ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TEVBE

112

التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدونَ الآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ

 

112. (Onlar) tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rüku ve sücüd edenler, iyiliği emredenler, kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. Ve müminleri müjdele!

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:

 

1- Gerçek Müminlerin Vasıfları:

2- Bu Ayet-i Kerimenin Önceki Ayetle ilişkisi:

3- "Kötülükten Vazgeçirmeye Çalışanlar" Anlamındaki Buyruktan Önce Gelen ''Vav'':

 

1- Gerçek Müminlerin Vasıfları:

 

"Tevbe edenler, ibadet edenler" buyruğunda sözü edilen tevbe edenler, Yüce Allah'a masiyet şeklindeki yerilmiş hallerinden, övülmüş bulunan Allah'a itaat haline dönenler demektir. Taib (tevbe eden), dönen demektir. İtaate dönen ise, masiyetten dönenden daha faziletlidir. Çünkü, itaate dönen kişi böylelikle her iki özelliği de bir arada gerçekleştirmiş olur.

 

"İbadet edenler" itaatleriyle Yüce Allah'ın rızasını gözeten itaatkarlar; "hamd edenler" her durumda Allah'a hamd eden, O'nun nimetlerini O'na itaat uğrunda harcayan, O'nun hüküm ve kazasına razı olan kimselerdir.

 

"Seyahat edenler." İbn Mes'ud, İbn Abbas ve başkalarından nakledildiğine göre oruç tutanlar demektir. Yüce Allah'ın: "ibadet eden, seyahat eden (oruç tutan). ...eşler" (et-Tahrim, 5) buyruğu da bu kabildendir. Süfyan bin Uyeyne de der ki: Oruç tutana "seyahat eden" denilmesinin sebebi onun, yiyecek, içecek ve cinsel ilişki gibi bütün lezzet alınan şeyleri terk etmesinden dolayıdır. Ebu Talib de bir beyitte şöyle demiştir: "Rableri için bir damla (su) dahi tatmadan seyahat edenler (oruç tutanlar) için Ve amellerde bulunan zikreden (kadınlar) için?"

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "İyilik edendir o; gece gündüz hep namaz kılar, Seyahat ederek (oruç tutarak) Allah'ı çokça zikreder durur."

 

Hz. Aişe'den: "Bu ümmetin seyahati oruç tutmaktır" dediği rivayet edilmiştir ki; Taberi bunu senedi ile zikretmektedir.

 

Ebu Hureyre ise bunu Peygamber (s.a.v.)den merfu bir hadis olarak rivayet etmiştir. Buna göre Hz. Peygamber: "ümmetimin seyahati oruç tutmaktır" diye buyurmuştur.

 

ez-Zeccac der ki: el-Hasen'in görüşüne göre "seyahat edenler" farz orucunu tutanlar demektir. Oruçlarını devamlı sürdürenlerdir diye de açıklanmıştır. Ata ise der ki; seyahat edenlerden kasıt, cihad edenlerdir. Ebu Umame'nin rivayetine göre de bir adam Rasülullah (s.a.v.)den seyahat etmek için izin istemiş, Hz. Peygamber de; "ümmetimin seyahati Allah yolunda cihad etmektir" diye buyurmuştur. Ebu Muhammed Abdülhak bu hadisi sahih olduğunu belirtmiştir.

 

Seyahat edenlerin hicret edenler olduğu da söylenmiştir ki bu görüş Abdurrahman bin Zeyd'in görüşüdür.

 

İkrime'nin görüşüne göre; bunlar hadis ve ilim talebi için yolculuk yapanlardır. Bir diğer görüşe göre "seyahat edenler"den kasıt Rabblerinin tevhidi, melekutu, O'nun yaratmış olduğu tevhid ve tazimine delalet eden ibret ve alametler üzerinde tefekkür edenlerdir. Bunu da en-Nekkaş nakletmektedir.

 

Nakledildiğine göre çokça ibadet edenlerden birisi gece namazı kılmak için abdest almak üzere su kabını almış, parmağını kabın kulbuna sokmuş ve tan yeri ağarıncaya kadar oturup düşünüp durmuş. Bu husus kendisine sorulunca şöyle demiş: Parmağımı kab ın kulbuna soktum, Yüce Allah'ın: "O zaman boyunlarında tasmalar ve zincirler bulunacak...'' (el-Mü'min, 71) buyruğunu hatırladım ve ben bu tasmaların bana nasıl vurulacağını hatırladım, gece boyunca hep bu halde devam ettim.

 

Derim ki: ("Seyahat" kelimesinin kökünü teşkil eden) "sin," "ye" ve "ha" harfleri bu görüşlerin doğruluğuna delildir. Çünkü "seyahat" asıl anlamı itibari ile suyun akıp gittiği gibi, yer üzerinde gitmek demektir. Oruç tutan bir kimse, yemek ve benzeri şeyleri terk etmek sureti ile itaate devam eden bir kimsedir. O da bu yönüyle seyahat eden kişi durumundadır. Tefekkür eden kimseler de tefekkür ettikleri hususlar üzerinde kalpleri dolaşır, durur.

 

Hadis-i şerifde de şöyle buyurulmuştur; "Muhakkak Allah'ın ufuklarda seyahat eden, yürüyen melekleri vardır. Bunlar bana ümmetimin salat (ve selamlar)ını tebliğ ederler.''

 

Buradaki "seyahat edenler" anlamındaki kelime "yüksek sesle seslenenler" anlamını verecek şekilde "sad" harfi ile; (...) diye de rivayet edilmektedir.

 

"RükU ve sücud edenler" yani gerek farz namazlarda ve gerek diğerlerinde rüku ve secdeye kapananlar "iyiliği emredenler" yani sünnet-i seniyyenin gereğini emredenler, imanı emredenler diye de açıklanmıştır. "Kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar" buradaki kötülükten kastın bid'at olduğu söylendiği gibi, küfür olduğu da söylenmiştir.

 

Buradaki iyilik ve kötülüğün (maruf ve münkerin) her türlü iyilik ve kötülük hakkında umumi anlamı ile kullanıldığı da söylenmiştir.

 

"Ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır." Yani, Allah'ın emirlerini yerine getiren ve O'nun yasaklarından uzak duran, kaçınanlardır.

 

2- Bu Ayet-i Kerimenin Önceki Ayetle ilişkisi:

 

Te'vil ehli (tefsir bilginleri) bu ayet-i kerime hakkında bundan önceki ayetle mi ilişkilidir, yoksa başlı başına bir hüküm mü ihtiva etmektedir hususunda farklı görüşlere sahiptirler.

 

Bir topluluk; birinci ayet-i kerime başlı başına ve bağımsız bir ayettir. Dolayısıyla orada sözü geçen alış-verişin kapsamına Allah'ın adı en üstün olsun diye Allah yolunda çarpışan her bir muvahhid -bu ikinci ayet-i kerimedeki niteliklere, yahut da onların çoğunluğuna sahip olmasa dahi- girer, demektedirler.

 

İkinci kesimin görüşüne göre ise, buradaki nitelikler alış-veriş kapsamındaki şartlar belirtilmek üzere gelmiştir ve her iki ayet bir biriyle ilişkilidir. Dolayısıyla ancak bu niteliklere sahip olup, canlarını Allah yolunda feda eden mü'minler böyle bir alış veriş kapsamına girebilirler. Bu açıklamayı ed-Dahhak yapmıştır.

 

İbn Atiyye der ki: Bu görüş, bir zora koşmadır ve daraltmadır. İlim adamlarının görüşlerinin ve şeriatın gereğine göre ayet-i kerimenin anlamı (bu ikinci ayet-i kerimede geçen) niteliklerin, kamil mü'minlerin nitelikleri olduğu şeklindedir. Şanı Yüce Allah, tevhid ehli bu nitelikleri en üstün mertebeye ulaşıncaya kadar, elde etmek için birbirleriyle yarışsınlar diye sözkonusu etmiştir. ez-Zeccac der ki: Benim görüşüme göre Yüce Allah'ın: "Tevbe edenler, ibadet edenler" buyruğu mübteda olarak ref' edilmiştir ve haberi de gizlidir. Yani, "tevbe edenler, ibadet edenler ... " -ayetin sonuna kadar belirtilen niteliklere sahip olanlar- için de aynı şekilde cennet vardır, fiilen cihad etmeseler dahi. Şu kadar var ki, bunların cihad etmemek noktasında herhangi bir inatları ve cihadı kasti olarak terketmemeleri de şarttır. Çünkü, müslümanların bir bölümünün cihad etmeleri yeterli olabilir ve diğerlerinin cihadına gerek bırakmayabilir. el-Kuşeyri de bu görüşü tercih etmiş olup bu güzel bir görüştür, demiştir. Çünkü (bu bir önceki ayette anılan) Yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah mü'minlerden ... satın almıştır" (et-Tevbe, 111) buyruğunda sözü geçen mü'minlerin nitelikleri olsaydı, bu vaadin yalnızca mücahidlere has olması gerekirdi.

 

Tefsirini yapmakta olduğumuz ayet-i kerime Abdullah b. Mes'ud'un Mushafı'nda: "Tevbe edenler, ibadet edenler...'' şeklinde olup bundan sonraki sıfatlar da böyledir. Bu da iki türlü açıklanabilir. Birincisine göre bu, bir önceki ayet-i kerimede geçen mü'minlerin sıfatı olarak i'rabda mü'minlerin i'rabına tabi kılınmıştır. (Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur: O mü'minler ki, tevbe edenler, ibadet edenler...dir). İkinci açıklamaya göre, övgü olmak üzere nasb edilmiştir. (Yani: İşte o tevbe edenler, ibadet edenler... gerçekten övülmeye değer kimselerdir).

 

3- "Kötülükten Vazgeçirmeye Çalışanlar" Anlamındaki Buyruktan Önce Gelen ''Vav'':

 

İlim adamları, Yüce Allah'ın: "Kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar" buyruğundaki "vav"ın gelişi hususunda farklı görüşlere sahiptirler. (Çünkü, sıfatlar arasına vav girmemelidir). Bir görüşe göre, buradaki "vav", Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi, "kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar"ın niteliği başına getirilmiştir. (Yani, bu da bir sıfattır); 'Ha, Mim. Kitabın indirilmesi, hükmünde galip, en iyi bilen Allah'tandır. O, günahları bağışlayan ve tevbeleri kabul eden ... dır'' (el-Mu'min, 1-3). İşte Yüce Allah bu ayeti kerimede de mü'minlerin niteliklerinin bir bölümünü "vav" getirerek, bir bölümünü de getirmeksizin zikretmiştir. Bu ise Arap dilinde uygun ve alışılmış bir şeydir. Bu gibi hususlarda "vav" harfinin niçin geldiğinin hikmeti ve gerekçesi araştırılmaz.

 

Bir diğer görüşe göre, kötülükten alıkoymaya çalışan kimsenin, iyiliği emreden kimse ile birlikte sözkonusu edilişi dolayısıyla araya "vav" harfi gelmiştir. Hemen hemen bunlardan birisi tek başına zikredilmiyor gibidir. "Dullar ve bakireler'' (et-Tahrim, 5) buyruğu da böyledir. Bundan sonra gelen "ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar" anlamındaki buyruğun başına da "vav" harfinin gelmesi ise, "vav" ile atfedilen kelimeye yakın olmasından dolayıdır. Bu "vav"ın zaid olduğu da söylenmiştir, ancak bu görüş zayıftır ve bir anlam ifade etmez.

 

Bir diğer görüşe göre buradaki "vav," "vav-ı semaniye" (zikredilen yedi şeyden sonra sekizincinin başına getirilen "vav") olduğu da söylenmiştir. Çünkü, Araplara göre yedi, tam ve sahih bir sayıdır. Yüce Allah'ın: "Dullar ve bakireler'' anlamındaki buyruk ile, "ve kapıları açılacağında'' (ez-Zümer, 73) ile: "Yedidir ve sekizincileri köpekleridir diyecekler'' (el-Kehf, 22) buyruğunda da böyledir. İbn Haleveyh bunu, Ebu Ali el-Farisı ile münazaratında Yüce Allah'ın: "Ve kapıları açılacağında'' buyruğundaki "vav"ın anlamına dair açıklamalarında zikretmiş, ancak Ebu Ali bunu kabul etmemiştir.

 

İbn Atiyye der ki: Bana babam -Allah ondan razı olsun- nahiv alimi üstad -gözleri görmeyen- Ebu Abdullah el-Malaki (Malakalı)den -ki, Gırnata'yı yurt edinip, orada İbn Habus döneminde Kur'an okutmuş bir kimsedirşöyle dediğini anlattı: Bu, kimi Arap kabilelerinin fasih bir şivesidir. Bunlar, saydıkları vakit bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi ve sekiz, dokuz, on ... diye sayarlar. Evet, bunların lehçeleri böyledir. Bunların lehçelerinde sekizinci bir şey sözkonusu edildi mi, araya "vav" koyarlar.

 

Derim ki: Bu Kureyş'in de şivesidir. İleride buna dair açıklamalar ve bunun tenkidi -yüce Allah'ın izniyle- el-Kehf Süresi'nde (22 ayetin tefsirinde) ve yine -yüce Allah'ın izniyle- ez-Zümer Süresi'nde (73. ayetin tefsirinde) gelecektir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Tevbe 113

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR