TEVBE 128 / 129 |
لَقَدْ
جَاءكُمْ
رَسُولٌ
مِّنْ
أَنفُسِكُمْ
عَزِيزٌ عَلَيْهِ
مَا
عَنِتُّمْ
حَرِيصٌ
عَلَيْكُم
بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ
رَّحِيمٌ {128} فَإِن
تَوَلَّوْاْ
فَقُلْ
حَسْبِيَ اللّهُ
لا إِلَـهَ إِلاَّ
هُوَ
عَلَيْهِ
تَوَكَّلْتُ
وَهُوَ رَبُّ
الْعَرْشِ
الْعَظِيمِ {129} |
128.
Andolsun ki içinizden size öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız
ona pek ağır gelir. Size çok düşkündür. Mü'minlere oldukça şefkatli ve
merhametlidir. (Rauf rahim’dir).
129.
Eğer yüz çevirirlerse, de ki: "Bana Allah yeter. O'ndan başka hiçbir ilah
yoktur. Ben ancak O'na güvenip dayandım. O, ulu Arş'ın Rabbıdır."
Bu iki ayet-i kerime,
Ubey b. Ka'b'ın dediğine göre, semadan en son inen buyruklardır. Said b.
Cübeyr'in görüşüne göre ise, Kur'an-ı Kerim'den en son nazil olan buyruk,
önceden de geçtiği gibi: "Bir de, Allah'a döndürüleceğinizgünden
korkunuz" (el-Bakara, 281) ayetidir. Buna göre Ubey'in bu görüşünün,
"Bir de Allah'a döndürüleceğiniz bir günden korkunuz" (Bakara, 281)
buyruğundan sonra Kur'an-ı Kerimin en son inen buyrukları bunlardır, anlamına
gelme ihtimali vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Cumhurun görüşüne göre
bu buyruklarda hitab Araplaradır. Bu da, bu hususta onların üzerindeki
nimetlerin sayılıp dökülmesi şeklindedir. Zira, peygamberleri onların
dilleriyle ve anlayacakları bir lisan ile geldiği gibi, zaman durdukça da
onunla müşerref kılınmışlardır. ez-Zeccac der ki: Bu buyruk bütün dünyaya
yönelik bir hitaptır. Yani, andolsun sizlere insanlardan bir peygamber
gelmiştir. Ancak birinci görüş daha doğrudur.
İbn Abbas der ki:
Peygamber (s.a.v.) ile, nesebi itibariyle akrabalığı bulunmayan hiçbir Arap
kabilesi yoktur. O bakımdan şöyle buyurulmuş gibidir: Ey Araplar topluluğu!
Andolsun sizlere İsmailoğullarından bir peygamber gelmiştir. Ancak, ikinci
görüş delili ortaya koymak açısından daha bir pekiştiricidir. Yani siz, onun
dediklerini anlayasınız ve onu önder kabul edip arkasından gidesiniz diye,
sizin gibi bir insandır.
"İçinizden"
buyruğu, Peygamber (s.a.v.)'in nesebinin övülmesini ve onun, arapların özünden
ve katıksız Araplardan olmasını gerektirmektedir. Müslim'in Sahih'inde Vasile
b. el-Eska'dan şöyle dediği kaydedilmektedir: Ben Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle
buyururken dinledim: "Muhakkak Allah, İsmailin soyundan Kinane'yi seçti.
Kinane'den de Kureyş'i seçti, Kureyş'ten de Haşimoğullarını seçti.
Haşimoğulları arasından da beni seçti.''
Yine Hz. Peygamber'den
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ben, nikahlı, meşru evlilikten
doğdum. Ben zinadan değilim." Yani, Hz. Peygamberin Adem (a.s)'e kadar
uzanan soyunda nikah ile evliliğin bulunmadığı bir nesil yoktur. Ve onun
soyunda zina mahsulü hiçbir kimse bulunmamaktadır.
Abdullah b. Kusayt
el-Mekki; (...): Içinizden" anlamındaki kelimeyi; (...): Ennefeslerinizden
değerlilerinizden anlamında "fe" harfini üstün olarak okumuştur.
Ayrıca bu kıraat, hem Peygamber (s.a.v.)'den, hem de Fatıma (r.anha)'dan rivayet
edilmiştir. Yani size, en şerefliniz ve en faziletlileriniz arasından bir
peygamber gelmiştir. Bu da, bir şeyoldukça rağbet duyulan ise hakkında
kullanılan: "Nefis bir şey" ifadesinden alınmadır. Bu buyruğun;
aranızda en itaatkar kimse anlamına geldiği de söylenmiştir.
Yüce Allah'ın:
"Sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir" buyruğu, sizin,
zorluklarla, meşakkatlerle karşılaşmanız ona ağır gelir, demektir.
"Zorluk ve
meşakkat" anlamındadır. Bu da, Arapların bir tepenin, zor ve helak edici olması
halinde kullandıkları: "Zorlu tepe" ifadelerinden gelmektedir.
İbnü'l-Enbarı der ki: (...)'ın asıl anlamı, zorluk, sıkıntı vermek demektir. O
bakımdan Araplar, "Filan kişi filana zorluk çıkartır," dediklerinde
işi sıkı tutar ve ona yerine getirilmesi zor gelen bir takım şeyleri yerine
getirmeye mecbur tutar, demek isterler. Buna dair açıklamalar da daha önce
Bakara Süresi'nde (220. ayet, 8. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
"Uğramanız"
buyruğundaki; (...) mastar içindir. Bu da; "Pek ağır gelir," şeklindeki
mukaddem haberin mübtedasıdır. Bununla birlikte; "Sıkıntıya
uğramanız" in, "Pek ağır gelir" in faili ve aynı zamanda bunun
"Resül"in sıfatı olması da mümkündür. Bu, daha da doğrudur.
"Size çok düşkündür" ile "Şefkatli ve merhametlidir"
anlamındaki buyruklar, da, aynı şekilde, sıfat olarak merfu'durlar. el-Ferra
der ki: "Sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir, size çok düşkün
olan, mü'minlere oldukça şefkatli ve merhametli olandır" diye hal olarak
nasb ile okunması da caizdir.
Ebu Cafer en-Nehhas der
ki: Buyruğun anlamı ile ilgili olarak Arap diline uygun söylenmiş en güzel söz
şudur: Bize Ahmed b. Muhammed el-Evdi anlattı, dedi ki: Bize, Abdullah b.
Muhammed el-Huzaİ anlattı, dedi ki: Ben, Amr b. Ali'yi şöyle derken dinledim:
Ben, Abdullah b. Davud el-Hureybı'yi, şanı Yüce Allah'ın: "Andolsun ki,
içinizden size öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona
pek ağır gelir" buyruğu hakkında şöyle derken dinledim: Yani, sizin
cehenneme girmeniz ona pek ağır gelir. "Size çok düşkündür", sizin
cennete girmenizi çok ister, demektir. Bir diğer görüşe göre de, sizin iman
etmenizi çok ister anlamındadır. el-Ferra'ya göre: Cehenneme girmenizi hiç
istemez, demektir. Bir şeye düşkünlük göstermek (hırs) ise, onun kaybolmasını,
telef olmasını hiçbir şekilde istememek demektir.
"Mü'minlere oldukça
şefkatli ve merhametlidir." Şefkatli (raüf), ra'fet ve şefkatte ileri
derecede giden kimse demektir. "Şefkatli ve merhametli (raufun
rahim)"a dair açıklamalar, el-Bakara Süresi'nde daha önceden (143. ayetin
tefsirinde) yeteri kadar geçmiş bulunmaktadır. el-Huseyn b. el-Fadl da der ki:
Yüce Allah kendi isimlerinden iki ismini -herhangi bir peygambereMuhammed
(s.a.v.)'in dışında kimseye vermiş değildir. O, Hz. Peygamber hakkında:
"Mü'minlere oldukça şefkatli ve merhametlidir" diye buyurduğu gibi,
kendi zatı hakkında da: "Gerçekten Allah, insanlara çok şefkatli, çok
merhametlidir" (el-Bakara, 143) diye buyurmuştur.
Abdulaziz b. Yahya der
ki: Ayet-i kerimenin söz dizisi şöyledir: Andolsun ki size, kendi içinizden
aziz (oldukça değerli, şerefli), mü'minlere karşı oldukça düşkün, şefkatli ve
merhametli, sizden başka hiçbir şeyin kendisini ilgilendirmediği ve size zor
gelen işlerden dolayı sıkıntıya uğramanız kendisine pek ağır gelen bir rasül
gelmiştir. Sizin için şefaatte bulunacak olan odur. O bakımdan onun sıreti
üzere devam ettiğiniz sürece hiçbir şey için üzülmeyiniz. Zira o, sizin cennete
girmenizden başka hiçbir şeye razı olmaz.
Yüce Allah'ın:
"Eğeryüz çevirirlerse, de ki: BanaAllah yeter." Yani, ey Muhammed!
Yüce Allah'ın, kendilerine lütfedip dile getirmiş olduğu bu nimetlerden sonra
kafirler yüz çevirecek olurlarsa, bana Allah yeter, de. Yani, sizin bu
inkarınıza karşı O, bana kafidir.
"O'ndan başka
hiçbir ilah yoktur, ben ancak O'na güvenip dayandım. " Bütün işlerimi O'na
ısmarladım, havale ettim. "O, ulu arşın Rabbidir." Yüce Allah'ın
özellikle arşı sözkonusu etmesi, yaratıklarının en büyüğünün arş olduğundan
dolayıdır. Arş, zikredildiği takdirde, onun dışındaki bütün yaratıklar da onun
kapsamına girer. "Ulu" anlamındaki; (...) kelimesini genellikle
"Arş"ın sıfatı olarak esreli okumuşlardır. "Rabb"in sıfatı
olarak ref' ile de okunmuştur ki, bu okuyuş İbn Kesir'den rivayet edilmiştir,
İbn Muhaysın'ın kıraati de böyledir. (Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur: O,
arşın Rabbidir, uludur). Ebu Davüd'un Kitab'ında da Ebu'd-Derda'dan şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Bir kimse sabahı ettiğinde ve akşamı ettiğinde
yedişer defa:
''Hasbi Allahu la ilahe
illa huve aleyhi tevekkeltu ve huve Rabbul Arşil Azim'' = ''Bana Allah yeter,
O'ndan başka hiçbir ilah yoktur, ben ancak O'na güvenip dayandım, O, ulu Arşın
Rabbidir" diyecek olursa, ister bu sözleri söylerken doğru söylemiş olsun,
ister yalan söylemiş olsun, onu kederlendiren her şeye karşı Allah ona yeter.
"Nevadiru'l-Usul"de
de Bureyde'den şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Her kim her namazın akabinde on kelime söyleyecek olursa, bu sözler
dolayısıyla Allah'ın kendisine yeterli geldiğini ve Allah'ın ona, bunlardan
dolayı mükafat verdiğini görecektir. Bu on kelimenin beşi dünya için, beşi
ahiret içindir:
"Dinim için
hasbiyallah (Allah bana yeter), dünyam için hasbiyallah, beni üzen şeye karşı
hasbiyallah, bana haksızlık edene karşı hasbiyallah, bana kıskançlık edene
karşı hasbiyallah, bana kötü tuzak kurana karşı hasbiyallah, ölüm esnasında
hasbiyallah, kabirde sorgulanma esnasında hasbiyallah, Mizan esnasında
hasbiyallah, Sırat esnasında hasbiyallah, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur, ben
ancak O'na güvenip dayandım ve dönüşüm yalnız O'nadır."
en-Nakkaş da Ubey b.
Ka'b'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Şanı Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerımden en
son indirdiği buyruklar şu iki ayet-i kerimedir: "Andolsun ki içinizden
size öyle bir peygamber gelmiştir ki ... " diye başlayan, sürenin sonuna
kadar devam eden buyruklardır. Bunu önceden de açıklamış idik. Yusuf b.
Mihran'ın İbn Abbas'tan rivayetine göre ise, Kur'an-ı Kerımden en son nazil
olan buyruk: "Andolsun ki içinizden size öyle bir peygamber gelmiştir ki
... " buyruğu ile bu ayet-i kerimedir. Bunu da el-Maverdı nakletmektedir.
Biz ise, İbn Abbas'dan,
el-Bakara Süresi'nde belirttiğimiz gibi buna muhalif olan bir görüşü daha
önceden nakletmiş idik ki, o daha sahihtir.
Mukatil der ki: Bu
buyruklar daha önceden Mekke'de inmiş idi. Ancak, bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü
süre Medine'de inmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Yahya b. Ca'de der ki:
Ömer b. el-Hattab (r.a) iki kişi o hususta şahidlik etmedikçe, her hangi bir ayeti
Mushafta tesbit etmezdi. Ensardan bir kişi Tevbe Süresi'nin sonundaki:
"Andolsun ki içinizden size öyle bir peygamber gelmiştir ki ... "
diye başlayan iki ayetin, Kur'an'dan olduğunu bildirdi. Hz. Ömer: Allah'a yemin
ederim ki, bunlara dair ben senden başka bir delil istemeyeceğim. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) gerçekten böyle idi, deyip bunları da kaydettirdi.
İlim adamlarımız derler
ki: Burada sözü geçen kişi Huzeyme b. Sabit'tir.
Ömer (r.a)'ın bu iki
ayeti yalnızca onun şahidliği ile tesbit etmeyi kabul etmesi, Peygamber
(s.a.v.)'in niteliğine dair bu buyruklardaki ifadelerin sahih olduğuna dair
delilin ortada oluşundan dolayıdır. Hz. Peygamberin böyle oluşu bir başka şahid
getirmeye ihtiyaç bırakmayacak kadar güçlü bir karinedir. Ve bu buyruk el-Ahzab
Süresi'nde yer alan: "Mülninler arasında Allah'a verdiği sözde içtenlikle
sebat gösteren nice yiğitler vardır" (el- Ahzab, 23) buyruğundan
farklıdır. Çünkü o ayet-i kerime, hem Zeyd, hem de Huzeyfe'nin şahidliği ile
sabit olmuştur. Çünkü onlar, her ikisi de bu ayet-i kerimeyi Peygamber
(s.a.v.)'dan işitmişlerdi. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce bu kitabın
(tefsirin) Mukaddime'sinde geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamd olsun.
et-TEVBE SüRESİ'NİN SONU
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN