YUSUF 42 |
وَقَالَ
لِلَّذِي ظَنَّ
أَنَّهُ
نَاجٍ
مِّنْهُمَا
اذْكُرْنِي
عِندَ
رَبِّكَ
فَأَنسَاهُ الشَّيْطَانُ
ذِكْرَ
رَبِّهِ
فَلَبِثَ فِي
السِّجْنِ
بِضْعَ
سِنِينَ |
42. Bu ikisinden
kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: "Beni efendinin yanında an."
Fakat şeytan ona kendisini efendisinin yanında anmasını unutturdu. Bu yüzden
daha nice yıllar zindanda kaldı.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı
beş başlık halinde sunacağız:
1- Peygamberin Zannı ve Bilgi:
2- "Rab" Kelimesine Dair
Açıklamalar:
3- Şeytan'ın Unutturması:
4- Hz. Yusuf'un Fazladan Kaldığı Süre:
5- Esbaba Sarılmak:
1- Peygamberin Zannı
ve Bilgi:
" ... Bildiği kimseye
dedi ki ... " buyruğunda geçen; "Zannettiği" kelimesi burada
müfessirlerin çoğunluğunun görüşüne göre "kesin olarak bildiği"
anlamındadır. Katade ise bunu kesin bilgi ve kanaatin zıttı olan
"zan" diye açıklamıştır ve şöyle demiştir: Hz. Yusuf, o kimsenin
kurtulacağını zannetmişti. Çünkü rüyayı tabir eden ancak bir çeşit zanda
bulunur. Rabbin ise dilediğini yaratır. Ancak birinci görüş daha sahih ve
peygamberlerin haline daha uygundur. Onun bu iki gence rüya tabirine dair
söylediklerinin vahiy sonucu olması söz konusudur. Ancak, insanların bu konuda
verecekleri hükümler hakkında zan söz konusudur. Peygamberlere gelince, onlar
ne şekilde hüküm verirlerse versinler, hakkın kendisidir.
2- "Rab"
Kelimesine Dair Açıklamalar:
Yüce Allah'ın: "Beni
efendinin yanında an" buyruğundaki "rabbın" kelimesi
"efendin" manasınadır. Efendiye "rab" denilmesi, Arap
dilinde bilinen bir husustur. Şair el-A'şa der ki: "Rabbim kerimdir,
hiçbir nimetin tadını bozmaz, KitabIarın sahifelerinde bulunan ifadelerle ona
dua edilirse, O da bu duaları kabul eder."
Hz. Yusuf'un bu ifadesi
şu demektir: Sen bu gördüklerini, benim rüyayı tabir edebildiğimi hükümdara
anlat, benim suçsuz yere zindana atılmış bir mazlum olduğumu ona haber ver.
Müslim'in, Sahih'inde ve
başka hadis kitaplarında Ebu Hureyre'den şöyle dediği nakledilmektedir:
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sizden herhangi bir kimse: Rabbine su
getir, rabbine yemek yedir, rabbinin abdestini aldır, demesin ve sizden hiçbir
kimse Rabbim demesin. Bunun yerine efendim ve mevlam desin. Yine sizden
herhangi bir kimse benim kulum, benim cariyem demesin, bunun yerine oğlum,
kızım, yavrum desin."
Kur'an-ı Kerım'de ise:
"Beni rabbinin (efendinin) yanında an" ve "rab bine dön"
(Yusuf, 50) denildiği gibi: "Doğrusu o benim rabbim (efendim) dir. O bana
iyi bakmış) iyi bir mevki vermiştir" (Yusuf, 23) diye buyurulmaktadır.
Burada da rabbimden kasıt benim arkadaşım demek olup maksat da Aziz'dir.
Bir şeyin düzeltilmesi
ve tamamlanması işini gerçekleştiren herkes hakkında; "Onu terbiye etti,
eder" ve; "o, onun rabbidir" tabirleri kullanılır.
İlim adamları der ki:
Hz. Peygamber'in: "Sizden herhangi bir kimse ... demesin ... desin"
buyruğu kullanılması daha uygun olan ismi işaret etmek içindir, yoksa böyle bir
ismi kullanmanın haram olduğu anlamında değildir. Diğer taraftan Hz.
Peygamber'in hadisinde de: "Ve cariye kendi rabbini doğuracaktır"
denilmektedir ki, sahibi ve efendisini doğuracaktır, anlamındadır. Bu da
Kur'an-ı Kerim'in bu lafzı kullanmasına uygun düşmektedir. O halde bu konuda
yasak kılınan husus, bizim bu isimleri kullanmayı adet edinerek, daha uygun ve
daha güzel olanı terketmemizdir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Kişinin benim kulum, benim cariyem demesi iki anlamı bir arada ifade eder.
Birincisi gerçek manasıyla kulluk, bu ancak Allah'adır. Buna göre bir kimsenin
kölesine: Kulum ve cariyem demesi kendisini ta'zim etmesi anlamına gelir ve
Yüce Allah'ın kendi zatına izafe ettiği şeyi kendi kendisine izafe etmesi
demektir. Bu caiz değildir. İkinci anlamı ise köleye böyle bir ifade ile hitab
etmek, bu isim dolayısıyla onu bir çeşit küçümsemek demektir. O bunun etkisi
altında kalarak itaatsizliğe yönelebilir.
İbn Şa'ban da
'ez-Zahi" adlı eserinde şöyle demektedir: "Efendi benim kulum ve
benim cariyem demesin. Köle de benim rabbim veya benim kadın rabbim (rabbeti)
demesin." Bu ifade de bizim sözünü ettiğimiz şekilde yorumlanır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Hz. Peygamber'in: "Köle rabbim demesin, bunun yerine efendim desin"
buyurması rabbın Yüce Allah'ın ittifakla kullanılmış isimlerinden olduğundan
dolayıdır. Ancak "es-seyyid (efendi)"nin Yüce Allah'ın isimlerinden
olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Eğer biz, bu Allah'ın
isimlerinden değildir, diyecek olursak, o zaman bu iki isim arasındaki fark da
ortaya çıkar. Zira herhangi bir karışıklık ve açıklanamayacak bir durum ortada
yok demektir. Şayet "es-seyyid"in de Allah'ın isimlerinden olduğunu
kabul edecek olursak, hiç şüphesiz rab lafzı gibi meşhur ve çokça kullanılan
bir isim değildir, yine arada bir fark olduğu ortaya çıkmaktadır. İbnu'l-Arabi
der ki: Bunun Hz. Yusuf'un şeriatında kullanılmasının caiz olma ihtimali de
vardır.
3- Şeytan'ın
Unutturması:
"Fakat şeytan ona
kendisini, efendisinin yanında anmasını unutturdu" buyruğunda yer alan:
"Ona ... unutturdu" buyruğundaki zamir ile ilgili iki görüş vardır:
1. Bu zamir Yusuf (a.s)a
aittir. Yani şeytan Hz. Yusuf'a Yüce Allah'ı anmayı unutturdu, demektir. Şöyle
ki, Hz. Yusuf hükümdarın sakisine -onun kurtulacağını ve tekrar hükümdarın eski
görevine döneceğini bilince- "beni efendinin yanında an" demiş ve bu
esnada Hz. Yusuf Yüce Allah'a şekvasını arzetmeyi, O'nun yardımını niyaz etmeyi
unutmuş, bunun yerine bir mahluka sarılmaya yönelmişti. O bakımdan bir süre
daha hapiste kalmakla cezalandırılmıştı. Abdu'l-Aziz b. Umeyr el-Kind! der ki:
Hz. Cebrail, Peygamber Yusuf (a.s)ın yanına hapse girdi. Hz. Yusuf onu tanıdı
ve: Ey uyarıcıların kardeşi, ne diye ben seni suçlular arasında görüyorum?
Hz. Cebrail şöyle dedi:
Ey temiz kimselerin oğlu, temiz kişi! Alemlerin Rabbinin sana selamı var ve
diyor ki: Ademoğullarından yardım dilerken utanmadın mı? İzzetim hakkı için
hapiste seni bir kaç yıl daha bıraktıracağım. Bu sefer Hz. Yusuf: Ey Cebrail, O
benden razı mıdır? diye sordu. Hz. Cebrail: Evet, dedi. Bunun üzerine Hz. Yusuf:
Bu andan itibaren aldırış etmiyorum, cevabını verdi.
Yine rivayet edildiğine
göre Cebrail (a.s) yanına gelerek, bu hususta Yüce Allah'ın ona sitem ettiğini
ve Zindanda kalacağı süreyi uzattığını bildirdi. Cebrail ona: Ey Yusuf dedi,
kardeşlerinin elinden öldürülmekten seni kurtaran kimdir? O: Yüce Allah'tır,
dedi. Cebrail: Seni kuyudan çıkaran kimdir? diye sordu. O: Yüce Allah'tır,
dedi. Cebrail: Peki seni hayasızlığı işlemekten kim korudu? dedi. O: Yüce
Allah, dedi. Yine: Kadınların tuzaklarından seni koruyan kimdi? dedi. Yine:
Yüce Allah'tır dedi. Peki nasıl olur da bir mahluka güvendin ve Rabbini
terkedip O'ndan dilekte bulunmadın, deyince, Hz. Yusuf şöyle dedi: Rabbim,
yanılarak söylediğim bir sözdü. Ey İbrahim'in, İshak'ın ve yaşlı Ya'kub'un ilahı!
Bana merhamet buyurmanı dilerim. Bunun üzerine Hz. Cebrail ona şöyle dedi:
Bundan dolayı senin cezan bir kaç yıl daha zindanda kalmaktır.
Ebu Seleme de, Ebu
Hureyre (r.a)den şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Allah Yusuf'a rahmet ihsan eylesin. Eğer: "Beni efendinin yanında
an" sözü olmasaydı, hapiste birkaç yıl daha kalmazdı."
İbn Abbas da der ki: Hz.
Yusuf'un bir kaç yıl daha uzun Zindanda kalmakla cezalandırılmasının sebebi, iki
arkadaşından kurtulacağını zannettiği kişiye: "Beni efendinin yanında
an" demiş olmasıydı. Eğer Yusuf, Rabbini anmış olsaydı, hiç şüphesiz onu
kurtarırdı.
İsmail b. İbrahim de,
Yunus'tan, o el-Hasen'den şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Eğer Yusuf'un o sözü -"Beni efendinin yanında an"
sözünü kastetmektedir- olmasaydı, hapiste kaldığı o uzun süreyi ayrıca
kalmazdı." Yunus devamla der ki: Sonra el-Hasen ağladı ve şöyle dedi: Biz
ise başımıza bir iş geliyor ve bunu insanlara şekva ediyoruz.
2. "Ona ...
unutturdu" daki zamirin kurtulan kişiye ait olduğu da söylenmiştir. Yani
unutan kişi o idi. Bu da şu demektir: Şeytan sakiye, Hz. Yusuf'u rabbine
hatırlatmayı, yani efendisine ondan söz etmeyi unutturdu. Görüldüğü gibi ifadede
hazfedilmiş kelimeler vardır, yani şeytan ona, onu (Yusuf'u sakinin) efendisine
anmayı unutturdu, demektir. Bazı ilim adamları bu görüşü tercih ederek, şöyle
demektedir: Şayet şeytan Hz. Yusuf'a Allah'ın anmayı unutturmasa idi, zindanda
daha uzun bir süre kalmakla cezalandırılmayı haketmezdi. Çünkü (kendiliğinden)
unutan kişi sorumlu tutulmaz.
Birinci görüşün
sahipleri de şöyle cevab vermektedirler: "Unutmak" terketmek
anlamında da kullanılabilir. O Allah'ı anmayı terkedip şeytan da onu böyle bir
şeye çağırınca cezalandırıldı.
İkinci görüşün sahibleri
böyle diyenlere şöyle cevap vermektedirler: Yüce Allah'ın: "O ikisinden
kurtulmuş olan, uzun bir süre sonra hatırladı ve dedi ki ... "(Yusuf, 45)
buyruğu unutan kişinin Hz. Yusuf değil, saki olduğunun delilidir. Diğer
taraftan Yüce Allah'ın: "Muhakkak Benim kullarım üzerinde senin hiçbir
tasarrufun olmaz"(el-Hicr, 42) buyruğunu da birlikte ele alacak olursak,
şunu sorarız: Burada şeytanın peygamberler üzerinde herhangi bir tasallutu
yokken, Yüsuf'un unuttuğu iddiasını şeytana izafe etmemiz nasıl doğru olabilir?
Buna da şöyle cevab
verilir: Unutma konusunda peygamberlerin yalnız bir halde masumiyetleri söz
konusudur. O da tebliğ ettikleri hususlarda Allah'tan verdikleri haberlerdedir.
Bu hususta masumdurlar. Meydana gelmesi caiz olan hallerde unutmaları ise,
mutlak olarak şeytana nisbet edilir ve böyle bir unutma da ancak Yüce Allah'ın
onlar hakkında verdiği haberlerde söz konusudur. Bizim bu konuda onlar hakkında
(delile dayanmadan) bu tür iddialarda bulunmamız caiz değildir. Nitekim Hz.
Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Adem unuttu, o bakımdan zürriyeti de
unuttu." Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Ben ancak bir
insanım, sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum ... '' Önceden de geçmiş bulunmaktadır.
4- Hz. Yusuf'un
Fazladan Kaldığı Süre:
"Bu yüzden daha
nice yıllar zindanda kaldı" buyruğunda geçen: "(mealde:) Daha nice
yıllar"ın süresi, hakkında ihtilaf edilen bir zaman parçasıdır. Ya'kub,
Ebu Zeyd'den şöyle dediğini nakletmektedir: Bu kelime (...) şeklinde
"be" harfi üstün okunarak da kullanılır, (...) şeklinde
"be" harfi esreli olarak da kullanılır.
Çoğunluğun dediğine
göre: "Şu kadar ve yüz" denilmez. Çünkü bu kelime doksana kadarki
sayıları ifade eder.
el-Herevi de der ki:
Araplar bu kelimeyi üç ila dokuz arasındaki sayılar için kullanırlar. (...) ile
(...) aynı şeylerdir ve her ikisi de bir miktar sayıyı ifade eder. Ebu
Ubeyde'nin naklettiğine göre o şöyle demiş: Bu kelime onun yarısı hakkında
kullanılır. Bununla birden dörde kadarki sayıları kastetmektedir, ancak bu
açıklamanın hiçbir kıymeti yoktur.
Hadis-i şerif'te de
Rasulullah (s.a.v.)ın, Ebu Bekir es-Sıddik (r.a)a şöyle dediği rivayet
edilmektedir: "Bıd' ne kadardır?" o: üç ila yedi arasıdır deyince,
Hz. Peygamber: "Haydi git ve iddialaştığın sayıyı daha da arttır.''
Müfessirlerin çoğunluğu
da bu görüşte olup bıd'ın yedi olduğu kanaatindedirler. Bunu da es-Sa'lebi
nakletmektedir.
el-Maverdi der ki: Ebu
Bekr es-Sıddik (r.a)ın ve Kutrub'un da görüşü budur.
Mücahid der ki: Bu,
üçten dokuza kadarki sayıları ifade eder. el-Esmai de böyle demiştir.
İbn Abbas ise üçten ona
kadar demiştir. ez-Zeccac'ın naklettiğine göre üç ile beş arasıdır. el-Ferra
der ki: Bıd' kelimesi ancak on ve yirmi ile doksana kadarki sayılarla birlikte
zikredilir, yüzden sonrasında kullanılmaz.
Hz. Yusuf'un hapiste
kaldığı süre ile ilgili olarak değişik görüşler vardır:
1. Yedi yıl görüşü. İbn
Cureyc, Katade ve Vehb b. Münebbih böyle demişlerdir. Vehb der ki: Eyyub'un belası
(hastalığı) yedi yıl devam etti, Yusuf da yedi yıl süreyle hapiste kaldı.
2. Oniki yıllık bir süre
kalmıştır. Bu görüş İbn Abbas'ındır.
3. Ondört yıl kalmıştır,
görüşü. Bu da ed-Dahhak'ın görüşüdür.
Mukatil, Mücahid'den, o
İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Yusuf beş yıl ve bir bıd' hapiste
kaldı. Bunun türediği kök ise: Bir şeyi kestim, anlamındaki: (...) dir. Buna
göre bu, bir miktar sayı demektir. İşte Yüce Allah Hz. Yusuf'u önce beş yıl
geçirdikten sonra, yedi veya dokuz yıl hapiste bırakmakla cezalandırdı. Burada
geçen "bıd'" kelimesi hapiste kaldığı sürenin tamamını değil, sadece
ceza olarak kaldığı süreyi ifade eder.
Vehb b. Münebbih de der
ki: Hz. Yusuf yedi yıl hapiste kaldı. Hz. Eyyub da yedi yıl hasta kaldı. Buht
Nassar da yedi yıl mesh (sureti hayvana değiştirilmek) ile azab edildi.
Abdullah b. Raşid
el-Basri, Said b. Ebi Arube'den şöyle dediğini nakletmektedir: Bıd' kelimesi
beş ila oniki arasındaki sayı demektir.
5- Esbaba Sarılmak:
Bu ayet-i kerimede tam
bir yakin ile olsa dahi esbaba sarılmanın caiz olduğuna delil vardır. Çünkü
bütün işler onların sebeblerini yaratanın elindedir. Ama O (sebeb ve sonuçları)
bir dizi olarak takdir etmiş, biri diğerine bağlı kılmıştır. O bakımdan bunları
harekete geçirmek bir sünnettir. Sonucu Allah'a havale etmek ve O'ndan beklemek
ise yakindir. Bunun caiz oluşuna delil ise meydana gelen unutmanın -Hz.
Musa'nın, Hz. Hızır ile karşılaşmasında cereyan ettiği gibi- şeytana nisbet
edilmesidir. Bu da apaçık bir husustur. Bunun üzerinde dikkatle düşünmek
gerekir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN