TEVBE 5 |
فَإِذَا
انسَلَخَ
الأَشْهُرُ
الْحُرُمُ فَاقْتُلُواْ
الْمُشْرِكِينَ
حَيْثُ وَجَدتُّمُوهُمْ
وَخُذُوهُمْ
وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُواْ
لَهُمْ
كُلَّ
مَرْصَدٍ
فَإِن تَابُواْ
وَأَقَامُواْ
الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ
الزَّكَاةَ
فَخَلُّواْ
سَبِيلَهُمْ
إِنَّ
اللّهَ
غَفُورٌ
رَّحِيمٌ |
5. O haram aylar
çıkınca, artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün. onları yakalayın. onları
alıkoyun. onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer, tevbe edip namaz kılar ve
zekat verirlerse, yollarını serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafurdur,
Rahimdir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:
1- Bu Buyrukta Haram Aylar’dan Kasıt:
2- "Müşrikleri Öldürün"
Emrinin Mahiyeti:
3- Müşriklerin Bulundukları Yerde
Öldürülmelerinden istisnalar:
4- Müşriklerin Geçit Yerlerini Tutmak:
5- Müşriklerle Savaşmanın Hedefi:
6- Gerçek Tevbe Ne ile Anlaşılır:
1- Bu Buyrukta Haram
Aylar’dan Kasıt:
"O haram aylar
çıkınca" anlamındaki buyrukta, (...) kelimesi, çıktı anlamına gelir.
Mesela, bir ayın son günlerine doğru geldiğini ifade etmek üzere kişi; (...):
Aydan çıktım, der. "Aydan çıkarsın," yani ayı bitiriyorsun, demek olur.
Şair de der ki: "Aydan çıktım mı, hemen onun gibi bir aya girerim Benim
aylardan çıkışım ve aylara girişim katil olarak (bana) yeterlidir."
"Ay çıktı
(bitti)," demektir, (...) ifadesi ise, gündüz gelecek geceden sıyrıldı,
çıktı anlamındadır. (...) ise, kadın manto (ve benzeri üst giyeceğini)
üzerinden çıkardı, demektir. Kur'an-ı Kerimde de: "Onlar için bir ayet de
gecedir. Ondan gündüzü soyup çıkarırız" (Yasin, 36/37) diye
buyurulmaktadır. (...) ise, meyvesi henüz daha yeşilken etrafa dağılan hurma ağacı,
demektir.
(Bu ayet-i kerimede
geçen) "haram aylar" ile ilgili ilim adamlarının iki ayrı görüşü
vardır. Bilinen ve üçü arka arkaya (Zülkade, Zilhicce ve Muharrem) biri de tek
(Recep) olmak üzere dört haram aydır denildiği gibi, el-Asam da şöyle demiştir:
Bununla, kendileriyle herhangi bir antlaşma akdi bulunmayan müşrikler
kastedilmiştir. İşte, Yüce Allah bu buyrukla bu haram aylar çıkıncaya kadar
onlarla savaşmaktan uzak durmayı emretmektedir ki, bu da İbn Abbas'ın
naklettiğine göre elli günlük bir süredir. Çünkü, Kurban bayramı birinci günü
bu husus ilan edilmişti. Bu görüş daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
Bunların, antlaşmalara
tanınan dört aylık süre olduğu da söylenmiştir. Bu görüşü de Mücahid, İbn
İshak, İbn Zeyd ve Amr b. Şuayb ileri sürmüşlerdir.
Haram aylardan kastın,
hürmetleri bulunan aylar olduğu da söylenmiştir. Çünkü Yüce Allah bu aylarda
mü'minlere, müşriklerin kanını dökmeyi ve hayırlı bir maksat ile olması
müstesna, onlara herhangi bir şekilde taaruzda bulunmayı haram kılmış idi.
2- "Müşrikleri
Öldürün" Emrinin Mahiyeti:
Yüce Allah'ın:
"Artık o müşrikleri ... öldürün" buyruğu, bütün müşrikler hakkında
umumi olmakla birlikte sünnet, bunlar arasından daha önce el-Bakara Suresi'nde
(190. ayet 1. başlıkta) açıklaması geçtiği üzere kadın, rahip, çocuk ve benzeri
kimseleri tahsis etmiş (bu genel hükmün dışında bırakmış)dır. Nitekim Yüce
Allah kitap ehli hakkında da: "Cizye verinceye kadar ... "(et-Tevbe,
29) diye buyurmaktadır. Ancak "müşrikler" lafzının kitap ehlini
kapsamına almaması da mümkündür. Bu da cizyenin puta tapanlardan ve
diğerlerinden -ileride açıklanacağı üzere- alınmamasını gerektirir. Şunu
bilmeli ki, Yüce Allah'ın: "Müşrikleri öldürün" buyruğundaki mutlak
ifade, herhangi surette olursa olsun onları öldürmenin caiz olmasını
gerektirmektedir. Ancak, Hz. Peygamber'den müsleyi yasaklayan haberler varid
olmuştur.
Bununla birlikte Ebu
Bekr es-Sıddik (r.a)'ın irtidad edenleri ateşle yakması, taşla öldürmesi,
dağların tepelerinden atması, başaşağı kuyulara atması şeklindeki öldürmelerine
de ayetin umumi ifadesini kendisine delil almış olabilir. Aynı şekilde Ali
(r.a)'ın, irtidat eden birtakım kimseleri yakarak öldürmesini de bu görüşe
meyletmesi ve lafzın genel oluşuna dayanarak bunu yapmış olması ihtimali de
vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
3- Müşriklerin
Bulundukları Yerde Öldürülmelerinden istisnalar:
"O müşrikleri
nerede bulursanız ... " buyruğu, her yer hakkında umumidir. Ebu Hanife
-Allah ondan razı olsun- ise, daha önce el-Bakara Süresi'nde (191-192. ayetler,
3. başlıkta) geçtiği üzere Mescid-i Haramı istisna etmiştir. Bununla birlikte
(hükmün mensuh olup olmadığı hususunda) ilim adamları arasında görüş ayrılığı
vardır. el-Hüseyn b. el-Fadl der ki: Bu ayet-i kerime, Kur'an-ı Kerimde
yüzçevirmekten ve düşmanların eziyetlerine sabredip katlanmaktan söz eden bütün
ayetleri nesh etmiştir.
ed-Dahhak, es-Süddi ve
Ata da şöyle demektedir: Bu ayet-i kerime Yüce Allah'ın: "Bundan sonra
ister karşılıksız serbest bırakın, ister fidye alm"(Muhammed, 4) buyruğu
ile nesh edilmiştir ve hiçbir esir eli kolu bağlı öldürülmez demişlerdir. Esir
ya karşılıksız serbest bırakılır, yahut fidye karşılığında bırakılır.
Mücahid ve Katade ise
derler ki: Bilakis bu ayet-i kerime Yüce Allah'ın: ''Bundan sonra ister
karştlıksız serbest bırakın, ister fidye alm"(Muhammed, 4) buyruğunu
neshetmekte ve müşrik olan esirler hakkında öldürülmelerinden başka bir
uygulama caiz bulunmamaktadır.
İbn Zeyd her iki ayet de
muhkemdir demektedir ki, doğru olan da budur.
Çünkü, karşılıksız
serbest bırakmak, öldürmek ve fidye almak, müşriklerle yaptığı ilk savaş olan
-önceden de geçtiği üzere- Bedir gününden itibaren uyguladığı hükümler
olagelmiştir. Yüce Allah'ın: "Onları yakalayın" buyruğu da buna
delildir. Yakalamak ise esir almaktır. Esir almak da, imamın uygun göreceği
tercihe göre ya öldürmek için, yahut fidye almak için veya karşılıksız bırakmak
için olur.
"Onları
alıkoyun" buyruğu ise, sizin topraklarınızda tasarruf ta bulunmalarını ve
yanlarınıza girmelerini engelleyin; ancak, siz onlara izin verirseniz eman ile
yanınıza girebilirler, demektir.
4- Müşriklerin Geçit
Yerlerini Tutmak:
"...onların bütün
geçit yerlerini tutun" buyruğunda geçen ve "geçit yeri" diye
meali verilen; (...) kelimesi, kendisinde düşmanın gözetlendiği yer, demektir. "filanı
gözetledim, gözetlemekteyim," denilir. Buyruk, onların
gözetlenebilecekleri ve gafil yakalanabilecekleri yerlerde onlar için oturun
(pusu kurun) demektir. Amir b. et-Tufeyl der ki: "Ben kesin olarak
biliyorum ve hiç de unuttuğumu sanmayın: Genç delikanlıyı ölümün gözetleyip
durduğunu."
Şair Adiy de şöyle
demektedir: "Ey Azile, (hanımının adı) şüphesiz ki bilgisizlik genç olanın
zevkin (e düşkünlüğün) den ötürüdür Ve hiç şüphesiz nefisler için ölümler
gözetlemededir."
Bu buyrukta davette
bulunmadan önce müşrikleri gafil avlamanın caiz olduğuna delil vardır.
"Bütün" kelimesi zarf olarak nasbedilmiştir. ezZeccac'ın tercihi de
budur. Mesela; "Bir yolda gittim denildiği" gibi, "Her yolda
gittim" denilir (ve "bütün, her" anlamındaki kelime nasbedilir).
Yahut da bu kelime cer eden kelimenin düşürülmesinden ötürü de mansub gelmiş
olabilir. İfadenin takdiri şöyle olur: "Bütün geçit yerlerinde, üzerinde
gözetlemede bulunun" demek olur. Böylelikle "Geçit yerleri"
kelimesi geçtikleri yolun adı kabul edilir.
Ebu Ali ise, ez-Zeccac'ı
, "yol" kelimesini zarf kabul etmekte hatalı bulur ve şöyle der: Yol,
ev ve mescid gibi özel bir yerin adıdır. Dolayısı ile sema! olarak hazfin varid
olduğu haller müstesna, bundan cer harfinin hazfedilmesi caiz olamaz. Nitekim
Sibeveyh "Şam'a girdim, eve girdim" şeklindeki kullanışları
nakletmektedir. Şu mısra da buna benzemektedir: "Tilkinin yolda sallanarak
koşması gibi ... "
5- Müşriklerle
Savaşmanın Hedefi:
"Eğer tevbe
edip" yani, şirkten vazgeçip "namaz kılar ve zekat verirlerse,
yollarını serbest bırakın" ayet-i kerimesi üzerinde dikkatle durup
düşünmek gerekir. Çünkü Yüce Allah önce öldürülme sebeplerini şirke bağlamakta,
daha sonra da: "Eğer tevbe edip ... " diye buyurmaktadır. Asıl kaide
de şudur: Öldürme, eğer şirk dolayısıyla sözkonusu ise, şirkin zevali ile bu
emir de zail olur. Bu da namazın kılınmasını, zekatın verilmesini gözönünde
bulundurmaksızın mücerred tevbe etmekle öldürme emrinin ortadan kalkmasını
gerektirir. İşte bundan dolayı, namaz vaktinden ve zekat verme zamanından önce
mücerred tevbe etmek dolayısıyla öldürme hükmü de ortadan kalkmıştır. Bu ise,
bu yönüyle gayet açıkça anlaşılan bir konudur. Şu kadar var ki: Şanı Yüce
Allah, tevbe etmekle birlikte iki şart daha sözkonusu etmiştir ki, bunları boşa
çıkarmanın imkanı yoktur. Hz. Peygamberin şu buyruğu da buna benzemektedir:
"Ben insanlarla la ilahe illallah deyinceye, namaz kılıncaya ve zekat
verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Onlar bunu yapacak olurlarsa, benden
kanlarını da mallarını da korumuş olurlar. Onun hakkı ile olması hali müstesna
hesapları ise Allah'a aittir. ''
Ebu Bekr es-Sıddik (r.a)
da şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim, namaz ile zekat arasında
ayırım gözetenlerle mutlaka savaşacağım. Çünkü zekat malın hakkıdır." İbn
Abbas da: Allah Ebu Bekir'e rahmet eylesin. O, ne kadar da fakih bir kimse idi
demiştir.
İbnü'I-Arabi der ki:
Böylelikle Kur'an ve Sünnet aynı gerçekleri dile getirmiş olmaktadır. Namazı ve
sair farzları helal kabul ederek terkedenin kafir olduğu hususunda müslümanlar
arasında görüş ayrılığı yoktur. Sünnetleri önemsemeyerek terkeden de fasık
olur. Nafileleri terkeden için ise bir vebal yoktur. Ancak, nafilenin
faziletini inkar ederse kafir olur. Çünkü o, bu tutumu ile Resulullah
(s.a.v.)'ın getirip haber verdiği bir hususu reddetmiş olmaktadır. Ancak farz
olduğunu inkar etmeksizin ve terkini de helal kabul etmeksizin namazı terkeden
kimsenin hükmü hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Yunus b.
Abdulala dedi ki: Ben, İbn Vehb'i şöyle derken dinledim: Malik dedi ki: Allah'a
iman edip, resulleri tasdik eden, fakat namaz kılmayı kabul etmeyen kimse
öldürülür. Ebu Sevr de; Şafii mezhebinin bütün alimleri bu görüştedir, der.
Hammad b. Zeyd, Mekhul ve Veki'in görüşü de budur. Ebu Hanife der ki: Böyle bir
kimse hapse atılır, dövülür ama öldürülmez. Bu, İbn Şihab'ın da görüşüdür.
Davud b. Ali de bu görüştedir. Bunların delilleri arasında Hz. Peygamberin şu
buyruğu da vardır: "Ben insanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar
savaşmakla emrolundum. Bunu diyecek olurlarsa, -onun hakkı ile olması müstesna-
benden kanlarını ve mallarını korumuş olurlar." Bu görüşü kabul edenler
derler ki: Onun hakkı ise, Hz. Peygamberin bir başka hadisinde şöylece dile
getirilmiştir: "Müslüman bir kimsenin kanı ancak üç şeyden birisiyle helal
olur: İmandan sonra kafir olmak, yahut muhsan olduktan sonra zina etmek, ya da
bir başka nefse karşılık olmaksızın birisini öldürmek.''
Ashab-ı kiram ve
tabiinden bir topluluğun görüşüne göre kasti olarak ve özrü bulunmaksızın vakti
çıkıncaya kadar tek bir namazı terkeden ve onu eda etmeyi de kaza etmeyi de
kabul etmeyip namaz kılmam, diyen bir kimsenin kafir olduğu, kanının da malının
da helal olduğu, müslüman mirasçılarının ondan miras alamayacağı ve tevbe
etmesinin de istenmeyeceği görüşündedirler. Eğer (kendiliğinden) tevbe ederse
mesele yok. Aksi takdirde öldürülür. Ve malının hükmü de mürtedin malı ile
aynıdır. Bu, aynı zamanda İshak'ın da görüşüdür. İshak der ki: İşte Peygamber
(s.a.v.)'dan şu günümüze kadar ilim ehlinin görüşü böyledir.
İbn Huveyzimendad der
ki: Bizim mezhep alimlerimiz, namazı terkeden kişinin ne vakit öldürüleceği
hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Kimisi, namazın kılınması için uygun
görülen vaktinin sonunda öldürülür derken, kimisi de zaruret vaktinin sonuna
kadar bırakılır demişlerdir. Bu konuda sahih olan görüş budur. Bu zaruret vakti
de şöyledir: İkindi namazı vaktinden güneşin batacağı zamana kadar dört rekat
kılabilecek bir süre, yatsı namazının çıkış vakti olan gecenin bitimine dört
rekat kala, sabah namazı vaktinin bitimi olan güneşin doğuşundan önce iki rekat
kılacak kadar bir zamandır. İshak der ki: Vaktin gitmesinden maksat ise, öğle
namazını güneşin batışına, akşam namazını da tan yerinin ağarması vaktine kadar
ertelemesi demektir.
6- Gerçek Tevbe Ne ile
Anlaşılır:
Bu ayet-i kerime
"tevbe ettim" diyen kimsenin, fiilleri arasına tevbenin muhakkak
olduğunu ortaya koyan hususlar da eklenmedikçe, bu sözüyle yetinilmeyeceğine
delildir. Çünkü Yüce Allah burada tevbe etmekle birlikte namaz kılmayı ve zekat
vermeyi de şart koşmaktadır ki, bunların yerine getirilmesiyle tevbenin
gerçekten yapıldığı ortaya çıksın.
Faizi yasaklayan ayeti
kerimede de: "Şayet tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir"
(el-Bakara, 279) diye buyurmaktadır. Bir başka yerde de: "Tevbe edenler,
ıslah edenler ve açıklayanlar müstesna ... " (el-Bakara, 160) diye
buyurmaktadır. Bakara Suresi'nde bu anlamdaki açıklamalar (160. ayetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN