ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TEVBE

120

/

121

مَا كَانَ لِأَهْلِ الْمَدِينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُم مِّنَ الأَعْرَابِ أَن يَتَخَلَّفُواْ عَن رَّسُولِ اللّهِ وَلاَ يَرْغَبُواْ بِأَنفُسِهِمْ عَن نَّفْسِهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ لاَ يُصِيبُهُمْ ظَمَأٌ وَلاَ نَصَبٌ

وَلاَ مَخْمَصَةٌ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَطَؤُونَ مَوْطِئاً يَغِيظُ الْكُفَّارَ وَلاَ يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَّيْلاً إِلاَّ كُتِبَ لَهُم بِهِ عَمَلٌ صَالِحٌ إِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ {120}

وَلاَ يُنفِقُونَ نَفَقَةً صَغِيرَةً وَلاَ كَبِيرَةً وَلاَ يَقْطَعُونَ وَادِياً إِلاَّ كُتِبَ لَهُمْ لِيَجْزِيَهُمُ اللّهُ أَحْسَنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {121}

 

120. Gerek Medinelilerin, gerek çevresinde bulunan bedevilerin Allah'ın Resulünden geri kalmaları, kendi nefislerini ona tercih etmeleri yaraşmaz. Çünkü Allah yolunda susuzluk, yorgunluk, açlık çekmeleri, kafirleri kızdıracak bir yere ayak basmaları, bir düşmana karşı zafere ulaşmaları karşılığında mutlaka kendilerine salih bir amel yazılır. Şüphesiz Allah, iyi hareket edenleri mükafatsız bırakmaz.

121. Onlar, küçük büyük ne infak ederlerse, her bir vadiyi aştıklarında muhakkak bu onlara yazılmıştır ki, Allah yapmakta olduklarının en güzeliyle kendilerini mükafatlandırsın.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

 

1- Resulullah'tan Geri Kalmak:

2- Kimse Kendisini Allah Resulüne Tercih Edemez:

3- Allah Yolundaki Her Sıkıntı Salih Bir Amel Değerindedir:

4- Mücahidin Ganimete Hak Kazanması:

5- Ayet Muhkem midir, Mensuh mudur?

6- Cihada Çıkmanın Fazileti ve Mazereti Dolayısıyla Çıkamayanların Mükafatı:

 

1- Resulullah 'tan Geri Kalmak:

 

"Gerek Medinelilerin, gerek çevresinde bulunan bedevilerin Allah'ın Resulünden geri kalmaları ... yaraşmaz" buyruğu zahiri itibariyle haber, ancak emir manasındadır. Yüce Allah'ın: "Sizin Allah'ın Resulüne eziyet vermeniz de ... olacak bir şey değıldir" (el-Ahzab, 53) buyruğu gibi. Daha önceden de geçmişti. "Geri kalmaları" buyruğu; (...)'in ismi olarak ref' mahallindedir.

 

Bu buyruk, Medineliler ve onlara komşu bulunan Muzeyne, Cuheyne, Eşca', Gıfar ve Eslem gibi diğer Arap kabilelerine mensup mü'minlere Tebuk gazvesinde Resulullah (s.a.v.)'dan geri kalmaları dolayısıyla yöneltilmiş bir sitemdir.

 

Buyruğun anlamı şudur: Sözü geçen bu kimselerin geri kalmaları uygun bir şey değildir. Çünkü, özellikle bunların savaşa çıkmaları gerekirdi. Bunlar başkalarından farklı idi. Başkalarının savaşa çıkmaları -kimisinin görüşüne göre- istenmemişti. Bununla birlikte savaşa çıkma isteğinin, bütün müslümanlara yönelik olma ihtimali ile birlikte özellikle yakın olmaları ve Medine'ye komşulukları dolayısıyla, başkalarına göre bu emri öncelikle yerine getirmeleri gerektiğinden, özellikle onlara sitem edilmiştir.

 

2- Kimse Kendisini Allah Resulüne Tercih Edemez:

 

Yüce Allah'ın: "Kendi nefislerini ona tercih etmeleri yaraşmaz." Yani, Resulullah (s.a.v.) zorluk ve meşakkat içinde iken, kişi kendisi için rahatı ve kolaylığı tercih edemez.

-Ayette geçen "tercih etme" anlamını ifade eden fiilin kullanımına işaretle-; "Şundan yüz çevirdim." Yani, kendimi ondan daha üstün gördüm, diye kullanılır.

 

3- Allah Yolundaki Her Sıkıntı Salih Bir Amel Değerindedir:

 

Yüce Allah'ın: "Çünkü Allah yolunda" Allah'a itaat uğrunda "susuzluk" yani, susamaları, susuzluk çekmeleri.

 

Ubeyd b. Umeyr "susuzluk" anlamındaki (...) kelimesini med ile; (...) diye okumuştur. Bu ikisi; (...): Hata, yanılma kelimesinde olduğu gibi iki ayrı söyleyiştir.

 

"Yorgunluk" da öncekine atfedilmiştir, buradaki (...) ise te'kid için fazladan gelmiştir. Aynı şekilde "Açlık çekmeleri" kelimesinde de böyledir. Bu kelime aslında karnın zayıflaması ve içe çekilmesi anlamındadır. Mesela, "Karnı zayıf, küçük erkek, karnı zayıf, küçük kadın" ifadeleri de buradan gelmektedir ki, bu konudaki açıklamalar daha önceden (el-Maide, 3. ayet, 26. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Kafirleri kızdıracak bir yere" bir bölgeye, bir araziye "ayak basmaları" yani, oraya ayak bastıkları için ayak basmalarından ötürü ... "Kafirleri kızdıracak" anlamındaki buyruk, ayak basılan yere sıfat olduğundan dolayı nasb mahallindedir. "Bir düşmana karşı zafere ulaşmaları." Yani, düşmanı öldürerek veya yenik düşürmek suretiyle bir üstünlük elde etmeleri ... Aslında; "Bir şeye nail oldum, nail olurum" ifadesi, onu elde ettim, ele geçirdim manasınadır. (Mealde: Ulaşmak diye karşılanmıştır).

 

el-Kisai der ki: Bu ifade Arapların "Bu, kendisinden bir şeyler elde edilen bir iştir," ifadelerinden alınmadır. Yoksa, elden ele almak, (tenavül)'den değildir. Çünkü "tenavül" kelimesi, "Ona bağışı verdim," tabirinden gelmektedir. Başkası şöyle demektedir: "Bağışı aldım, alırım" fiili "vav"lıdır. (...) ise, "ya"lıdır. O bakımdan; "Onu elde ettim, ben onu elde edenim," denilir.

 

"Her bir vadiyi aştıklarında." Araplar, kıyasa uygun olmayarak "vadi" kelimesinin tekil ve çoğulunu (...) diye kullanırlar. en-Nehhas der ki: Bildiğim kadarıyla tekili "fail" vezninde olmakla birlikte, çoğulu "ef'ile" şeklinde gelen başka bir kelime yoktur. Halbuki kıyasa göre bu kelimenin çoğulunun; (...) şeklinde gelmeli idi. Onlar, tek bir vav'ı dahi telaffuzu ağır bulduklarından, burada iki vav'ı bir arada zikretmeyi ağır bulmuşlardır. O kadar ki onlar, "Belirli vakti geldiğinde" kelimesindeki "hemze"yi "vav" yerine kullanmışlardır. el-Halil ile Sibeveyh ise, bir erkek adı olan "Vasıl" ismini küçültme isim olarak; "(...) diye kullanıldığını nakletmektedir ki, bunu başka bir isimde kullanmazlar. el-Ferra ise, "vadi" kelimesinin çoğulunun; (...) şeklinde kullanıldığını nakletmektedir.

 

Derim ki: Kelimenin, (...) diye de çoğulu yapılmıştır. Nitekim şair Cerir şöyle demektedir: "Vadilerin parlaklığı arasında artık kendisinden hayır gelmez (kısır) bir harebeyi tanıdım.

Sen bu harabelerden ayrılalı uzun bir zaman geçti."

 

"Mutlaka kendilerine salih bir amel yazılır." İbn Abbas der ki: Allah yolunda yaşadıkları her bir korku karşılığında yetmiş bin hasene mükafatları vardır. Sahih hadiste de şöyle buyurulmaktadır: "At üç türlüdür ... -hadiste şu ifadeler de yer almaktadır-: Sahibi için ecir olan ata gelince; bir kimse eğer onu Allah yolunda ve İslam ehli için bir otlak veya bir bahçede bağlarsa, onun o otlak yahut bahçeden yedikleri karşılığında yediklerinin sayısı kadar ona hasenat yazılır. Onun pislikleri ve sidikleri sayısınca da ona hasenat yazılır.''

 

Bu mükafat, atlar yerinde iken böyle. Ya atlar sırtında düşman arazilerine girilecek olursa, mücahidlerin ecri ne olur?

 

4- Mücahidin Ganimete Hak Kazanması:

 

Kimi ilim adamı, bu ayet-i kerimeyi düşman topraklarına girmekle ve düşman topraklarında bulunmakla ganimete hak kazanılacağına delil göstermişlerdir. Artık bundan sonra vefat ederse o ganimetteki payını alır. Bu, Eşheb ve Abdulmelik'in görüşüdür. Şafii'nin iki görüşünden birisi de budur. Malik ve İbnü'l-Kasım ise şöyle derler: Onun alacak bir payı olmaz. Çünkü Yüce Allah, bu ayet-i kerimede sadece ecri sözkonusu etmekte, ganimetteki payı sözkonusu etmemektedir.

 

Derim ki: Birinci görüş daha sahihtir. Çünkü Yüce Allah, kafirlerin arazilerine girmeyi, onların mallarından birşeyler ele geçirmek ve onları yurtlarından çıkarmak ayarında değerlendirmiştir. İşte, onları öfkelendiren ve onları zelil kılan da budur. O bakımdan, böyle birşey bizzat ganimet elde etmek, düşmanı öldürmek ve esir etmek ayarındadır. Durum böyle olduğuna göre ganimete, fiilen ele geçirmesiyle değil de bizzat düşman topraklarına girmekle hak kazanılır. Bundan dolayı Ali (r.a) şöyle demiştir: Bir kavim kendi yurtlarında iken yurtları çiğnenecek olursa mutlaka zelil olurlar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

5- Ayet Muhkem midir, Mensuh mudur?

 

Bu ayet-i kerimenin, Yüce Allah'ın: "Mü'minlerin topluca (savaşa) çıkmaları gerekmez" (et-Tevbe, 122) buyruğu ile nesh olduğu ve bu hükmünün müslümanlar sayıca azken sözkonusu olduğu, sayıları çoğaldığında ise hükmünün nesh edilip, Allah'ın, dileyen kimseye geri kalmayı mübah kıldığı söylenmiştir ki, bu görüş İbn Zeyd'in görüşüdür.

 

Mücahid dedi ki: Peygamber (s.a.v.) bir grubu insanlara (dini) öğretmeleri için çöllere göndermişti. Bu ayet-i kerime nazil olunca, korkup geri döndüler, bunun üzerine Yüce Allah da: "Mü'minlerin topluca (savaşa) çıkmaları gerekmez" buyruğunu indirdi.

 

Katade dedi ki: Bu husus, Peygamber (s.a.v.)'e has idi. Hz. Peygamber bizzat gazaya çıktı mı, herhangi bir kimsenin özürsüz olarak ondan geri kalma hakkı yoktur. Onun dışındaki diğer yönetici ve devlet başkanlarına gelince; dileyen müslümanın, -eğer insanların ona ihtiyaçları yoksa, bir zaruret de bulunmuyorsa- ondan geri kalma hakkı vardır.

 

Üçüncü bir görüşe göre ayet-i kerime muhkemdir. el-Velid b. Müslim dedi ki: Ben, el-Evzai, İbnü'I-Mübarek, el-fezarı, es-Sebi'ı, Said b. Abdulaziz'i bu ayet-i kerime hakkında onun bu ümmetin ilki için olduğu gibi, sonradan gelecekleri için de böyle olduğunu söylerken dinlemişimdir.

 

Derim ki: Katade'nin görüşü güzeldir. Buna delil de Tebuk gazvesidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

6- Cihada Çıkmanın Fazileti ve Mazereti Dolayısıyla Çıkamayanların Mükafatı:

 

Ebu Davüd'un, Enes b. Malik'ten rivayetine göre, Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Andolsun, siz Medine'de öyle kimseleri geride bıraktınız ki, ne kadar yol aldıysanız, ne kadar harcamanız olduysa ve hangi vadiyi katettiyseniz mutlaka onlar da bunda sizinle birliktedirler." Ey Allah'ın Rasülü! Onlar Medine'de oldukları halde nasıl olur da bizimle birlikte olabilirler? dediler. Hz. Peygamber: "Mazeretleri onları alıkoydu" dedi.

 

Müslim de bunu Hz. Cabir yoluyla rivayet etmiştir. Cabir dedi ki: Bir gazada Rasülullah (s.a.v.) ile birlikte idik. Şöyle buyurdu: "Hiç şüphesiz Medine'de bir takım kimseler vardır ki, ne kadar yol aldıysanız, hangi vadiyi katettiyseniz, mutlaka onlar sizinle beraberdirler. Hastalıkları onları (sizinle birlikte) çıkmaktan alıkoydu.''

 

Böylece Peygamber (s.a.v.) mazereti bulunanlara, gücü yerinde ve fiilen amelde bulunanlara hakkında sözkonusu olan ecrin benzeri ecir verileceğini bildirdi.

Kimisi de şöyle demiştir: Özürü bulunan kimsenin mükafatı katlandırılmaz. Ancak, fiilen katılanın ecri kat kat verilir.

 

İbnü'I-Arabı der ki: Bu, Yüce Allah'a karşı delilsiz bir hüküm vermedir, onun geniş rahmetini daraltmadır. Kimi insanlar ise, bu hususta şüpheli bir ifade kullanarak şöyle demişlerdir; Bunlara da kat kat ecir verileceği kesindir. Ancak, bizler herhangi bir yerde kat kat mükafat verileceğini kesin söyleyemeyiz. Çünkü bu, niyetlerin miktarına bağlı bir husustur. Bu da ğaybi bir meseledir. Kat'i olarak söylenebilen şu ki, ortada kat kat ecrin verileceği doğrudur, Yüce Rabbimiz ise kimin bunu hakettiğini en iyi bilendir.

 

Derim ki; Hadis ve ayetlerden zahiren anlaşılan, ecir bakımından eşitlik olduğudur. Bunlardan birisi de Hz. Peygamber'in: "Her kim bir hayır gösterirse, ona da bizzat o hayrı işleyenin ecri gibi ecir verilir" hadisi ile: "Kim abdest alır da namaz kılmak üzere çıkar da, insanların namazı kılıp bitirmiş olduklarını görürse, Allah o kimseye o namazı kılan ve cemaate katılanların ecrini verir" buyrukları gibi.

 

Yüce Allah'ın: "Kim Allaha ve Resulüne hicret maksadıyla evinden çıkar da sonra ölüm kendisine erişirse) onun mükafatı Allah)a ait olur'' (en-Nisa, 100) buyruğunun zahiri de bunu gerektirmektedir. Samimi niyetin amellerin esası oluşu da buna delildir. Eğer, itaat olan bir işi yapmak için samimi bir niyete sahip olur da, bu niyet sahibi herhangi bir engel dolayısıyla o itaati işlemekten acze düşerse, aciz düşen kimsenin alacağı ecrin, bizzat o işi yapmaya gücü yeten ve yapanın ecrine eşit olması ve hatta ondan da fazla olması uzak bir ihtimal değildir. Çünkü Hz. Peygamber: "Mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır" diye buyurmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Tevbe 122

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR