ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TEVBE

12

وَإِن نَّكَثُواْ أَيْمَانَهُم مِّن بَعْدِ عَهْدِهِمْ وَطَعَنُواْ فِي دِينِكُمْ فَقَاتِلُواْ

أَئِمَّةَ الْكُفْرِ إِنَّهُمْ لاَ أَيْمَانَ لَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَنتَهُونَ

 

12. Eğer ahidlerinden sonra yeminlerini bozarlar da dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderlerini hemen öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur. Olur ki vazgeçerler.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

 

1- Ahidlerinden Dönüp Dine Dil Uzatanlar:

2- Dine Dil Uzatanların Hükmü:

3- Dine Dil Uzatan Zımminin Durumu:

4- Ahdini Bozan Zımmi'nin Hükmü:

5- Hz. Peygambere Söven, Dil Uzatan Zimmet Ehlinin Hükmü:

6- Zımmi Hz. Peygambere Sövüp de Ölümden Korkarak Müslüman Olduğunu iddia Ederse:

7- Küfrün Önderleri:

 

1- Ahidlerinden Dönüp Dine Dil Uzatanlar:

 

"Eğer ... bozarlarsa" buyruğundaki: "Nakzetmek, bozmak" demektir. Bu kelime aslında eğilip büküldükten sonra çözülen herşey hakkında kullanılır. Yemin ve ahidler hakkında bu tabir istiare yoluyla kullanılır.

 

Şair der ki: "Eğer yemin etse de yüzçevirip uzaklaşması ahdini bozmaz onun Çünkü parmak uçları kınalı olanın yemini yoktur."   Burada yemin'den kasıt ahiddir.

 

"Dininize dil uzatırlarsa" ahidlerini bozmak, savaş açmak ve buna benzer müşrik kimsenin yaptığı başka herhangi bir iş yapmak suretiyle ... "Dil uzatmak" demek olan "ta'n" mızrakla dürtmek demek olduğu gibi, kötü sözle dil uzatmak anlamında da kullanılır. Her iki anlam için kullanılmakla birlikte her ikisinde de muzar'i (...) şeklinde "ayın" harfi ötreli olarak gelir. Bununla birlikte "ayn" harfi ötreli kullanılırsa mızrakla yara açmak, dürtmek, üstün olarak kullanılırsa, dil ile yaralamak, dil uzatmak manasına kullanılacağı da söylenilmiştir. Burada bu kelime istiare yoluyla kullanılmıştır. Hz. Peygamber'in, Usame'yi kumandan tayin ettiği esnada söylediği şu buyruklar da bu türdendir: "Eğer siz onun kumandanlığına dil uzatıyorsanız, gerçek şu ki daha önce babasının kumandanlığına da dil uzatmış idiniz. Allah'a yemin ederim ki gerçekten o kumandanlığa layık bir kimse idi." Bu hadisi Sahih (-i Buhari) riva yet etmiştir. 

 

2- Dine Dil Uzatanların Hükmü:

 

Kimi ilim adamları, bu ayet-i kerimeyi dine dil uzatan ve ondan kötü bir şekilde söz eden herkesin öldürülmesinin vücubuna delil göstermişlerdir. Çünkü, böyle bir kimse kafir olur. Dil uzatmak (ta'n etmek) ise, dine yakışık olmayan şeyleri nisbet etmek yahut da dinden olan herhangi bir şeyi hafife alarak itiraz etmek demektir. Çünkü, dinin esaslarının sağlıklı olduğu, şer'i hükümlerinin de doğruluğu kat'i delil ile sabit olmuştur. İbnü'I-Münzir der ki:

Bütün ilim ehli kimseler, Peygamber (s.a.v.)'e söven kimsenin öldürüleceğini kabul etmişlerdir. Bu görüşte olanlar arasında Malik, Leys, Ahmed ve İshak da vardır. Şafii'nin görüşü de budur. en-Nu'man (b. Sabit, Ebu Hanife) dan da şöyle dediği nakledilmektedir: -İleride de geleceği üzere- zimmet ehlinden olup da Peygamber (s.a.v.)'e söven kimse öldürülmez.

 

Ancak, rivayet edildiğine göre Ali (r.a)'nin meclisinde birisi: Ka'b b. el-Eşref ancak haksızca ve ahde aykırı olarak öldürüldü demiş, Hz. Ali de o kimsenin boynunun vurulmasını emretmiştir.

 

Muaviye'nin bulunduğu mecliste bir başka kişi böyle söylemiş, bunun üzerine Muhammed b. Mesleme ayağa kalkarak: Böyle bir söz senin meclisinde söyleniyor ve sen susuyorsun ha! Allah'a yemin ederim seninle aynı çatı altında asla bulunmam ve andolsun onunla başbaşa kalacak olursam mutlaka onu öldürürüm.

 

(Maliki mezhebine mensub) ilim adamlarımız derler ki: Böyle bir kimse eğer hainlik etmeyi, ahdi bozmayı, Peygamber (s.a.v.)'a nisbet etmiş ise, tevbe etmesi istenmeksizin öldürülür. İşte Hz. Ali ile Muhammed b. Mesleme'nin -Allah ikisinden razı olsun- böyle bir sözü söyleyenin maksadını böylece anlamışlardır. Çünkü böyle bir ifade zındıklıktır. Eğer bu sözü söyleyen kimse ahde aykırı davranmayı; onlar, önce ona eman verdiler, sonra ona verdikleri sözde durmadılar diyerek fiilen öldürenlere nisbet edecek olursa, böyle bir nisbet de katıksız bir yalan ve iftira olur. Çünkü, onların Ka'b b. el-Eşref'e söyledikleri sözlerinde ona eman verdiklerine ve bunu açıkça ifade ettiklerine delalet eden bir söz yoktur. Eğer böyle bir şey söylemiş olsalardı bile onların bu sözleri eman olmazdı. Çünkü Peygamber (s.a.v.) onları ona eman versinler diye değil, öldürsünler diye göndermişti. Ve Muhammed b. Mesleme'ye (uygun göreceği) sözleri söyleme izni de vermişti.

 

Buna göre böyle bir şeyi bizzat onu öldürenlere nisbet edenin sözleri üzerinde düşünmek gerekir ve (öldürülmeleri gerektiği hususunda) tereddüt sözkonusudur. Bunun sebebi ise şudur: Acaba, sözlerinde durmamayı onu öldürenlere nisbet etmek aynı zamanda ahde hainlik etmeyi Peygamber (s.a.v.)'a nisbet etme sonucunu da beraberinde getirir mi? Çünkü Peygamber (s.a.v.) da ya onların fiillerini doğru bulmuş ve yaptıklarına razı olmuştur, o bakımdan da o bu sözde durmayışı, ahde ihanet etmeyi rıza ile karşılamış demektir. Bunu (bu anlamıyla) açıkça ifade eden bir kimse öldürülür. Ya da onların sözlerinde durmayışIarını söylemek, Peygamber (s.a.v.)'ın da ahdini bozması anlamına gelmez denilir, bu durumdaki bir kimse de öldürülmez. Böyle bir kimsenin öldürülmeyeceğini kabul etsek dahi, bu sözü söyleyenin ibretli bir şekilde cezalandırılması, hapis cezasına çarptırılması, ağır bir şekilde dövülmesi ve büyük bir ölçüde de tahkir edilmesi kaçınılmaz birşeydir.

 

3- Dine Dil Uzatan Zımminin Durumu:

 

Zımmi dine dil uzatacak olursa, Maliki mezhebinde meşhur olan görüşe göre ahdi bozulur. Çünkü Yüce Allah: "Eğer ahidlerinden sonra yeminlerini bozarlar da ... " diye buyurmakta ve o takdirde onların öldürülmelerini ve onlarla savaşılmasını emretmektedir. Şafii -Allah'ın rahmeti üzerine olsunnin görüşü de budur. Ebu Hanife ise böyle bir kimse hakkında şöyle der: Tevbe etmesi istenir. Mücerred olarak dil uzatması sebebiyle -beraberinde ahdini bozması sözkonusu olmadığı sürece- ahdini bozmuş olmaz. Çünkü Yüce Allah iki şarta bağlı olarak öldürülmelerini emretmektedir: Biri onların ahidlerini bozmaları, diğeri ise dine dil uzatmalarıdır.

 

Biz deriz ki: Eğer onlar ahidlerine aykırı uygulamalarda bulunacak olurlarsa ahidleri bozulmuş olur. (Ayet-i kerimede) her iki hususun sözkonusu edilmesi ise, böyle bir kimsenin öldürülmesi için her iki hususun ayrı ayrı ortaya konulmasına bağlı kalmasını gerektirmez. Çünkü ahdi bozmak, aklende şer'an de tek başına onları öldürmeyi mübah kılmaya yeterlidir. Bize göre ayet-i kerimenin takdiri ifadesi şöyledir: Eğer onlar ahidlerini bozarlarsa onlarla savaşmak helal olur. Eğer ahidlerini bozmaksızın ahidlerine bağlı kalmakla birlikte dine dil uzatacak olurlarsa, yine onlarla savaşmak helal olur.

Rivayet olunduğuna göre Hz. Ömer'in huzurunda, üzerinde müslüman bir kadının bulunduğu bir bineği dürttüğü ve bunun üzerine o bineğin huylanıp kadını yere düşürdüğü, buna bağlı olarak avretinin açıldığını dava etmeleri üzerine, Hz. Ömer aynı yerde o zımminin asılmasını emretmiştir.

 

4- Ahdini Bozan Zımmi'nin Hükmü:

 

Zımmi, müslümanlara karşı savaşacak olursa, ahdi bozulur, malı ve çocukları da onunla birlikte müslümanlara fey' (ganimet) olur. Muhammed b. Mesleme ise der ki: Onun ahdini bozmasından dolayı çocuğu sorumlu tutulmaz. Çünkü o, ahdini tek başına bozmuştur. Yine Muhammed b. Mesleme der ki: Malı alınır.

 

Bu şekildeki açıklama Muhammed b. Mesleme'ye yakıştırılamayan bir çelişkidir. Çünkü, zımmınin malının ve çocuklarının himaye altına alınmasına sebep onun ahdidir. Eğer malının elden gitmesini gerektiren bir durum ortaya çıkarsa, çocuğunun da elinden alınması sonucunu verir.

 

Eşheb der ki: Zımmı ahdini bozacak olursa, o yine ahdi üzere kalır. Ve ebediyen köleliğe dönmesi sözkonusu değildir. Ancak bu, hayret edilecek bir husustur. Sanki o, bu görüşü ile ahdi maddi bir olay olarak kabul etmiş gibidir. Halbuki ahdin gereğini yerine getirmek mantıki bir husustur ve müslümanlar bu ahdin gereğini yerine getirmeyi üzerlerine almışlardır. Kendisi bu ahdi bozacak olursa, bu da diğer akidler gibi bozulmuş olur.

 

5- Hz. Peygambere Söven, Dil Uzatan Zimmet Ehlinin Hükmü:

 

İlim adamlarının çoğunluğu, zimmet ehlinden olup da Peygamber efendimize söven, yahut üstü kapalı ifadelerle ona dil uzatan veya onun değerini hafife alan, yahut da Hz. Peygamber'e, kafir olmasını gerektiren şekilden başka türlüsüyle nitelendiren kimsenin öldürüleceği görüşündedir. Çünkü biz ona zimmetin gereği olan himayemizi veya onunla ahidleşmeyi bu esas üzere yapmış değiliz. Şu kadar var ki, Ebu Hanife, es-Sevri ve Kufelilerden onlara tabi olanlar şöyle demişlerdir: Böyle bir kimse öldürülmez. Çünkü onun içinde bulunduğu şirk hali bundan daha büyüktür. Ancak bu davranışından ötürü te'dip ve ta'zir edilir. Ona karşı delil ise, Yüce Allah'ın: "Eğer ahidlerinden sonra yeminlerini bozarlar da ... " ayetidir. Kimi ilim adamı da bu görüşe karşı Hz. Peygamberin, antlaşmalı olmakla birlikte Ka'b b. el-Eşref'in öldürülmesi emrini vermesini delil göstermişlerdir. Hz. Ebu Bekir de arkadaşlarından birisine öfkelenince Ebu Berze, bunun boynunu vurmayayım mı diye sorunca, Hz. Ebu Bekir: Rasülullah (s.a.v.)'dan başka herhangi bir kimse için böyle bir şey sözkonusu değildir, diye cevap vermiştir.

 

Darakutni de İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Kör bir adamın bir cariyesi vardı. O cariyesinden iki inciyi andıran iki oğlu vardı. Bu cariye Peygamber (s.a.v.)'a söver ve ona dil uzatırdı. Adam ise bu işten vazgeçmesini söylüyor fakat cariye bundan vazgeçmiyordu. Bundan dolayı azarlıyor, bu işe son vermesini istiyor, fakat yine son vermiyordu. Gecenin birinde Peygamber (s.a.v.)'ı diline dolayınca, efendisi dayanamayarak kalkıp bir kazma aldı ve onu karnına sapladı. Vücudunun öbür tarafından çıkartıncaya kadar da üzerine dayanıp durdu. Peygamber (s.a.v.) da bunun üzerine: "Dikkat edin ve şahid olun ki, onun kanı hederdir."

 

Yine İbn Abbas'tan gelen bir diğer rivayette de şöyle denilmektedir: ... Onu öldürdü. Sabah olunca bu husus Peygamber (s.a.v.)'a anlatılınca, o ama adam kalkıp şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü onu öldüren benim. Bu kadın sana sövüyor ve sana dil uzatıyordu. Ben bu işten vazgeçmesini söylüyor, fakat o vaz geçmiyordu. Bundan dolayı onu azarlıyor ve son vermesini istiyor, fakat bir türlü dinlemiyordu. Benim ondan iki inciyi andıran iki oğlum da var. Bana karşı da çok yumuşaktı. Dün de sana sövmeye, sana dil uzatmaya başlayınca onu öldürdüm. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Haberiniz olsun ve şahid olun ki, onun kanı hederdir. ''

 

6- Zımmi Hz. Peygambere Sövüp de Ölümden Korkarak Müslüman Olduğunu iddia Ederse:

 

Bir zımmi Hz. Peygamber'e sövdükten sonra öldürülmekten korktuğu için müslüman olduğunu izhar edecek olursa, onun İslam'a girmesi öldürülme cezasını kaldırır, denilmiştir. Maliki mezhebinde meşhur olan görüş budur. Çünkü İslam kendisinden öncekileri ortadan kaldırır. Ancak, müslüman bir kimse Hz. peygamber'e sövüp de daha sonra tevbe edecek olursa, hükmü böyle değildir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Sen o kafirlere de ki: Eğer vazgeçerlerse, onlara geçmiş mağliret olunur. "(el-Enfal, 38)

İslama girişinin öldürülme cezasını ortadan kaldırmayacağı da söylenmiştir. el-Utbiyye'den Malik'in görüşü bu şekilde nakledilmiştir. Çünkü bunu yapmakla Hz. Peygamberin hakkını çiğnemiş, saygınlığına riayet etmemiş, Hz. Peygamberi küçültmek ve ona kötülük etmek kastı ile böyle davrandığından, Peygamberin bu haklarını çiğnediğinden ötürü öldürülmesi vacibtir. Dolayısıyla onun İslam'a dönüşü, bu cezasını ortadan kaldırmaz ve böyle bir kimse müslümandan daha iyi bir durumda olamaz.

 

7- Küfrün Önderleri:

 

Yüce Allah'ın: "Küfrün önderlerini hemen öldürün" buyruğundaki "önderler" anlamına gelen; (...) kelimesi, (...)'in çoğuludur. Bununla kastedilen kimi ilim adamlarının görüşüne göre Ebu Cehil, Utbe, Şeybe ve Ümeyye b. Halef gibi Kureyş'in ileri gelenleridir.

 

Ancak bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü bu ayet-i kerime Tevbe Süresi'ndedir. Ve bu ayet-i kerime nazil olup da insanlara karşı okunduğunda Yüce Allah, Kureyş'in güç kaynaklarının kökünü kurutmuştu. Geriye onlardan kalanlar ya müslümandı, ya barış yapmış kimselerdi. Buna göre "Küfrün önderlerini hemen öldürün" buyruğu ile kastedilenlerin ahdi bozmaya, dine dil uzatmaya kalkışan her bir kimsenin, küfürde bir esas ve bir lider olacağı anlamına gelmesi muhtemeldir. Yine bu buyrukta "ileri gelenler" ile onların başkanlarının kastedilmiş olması ve onlarla çarpışmak, onlara uyanlarla çarpışmaktır; onların herhangi bir saygınlıkları sözkonusu değildir, anlamına gelmesi de muhtemeldir.

 

Bu kelimenin çoğulu aslında (...) şeklinde gelmeli idi. "Misal ve misaller" kelimesinde olduğu gibi. Ancak, "mim" harfleri birbirlerine idğam edildikten sonra birinci "mim"in harekesi birinci hemzeye verilerek iki (harekeli hemze) ard arda gelmektedir. O bakımdan ikinci hemze yerine de "ye" getirilmiştir. el-Ahfeş'in iddiasına göre bundan dolayı "ye"li olarak; "Bu, bundan daha öndedir," denilir. el-Mazini ise, (aynı anlamda) "vav" ile (...) denildiği iddiasındadır. Hamza ise bu kelimeyi; (...) şeklinde okumuştur. Ancak, nahivcilerin çoğunluğu bunun bir lahn olduğu kanaatindedir. Çünkü bu, aynı kelime de iki hemzeyi bir arada söylemektir.

 

"Çünkü onlaAn yeminleri yoktur" yani onların ahidleri olmaz. Bu da onların samimi olarak yerine getirecekleri doğrulukla bağlanacakları ahidleri yoktur, demektir.

 

Ibn Amir "yeminler" anlamına gelen: (...) kelimesini hemze esreli

olarak "iman"dan gelecek şekilde; (...) okumuştur. (Onların imanları yoktur, anlamına gelir). Yani onların İslamIarı yoktur, demektir. Bununla birlikte bunun, korkunun zıddı olan emniyetten gelen; "Ona eman verdim"den gelme ihtimali de vardır. Buna göre onlara eman verilmez, onlar himaye altına alınmazlar manasına gelir. İşte bundan dolayı "Küfrün önderlerini hemen öldürün" diye buyurmaktadır.

 

"Olur ki vazgeçerler" olur ki şirkten vazgeçerler, demektir. el-Kelbi der ki: Peygamber (s.a.v.) Hudeybiye'de iken Mekkelilerle antlaşma yaptı. Onlar da onu Beyt'i ziyaretten alıkoydular. Sonra da geri dönmesi şartıyla onunla barış yaptılar ve Allah'ın dilediği kadar bir süre böylece kaldılar. Daha sonra Resülullah (s.a.v.)'ın antlaşmasına dahil bulunan Huzaalılar, Kinanelilere mensup Umeyyeoğulları ile savaştılar. Umeyyeoğulları kendi antlaşmalılarına silah ve yiyecek yardımında bulundular. Huzaalılar da Resülullah (s.a.v.)'dan yardım istediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime indi. Rasülullah (s.a.v.) da -önceden geçtiği üzere- yaptığı antlaşmada tarafında yer alanlara yardımcı olunmasını emretti.

 

Buhari'de Zeyd b. Vehb'den şöyle dediği nakledilmektedir: Biz Huzeyfe'nin yanında bulunuyor idik şöyle dedi; Bu ayet-i kerimenin -bununla: "Küfrün önderlerini hemen öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur" ayetini kastederek- sözünü ettiklerinden yalnızca üç kişi kaldı. Münafıklardan da sadece dört kişi kalmış bulunuyor. Bir bedevi arap şöyle dedi: Siz Muhammed'in ashabı, bizim ne demek olduklarını bilemediğimiz birtakım haberler veriyorsunuz. Yalnızca dört münafık kaldığını iddia ediyorsunuz. Peki şu bizim evlerimizi basıp içindekileri alanların, bizim değerli eşyalarımızı çalanların durumu nedir? Huzeyfe şöyle dedi: Onlar fasık kimselerdir. Evet, onlardan sadece dört kişi kalmış bulunuyor. Bunlardan birisi ise eğer soğuk su içecek olsa, o soğuk suyun soğukluğunun farkına varmayacak kadar kocamış bir yaşlıdır.

 

"Olur ki vazgeçerler" yani, küfürlerine, batıllarına, müslümanlara eziyet vermelerine bir son verirler. Bu ise onlarla savaşma maksadının bizimle savaşmaktan vazgeçerek dinimize girmek suretiyle zararlarını önlemek olmasını gerektirmektedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Tevbe 13

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR