şeddad, kırk yıl geçtiğini söylemişlerdir.

Abdullah b. Şeddad dedi ki: Rüyanın tahakkukunun en fazla gecikeceği süre bu kadardır. Katade ise otuzbeş sene demiştir, es-Süddi, Said b. Cübeyr ve İkrime ise otuzaltı sene geçtiğini söylemişlerdir. el-Hasen, Cisr b. Ferkad ve Fudayl b. İyad ise seksen yıl demişlerdir.

 

Vehb b. Münebbih ise şöyle demektedir: Yusuf kuyuya onyedi yaşında iken atıldı. Babası seksen yıl süreyle onu görmedi, babası ile karşılaştıktan sonra da yirmiüç yıl daha yaşadı ve yüzyirmi yaşında iken vefat etti. Tevrat'ta ise yüzyirmialtı yaşında vefat ettiği belirtilmektedir.

 

Hz. Yusuf'un Aziz'in karısından İfraim ve Menşa ile Eyyub'un hanımı Rahmet doğmuştur. Hz. Yusuf ile Hz. Musa arasında ise dörtyüz yıllık bir süre vardır.

 

Denildiğine göre Hz. Ya'kub, Hz. Yusuf'un yanında yirmi yıl kaldı. Daha sonra vefat etti. Bir diğer görüşe göre Hz. Ya'kub, Hz. Yusuf'un yanında onsekiz yıl kalmıştır. Kimi hadis bilgini kırk küsur yıl kaldığını söylemişlerdir.

 

Hz. Ya'kub ile Hz. Yusuf bir araya gelinceye kadar otuz üç yıl birbirlerinden ayrı kalmışlardı. İbn İshak ise onsekiz yıl diye ifade etmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

2- Secde vb. Saygı ifadeleri ile Çeşitli Selamlaşmalar:

 

Said b. Cübeyr, Katade'den, o el-Hasen'den naklen, Yüce Allah'ın: "Hepsi onun için secde ettiler" buyruğu hakkında dedi ki: Bu bir secde değildi, onlar arasında bir gelenekti. Başlarıyla işarette bulunurlardı, onların selamlaşmaları böyleydi.

 

es-Sevri, ed-Dahhak ve başkaları derler ki: Bu bizce bilinen ve alışa geldiğimiz secde gibi bir secde idi. Onların selamlaşmaları bu idi. Bir diğer görüşe göre bu rüku' gibi bir eğilme idi. Yere kapanmak şeklinde secde değildi. İşte onların selamları öne doğru biraz ve normal eğilmek şeklinde idi. Yüce Allah bizim şeriatımızda bütün bunları neshetti ve sözle selam vermeyi, eğilmeye bedel kıldı.

 

Tefsir alimleri ise ne şekilde olursa olsun bu secdenin ibadet değil, bir tahiyye (selamlaşma) secdesi olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Katade der ki: Hükümdarlara verilen selam onlarca böyle idi. Yüce Allah bu ümmete ise; "es-selamu aleyküm" şeklindeki cennet ehlinin selamlaşmalarını ihsan etmiştir.

 

Derim ki: Bu şekilde bizim şeriatımızda neshedilen öne az veya çok eğilme artık Mısır diyarında ve Arap olmayanlarda bir adet halini almıştır. Birbirlerine ayağa kalkmaları da böyledir. O kadar ki herhangi bir kimse kendisi için ayağa kalkılmayacak olursa, içinde kendisine hiç ehemmiyet verilmiyor ve hiçbir kadri yokmuş gibi bir duygu dahi uyanabilir. Aynı şekilde birbirleriyle karşılaştıklarında da biri diğerinin önüne eğilir. Bu artık sürüp giden bir adet, yerleşmiş ve miras olarak devralınan bir gelenek haline gelmiştir. Özellikle de emir ve başkanların karşılaşmaları halinde bu böyledir. Bunlar bu şekilde davranmakla peygamberi sünnetten yan çizmiş ve sünneti seniyyeden yüz çevirmiş oluyorlar.

 

Enes b. Malik'in şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ey Allah'ın Rasulü! dedik, karşılaştığımız vakit birimiz ötekimizin önüne eğilsin mi? Hz. Peygamber: "Hayır" diye buyurdu. Bu sefer: Birbirimizin boynuna sarılalım mı? diye sorduk yine: "Hayır" diye buyurdu. Bu sefer birbirimizle musafahalaşalım mı? dedik. Hz. Peygamber: "Evet" diye buyurdu. Bu hadisi Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr); "et-Temhid" adlı eserinde rivayet etmiştir.

 

Rasulullah (s.a.v.) -Sa'd b. Muaz'ı kastederek-: "Efendiniz ve hayırlınız için ayağa kalkınız" diye buyurmuştur.  (Buna ne dersiniz?) denilirse cevabımız şu olur: Bu belli bir durumun gerektirmesi dolayısıyla Sa'd'a has bir durumdur.

 

Ayrıca şöyle de açıklanmıştır: Onların ayağa kalkmaları Hz. Sa'd'ı eşekten indirmek için idi. Diğer taraftan eğer kişinin nefsinde olumsuz etki bırakmayacak olursa, yaşça büyük bir adama kalkmak caizdir. Şayet nefsine etki edecek, bundan dolayı kendisini beğenecek ve ayrıca nefsinin bundan pay sahibi olduğunu görecek olursa, bu konuda (onun için ayağa kalkmak suretiyle) bu olumsuz duygularına destek vermek caiz olmaz. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Her kim insanların önünde ayağa kalkmaları kendisini memnun ediyor ise cehennemdeki yerine hazırlansın."

 

Ashab-ı Kiram'dan -Allah hepsinden razı olsun- nakledildiğine göre Rasulullah (s.a.v.)ın zatından daha çok kendileri için değerli hiçbir kimse yoktu. Bununla birlikte Hz. Peygamber'in bu işten hoşlanmadığını bildiklerinden dolayı onu gördüklerinde onun için ayağa kalkmazlardı.

 

3- işaret vb. Şekillerle Selamlaşma, Tokalaşma, Kucaklaşma:

 

Parmakla işaret hakkındaki kanaatin nedir? diye sorana şöyle cevap verilir: Bu eğer işaretleştiğin kişi senden uzak ise caizdir. Çünkü selamlaşma halinde yapılacak budur. Eğer sana doğru yaklaşıyor ise işaretle selam caiz olmaz. Yakın da olsa uzak da olsa olmayacağı da söylenmiştir. Çünkü Rasulullah (s.a.v.)ın şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Bizden başkasına benzemeye çalışan bizden değildir." Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Yahudilerle, hristiyanların selam verdikleri şekilde selamlaşmayın. Çünkü yahudilerin selamlaşması el ayalarının içi iledir, hristiyanların selamlaşmaları da işaret iledir. ''

 

Selam verdiği takdirde de eğilmez, selamla birlikte elini öpmez. Çünkü tevazu anlamında eğilmek ancak Allah'ın huzurunda olur. El öpmek ise müslüman olmayan kavimlerin uygulamalarındandır. Onların kendi büyüklerini tazim kastı ile icad ettikleri fiillerinde ise onlara uyulmaz. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmaktadır: "Acemlerin Kisra'larının başı ucunda ayakta dikildikleri gibi, siz de benim başı ucumda ayakta dikilmeyin." İşte bu da ona benzemektedir.

 

Bununla birlikte musafaha (tokalaşma)da mahzur yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Habeşistan'dan geldiği sırada Cafer b. Ebi Talib ile musafahalaşmış. Musafahalaşmayı emredip, teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Musafahalaşın bu kalplerdeki kin'i giderir.''

 

 

Galib et-Temmar, eş-Şa'bi'den rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.)in ashabı birbirleriyle karşılaştıklarında musafaha yaparlardı. Yolculuktan geldiklerinde ise birbirlerinin boyunlarına sarılırlardı.

 

İmam Malik musafahalaşmayı mekruh görmüştür denilecek olursa, deriz ki: İbn Vehb, Malik'ten hem musafahalaşmayı, hem de boyuna sarılmayı (muanaka) mekruh gördüğünü rivayet etmektedir. Mezhebimiz mensublarından Suhnun ve başkaları da bu kanaattedir. Ancak Malik'ten bundan farklı olarak musafahanın caiz olduğuna dair rivayet de gelmiştir. Muvatta'da bulunan ifadelerin mana olarak delalet ettiği de budur. Aynı şekilde seleften olsun, haleften olsun ilim adamlarından önemli bir topluluk musafahayı caiz görmüşlerdir.

İbnu'l-Arabi der ki: Malik'in musafahayı mekruh görmesinin sebebi, dinde umumi bir emir olmadığını ve selamlaşma gibi nakledilmiş bir adet olmadığını kabul etmesindendir. Eğer selam kabilinden olsaydı (nakil ile gelmesi açısından) selam ile aynı seviyede olması gerekirdi.

 

Derim ki: Musafahaya dair ve onu teşvik eden, adet haline getirip onu korumayı teşvike delalet eden hadis-i şerif de gelmiştir. Bu hadisi el-Bera b. Azib rivayet etmiştir. el-Bera dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) ile karşılaştım, elimi tuttu. Ben: Ey Allah'ın Rasulü dedim. Ben musafahanın Acemlere ait bir şey olduğunu zannediyordum. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Musafahalaşmak onlardan çok bizlere yakışır. İki müslüman karşılaşır da aralarında bir sevgi (nişanesi) ve nasihat olmak üzere biri diğerinin elini tutarsa, mutlaka ikisinin de arasına günahları bırakılır. ''

 

"Bana da iyilikte bulundu. Çünkü beni zindandan çıkardı." Bu konuda lutufkarlığı elden bırakmayarak, "kuyudan" demedi. Böylelikle kardeşlerine onları: "Bugün başınıza bir şey kakılmayacaktır" sözleriyle affettikten sonra yaptıklarını hatırlatmak istemedi.

 

Derim ki: İşte sufi şeyhlerin kabul ettikleri asıl da budur: Safa vaktinde cefanın anılması cefadır. Bu, Kitabın da doğruluğuna delil olduğu sahih bir sözdür.

 

Şöyle de denilmiştir: Çünkü Hz. Yusuf'un hapse girişi kendi tercihiyle olmuştu ve: "Rabbim, ben zindanı bu kadınların beni kendisine davet edegel dikleri şeye tercih ederim" (Yusuf, 33) demişti. Halbuki kuyuya atılması Yüce Allah'ın kendisi için özel bir iradesi ile olmuştu.

Şöyle de açıklanmıştır: Hz. Yusuf hapiste hırsızlarla, isyankarlarla beraberdi. Kuyuda ise Yüce Allah'la beraberdi. Aynı şekilde hapisten kurtulmasındaki ilahi lutuf daha büyüktü. Çünkü o hapse kendisinin de meylettiği bir iş sebebiyle girmişti. Yine hapse kendi tercihi ile girdiği bilinmektedir. Zira: "Rabbim ben zindanı ... tercih ederim" demişti. O bakımdan zindandaki sıkıntı daha çoktu. Yine o Zindanda: "Beni efendinin yanında an" (Yusuf, 42) demişti ve bundan dolayı orada (zindanda daha uzun süre kalarak) cezalandırılmış idi.

 

"Şeytan kardeşlerimle aramı bozmuşken, sizi çölden getirdi." Rivayet edildiğine göre Hz. Ya'kub'un kaldığı yer Ken'an diyarı idi. Orada da davarları vardı ve çölde yaşıyorIardı. Yine denildiğine göre Hz. Ya'kub bir çöle taşınmış ve orada yerleşmiş idi. Çünkü Yüce Allah hiçbir zaman çöl ahalisinden bir peygamber göndermiş değildir. Bir diğer açıklamaya göre Hz. Ya'kub "Beda" denilen bir yere çıkmıştı. Burası da belli bir yerin adıdır. Şair Cemil de şu beyitinde burayı kastetmektedir: "Şağb denilen yerden Beda'ya kadar olan yerleri bana sevdiren sensin Benim vatanım ise bu ikisi dışında kalan bir yerdir."

 

Hz. Ya'kub'un burada dağın altında bir mescidi de vardır. Nitekim bir topluluk "Beda" denilen bu yere gittiklerinde; "Beda'ya gittiler" denilir. Tıpkı "el-Gavr" denilen yere gittiklerinde; (...) demeleri gibi. Yani: O sizi Beda denilen yerden getirdi. Bunu el-Kuşeyri zikretmiş, el-Maverdi de bunu ed-Dahhak yoluyla İbn Abbas'tan nakletmiştir.

 

"Şeytan kardeşlerimle aramı" İbn Abbas'ın açıklamasına göre kıskançlık sokmak suretiyle "bozmuşken ... " bir diğer açıklamaya göre; şeytan benimle kardeşlerimin arasındaki ilişkileri bozmuşken; demektir. Böylelikle Hz. Yusuf lutufkar bir ifade ile onların işledikleri suçu şeytana havale etmiştir.

 

"Şüphesiz Rabbim dilediği şeyi lutfedicidir." Yani kullarına lutufkardır. el-Hattabi der ki: Latif kullarına iyi davranan ve bilmedikleri yerlerden onlara lutuf ile muamelede bulunan, ummadıkları bir yerden onların maslahatına olan şeylere sebebler yaratan demektir. Yüce Allah'ın: "Allah kullarına lutufkardır, dilediğine rızık verir" (eş-Şura, 19) buyruğu gibi. Bir diğer açıklamaya göre Latif işlerin inceliklerini çok iyi bilendir. Burada maksat ise çokça ikramda bulunan ve rıfk ile muamele eden demektir.

 

 

Katade der ki: Yüce Allah, Hz. Yusuf'u kuyudan çıkartmakla, çölden aile halkının gelmesini sağlamakla, kalbinden şeytanın duygularını söküp çıkartmakla lutfetmiştir.

 

Rivayet edildiğine göre; Hz. Ya'kub yakınları ve çocukları ile birlikte Mısır'a yaklaşıp da bunun haberi de Hz. Yusuf'a ulaştığında -er-Reyyan adındaki- Firavun'dan babası Ya'kub'u karşılaması için izin vermesini istedi ve gelmekte olduğunu söyledi. Firavun da ona izin verdi. Ayrıca arkadaşlarından yakın olan adamlarına da onunla birlikte binip gitmelerini emretti. Bunun üzerine Hz. Yusuf beraberinde dörtbin emir ile birlikte, hükümdar da bulunduğu halde, Mısır'ın dışına çıktılar. Herbir emir ile birlikte ise ancak Allah'ın bilebildiği kadar kimseler vardı. Mısır ahalisi de onlarla birlikte bineklerine binip Hz. Ya'kub'u karşılamaya çıktılar. Hz. Ya'kub da Yehuda'nın eline dayanarak yürüyor idi. Hz. Ya'kub atlara, insanlara ve askerlere bakıp dedi ki: Ey Yehuda! Bu Mısır Firavunu mudur? Yehuda: Hayır, bu senin oğlun Yüsuf'tur dedi.

 

Onların biri diğerine yaklaşınca, Hz. Yusuf önce babasına selam vermek istedi ise de bu hususta ona engel olundu. Çünkü Hz. Ya'kub oğlundan daha faziletli ve buna daha layıktı. O bakımdan Hz. Ya'kub selama başlayarak:

 

Selam sana ey kederleri gideren, deyip ağladı. Beraberinde Hz. Yusuf da ağladı. Hz. Ya'kub sevincinden ağlamıştı. Hz. Yusuf ise babasının kederini gördüğü için ağlamıştı.

İbn Abbas der ki: Ağlamak dört türlüdür: Korkudan ağlamak, tahammülsüzlükten ağlamak, sevinçten ağlamak ve riyakarlıktan dolayı ağlamak.

 

Daha sonra Hz. Ya'kub: Bunca üzüntü ve kederden sonra gözümü aydınlatan Allah'a hamdolsun, diyerek Mısır'a aile halkından sekseniki kişi ile birlikte girdi. Mısır'dan çıktıklarında ise altıyüzbin küsur kişi idiler. Hz. Musa ile birlikte de böylelikle denizi geçtiler. Bunu da İkrime, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir.

 

İbn Mes'ud'dan nakledildiğine göre Mısır'a erkek, kadın doksanüç kişi girdiler. Hz. Musa ile birlikte altıyüzyetmişbin kişi çıktılar.

 

er-Rabi' b. Haysem der ki: Mısır'a yetmişikibin kişi olarak girdiler. Musa ile birlikte altıyüzbin kişi olarak çıktılar.

 

Vehb b. Münebbih der ki: Hz. Ya'kub ve çocukları Mısır'a girdiklerinde erkek, kadın, küçük, büyük doksan kişi idiler. Mısır'dan Musa ile birlikte Firavun'dan kaçarak çıktıklarında ise, altıyüzbeşbinyetmiş küsur savaşçı adam olarak çıktılar. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve kötürümler bu sayıya dahil değildir. Savaşçıların dışındaki çocukların sayısı birmilyonikiyüzbin kişi idi.

 

Tarihçiler de derler ki: Hz. Ya'kub Mısır'da en gıbta edilecek bir halde ve nimet içerisinde yirmidört yıl kaldı. Mısır'da vefat etti. Oğlu Yusuf'a da cesedini babası İshak'ın yanında Şam topraklarında defnetmek üzere götürmesini vasiyet etti, Yusuf da bunu yaptı. Sonra da Mısır'a geri döndü.

 

Said b. Cübeyr der ki: Ya'kub (a.s) sacdan (tik ağacından) bir tabut içinde Beytu'l-Makdis'e nakledildi. Bu da İso'nun vefatı gününe tesadüf etmişti. Her ikisi aynı kabirde defnedildiler. İşte yahudilerden bu uygulamada bulunanlar buna dayanarak ölülerini Beytu'l-Makdis'e taşırlar. Hz. Ya'kub ile İso ikiz idiler. Aynı mezarda defnedildiler. Her ikisi de yüzkırkyedi yaşında vefat etti.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Yusuf 101

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR