YUSUF 15 |
فَلَمَّا
ذَهَبُواْ
بِهِ
وَأَجْمَعُواْ
أَن
يَجْعَلُوهُ
فِي
غَيَابَةِ
الْجُبِّ وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ
لَتُنَبِّئَنَّهُم
بِأَمْرِهِمْ
هَـذَا
وَهُمْ لاَ
يَشْعُرُونَ |
15. Nihayet onu alıp
götürdükleri ve kuyunun dibine bırakmayı kararlaştırdıklarında ... Biz de
kendisine şunu vahyettik: "Andolsun ki bu yaptıklarını, kendilerine haber vereceksin
ve onlar da farkına varamayacaklar."
Yüce Allah'ın:
"Nihayet onu alıp götürdükleri ve kuyunun dibine bırakmayı
kararlaştırdıklarında" buyruğunda yer alan; "Onu ... bırakmayı"
buyruğundaki (...) nasb mahallindedir ve; (...) takdirinde olup kuyunun dibinde
onu bırakma kararı üzerinde birleştiklerinde demektir.
Bu olay ile ilgili
olarak şöyle denilmiştir: Hz. Ya'kub, Hz. Yusuf'u kardeşleriyle beraber
gönderdiğinde onlardan mutlaka onu koruyacaklarına dair oldukça sağlam ahitler
aldı ve Rubil'e teslim ederek; Ey Rubil! dedi. Bu küçük bir çocuktur.
Yavrucuğum benim buna olan şefkatimi de çok iyi biliyorsun. Acıkırsa ona yemek
yedir, susarsa ona su ver, yorulursa onu taşı. Sonra da onu çabucak bana geri
getir.
Bunun üzerine kardeşleri
onu alıp omuzlarında taşımaya koyuldular. Biri onu bıraktı mı mutlaka diğeri
onu kaldırıyordu. Ya'kub (a.s) da bir mil kadar bir süre onları uğurladıktan
sonra geri döndü. Babalarının kendilerini göremeyecekleri bir yere
geldiklerinde, onu taşımakta olan kişi yere bırakıverdi. Neredeyse kemikleri
kırılıp, dökülecekti. Bir diğer kardeşine sığındı, fakat onların herbirisinin
diğerinden daha katı, daha kinli ve öfkeli davrandığını gördü. Bu sefer
Rubil'in yardımına sığınarak: "Sen abilerimin en büyüğüsün. Babamın benim
üzerimdeki bıraktığı halef sensin. Bütün kardeşler arasında en yakın da sensin,
bana acı, benim güçsüzlüğüm dolayısıyla bana şefkat et." Rubil de ona
oldukça ağır bir tokat indirerek: Benimle senin aranda hiçbir akrabalık ve
yakınlık yoktur. Haydi o, onbir yıldızı çağır da seni ellerimizden kurtarsın,
dedi.
Yusuf böylelikle gördüğü
rüyadan dolayı, kardeşlerinin kendisine kin ve öfke duyduklarını anlayınca,
ağabeyi Yehuda'ya sığınarak şöyle dedi: "Kardeşim! zayıflığıma,
acizliğime, yaşımın küçüklüğüne sen şefkat göster de babamız Ya'kub'un kalbine
merhametin olsun. Sizler onun vasiyetini ne kadar çabuk unuttunuz, ona
verdiğiniz sözü ne kadar çabuk bozdunuz? Yehuda'nın kalbi yumuşayarak şöyle
dedi: Allah'a yemin ederim, ben hayatta kaldığım sürece sana bir kötülük
ulaştıramayacaklardır. Arkasından: Kardeşlerim dedi, Allah'ın haram kıldığı bir
canı öldürmek en büyük günahlardandır. Haydi bu çocuğu babasına geri götürünüz,
o da bize meydana gelen bu olaylardan hiçbirisini babasına anlatmayacağına dair
söz versin. Kardeşleri ona şöyle dediler: Allah'a andolsun ki sen böyle
yapmakla babamız Ya'kub'un yanında iyi bir yer edinmek istiyorsun. Allah'a
yemin olsun, onu bırakmayacak olursan, seni de onunla birlikte öldürürüz. Bu
sefer Yehuda şöyle dedi: Eğer başka bir yolu kabul etmiyor iseniz, işte burada
şu oldukça kurak ve ıssız bir kuyu var. Yılanların, türlü haşeratın
barınağıdır. Yusuf'u o kuyuya atınız, eğer ona bir zarar gelirse, zaten
istediğiniz odur. Onun kanını dökmekten yana da sorumluluktan kurtulmuş olursunuz,
eğer gelen bir yolcu kafilesi vasıtasıyla kurtulabilirse onlar da onu alıp uzak
bir yere götürürler. Bu da sizin isteğinizi gerçekleştirir.
Böylece hep birlikte bu
görüş etrafında birleştiler. İşte Yüce Allah'ın: "Nihayet onu alıp
götürdükleri ve kuyunun dibine bırakmayı kararlaştırdıklarında. .. "
buyruğunda anlatılan budur. Bu buyruktaki; " ... ında"nın cevabı
hazfedilmiştir. Yani onu alıp gittiklerinde ve kuyunun dibine onu bırakmayı
kararlaştırdıklarında yaptıkları fitne gerçekten çok büyük idi. Bu edatın
cevabının, onların babalarına söyledikleri bildirilen; "Ey babamız! Biz ya
rışyapalım diyegittik. .. dediler" (Yusuf, 17) buyruğunda olduğu da
söylenmiştir.
Bir diğer görüşe göre
ifadenin takdiri şöyledir: Onlar kardeşlerini babalarının yanından alıp kuyunun
derinliklerine atmayı kararlaştırdıklarında oraya onu attılar. Basralıların
görüşüne göre ifadenin takdiri böyledir. Kufelilerin görüşüne göre ise; bunun
cevabı: "Şunu vahyettik" anlamındaki buyruk olup bunun başına gelen
"vav" fazladan gelmiştir. Onlara göre ise "vav" hem (...)
ile hem de (...) ile fazladan getirilebilir. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Nihayet oraya geleceklerinde ve kapıları
açılacağında." (ez-Zümer, 73) Bu buyruk, "oraya geleceklerinde kapıları
açılır" demektir. Yüce Allah'ın: "Nihayet emrimiz geldiğinde ve
tandır kaynayınca " (Hud, 40) buyruğu da emrimiz gelip tandır kaynayınca
takdirindedir.
İmruu'l-Kays da şöyle
demektedir: "Nihayet biz o kabilenin (yerleşik olduğu) alanını geçip de
karşımıza çıkınca."
Burada geçtiğimizde
karşımıza çıktı, anlamındadır. Yüce Allah'ın; "Nihayet ikisi de teslim
olup onu alnı üzere yıkınca ve Biz ona ... seslendiğimizde" (es-Saffat,
103-104) buyruğu da bu kabilden olup "teslim olup ... yıkınca ona ...
seslendik" takdirindedir.
Yüce Allah'ın: "Biz
de kendisine ... şunu vahyettik" buyruğunda o sırada peygamberliğine delil
vardır. el-Hasen, Mücahid, ed-Dahhak ve Katade derler ki: Yüce Allah suyun
içinde yüksekçe bir taş üzerinde kuyuda bulunduğu sırada ona peygamberlik vermiştir.
el-Kelbi der ki: Yusuf
onsekiz yaşında iken kuyuya atıldı, o sırada küçük değildi. Bununla birlikte
onun küçük olduğunu söyleyenlerin kanaati kabul edilecek olsa bile aklen küçük
çocuğa nübuvvet verilmesi, ona vahyolunması uzak bir ihtimal görülemez.
Buradaki vahyin Yüce
Allah'ın: "Ve Rabbin arıya vahyetti." (en-Nahl, 68) buyruğunda ilham
anlamındaki vahiy olduğu da söylenmiştir. Burada sözü geçen vahyin rüya olduğu
da söylenmiştir. Ancak birinci görüş ve Cebrail'in ona vahiy getirdiği kanaati
-doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- daha kuvvetli görülmektedir.
Yüce Allah'ın:
"Andolsun ki bu yaptıklarınıkendilerine haber vereceksin" buyruğu iki
şekilde açıklanabilir. Birinci açıklamaya göre Yüce Allah, kendisine şunu
vahyetti: Kardeşleriyle karşılaşacak ve yaptıklarından dolayı onları
azarlayacaktır. Buna göre buradaki vahiy onun kalbine metanet vermek, esenliğe
kavuşacağına dair onu müjdelemek üzere kuyuya atılmasından sonra gelmiştir.
İkinci açıklamaya göre
ise onların kendisine yapacakları şeyler ona vahiy ile bildirilmiştir. Bu
açıklamaya göre ise buradaki vahiy, uyarılması maksadıyla kuyuya atılmasından
önce yapılmıştır.
"Ve onlar da
farkına varamayacaklar." Senin Yüsuf olduğunu anlayamayacaklar. Şöyle ki:
Yüce Allah, Mısır'da işlerin dizginleri onun eline geçince babasına ve
kardeşlerine bulunduğu yeri haber vermemesini emretti. Bu:
Onlar Yüce Allah'ın
peygamberlik verip, ona vahyettiğinin farkına varamayacaklar, diye de
açıklanmıştır ki bu açıklamayı İbn Abbas ve Mücahid yapmıştır.
"Kendisine şunu
vahyettik" buyruğundaki zamirin Hz. Ya'kub'a ait olduğu da söylenmiştir.
Yüce Allah, Hz. Ya'kub'a kardeşlerinin Hz. Yüsuf'a yaptıklarını vahiy yoluyla
bildirmişti. Ayrıca Hz. Yüsuf'un durumunu kendilerine bildireceğini de
söylemişti. Onlar ise Yüce Allah'ın ona indirdiği vahyin farkında değillerdi.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Hz. Yüsuf'un kuyuya
atılması esnasındaki kıssası ile ilgili olarak zikredilenler arasında -es-Süddi
ve diğerlerinin naklettiklerine göre- şunlar da vardır: Kardeşleri Yüsuf'u
kuyuya sarkıtmaya başladıklarında, o kuyunun kenarına tutundu. Bu sefer
ellerini bağlayıp üzerinden gömleğini çıkardılar. Ey kardeşlerim! dedi,
gömleğimi bana geri veriniz. Bu kuyunun içinde hiç olmazsa ona sarılayım,
ölürsem kefenim olur, hayatta kalırsam onunla avretimi örterim. Kardeşleri
kendisine: Güneş'i, ay'ı ve onbir yıldızı çağır da onlar seni teselli etsinler
ve seni giydirsinler. Bu sefer: Ben hiçbir şey görmedim, diye cevap verdi.
Ancak onu kuyuya sarkıttılar, kuyunun ortasına ulaştığı sırada düşüp de ölsün
diye onu bırakıverdiler. Kuyuda su olduğundan dolayı suyun üzerine düştü, daha
sonra bir kaya parçasına ulaşıp üzerine dikildi.
Denildiğine göre
düşeceği kaya parçası üzerinde parçalanması kastıyla ipi koparan kişi
Şemün'dur. Hz. Cebrail ise o sırada arşın bacağı altında bulunuyordu. Yüce
Allah ona: Kuluma yetiş! diye vahyetti. Hz. Cebrail dedi ki:
Ben de çabucak yerimden
ayrılıp indim ve atıldıktan sonra ve düşmeden önce onu yakalayıp ve sağsalim
olarak kaya parçasının üzerine onu oturttum.
Sözü geçen kuyu
haşeratın barındığı bir yerdi. Hz. Yüsuf kaya parçasının üzerinde dikilerek,
ağlamaya koyuldu. Ona seslendiklerinde, kendisine acıdıklarını sandı, onlara
cevab verdi. Bu sefer üzerine taş atmak istedilerse de Yehuda onlara engel
oldu. Yehuda, Yüsuf'a yiyecek getiril'di. Hz. Yüsuf çıplak olarak kuyunun
dibine düşünce, Cebrail yanına geldi. Hz. İbrahim de ateşe çıplak olarak
atıldığı sırada, Hz. Cebrail kendisine cennet ipeğinden bir gömlek getirmiş ve
o gömleği ona giydirmiş idi. Bu gömlek Hz. İbrahim'in yanında bulunuyordu. Daha
sonra Hz. İshak bu gömleği miras almıştı, ondan sonra da Hz. Ya'kub. Hz. Yusuf
büyüyüp, serpilince Hz. Ya'kub da bu gömleği bir hamayil şeklinde sararak onun
boynuna asmıştı. Bu gömlek Hz. Yusuf'tan ayrılmıyordu. Kuyuya çıplak olarak
atılınca, Hz. Cebrail bu gömleği çıkartıp Hz. Yusuf'a giydirdi.
Vehb der ki: Hz. Yusuf
kaya parçasının üzerine dikildiğinde şöyle dedi:
Kardeşlerim! Her ölenin bir
vasiyeti olur, benim vasiyetime kulak veriniz. Onlar: Nedir? diye sorunca şöyle
dedi: Hepiniz bir araya toplanıp da biriniz diğerini teselli ettiğinde benim
yalnızlığımı hatırlayınız. Yemek yediğinizde, açlığımı hatırlayınız.
İçtiğinizde, benim susuzluğumu hatırlayınız. Yabancı birisini gördüğünüzde,
benim garibliğimi hatırlayınız. Genç bir delikanlıyı gördüğünüzde, benim
gençliğimi hatırlayınız. Bu sefer Hz. Cebrail ona: Ey Yusuf! Bunu bırak ve dua
ile uğraş, çünkü duanın Allah nezdinde önemli bir yeri vardır, dedikten sonra
ona şu duayı öğretti: Ey her garibi teselli eden, her yalnız kalmış ın arkadaşı
olan, her korkuya kapılmışın sığınağı, herbir sıkıntıyı açıp gideren, her gizli
söyleşmeyi bilen ve bütün şikayetlerin kendisine ulaştığı Allah'ım! Ey her
topluluğun yanında hazır bulunan, Ey Hayy ve Ey Kayyum! Sen'den başka hiçbir
düşüncem ve hiçbir uğraşım olmayacak şekilde, Sen'den umudu kalbime
yerleştirmeni, bu halimden beni kurtarıp bana bir çıkış göstermeni diliyorum.
Çünkü Sen herşeye gücü yetensin.
Bunun üzerine melekler:
Ey ilahımız! Biz bir ses ve bir dua işitiyoruz ki ses küçük bir çocuk sesi, dua
ise bir peygamber duası, dediler.
ed-Dahhak da der ki:
Cebrail (a.s) Yusuf kuyuda iken yanına indi ve ona şöyle dedi: Sana söylediğin
taktirde Allah'ın senin bu kuyudan çıkışını çabuklaştıracağı bazı kelimeler
öğreteyim mi? Hz. Yusuf: Öğret deyince, Hz. Cebrail ona şöyle dedi: Deki: Ey
herbir masnu'un sani'i, her kalbi kırığın kalbinin onarıcısı, herbir gizli
duanın tanığı, herbir topluluğun yanında hazır bulunan, herbir sıkıntıyı açıp
gideren, herbir yabancının sahibi olan, herbir yalnızın tesellicisi olan! Bana
kurtuluş ve umut gönder, Sen'den başka hiçbir kimseden, hiçbir şey ummayacak
hale gelecek şekilde umudunu kalbime sal! Hz. Yusuf o gece bu duayı defalarca
tekrarladı ve Allah da o gecenin sabahında onu kuyudan çıkarttırdı.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN