ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TEVBE

41

انْفِرُواْ خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُواْ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ

فِي سَبِيلِ اللّهِ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ

 

41. Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak savaşa çıkın. Ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

 

1- et-Tevbe Suresi'nden ilk Nazil Olan Bölümler:

2- Savaşa ''Ağırlıklı ve Ağırlıksız Çıkma "nın Anlamı:

3- Ayet Mensuh mu'?

4- Topyekun Savaş:

5- Bir Kişinin Tek Başına Yerine Getirebileceği Yükümlülükler:

6- Kafirlerin Elindeki Esirlere ve Kafirlerin istilasına Karşı Müslümanların Yükümlülüğü:

7- Canla ve Malla Cihad:

 

1- et-Tevbe Suresi'nden ilk Nazil Olan Bölümler:

 

Süfyan, Husayn b. Abdurrahman'dan, o, Ebu Malik el-Cıfari'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Tevbe Süresi'nden ilk nazil olan: "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak savaşa çıkın" ayetidir. Ebu'd-Duha da böyle demiştir. (Ayrıca) dedi ki: Sonra onun ilk bölümleri, daha sonra da sonraki bölümleri nazil oldu.

 

2- Savaşa ''Ağırlıklı ve Ağırlıksız Çıkma "nın Anlamı:

 

Yüce Allah'ın: "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak savaşa çıkın" buyruğundaki; "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak" ifadesi hal olarak nasb edilmiştir.

 

Bunun açıklaması ile ilgili on görüş vardır: 1. İbn Abbas'dan nakledildiğine göre, Yüce Allah'ın: ''Küçük küçük birlikler halinde savaşa çıkın" (en-Nisa, 71) buyruğunu birbirinden ayrı askeri birlikler halinde savaşa çıkın diye açıklamıştır.

 

2. Yine İbn Abbas ve Katade'den gönül hoşluğuyla isteyerek ve istemiyerek diye açıkladıkları rivayet edilmiştir.

3. Ağırlıksızdan kasıt zengin, "ağırlıklı"dan kasıt da fakirdir, denilmiştir.

Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır.

4. "Ağırlıksız"dan kasıt genç, "ağırlıklı"dan kasıt da yaşlıdır. Bu açıklamayı da el-Hasen yapmıştır.

5. Zeyd b. Ali ve el-Hasen b. Uteybe meşgaleniz bulunsun yahut bulunmasın diye açıklamışlardır.

6. Ağırlıklıdan kasıt bakmakla yükümlü olduğu çoluk çocuğu bulunan, ağırlıksız da çoluk çocuğu bulunmayan kimse demektir. Bu açıklamayı da Zeyd b. Eslem yapmıştır.

 

7. Ağırlıklıdan kasıt, bir kimsenin bırakmak istemediği ve bırakması halinde de zarar göreceği varlığı bulunan, ağırlıksızdan kasıt ise böyle bir varlığı bulunmayan kimse demektir. Bu açıklamayı da İbn Zeyd yapmıştır.

 

8. Ağırlıksızdan kasıt piyadeler, ağırlıklıdan kasıt da süvarilerdir. Bu açıklamayı da el-Evzai yapmıştır.

9. Ağırlıksızdan kasıt, ordunun öncü birlikleri olarak savaşa öncelikle katılanlar, ağırlıklılardan kasıt ise ordunun tamamıdır.

 

10. Ağırlıksızdan kasıt kahraman kimse, ağırlıklıdan kasıt ise korkak kimsedir. Bu açıklamayı da en-Nekkaş nakletmiştir.

 

Ayet-i kerimenin anlamı ile ilgili doğru açıklama da şudur: İnsanlar toptan savaşmakla emr olunmuşlardır. Yani, savaş kastı ile hareket size ister ağır gelsin, ister hafif gelsin topluca savaşa çıkınız demektir.

 

Rivayete göre İbn Um Mektum Rasülullah (s.a.v.)'ın huzuruna gelmiş ve: Benim savaşa çıkmak görevim var mıdır diye sorunca, Hz, Peygamber de: "Evet" diye buyurdu, Daha sonra da Yüce Allah'ın: ''Ama'ya (savaşa çıkmamak hususunda) vebal yoktur" (el-Feth, 17) buyruğu nazil oldu,

 

Bütün bu açıklamalar aslında; "ağırlıklı ve ağırlıksız oluş" hususunda örnek sunmak kabilindedir.

 

3- Ayet Mensuh mu'?

 

Bu ayet-i kerimenin hükmü hususunda farklı görüşler vardır. Bunun, Yüce Allah'ın: "Zayıflara, hastalara". bir günah yoktur" (et-Tevbe, 91) buyruğu ile nesh olduğu söylendiği gibi, bu ayet-i kerimeyi nesh edenin: "Onların herbir topluluğundan bir kesim de ... kalmalı değilmiydi" (et-Tevbe, 122) ayeti olduğu da söylenmiştir. Ancak, doğrusu bu ayet-i kerimenin nesh olmadığıdır.

 

İbn Abbas, Ebu Talha'dan Yüce Allah'ın: "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak savaşa çıkın" buyruğu hakkında; genç ve yaşlılar olarak çıkın, Allah bu hususta hiçbir kimsenin mazeretini kabul etmemiştir; dediğini rivayet etmektedir. Bunun üzerine Şam'a çıkıp gitmiş ve vefat edinceye kadar cihad etmişti, Yüce Allah ondan razı olsun.

 

Hammad da Sabit ile Ali b, Zeyd'den, o, Enes'den rivayet ettiğine göre Ebu Talha, Tevbe Süresi'ni okumaya başlamış ve şu: "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak savaşa çıkın" ayetine gelince, ey oğullarım, demiş, Haydi beni savaşa çıkmak üzere donatın, beni donatın, demiş, Oğulları ona: Allah sana merhamet ihsan etsin. Sen Peygamber (s.a.v.) ile birlikte vefat edinceye kadar gazada bulundun. Ebu Bekir ile vefat edinceye kadar, Ömer'le de vefat edinceye kadar gazada bulundun, Senin yerine biz gazaya gideriz, dediyseler de o: Hayır beni donatınız, demişti. Bunun üzerine bir deniz savaşına katıldı ve denizde öldü. Kendisini gömecekleri bir adaya ancak yedi gün sonra ulaşabildiler. Onu orada defnettiler. Cesedinde hiçbir değişiklik olmamıştı.

 

Taberi de Hıms'da el-Mikdad b, el-Esved'i sarraflardan birisinin sandığı (kasası) üzerinde oturmuş ve şişmanlığından dolayı da bu kasanın üzerinden taşmış olduğu halde, savaş için hazırlanırken gören kimselerden isnadını kaydederek; ona: Allah senin mazeretin dolayısıyla savaşa katılmamana izin vermiştir, denilince o: "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak savaşa çıkın" buyruğunun içinde yer aldığı, savaşa çıkan birliklerin sözkonusu edildiği süreyi okumuş bulunuyorum, diye cevap vermişti.

 

ez-Zühri de der ki: Said b. el-Müseyyeb gözlerinden birisi kör olduğu halde gazaya çıktı. Kendisine: Sen hastasın denilince, o da şöyle cevap vermişti: Allah ağırlıklı olanın da ağırlıksız olanın da savaşa çıkmasını istedi. Savaşmak imkanını bulamasam dahi, müslümanların sayısını artırırım, geride bırakacakları eşyalarını korurum.

 

Yine rivayet olunduğuna göre savaşçılardan birisi, Şam'daki gazalardan birisinde bir adamın yaşlılıktan ötürü kaşlarının gözleri üzerine çöktüğünü görmüş, ona: Amcacığım Allah seni mazur görmüştür deyince, ona: Yeğenim, biz ağırlıklı ve ağırlıksız olarak savaşa çıkmakla emrolunduk, diye cevap vermiştir.

 

İbn Um Mektum -Allah ondan razı olsun; ki adı Amr'dır- Uhud günü şöyle demişti: Ben, gözü görmeyen bir kimseyim. O bakımdan sancağı bana teslim ediniz. Çünkü sancağı taşıyan geri dönecek ve kaçacak olursa ordu da bozguna uğrar. Ben ise kimin kılıcıyla üzerime geldiğinin farkına varamam. O bakımdan da yerimden ayrılmam. Ancak, önce de Al-i İmran Suresi'nde (152. ayetin tefsirinde) geçtiği üzere müslümanların sancağını ogün Mus'ab b. Umeyr almıştı.

 

İşte bu ve buna benzer ashab-ı kiram ve tabilnden gelen rivayetler dolayısıyla bu ayet hakkında nesh iddiasının sahih olamayacağını söyledik. Diğer taraftan herkesin savaşa çıkmasını gerektiren bir durumun varlığı da sözkonusu olabilir ki, bunu da bir sonraki başlıkta ele alacağız.

 

4- Topyekun Savaş:

 

Topyekun savaş düşmanın İslam topraklarının bir bölümüne galip gelmesi, yahut da müslüman topraklarının içlerine girmesi suretiyle cihadın farzı ayn olması halinde sözkonusu olur. Bu durum ortaya çıkacak olursa, o bölgede yaşayan ağırlıklı ağırlıksız, genç yaşlı herkesin kendi gücü oranında savaşa çıkması vacib (farz) olur. Babası bulunan kimsenin babasından izin almasına gerek olmaksızın çıkar, babası olmayan da savaşa çıkar. Çıkmaya gücü yeten ister savaşabilecek kimse olsun, isterse savaşçıların sayısını artırmak şeklinde olsun hiçbir kimse savaştan geri kalamaz. Eğer o bölge halkı düşmanlarına karşı koymaktan aciz düşecek olurlarsa onlara yakın ve komşu olanların da o belde halkının yükümlülüğünün aynısı ile savaşa çıkmaları gerekir. Ve bu husus onların düşmana karşı durabilecek ve kendilerini savunabilecek hale geldiklerini bilinceye kadar böylece devam eder. Düşmanlarına karşı zayıf olduklarını bilen ve kendilerine yetişip de onları kurtarabilme imkanını elde edeceğini zanneden herkesin de onlarla birlikte savaşmak üzere yanlarına gitmesi gerekir. Çünkü bütün müslümanlar kendilerinin dışında kalanlara karşı tek bir eldirler.

 

Düşmanın girip istila ettiği bölge halkı düşmana karşı gerekli savunmayı yapabilip düşmanı safdışı bıraktığı takdirde, bu cihad farzı da diğerlerinden sakıt olur. Eğer düşman dar-ı İslama yaklaşıp da oraya girmeyecek olursa, yine o bölge müslümanlarının düşmana karşı çıkmaları gerekir. Ta ki Allah'ın dini üstün gelsin, İslam diyarı korunsun, himaye edilmesi gerekenler himaye edilsin ve düşman küçük düşürülsün. Bu hususta hiçbir görüş ayrılığı yoktur.

 

Cihadın vacib olan bir diğer şekli de şudur: İslam devlet başkanı olan imamın, her yıl bir defa düşmanın üzerine bir bölümü gaza yapmak üzere göndermesi farzdır. Bunlarla kendisi de ya bizzat çıkar yahut güvendiği kimseyi onlarla beraber gönderir. Bunu da onları İslam'a davet etmek ve İslam'a girme lerini teşvik etmek için yapar, onların eziyetlerini önlemek, onlar üzerinde Allah'ın dininin üstünlüğünü sağlamak kastıyla yapar. Bu da İslam'a girinceye, yahut da elleriyle cizyeyi verecekleri vakte kadar böylece devam eder.

Kimi cihad şekli de nafiledir. Bu da imamın ardı arkasına değişik kesimleri savaşa göndermesi ve düşmanın gafil oldukları vakitlerde ve fırsat bulunacağı zamanlarda askeri birlikler göndermesi, saldırılarından korkulan yerlerde ribatlar ile onları gözetlemesi ve İslam'ın gücünü izhar etmesi şeklindedir.

 

Herkes görevini gereği gibi yerine getirmeyecek olursa, tek bir kişi ne yapar şeklindeki sorunun cevabı da bir sonraki başlıktadır.

 

5- Bir Kişinin Tek Başına Yerine Getirebileceği Yükümlülükler:

 

Böyle bir soruya şu şekilde cevap verilir: Bu durumda kişi tek başına bir esirin fidyesini ödeyerek onu esirlikten kurtarır. Çünkü o, (müslüman) bir esirin fidyesini ödeyecek olursa, o tek kişi hakkında müslümanlar topluluğu arasında bir ferd olarak ödemesi gereken miktardan daha fazlasını ödemiş olur. Çünkü bütün zenginler esirlerin fidyesini aralarında paylaştıracak olurlarsa, onlardan herbirisinin ödeyeceği miktar bir dirhemi bile bulmaz. Yine böyle bir kişi bu durumda eğer gücü yetiyorsa bizzat gazaya çıkar. Aksi takdirde bir gaziyi donatır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her kim bir gaziyi donatırsa bizzat gazaya çıkmış gibidir. Her kim o gazinin aile halkını hayır ile gözetir (işlerini görür) ise o da gaza etmiş olur." Bu hadisi sahih kaynaklar rivayet etmişlerdir.

 

Bunun böyle olmasının sebebi onun tek başına (bundan daha ileri) bir fayda sağlayamaması ve malının da (bütün ihtiyaçlara) yeterli gelememesidir.

 

6- Kafirlerin Elindeki Esirlere ve Kafirlerin istilasına Karşı Müslümanların Yükümlülüğü:

 

Rivayet edildiğine göre, hükümdarlardan birisi hiç bir esiri hapse atmamak üzere kafirlerle antlaşmış idi. Müslümanlardan bir kişi de kafirlerin yurdundan içeri girmiş idi. Kapısı kilitlenmiş bir evin yanından geçerken bir kadın ona: Ben burada esirim, sen benim durumumu ilgili arkadaşına bildir diye seslenmiş. Bu adam o hükümdar ile bir araya gelip de ona yemek ikram edip karşılıklı konuştukları bir sırada nihayet bu esir edilen ve azap gören kadının durumunu anlattı. Adam sözlerini tamamlar tamamlamaz hükümdar ayakları üzerine dikildi ve derhal gazaya çıktı. Sözü geçen o sınırdaki şehrin üzerine yürüdü, esir kadını kurtardı ve o yeri ele geçirdi -Allah ondan razı olsun-o

 

Bu olayı İbnü'l-Arabi zikrettikten sonra şunları da söylemektedir: Düşman -Allah onun belini kırsın- 527 yılında bizim şehrimize hücum etti. Yurdumuzu istila etti, hayırlılarımızı esir aldı. Kalabalığının çokluğundan dolayı herkesi dehşete düşüren büyük sayıdaki askerleriyle ülkemizin ta ortasına kadar geldi. Her ne kadar sayısının ne olduğu bildirilmediyse de sayıları çoktu. Ben, valiye de onun yönetimi altında bulunanlara da şöyle dedim: İşte Allah'ın düşmanı artık tuzağa ve ağa düşmüş bulunuyor. Haydi sizin de bir bereketiniz görülsün ve siz de sizin için mutlaka yerine getirilmesi gereken dinin yardımına koşmanız için sizde bir hareket olsun. Bütün insanlar hiçbir yerde hiçbir kimse kalmamak üzere düşmana karşı çıksın ve etrafı iyice kuşatılsın. Allah bu konuda size kolaylık verecek olursa, kaçınılmaz olarak düşman helak edilecektir. Ancak günahlar galip geldi ve masiyetlerle kalpler titredi. Her bir kişi komşusunun tuzağa düşürülmekte olduğunu görse dahi kendi inine çekilen bir tilki oluverdi. İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!

 

7- Canla ve Malla Cihad:

 

"Ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin" buyruğu ise, cihad emrini vermektedir. Cihad ise (çaba, gayret anlamına gelen): Cehd'den türemiştir.

 

Ebu Davud, Enes'den rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müşriklerle mallarınızIa, canlarınızIa ve dillerinizle cihad ediniz."

 

İşte bu, cihadın Allah nezdindeki en mükemmel ve en faydalı şeklini açıklamaktadır. Bununla Hz. Peygamber en mükemmel nitelikleriyle cihada teşvikte bulunmaktadır. Mallarla cihadı öncelikle sözkonusu etmiştir. Çünkü cihad için gerekli hazırlıklar sırasında ilk harcanan, feda edilen şeyodur O bakımdan Hz. Peygamber bu cihad işinde sıralamayı göz önünde bulundurarak bu sıra ile sözkonusu etmiştir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Tevbe 42

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR