ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TEVBE

75

/

78

وَمِنْهُم مَّنْ عَاهَدَ اللّهَ لَئِنْ آتَانَا مِن فَضْلِهِ لَنَصَّدَّقَنَّ وَلَنَكُونَنَّ مِنَ الصَّالِحِينَ {75}

فَلَمَّا آتَاهُم مِّن فَضْلِهِ بَخِلُواْ بِهِ وَتَوَلَّواْ وَّهُم مُّعْرِضُونَ {76}

 فَأَعْقَبَهُمْ نِفَاقاً فِي قُلُوبِهِمْ إِلَى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَا أَخْلَفُواْ اللّهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُواْ يَكْذِبُونَ {77}

 أَلَمْ يَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَاهُمْ وَأَنَّ اللّهَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ {78}

 

75. İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti: "Eğer bize lütfundan ihsan ederse andolsun ki sadaka vereceğiz ve muhakkak ki, salihlerden olacağız. "

76. Ama kendilerine lütfundan ihsan edince de cimrilik edip yüz çevirerek gerisin geriye döndüler.

77. Nihayet Allah'a verdikleri sözlerini tutmadıkları ve yalan söyleyegeldikleri için, O da huzuruna çıkacakları güne kadar kalplerine bir nifak sokarak onları cezalandırdı.

78. Onlar, gizlediklerini de fısıltılarını da Allah'ın muhakkak bildiğini, Allah'ın bütün gaybları çok iyi bildiğini bilmezler mi?

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

 

1- Buyrukların Nüzul Sebebi:

2- Allah'a Söz Verenler:

3- Yalnız Kişi için Bağlayıcı Olan Hükümler Neye Göre Verilir:

4- Geleceğe Dair Temenniler:

5- Temenni Yoluyla Adakta Bulunmanın Hükmü:

6- Allah'ın Lütfuna Rağmen Cimrilik Edenler:

7- Allah'a Verilen Sözde Durmamanın Cezası:

8- Münafıklık ve Çeşitleri:

 

1- Buyrukların Nüzul Sebebi:

 

Yüce Allah'ın: "İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti ... " ile ilgili olarak Katade şöyle demektedir: Burada sözü edilen kişi Ensardan birisidir. O şöyle demişti: Allah bana rızık olarak birşeyler verecek olursa, hiç şüphesiz ondaki Allah hakkını ödeyeceğim ve tasaddukta bulunacağım. Allah ona bu dediği şeyi verince, bu sefer Kitab-ı Keriminde size okunan bu buyruklarda belirtilen işleri yaptı. O bakımdan yalan söylemekten kaçınınız. Çünkü yalan günahkarlığa götürür. Ali b. Yezid, el-Kasım'dan, o, Ebu Umame elBahili'den rivayet ettiğine göre Sa'lebe b. Hatıb el-Ensari Peygamber (s.a.v.)'e dedi ki: Allah'a dua et de bana mal rızık versin, ihsan etsin. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Yapma ey Sa'lebe! Şükrünü eda edebileceğin az bir mal, (şükrünün) altından kalkamayacağın çok (mal) dan hayırlıdır." İkinci bir defa gelerek yine Peygambere isteğini tekrarlayınca Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah'ın Peygamberi gibi olmaya razı değil misin? Ben, dağların benimle birlikte altın olup yol almasını isteyecek olsam, hiç şüphesiz öylece yol alırlardı." Sa'lebe şöyle dedi: Seni hak ile gönderen adına yemin ederim ki, eğer sen Allah'a dua edip de O da rızık olarak bana mal ihsan edecek olursa, hiç şüphesiz her hak sahibine hakkını vereceğim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona dua etti. O da koyun satın aldı. Solucan ve kurtların çoğalması gibi çoğaldılar. Medine ona dar geldi. Bu sefer Medine'nin dışına çıktı, Medine vadilerinden birisine yerleşti. Artık sadece öğle ve ikindi namazlarını cemaatle kılabiliyordu. Diğerlerini ise terk etti. Zamanla koyunları daha bir artıp çoğaldı, bu sefer Peygamber ve cemaati -Cuma namazı müstesna- büsbütün terketti. Koyunları artmaya devam etti, nihayet Cuma'yı da terketti. Bu sefer, Rasülullah (s.a.v.) üç defa: "Yazıklar sana ey Sa'lebe" diye buyurdu. Daha sonra Yüce Allah'ın: "Mallarından birsadaka al ki ...'' (et-Tevbe, 103) ayeti nazil oldu. Peygamber (s.a.v.) da zekat toplamak üzere iki kişiyi gönderdi. Onlara: "Sa'lebe'ye ve -Süleymoğullarından bir adamın adını vererek- filana uğrayın ve onların sadakalarını (zekatlarını) alın" dedi. Bu iki görevli Sa'lebe'ye gittiler. Ona, Rasülullah (s.a.v.)'ın gönderdiği mektubu okuttular. Bu sefer O: Bu ancak cizyenin bir benzeridir. İşinizi gidin görün, bitirdikten sonra bana uğrayın dedi ... ve hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Bu ise bilinen ünlü bir olaydır.

 

Sa'lebe'nin zenginlik sebebinin bir amcası oğluna mirasçı olması olduğu da söylenmiştir.

 

İbn Abdi'l-Berr der ki: Denildiğine göre, Yüce Allah'ın: "İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti" buyruğu, Sa'lebe b. Hatıb hakkında -zekat vermemesi üzerine- inmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ancak, Bedir'de hazır bulunanlar hakkında söylediği nakledilen hadis ile ayet-i kerimede yer alan: "O da huzuruna çıkacakları güne kadar kalplerine bir nifak sokarak onları cezalandırdı" buyruğunun birlikte anlaşılması zordur.

 

Derim ki: İbn Abbas'tan ayetin nüzul sebebine dair şu da nakl edilmektedir: Hatıb b. Ebi Beltea'nın, Şam'da bulunan (ticaret) malının ulaşması gecikince, Ensar'ın bulunduğu toplantılardan birisinde: Eğer o malım kurtulursa ben onun bir bölümünü sadaka olarak dağıtacağım, ve akrabalık bağını gözeteceğim, dedi. Ancak, malı kurtulunca bu konuda cimrilik göstermesi üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

 

Derim ki: Sa'lebe (b. Hatıb) Bedir'e katılmış ve Ensar'a mensup bir kimsedir. Allah'ın da Resulünün de -el-Mümtehine Süresi'nin baş taraflarında açıklanacağı üzere- mü'min olduklarına dair lehlerine şahidlik ettiği kimselerdendir. O halde, ona dair gelen bu rivayet sahih değildir. Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Hakkında ayetin indirildiği ve zekat vermeyen Sa'lebe ile ilgili olarak açıklamalarda bulunanların bu açıklamalarının sahih olmama ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

ed-Dahhak der ki: Ayet-i kerime münafıklardan Nebtel b. el-Haris, el-Ced

b. Kays ve Muattib b. Kuşeyr gibi bir takım kimseler hakkında inmiştir.

 

Derim ki: Ayetin onlar hakkında indiğine dair bu açıklama daha uygun görünmektedir. Şu kadar var ki: Yüce Allah'ın: " ... Bir nifak sokarak onları cezalandırdı" buyruğu, Allah'a ahid verenin, bundan önce münafık olmadığını göstermektedir. Ancak bunun anlamının: Allah, onların münafıklıklarını daha bir artırdı ve ölene kadar münafıklık üzere kalmaya devam ettiler, şeklinde olması hali müstesnadır. İşte ileride geleceği üzere Yüce Allah'ın: "Huzuruna çıkacakları güne kadar" buyruğu ile anlatılan da budur.

 

2- Allah'a Söz Verenler:

 

(Mezhebimize mensup) ilim adamlarımız derler ki: Yüce Allah: "İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti..." buyruğu, bu söz veren kimselerin diliyle söz verip, kalbiyle ona inanmadığı ihtimali olduğu gibi, hem diliyle, hem kalbiyle Allah'a söz vermiş olup daha sonra sonunun kötü gelmiş olma ihtimali de vardır. Çünkü ameller sonları ile değerlendirilir, günler de akibetleriyle.

 

(Ayetin başındaki): " ... den" lafzı mübteda olarak ref mahallindedir, haberi ise mecı-ür ifade içindedir.

 

"Yemin" lafzı, hadis-i şerifte de varid olmuştur. Kur'an-ı Kerim'in zahirinde ise, ancak bağlanmak ve hükmünü yerine getirmek kastıyla yemin lafzı kullanılmıştır. Manayı te'kid için yemine gelince, buna "lam" harfi delalet etmektedir. Burada, birinci kasem, ikincisi de cevabın başına gelen "lam" olmak üzere iki "lam" vardır. Her ikisi de te'kid içindir. Nahivcilerden kimisi bu iki "lam" da kasem "lam"ı dır demekte ise de, birinci görüş daha kuvvetlidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

3- Yalnız Kişi için Bağlayıcı Olan Hükümler Neye Göre Verilir:

 

Ahdetmek, boşamak ve kişinin tek başına kendisini ilgilendiren ve bu hususta başkasına ihtiyacı bulunmayan her bir hükümde, kişinin maksadı onun için bağlayıcı kabul edilir. İsterse bunu diliyle telaffuz etmesin. Bunu ilim adamlarımız ifade etmiştir.

 

Şafii ve Ebu Hanife ise derler ki: Bir kimse bir şeyi söylemedikçe onun ile ilgili hiçbir hüküm hiçbir kimse için bağlayıcı olmaz. İlim adamlarımızın diğer görüşü de budur.

 

İbnü'I-Arabi der ki: Bizim benimsediğimiz görüşün sıhhatinin delili, Eşheb'in, Malik'ten yaptığı şu rivayettir: Malik'e: Bir kimse kalbiyle hanımını boşamayı niyet edip diliyle bunu telafuz etmeyecek olursa ne olur, diye sorulmuş, O da: Bu talakı gerçekleşir, onun için bağlayıcıdır. Tıpkı kişinin kalbiyle mü'min ve kalbiyle kafir olması gibi bağlayıcıdır, demiştir. (Devamla) İbnü'I-Arabi der ki: İşte bu harikulade bir asli delildir ve bu delile göre şöyle demek gerekir: Kişiyi bağlayıcı olması için kişinin başka bir kimseye ihtiyaç duymadığı herbir akid, aleyhine mücerred niyetiyle gerçekleşir. Bunun asli dayanağı da iman ve küfürdür.

 

Derim ki: İkinci görüşün delili ise, Müslim'in Ebu Hureyre'den şöyle dediğine dair rivayet edilen hadistir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Muhakkak Allah içlerinden geçirdiklerini -işlemedikçe, yahut da onu sözlü olarak ifade etmedikçe- ümmetime bağışlamıştır." Bu hadisi Tirmizi de rivayet etmiş ve: Hasen, sahih bir hadistir, demiştir. İlim ehlince amel de buna göredir. Bir kimse kendi içinden hanımını boşamayı geçirecek olsa, onu sözlü olarak söylemediği sürece bu hiçbir şey ifade etmez,  demektedir .

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Kalbiyle boşama kararını verip de di-

liyle bunu söylemeyenin bu durumu hiçbir şey ifade etmez. Malik'ten daha meşhur olan görüş budur. Bununla birlikte ondan, kalbiyle boşamayı niyet etmesi halinde bağlayıcı olduğunu söylediği de rivayet edilmiştir. Nitekim bir kimsenin diliyle söylemeyecek olsa dahi kalbiyle kafir olması gibi. Ancak, gerek kıyas bakımından, gerekse rivayet yolu bakımından birinci görüş daha sahihtir. Çünkü Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah, ümmetime içlerinden geçirdikleri vesveseleri, onu dille söylemedikleri yahut elle işlemedikleri sürece affetmiştir."

 

4- Geleceğe Dair Temenniler:

 

Bir kimse geleceğe dair bir adakta bulunacak olursa, adağı yerine getirmenin vücubu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Bunu yerine getirmemek bir masiyettir. Eğer yemin ise yeminin gereğini yerine getirmek, ittifakla vacib değildir. Şu kadar var ki, şu hususa dikkat edilmelidir. Eğer kişi farz-ı ayn olarak zekat vermesi gerekmeyen bir fakir ise, Allah'tan zekat düşecek kadar bir mal isterse ve kendisine farz olanı eda edeceğini ahd ederse, Allah ona bu isteğini verince de söylediği ahd ile üstlenmeksizin dahi ödemesi gereken asıl yükümlülüğü yerine getirmeyi terk etmesi halinde (vebal sözkonusudur). Şu kadar var ki: Onu asıl aldatan şey, hakları eda etmek kastıyla mal talebinde bulunması oldu. Çünkü, onun Allah'tan bu talebi halis bir niyet ile değildi. Yahut da belli bir niyetle bu taleple bulunmakla birlikte, hakkında bedbahtlığın yazılmış ve takdir edilmiş olduğu bir istekti bu. Böyle bir halden Allah'a sığınırız.

 

Derim ki: Hz. Peygamberin: "Sizden herhangi bir kimse temennide bulunacak olursa, temennisine dikkatle baksın. Çünkü o, Yüce Allah'ın gaybında temenni ettiği şeyden kendisi hakkında neler yazıldığını bilemez'' buyruğunda kasıt, temennisinin akibetidir. Çünkü nice temenni vardır ki, ona aldanılır, fitneye düşürülür, yahut da kişi bundan dolayı azgınlaşır ve dünyada da ahirette de helak olmaya sebep teşkil eder. Çünkü dünya işlerinin akibetleri müphemdir, gaileleri tehlikelidir. Dini ve uhrevi temennilere gelince, bunların temennisi akibeti itibariyle övülmeye değerdir, bunlar teşvik edilmiştir ve bunlar mendup görülmüştür.

 

5- Temenni Yoluyla Adakta Bulunmanın Hükmü:

 

Yüce Allah'ın: "Eğer bize lütfundan ihsan ederse, andolsun ki sadaka vereceğiz" buyruğu: Şuna şuna malik olursam o sadaka olsun, diyen bir kimsenin bu sözünü yerine getirmekle yükümlü olduğuna delildir. Ebu Hanife de bu görüştedir. Şafii böyle diyenin bu sözü o kimse için bağlayıcı değildir, der. Boşamadaki görüş ayrılığı da bu şekildedir, köle azad etmekte de böyledir.

 

Ahmed b. Hanbel der ki: Böyle bir temennide bulunmak, köle azad etmekte bağlayıcıdır, talakda bağlayıcı değildir. Çünkü köle azad etmek Allah'a yakınlaştırıcı bir ibadettir ve Allah'a yakınlaştırıcı ibadetler adakta bulunmak suretiyle kişinin zimmetinde sabit olur (kişiye borç olur). Talak ise böyle değildir, o, belli bir husustaki bir tasarruftur, böyle bir şey zimmette sabit olmaz (borç olmaz).

 

Şafii, Ebu Davud, Tirmizi ve diğerlerinin rivayet ettikleri şu hadisi delil göstermektedir: Amr b. Şuayb'dan, o, babasından, o, dedesinden dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ademoğlunun malik olmadığı bir şey hakkında adakta bulunması da sözkonusu değildir, malik olmadığı şeyi azad etmesi de sözkonusu değildir, malik olmadığı bir şeyde boşama hakkı da yoktur." Lafız Tirmizi'nin olup şöyle demektedir: Bu hususta Ali, Muaz, Cabir, İbn Abbas ve Aişe'den de gelen rivayetler vardır. Abdullah b. Amr'ın hadisi ise hasen bir hadistir ve bu, bu hususta rivayet edilen en güzel rivayettir. Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından ve diğerlerinden ilim ehlinin çoğunluğunun görüşü de budur.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Bu hususta Şafii mezhebine mensup ilim adamları, sahih olmayan ve delil olmaya elverişli bulunmayan pek çok hadisler kaydederler. Geriye bu ayetin zahirinden başka birşey (delil olarak) kalmamaktadır.

 

6- Allah'ın Lütfuna Rağmen Cimrilik Edenler:

 

"O da kendilerine lütfundan ihsan edince" bağışlayıp verince "de" sadaka vermek, malı hayır yollarında infak etmek, daha önceki taahhütlerini ve ileri sürdükleri yükümlülüklerini yerine getirmek hususunda "cimrilik edip yüzçevirerek gerisin geriye döndüler." Yani, İslam'dan yüzçevirdiklerini açığa vurarak Allah'a itaat etmeyip gerisin geri döndüler. Al-i İmran Suresi'nde (180. ayet 1. başlık ve devamında) cimriliğe dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

 

7- Allah'a Verilen Sözde Durmamanın Cezası:

 

"Bir nifak sokarak onları cezalandırdı" buyruğunda iki mef'ul vardır. Yüce Allah kalplerine bir nifak sokarak onları cezalandırdı, demektir. Bir görüşe göre de cimrilik akabinde kalplerine bir nifak sokarak ceza görmelerine sebep teşkil etti, demektir. İşte bundan dolayı "Lütfundan ... cimrilik edince" diye buyurmuştur.

 

"Huzuruna çıkacakları güne kadar" buyruğu cer mahallindedir. Yani, onlar cimriliklerinin cezasını görecekleri güne kadar kalplerine bir nifak sokarak onları cezalandırdı. Cimriliklerinin cezasını görecekleri gün şeklindeki bu açıklama: Yarın sen amelini göreceksin, onunla karşılaşacaksın, demeye benzer.

 

"Huzuruna çıkacakları güne kadar" buyruğunun, Allah'ın huzuruna çıkacakları güne kadar anlamına geldiği de söylenmiştir. İşte bu buyrukta, sözü edilen kimsenin münafık olarak öldüğüne delil vardır. Ancak, bu buyruğun hakkında indirildiği kimsenin Sa'lebe veya Hatıb olma ihtimali uzaktır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Hz. Ömer'e şöyle demişti: "Allah'ın Bedir ehline, muttali olarak dilediğinizi yapınız. Ben size (günahlarınızı bağışladım) demediğini nereden bilirsin?" Sa'lebe de, Hatıb da Bedir'de hazır bulunan ve bu gazada tanık olanlardandı.

 

"Nihayet Allah'a verdikleri sözlerini tutmadıkları ve yalan söyleye geldikleri için O da ... onları cezalandırdı." Onların yalan söylemeleri, sözlerini bozmaları ve yerine getireceklerini taahhüt ettikleri hususları terk etmeleri şeklinde ortaya çıkmıştı.

 

8- Münafıklık ve Çeşitleri:

 

"Nifak" kalpte olursa küfürdür. Eğer amellerde olursa masiyettir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Dört şey var ki, onlar kimde bulunursa, o kişi katıksız münafık olur.

 

Kimde bunlardan bir tanesi bulunacak olursa, onu terkedinceye kadar o kimsede münafıklıktan bir haslet (özellik) bulunur: Kendisine bir şey emanet verilirse hainlik eder, konuştuğu zaman yalan söyler, ahidleştiği zaman ahdinde durmaz ve tartıştığı zaman da haddi aşar, kötü söz söyler." Bu hadisi Buharı rivayet etmiştir. Bu kelimenin türeyişi ile açıklamalar daha önce Bakara Süresi'nde (10. ayetin tefsirinde) geçtiğinden burada onları tekrarlamanın bir anlamı yoktur.

 

İlim adamları bu hadisin te'vili hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bir kesim şöyle demektedir: Bu hüküm yalan olduğunu bilerek bir söz söyleyen, kendisine bağlı kalması gerektiğine inanmaksızın ahidleşen ve zamanı gelince hainlik etmek için emaneti bekleten kimse hakkında sözkonusudur. Bu görüşün sahipleri senet itibariyle zayıf bir hadis olan şu rivayete dayanırlar:

 

Ali b. Ebi Talib, Ebu Bekir ve Ömer'le (Allah hepsinden razı olsun) Rasülullah (s.a.v.)'ın yanından kederli bir şekilde çıkarken karşılaşmış. Hz. Ali: Ne diye sizi böyle kederli görüyorum diye sorunca, Onlar da: Münafıkların nitelikleriyle ilgili olarak Rasülullah (s.a.v.)'dan işittiğimiz bir hadisten dolayı. (Hadis şudur): "(Münafık) konuştuğu zaman yalan söyler, ahidleştiği zaman bozar, kendisine bir şeyemanet edilirse hainlik eder, söz verirse sözünde durmaz." Hz. Ali: Peki buna dair ona birşey sormadınız mı, diye sorunca, Onlar: Resulullah (s.a.v.)'dan çekindik, dediler Hz. Ali: O halde ben ona soracağım, demiş ve Resulullah (s.a.v.)'ın huzuruna girerek şöyle sormuş: Ey Allah'ın Resulü, Ebu Bekir ve Ömer yanından üzüntülü bir şekilde çıktılar Daha sonra da söylediklerini nakletmiş. Bunun üzerine (Hz. Peygamber) şöyle buyurmuş: "Ben onlara bir hadis söyledim, ama onların anladıklarını kastetmedim. Ancak münafık kendi kendisine yalan söylediğini bile bile konuştuğu vakit yalan söyleyen, söz verdiğinde kendi kendisine bu sözünde durmayacağını telkin eden, kendisine emanet bırakıldığında içten içe bu emanete hainlik edeceğini kararlaştıran kimsedir.''

 

İbnü'l-Arabi der ki: Bu işleri kasti olarak işleyenin kafir olmayacağına dair açık deliller vardır. Kişi, ancak Allah'a, sıfatlarına dair hususlardaki bilgisizliği, yahut da O'nu yalanlaması ile ilgili bir itikad ile kafir olur. Şanı Yüce Allah ise cahillerin inanışlarından ve sapıkların sapmalarından yücedir, münezzehtir

 

Bir başka kesim şöyle demektedir: Bu husus Rasülullah (s.a.v.)'ın dönemindeki münafıklara hastır. Onlar, bu konuda Mukatil b. Hayyan'ın, Said b. Cübeyr'den, onun, İbn Ömer ile İbn Abbas'tan şöyle dediklerine dair rivayetini delil gösterirler. İbn Ömer ile İbn Abbas dediler ki: Bir grup ashab ile birlikte varıp dediler ki: Ey Allah'ın Resulü, sen şöyle buyurdun: "üç haslet vardır ki, onlar kimde bulunursa o kişi ister oruç tutsun, namaz kılsın ve mürmin olduğunu iddia etsin yine münafıktır: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir emanet verildiği zaman hainlik eder Ve her kimde bu hasletlerden birisi bulunursa, o kimsede münafıklığın üçte"biri var demektir" Biz bunlardan, yahut bunlardan birisinden kendimizi kurtaramayacağımız yahut da insanların çoğunun bunlardan uzak kalamayacağı kanaatindeyiz. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) güldü ve şöyle buyurdu: "Sizin bunlarla ne ilginiz var ki? Ben bu özellikleri, Yüce Allah'ın Kitabında münafıkları tahsis ettiği gibi münafıklara has olarak söyledim. Benim, konuştuğu zaman yalan söyler, şeklindeki ifadem, Yüce Allah'ın: "Münafiklar sanageldiklerinde...'' (el-Münafikun, 1) buyruğu gibidir. Siz böyle misiniz?" Biz: Hayır deyince şöyle buyurdu: "Bundan dolayı o halde korkmayınız. Siz bundan uzaksınız. Benim, söz verdiği zaman sözünde durmaz şeklindeki ifademe gelince; bu da Yüce Allah'ın bana indirmiş olduğu şu buyruklardadır: "İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti: Eğer bize lütfundan ihsan ederse ... " -diyerek üç ayeti okudu- "Siz böyle misiniz?" diye sordu, biz: Hayır dedik. Allah'a hamd olsun ki, eğer herhangi bir hususa dair Allah'a söz verecek olursak, onu yerine getiririz. Şöyle buyurdu: "O halde sizin için korkacak birşey yok, siz bundan uzaksınız. Ona bir şeyemanet edilirse hainlik eder şeklindeki sözüme gelince; bu da Yüce Allah'ın bana indirmiş olduğu şu buyrukta dile getirilmektedir: "Muhakkak Biz emanetigöklerle yere ve dağlara arzettik de ...'' (el-Ahzab, 72) Buna göre her kişiye din emanet olarak verilmiştir. Mü'min kişi gizlide de açıkta da cünüplükten yıkanır. Münafık ise bu işi ancak açıktan açığa yapar. Siz böyle misiniz?" Biz: Hayır dedik. Şöyle buyurdu: "O halde sizin için korkacak birşey yok, siz bundan uzaksınız."

 

Tabiinden ve imamlardan pek çok kimse bu görüştedir.

 

Bir başka kesim şöyle demektedir: Bu hüküm, bu tür hasletlerin çoğunlukla kendisine galip geldiği kimseler hakkındadır. Buhari ve ondan başka diğer ilim adamlarının görüşlerinden anlaşıldığına göre, kıyamet gününe kadar bu kötü hasletlere sahip olan bir kimse münafıktır.

 

İbnü'I-Arabi der ki: Benim görüşüme göre, bir kimseye masiyetler galip gelecek olsa bu, onun itikadını etkilemediği sürece kafir olmaz. (Mezhebimize mensup) ilim adamlarımız derler ki: Hz. Yusuf'un kardeşleri babalarına söz verdiler, fakat verdikleri sözde durmadılar. Ona birşeyler söyleyip aldattılar, yalan söylediler. Hz. Yusuf'u onlara emanet etti, ama o emanete hainlik ettiler, bununla birlikte münafık olmadılar.

 

Ata b. Ebi Rebah der ki: Yusuf'un kardeşleri bütün bu işleri yaptıkları halde münafık olmadılar, aksine peygamber oldular.

 

el-Hasen b. Ebi'l-Hasen el-Basri der ki: Münafıklık iki türlüdür: Yalan ile yapılan münafıklık ve ameli münafıklık. Yalan ile yapılan münafıklık Resulullah (s.a.v.) döneminde idi. Ameli münafıklığın ise kıyamet gününe kadar sonu gelmeyecektir. Buhari de Huzeyfe'den, münafıklığın Resulullah (s.a.v.)'ın döneminde olduğu, bugün ise ancak ve ancak imandan sonra küfre düşmenin sözkonusu olduğunu ifade ettiğini rivayet etmektedir.

 

Yüce Allah'ın: "Onlar, gizlediklerini de fısıltılarını da Allah'ın muhakkak bildiğini ... bilmezler mi?" şeklindeki bu buyruğu bir azardır. O, bu durumlarını bildiğine göre, onları pek yakında cezalandıracaktır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Tevbe 79

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR