TEVBE 90 |
وَجَاء الْمُعَذِّرُونَ
مِنَ الأَعْرَابِ
لِيُؤْذَنَ
لَهُمْ
وَقَعَدَ الَّذِينَ
كَذَبُواْ اللّهَ
وَرَسُولَهُ
سَيُصِيبُ
الَّذِينَ كَفَرُواْ
مِنْهُمْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ |
90. Bedevilerden özür
beyan edenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve Resulüne
yalan söyleyenler de oturup kaldılar. İçlerinden kafir olanlara da pek acıklı
bir azap çarpacaktır.
Yüce Allah'ın: "Bedevilerden
özür beyan edenler ... geldiler" buyruğundaki "özür beyan
edenler" anlamına gelen kelimeyi, el-A'rec ile ed-Dahhak; (...) şeklinde
("zel" harfi) şeddesiz olarak okumuşlardır. Ebu Kureyb bunu Ebu
Bekir'den, o, Asım'dan diye bu şekilde okuduğunu rivayet ettiği gibi, kıraat
sahipleri de bunu İbn Abbas'tan böyle okuduğumı rivayet ederler. el-Cevheri der
ki: İbn Abbas "Özür beyan edenler" şeklinde şeddesiz olarak ve;
(...)'den gelen bir kelime gibi okumuş ve Allah'a andolsun ki, bu şekilde
indirilmiştir, dermiş.
en-Nehhas der ki: Şu
kadar var ki, bu rivayet el-Kelbi etrafında dönüp dolaşır. Ve bu, (...)'den
gelmektedir ki, (...) sözü de buradan gelmektedir. Yani, sana öncelikle gelip de
seni uyaran kişi artık mazeret hususunda alabildiğine ileri gitmiş
anlamındadır.
Şeddeli olarak; (...)
şeklindeki okuyuş ile ilgili de iki görüş vardır.
Birincisine göre özür
beyan eden kimse haklı olur, bu durumda özür sahibi olduğundan, özür beyan eden
kişi demektir. Bu açıklamaya göre de kelimenin aslı; (...) şeklindedir. Ancak,
"te" harfi "zel" harfine dönüştürülüp ona idğam olunmuş,
"te" harfinin harekesi de "ayn" harfine verilmiştir.
Nitekim "Çekişirler'' (Yasin, 49) kelimesinin "hı" harfi üstün
olarak okunduğu gibi.
Bununla birlikte iki
sakin bir arada bulunduğu için "ayn" harfinin esreli okunması da
"mim" harfine tabi kılınarak ötreli okunması da mümkündür. Bunu,
el-Cevheri ve en-Nehhas zikretmişlerdir. Şu kadar var ki en-Nehhas bunu
el-Ahfeş, el-Ferra, Ebu Hatim ve Ebu Ubeyd'den nakletmektedir. Bunun aslının;
(...): şeklinde olmakla birlikte "te" harfinin "zel"
harfine idğam edilmiş olması ve özür sahibi olan kimseler anlamına gelmesi de
mümkündür. Nitekim Lebid şöyle demiştir: "Bir yılın sonuna kadar (ağlayın)
sonra üzerinize olsun selam adı. Kim tam bir yıl ağlayacak olursa, artık o,
özrünü de ortaya koymuş olur."
Diğer görüşe göre bu
şekilde özür beyan eden kişi haksız kimse olur, o da özrü, mazereti bulunmadığı
halde (yalan yere) özür beyan eden kişi demektir. el-Cevherı der ki: Böyle bir
kimsenin; "Özür beyan edici olması," yalan yere bir işi yapan
kimseleri anlatmak için kullanılan; (...) veznine göre kullanılmış olur. Çünkü
böyle bir kimse hasta olmadığı halde hasta olduğunu ve kusurlu hareket ederek
özürsüz mazeret beyan eden kimse demektir.
el-Cevheri'den başkaları
da şöyle demektedir: (...); ifadesi filan kişi o işte kusurlu davrandı ve bu
hususta üzerine düşeni sonuna kadar yerine getirmedi, demektir.
Buna göre anlam, onlar
yalan yere özür beyan ettiler, şeklinde olur. el-Cevheri der ki: İbn Abbas:
Allah, yalan yere özür beyan eden muazzirleri (lanetlesin). Adeta ona göre
şeddeli olarak "muazzir" gerçekte hiçbir özrü bulunmaksızın yalan
yere mazereti olduğunu izhar eden kimse imiş gibi anlıyor gibidir.
en-Nehhas der ki:
Ebu'l-Abbas Muhammed b. Yezid der ki: Buradaki "el-Muazzirün"
kelimesinin, aslında "el-Mu'tezirun" şeklinde olması mümkün değildir
ve bu kelimede idğam da caiz olmaz, çünkü o takdirde anlam karışıklığı olur.
İsmail b. İshak da el-Halil ve Sibeveyh'in görüşlerine göre burada idğamın uzak
bir ihtimal olduğunu nakletmektedir. Diğer taraftan, ifadelerin akışı onların
mazeretleri bulunmayan ve yerilen kimseler olduğunu göstermektedir. (İsmail b.
İshak) der ki: Çünkü onlar, kendilerine izin verilsin diye gelmişlerdi. Eger
bunlar gerçekten zayıf, hasta ve harcayacak birşey bulamayan kimselerden
olsalardı, izin istemeye gerek duymazlardı.
en-Nehhas der ki:
"Mazeret, mazeret beyan etmek ve mazeretini açıklayıp mazur görülmek
istemek" aynı kökten, aynı şeyden gelirler, bu da zor ve yerine
getirilmesi müteazzir (adeta imkansız) olan şeyler demektir. Araplar ise,
"Filana yapacaklarımdan ötürü beni kim mazur görür?" derler ki, bunun
anlamı şudur: O, öyle büyük bir iş yaptı ki, bundan dolayı benim kendisini
cezalandırmamı hak etmiştir. İnsanlar ise onun bu yaptığını bilmiyor. Ben onu
cezalandıracak olursam, kim beni mazur görür, mazeretimi kabul eder?
("Zel"
harfinin) şeddesiz okunuşu ile ilgili olarak İbn Abbas der ki: Bunlar bir özür
sebebiyle savaştan geri kalıp Peygamber (s.a.v.)'in de kendilerine izin verdiği
kimselerdir.
Bir diğer görüşe göre
bunlar, Amir b. et-Tufeyl'in adamlarıdırlar, şöyle demişlerdi: Ey Allah'ın
Rasülü, biz sizinle birlikte gaza yapacak olursak, Tay kabilesinin bedevileri
hanımlarımıza, çocuklarımıza ve davarlarımıza baskın düzenleyecekler. Bunun
üzerine Hz. Peygamber onların bu özürlerini kabul etmişti.
Şeddeli kıraate dair
ikinci görüşe göre ise, burada sözü edilenler Gıfarlı bir topluluk idiler. Bunlar,
gelip özür beyan etmişlerdi, Peygamber (s.a.v.) ise, onların haksız olduklarını
bildiği için onların bu mazeretlerini kabul etmemişti. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır
Bir topluluk ise,
Rasülullah (s.a.v.)'a karşı cüretkarca davranarak açıkladıkları bir mazeret
bulunmaksızın oturup cihada çıkmamışlardı. Bunlar, Yüce Allah'ın kendilerinden:
"Allah'a ve Resulüne yalan söyleyenler de oturup kaldılar" buyruğu
ile haber verdiği kimselerdir. Bunların yalan söylemelerinden kasıt ise,
"biz mü'minleriz" sözleridir.
"İzin verilsin
diye" buyruğu ise, "lam-ı key" ile nasb edilmiştir
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN