ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

YUSUF

10

قَالَ قَآئِلٌ مَّنْهُمْ لاَ تَقْتُلُواْ يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ

 

10. İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Yusuf'u öldürmeyin, eğer yapacaksanız onu kuyunun dibine bırakın da yolcu kafilesinden biri onu alsın."

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onüç başlık halinde sunacağız:

 

1- Sözcülerinin Söyledikleri:

2- Yolcu Kafilesi:

3- Hz. Yusuf'un Kardeşleri Peygamber miydi?

4- Hz. Yusuf'un Çocukken Kuyuya Atılması:

5- Buluntu Eşya ve Çocuk:

6- Buluntu çocuğun Sahipleri Sonradan Ortaya Çıkarsa:

7- Bulunan Eşya ve Mal:

8- Lukatanın Hükümleri:

9- Lukatayı Almak mı Terketmek mi Daha Faziletlidir:

10- Bulunan Eşya ve Hayvanlar ile ilgili Hz. Peygamber'den Gelen Rivayetler:

11- Deve ve Koyun Dışındaki Yitik Hayvanlar:

12- Yitik Hayvanlara Yapılan Harcamalar:

13- Lukata Süresinden Sonra Sahibi Gelir ve Lukatasının Bulan Tarafından Telef Edilmiş Olduğunu Görürse:

 

1- Sözcülerinin Söyledikleri:

 

"İçlerinden bir sözcü dedi ki ... " buyruğundaki sözcü Yehuza'dır. Bu da Hz. Ya'kub'un en büyük oğlu idi. Bu görüş İbn Abbas'a aittir. Bunun Rubil olduğu da söylenmiştir ki bu da üveyannesi, teyzesinin oğludur. ''Artık ... katiyyen bu yerden ayrılmam" (Yusuf, 80) diyen de odur. Bu sözleri söyleyenin Şem'un olduğu da söylenmiştir.

 

"Onu kuyunun dibine bırakın" anlamındaki buyruğu Mekkeliler, Basralılar ve Kufeliler; "Kuyunun dibine" diye (dib anlamındaki kelimeyi tekil olarak) okumuşlardır. Medineliler ise; (...) şeklinde çoğul olarak okumuşlardır. Ebu Ubeyd tekil okuyuşu tercih etmiştir. Çünkü bu onu bıraktıkları bir tek yeri kastetmektedir. Bundan dolayı çoğul okuyuşu kabul etmemektedir.

 

en-Nehhas ise şöyle demektedir: Böyle bir açıklama dilde bir daraltmadır. Bu kelimenin çoğul olarak okunuşu da iki bakımdan mümkündür: Evvela Sibeveyh; (...) şeklinde; -(çoğul anlamında olmakla birlikte) tekil anlamı kastıyla sabah akşam üzerinde yol alındı, anlamında kullanıldığını naklederek; bu vakitleri tekil anlamında değerlendirmiştir. İşte bir kimsenin saklandığı herbir yere de tekil olarak; (...) denilir. Diğer bir sebep de şudur: Kuyunun kendisinde kaybolunacak bir çok yerlerinin bulunması ihtimali vardır.

Bu kelimenin kökünden fiil; "Kayboldu, kaybolur, kaybolma, kayboluş" şeklinde gelir. Nitekim şair de şöyle demektedir: "Ey o iki kişi, iki ay durun yahut üçüncü bir ayın yarısını da ona ekleyin. İşte ben, o kayboluşlarımın saklayıp kaybettirdiği kişiyim."

 

el-Herevı der ki: Kuyunun dibi (ğayibe), havuz ya da kuyudaki suyun aşındırdığı, mağarayı andıran hale çevirdiği yer, yahutta suyun biraz üstünde kuyudaki bir kemer demektir ve bu durumda herhangi bir şey göze görünmez olur. İbn Uzeyz der ki: Herhangi bir şeyi senin önünden saklayıp kaybeden herşeye "ğayabe" denilir.

 

Derim ki: Kabire de bu adın verilmesi bundan dolayıdır. Şair der ki: "Eğer günlerden bir gün benim kabrim benim üstümü örterek beni kaybettirecek olursa, Aşiretim ve çocuklarım hakkında benim yaptığım uygulamayı siz de yapınız."

 

Cubb, duvarları örülmemiş kuyu demektir. Duvarları örülecek olursa ona "bi'r" denilir. Şair el-A'şa der ki:

 

"Eğer seksen adam boyunda bir kuyu da bulunsan dahi, Ve bir merdivenle göğün yollarına yükseltilecek olsan bile."

 

Kuyuya "cubb" adının veriliş sebebi yer içinde belli bir şekilde açılmasından dolayıdır, çoğulu; (...) şekillerinde gelir.

 

Burada hem kuyunun kaybedilecek dibi, hem de kuyunun birlikte zikredilmesinin sebebi, bu sözü söyleyenin bakanların göremeyeceği bir şekilde kuyunun karanlık bir yerine bırakılmasını kastettiğinden dolayıdır.

 

Bu kuyunun Beytu'l-Makdis kuyusu olduğu söylendiği gibi, ürdün'de olduğu da söylenmiştir. Bu da Vehb b. Münebbih'in görüşüdür. Mukatil ise bu kuyu Ya'kub'un evinden üç fersah uzaklıkta bir yerde idi, demektedir.

 

2- Yolcu Kafilesi:

 

"Yolcu kafilesinden biri onu alsın" anlamındaki buyruk, emrin cevabı olarak cezmedilmiştir. Mücahid, Ebu Reca, el-Hasen ve Katade; "Onu alsın" kelimesini "te" harfi ile; (...) diye okumuştur. Bu da manaya hamledilerek böyle okunur, çünkü "kafilenin birisi" bir kafile demektir. Sibeveyh: "Parmaklarından birisi düştü" tabirini kullanılır ve şu beyiti nakleder: "Ve yaygınlaştırdığın söz senin boğazına tıkanır, Tıpkı mızrağın ucunun kana boyandığı gibi."

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "Görüyorum ki geçen yıllar aldı benden, Tıpkı ayın son gecesinin ayı tamamen alıp götürdüğü gibi."

 

Görüldüğü gibi şair(ler) burada (fiilleri): "Boğazına tıkandı" şeklinde de; "Aldı" şeklinde de kullanmamışlardır.

 

"Yolcu kafilesi" yolda yolculuk kastıyla yürüyen topluluk demektir.

 

Bu sözü söyleyenin bu şekilde konuşması bizzat kendilerinin onu uzakça bir yere taşıma gereğini duymamaları ve bununla da maksadın hasıl olacağını anlatmak istediğinden dolayıdır. Çünkü onu bulacak olan yolcu kafilesi alıp uzakça bir yere götürür. Bu da onların planlarının bir şekli idi ki, bizzat kendileri bir yerden, bir yere gitmek ihtiyacını duymasınlar. Çünkü babaları bu konuda kendilerine izin vermeyebilirdi ve belki de maksatlarının farkına varabilirdi.

 

3- Hz. Yusuf'un Kardeşleri Peygamber miydi?

 

Bu buyrukta Hz. Yusuf'un kardeşlerinin onu kuyuya atmadan önce de, attıktan sonra da peygamber olmadıklarına delil vardır. Çünkü peygamberler bir müslümanı öldürmek için plan hazırlamazlar. Ama kardeşleri müslüman idiler ve bir masiyet işledikten sonra tevbe ettiler.

 

Bir görüşe göre de peygamber idiler. Çünkü bir peygamberin yanılması aklen imkansız bir şey değildir. Bu onların bir yanılması idi. Ancak bu iddiayı peygamberlerin -önceden de açıkladığımız gibi- büyük günahlardan korunmuş (masum) oldukları hükmü reddetmektedir.

 

Bir diğer görüşe göre onlar o sırada peygamber değillerdi, daha sonra Allah onlara peygamberlik vermiştir. Bu bir önceki görüşe göre daha uygun görünmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

4- Hz. Yusuf'un Çocukken Kuyuya Atılması:

 

İbn Vehb dedi ki: Malik dedi ki: Hz. Yusuf daha küçük bir çocukken kuyuya atıldı. İbnu'l-Kasım da, Malik'ten böyle rivayet etmiştir. Yani o sırada Hz. Yusuf küçük bir çocuktu. Buna delil de Yüce Allah'ın: "Yusuf'u öldürmeyin. Eğer yapacaksanız onu kuyunun dibine bırakın da yolcu kafilesinden biri onu alsın" şeklindeki sözüdür. Malik der ki: Ancak küçük çocuk (lakit: buluntu olarak) alınır. Aynı şekilde Hz. Ya'kub'un: ''Kurtun onuyeme sinden korkarım" (Yusuf, 13) şeklindeki sözü de bunu göstermektedir. Çünkü bu, küçük çocuklara has bir durumdur. Kardeşlerinin: "Yarın onu bizimle beraber gönder de bol bol yesin, oynasın. Biz onu mutlaka koruruz" (Yusuf, 12) şeklindeki sözleri de bunu göstermektedir.

 

5- Buluntu Eşya ve Çocuk:

 

İltikat: Bir şeyi yoldan almak demektir. (Buluntu çocuk anlamındaki) lakit ile (bulunan eşya anlamındaki) lukata da buradan gelmektedir. Biz ayet-i kerimenin ve sünnetin bu hususta delalet ettiği hükümler ile dilbilginleri ile ilim ehlinin söylediklerini söz konusu edeceğiz.

 

İbn Arafe der ki: İltikat, aramak kastı olmaksızın bir şeyin bulunması demektir. Yüce Allah'ın: "Yolcu kafilesinden biri onu alsın (yeltekıthu)" buyruğu da buradan gelmektedir. Yani ummaksızın ve beklemeksizin onu bulsun, demektir.

 

Lakit hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Denildiğine göre lakitte asl olan hür olmaktır. Çünkü hürler kölelere göre sayıca daha çokturlar. el-Hasen b. Ali'den rivayet edildiğine göre o lakitin hür olduğu hükmünü vermiş ve Yüce Allah'ın: "Onu düşük bir fiyata, sayılı bir kaç dirheme sattılar " (Yusuf, 20) buyruğunu okumuştur.

 

Malik'in arkadaşı Eşheb'de bu görüştedir. Ömer b. el-Hattab'ın görüşü de budur. Hz. Ali ve bir gruptan da bu görüş böylece rivayet edilmiştir.

 

İbrahim en-Nehai de der ki: Eğer bulduğu çocuğu köleleştirmeyi niyet ederse, o köledir. Ancak Allah rızası için onu almayı niyet ederse, o kişi hürdür.

 

Malik'de, Muvatta"ında şöyle demektedir: Sokağa atılmış çocuk hakkında bize göre hüküm onun hür olduğudur. Böyle bir çocuğun velası da bütün müslüman cemaate aittir. Onlar o kişiye mirasçı olurlar ve onun akilesini öderler. Şafii de bu görüştedir. Buna Hz. Peygamber'in: "Vela hakkı ancak azad eden kimseye aittir'' hadisini delil göstermiştir. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber burada azad edenlerin dışındakilerin, vela hakkına sahib olamayacağını belirtmiştir. Malik, Şafii ve mezheplerinin ileri gelen ilim adamları ittifakla şunu kabul ederler: Lakit hiçbir kimse ile vela bağına girişemez ve vela dolayısıyla da kimse ona mirasçı olamaz.

 

Ebu Hanife, arkadaşları ve Küfelilerin çoğunluğu da şöyle derler: Lakit dilediği kimseyle vela akdini yapabilir. Onunla vela akdi yapan kimse ona mirasçı olur ve onun yerine diyet öder. Ebu Hanife'ye göre de vela akdinde bulunduğu kişi onunla birlikte akile (diyet) ödemediği sürece velası ile dilediğine intikal edebilir. Eğer işlediği bir cinayetin diyetini onun yerine ödeyecek olursa, artık hiçbir zaman velasını alıp başkasına intikal edemez.

Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de, Ali (r.a)'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Sokağa atılmış çocuk hürdür, eğer kendisini bulan kimse ile vela akdi yapmak isterse yapabilir. Başkası ile vela akdi yapmak isterse onu da yapabilir.

 

Buna yakın bir görüş Ata'dan da nakledilmiştir. Bu aynı zamanda İbn Şihab'ın ve Medinelilerden bir kesimin de görüşüdür ve buna göre buluntu çocuk hürdür.

 

İbnu'l-Arabi der ki: Lakitin asıl itibariyle hür kabul edilmesinin sebebi, hürlerin sayıca kölelerden daha çok olmasından dolayıdır. O bakımdan çoğunlukla görülene göre hüküm verilmiştir. Tıpkı çoğunlukla görülen esasına göre onun müslüman olduğu hükmüne varılması gibi.

 

Şayet müslüman ve hristiyanların bulunduğu bir yerde bulunacak olursa, İbnu'l-Kasım der ki: Çoğunluk kimlerdense ona göre hüküm verilir, eğer üzerinde yahudi kıyafeti bulunursa yahudidir, hristiyan kıyafeti bulunursa hristiyandır. Aksi takdirde o müslümandır. Ancak o kasaba ehlinin çoğunluğu eğer müslüman değilse müstesnadır. (İbnu'l-Kasım'dan) başkaları ise şöyle demektedir: Şayet o kasabada yalnız bir müslüman dahi bulunuyor ise o buluntu çocuğun -herşeyin üstünde olan ve hiçbir şeyin üstüne çıkamadığı İslam hükmünü galib getirerek- müslüman olduğuna hüküm verilir. Eşheb'in sözünün muktezası da budur. Eşheb der ki: Lakit ebediyyen müslümandır, çünkü ben durum ne olursa olsun hür olduğunu kabul ettiğim gibi, yine durum ne olursa olsun müslüman olduğunu kabul ederim.

 

Fukaha sokağa atılmış ve bununla birlikte beyyinenin köle olduğuna delalet ettiği kimsenin durumu hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Bu hususta sözleri kabul edilmeyen Medinelilerden bir kesim bu yolda açıklamalar yapmışlar. Eşheb de Hz. Ömer'in; böyle bir kimse hürdür, sözü dolayısıyla bu kanaattedir. Böyle birisinin hür olduğu hükmüne varan bir kimseye göre sokakta bulunan çocuğun köle olduğuna dair getirilen beyyineler kabul olunmaz. İbnu'l-Kasımda der ki: Bu hususta beyyine kabul edilir. Bu aynı zamanda Şafii ve el-Kufi'nin de görüşüdür.

 

6- Buluntu çocuğun Sahipleri Sonradan Ortaya Çıkarsa:

 

Malik buluntu çocuk hakkında şöyle demektedir: çocuğu bulan kişi bu çocuğa harcamalarda bulunduktan sonra, bir adam bu çocuğun oğlu olduğuna dair delil ortaya koyarsa, bulan kişi, -babası onu kasten atmış ise- babasından rücu' ederek harcamalarını alır. Eğer babası onu atmamış fakat çocuk kaybolmuş ise, babanın herhangi bir yükümlülüğü yoktur ve çocuğu bulan kişi yaptığı harcamaları tatavvu (nafile) olarak harcamış olur.

 

Ebu Hanife de der ki: Bulan kişi bulduğu çocuğa harcama yapacak olursa, o tatavvuda bulunan bir kimse demektir. Hakimin ona harcama emrini vermesi hali müstesna.

el-Evzai de der ki: Kendisine vacib olmayan bir harcamada bulunan herkes yaptığı harcamayı rücu' ederek (asıl yükümlüden) hakkını alır.

 

Şafii de der ki: Şayet buluntu çocuğun (lakitin) herhangi bir malı yoksa, onun ihtiyaçlarının Beytulmalden karşılanması icab eder. Eğer Beytulmalde bunu karşılayacak bir mal yoksa bu konuda iki görüş vardır: Bir görüşe göre buluntu çocuğun adına borç alınır, ikinci görüşe göre herhangi bir karşılık söz konusu olmaksızın harcamaları bütün müslümanlara paylaştırılır.

 

7- Bulunan Eşya ve Mal:

 

Bulunan (lukata) ve kaybedilen (dalle) eşyanın hükmüne gelince, ilim adamlarının bu konuda farklı görüşleri vardır. ilim ehlinden bir kesimin kanaatine göre bulunan ve kaybedilen eşya (lukata ve dalle) aynı anlamdadır ve her ikisinin de hükmü birdir. Ebu Ca'fer et-Tahavı bu görüştedir. Ayrıca Ebu Ca'fer, Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam'ın dalle ancak hayvan hakkında söz konusudur, lukata da hayvanın dışındaki eşya için kullanılır görüşünü de kabul etmemekte ve bu yanlıştır, demektedir. Buna Hz. Peygamber'in ifk (Hz. Aişe'ye iftirada bulunma olayına dair) hadisinde müslümanlara söylediği: "Annenizin (Aişe -r.a-)nin gerdanlığı kayboldu" demesini delil göstermiştir. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (dalle; kayboldu) bu tabirini gerdanlık hakkında kullanmaktadır.

 

8- Lukatanın Hükümleri:

 

ilim adamlarının icma' ile kabul ettiklerine göre lukata, değersiz ve önemsiz bir şey, yahut kalıcılığı mümkün olmayan bir şey değilse tam bir yıl boyunca tanıtılır (ilan edilir). Yine icma' ile kabul ettiklerine göre lukatanın sahibi gelecek olursa, eğer onun o malın sahibi olduğu sabit olursa, o lukata da lukatayı bulandan daha çok hak sahibidir.

 

İcma ile kabul ettikleri bir başka husus da şudur: Lukatayı yiyen bir kimse eğer sene geçtikten sonra onu yemiş ve sahibi de ona tazminat ödettirmek isterse bu hakka sahibtir. Şayet lukatayı bulan kişi onu sadaka olarak bağışlamış ise lukatanın asıl sahibi bulana tazminat ödettirmek ile onun ecrini kabul etmek arasında muhayyerdir. Bunların hangisini isterse seçebileceği icma' ile kabul edilmiştir. Lukatayı bulan bir kimse sene dolmadan onu sadaka olarak da bağışlayamaz, herhangi bir tasarruf ta da bulunamaz. Telef olacağından korkulan kaybolmuş koyunu bulanın yiyebileceğini de icma' ile kabul etmişlerdir.

 

9- Lukatayı Almak mı Terketmek mi Daha Faziletlidir:

 

Fukaha lukatayı almanın mı, almamanın mı? daha faziletli olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptir. Bu konuda hadis-i şerifte lukatanın ve kaybolan hayvan (dalle) da deve olmadıkça alınmasının mübah olduğuna delil vardır. Koyun hakkında da Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "O ya senindir, ya kardeşinindir veya kurdundur." Hz. Peygamber bu buyruğuyla kaybolmuş koyunu almayı teşvik etmektedir. Hiçbir şekilde o şey kaybolsun yahut ta sahibi onu gelip buluncaya kadar onu bırakınız, dememiştir. Eğer lukatanın terkedilmesi daha faziletli olsaydı, hiç şüphesiz Resulullah (s.a.v.) kaybolan deve hakkındaki emri gibi mutlaka onun da terkedilmesini emrederdi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Maliki mezhebi alimlerinin görüşünün özeti, kişinin bu konuda geniş bir hareket imkanına sahip olduğu şeklindedir. Dilerse lukatayı alır, dilerse almaz. İsmail b. İshak'ın -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- görüşü budur.

 

el-Müzenı de Şafii'den şöyle dediğini nakletmektedir: Ben aldığı takdirde emniyetle onu koruyacak olursa, herhangi bir kimsenin lukatayı almamasını uygun görmüyorum. Ayrıca der ki: Lukatanın azı da çoğu da birdir.

 

10- Bulunan Eşya ve Hayvanlar ile ilgili Hz. Peygamber'den Gelen Rivayetler:

 

Hadis imamları Malik ve başkalarının Zeyd b. Halid el-Cuhenı'den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Bir adam Peygamber (s.a.v.)e gelerek, ona lukataya dair soru sordu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "O bulduğun malın kabını (torbasını) ve bağını iyice belle. Sonra onu bir sene süre ile tanıt (ilan et.) Şayet sahibi gelirse (ona ver), aksi takdirde ona (uygun) gördüğünü uygula." Adam; Peki ey Allah'ın Resulü! Ya kaybolan koyun deyince, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "O ya senindir, ya kardeşinindir, yahut kurdundur." Adam: Ya kaybolan deve? diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Sana ne ondan? Devenin beraberinde içeceği suyu, ayakkabısı vardır. Suya gider (su içer), ağaçtan yer. Sahibi onu buluncaya kadar (ona ilişme.)''

 

Ubeyy (b. Ka'b)ın rivayet ettiği hadiste de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bulduğun malın sayısını, torbasını ve bağını iyice belle. Sahibi gelirse (ona ver), aksi takdirde sen ondan yararlan." Bu hadiste de sayısının bellenmesi fazlalığı vardır ki bunu da Müslim ve başkaları rivayet etmişlerdir.

 

İlim adamlarının icma ile kabul ettiklerine göre lukatanın içinde bulunduğu torba (vb. kabı) ile bağı alametlerinden ve lukata üzerindeki delillerden birisidir. Lukata sahibi kaybettiği lukatanın bütün niteliklerini gelip söyleyecek olursa ona teslim edilir.

 

İbnu'l-Kasım der ki: Bulan onu geri teslim etmeye mecbur edilir. Şayet bir delile bağlı olarak herhangi bir kimse o lukataya hak kazandığını gelip ortaya koyarsa ve bu lukatanın kendisinin olduğunu ispatlayacak olursa, bu durumda lukatayı bulan kişi hiçbir tazminat ödemez.

 

Gelen kişiye niteliklerini belirtmesi halinde ayrıca yemin ettirilir mi, ettirilmez mi? Bu hususta iki görüş vardır: Birinci görüş Eşheb'in görüşüdür, ikincisi de İbnu'l-Kasım'ın görüşüdür. Malik, arkadaşları, Ahmed b. Hanbel ve diğerlerine göre ise bu konuda ayrıca bir beyyine getirme yükümlülüğü yoktur.

 

Ebu Hanife ve Şafii ise şöyle derler: Lukatanın kendisine ait olduğuna dair delil ortaya koymadıkça, o lukata ona teslim edilmez. Ancak bu hadisin nassına uygun değildir. Eğer lukatanın geri verilmesi için beyyine (delil) getirmek şart olsaydı, herhangi bir şekilde lukatanın kabının, torbasının, bağının ve sayısının söz konusu edilmesinin bir anlamı olmazdı. Çünkü bir kimse lukataya beyyine ile bütün hallerde hak kazanır. Peygamber (s.a.v.)in bu gibi durumları açıklamadan susması ise caiz değildir. Çünkü susacak olursa bu, beyanın ihtiyaç vaktinden sonrasına bırakılması demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

11- Deve ve Koyun Dışındaki Yitik Hayvanlar:

 

Hadis-i şerifte deve ve koyunlar açıkça söz konusu edilmiş ve hükümleri beyan edilmiş olduğu halde, onların dışındaki hayvanlardan söz edilmemektedir. (Maliki mezhebine mensub) ilim adamlarımız inek türünün develere mi, koyunlara mı tabi olduğu hususunda iki farklı görüşe sahiptirler. Yine imamlarımız at, katır ve eşeklerin kaybolması halinde alınıp alınmayacağı hususunda da farklı görüşlere sahibtirler. İbnu'l-Kasım'ın sözünün zahirinden anlaşıldığına göre bu gibi kayıp hayvanlar alınır. Eşheb ve İbn Kinane ise bunlar alınmaz, derler. Ancak İbnu'l-Kasım'ın görüşü daha sahihtir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Mü'min kardeşinin yitiğini onun adına koru. ''

 

12- Yitik Hayvanlara Yapılan Harcamalar:

 

İlim adamları yitik hayvanlara yapılan harcamalar hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbnu'l-Kasım'ın naklettiğine göre Malik şöyle demektedir: Eğer hayvanları deve vb. bulan kişi, bunlara harcamada bulunacak olursa, yaptığı bu harcamaları rücu' ile sahiplerinden almak hakkına sahiptir. Onun yaptığı bu harcamalar, ister bu konudaki yetkili amirin emriyle olsun, ister emri dışında olsun farketmez. (Yine Malik) der ki: Bulan kişi yaptığı harcama dolayısıyla o hayvanı teslim etmeyebilir ve rehinde olduğu gibi, onda kendisi daha çok hak sahibidir. Şafii de der ki: yitik hayvanları bulan kişi, onlara harcamada bulunacak olursa, bu bir tatavvu' (teberru)dur. Bu görüşü ondan er-Rabi' nakletmiştir. el-Müzeni ise ondan şöyle dediğini nakletmektedir: Hakim harcamada bulunmasını emretmiş ise bu, bir alacak olur. Yaptığını iddia ettiği harcamalar -eğer benzeri bir harcama makul görülüyor isekabul edilir (ve ona ödenir).

 

Ebu Hanife de der ki: Bir kimse hakimin emri olmaksızın bulduğu mala ve deveye harcamada bulunacak olursa, tatavvuda bulunan birisi olur. Hakimin emriyle harcayacak olursa, o takdirde bu lukatanın sahibinden alacağı bir borç olur, geldiğinde ondan tahsil eder. Sahibi gelecek olursa, onu teslim etmemek hakkına sahiptir. Buluntuya harcama üç gün vb. kadar bir süredir. Sonunda hakim bu şekilde bulunan koyunun vb. satılmasını emreder ve bunlara yapılan harcama hakkında hükmünü verir.

 

13- Lukata Süresinden Sonra Sahibi Gelir ve Lukatasının Bulan Tarafından Telef Edilmiş Olduğunu Görürse:

 

Müslim'in Sahih'inde ve diğerlerindeki ifadelere göre; Hz. Peygamber'in lukatanın tarif edilmesinden sonra onunla ilgili olarak söylediği: "Ondan yararlan" yahut "ona istediğini yap" veya: "O senindir" ya da: "Onu harcayabilirsin" veya: "Sonra onu ye" ya da; "O Allah'ın bir malıdır, onu dilediğine verir" buyruklarında lukatanın temlik edildiğine delalet eden bir ifade yoktur. Sahibi geldiği takdirde lukatayı bulanın tazminat ödemeyeceğini ortaya koyan bir husus bulunmamaktadır. Çünkü Zeyd b. Halid el-Cüheni'nin, Peygamber (s.a.v.)den rivayet ettiği hadiste şöyle denilmektedir: "Eğer o lukatanın sahibini bulmayacak olursan, artık sen onu harca ve bu senin yanında bir emanet olsun. Günlerden birgün sahibi gelecek olursa, onu sahibine eda et." Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir: "Sonra onu ye, sahibi gelirse onu sahibine eda et." Bu hadisi de Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

 

İlim adamları da icma' ile sahibi ne zaman gelirse, lukataya daha çok hak sahibi olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Ancak Davüd ez-Zahiri'nin benimsediği görüş bundan farklıdır. Ona göre lukatayı bulan kişi tarif (tanıtım süresi)den sonra lukataya malik olur. Çünkü bu konudaki buyrukların zahirleri bunu gerektirmektedir. Ancak diğer bütün ilim adamlarına muhalefeti dolayısıyla Davud'un görüşü muteber değildir. Diğer taraftan Hz. Peygamberin: "Onu sahibine eda et" buyruğu da bunu gerektirmektedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Yusuf 11-12

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR