ENFAL 41 |
وَاعْلَمُواْ
أَنَّمَا
غَنِمْتُم
مِّن شَيْءٍ
فَأَنَّ
لِلّهِ
خُمُسَهُ
وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي
الْقُرْبَى
وَالْيَتَامَى
وَالْمَسَاكِينِ
وَابْنِ
السَّبِيلِ
إِن كُنتُمْ
آمَنتُمْ
بِاللّهِ
وَمَا
أَنزَلْنَا
عَلَى
عَبْدِنَا
يَوْمَ
الْفُرْقَانِ يَوْمَ
الْتَقَى
الْجَمْعَانِ
وَاللّهُ عَلَى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
41. Eğer Allah'a,
Furkan günü olan iki ordunun birbirleriyle karşılaştıkları günde kulumuza
indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir
şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve
yolculara aittir. Allah herşeye gücü yetendir.
Yüce Allah'ın:
"Eğer Allah'a ... inanmışsanız bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi
birşeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve
yolculara aittir" buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı yirmi altı (25)
başlık halinde ele alacağız:
1- Ganimet ve Fey'
2- Bu Ayet-i Kerime ile Surenin
Başındaki Ganimet Ayeti:
3- Ganimetlerin Genelinden istisna
Edilen Şeyler:
4- Maktulün Selebi Ne Zaman Onu Öldüren
Gazinin Hakkı Olur:
5- Selebden (Beytülmal'e) Beşte Bir
Alınır mı:
6- Seleb Öldürene Hangi Hallerde
Verilir:
7- Selebin Mahiyeti:
8- Ayet-i Kerime Nesh Edici Hüküm
Taşıyor mu?
9- Ganimetin Beşte Biri:
10- Beşte Birin Taksim Ediliş Şekli:
11- Akrabaların Payı:
12- Zevi'l-Kurba (Hz. Peygamber'in
Akrabaları) ile ilgili Görüşler:
13- Gazilerin Ganimetten Payları: Beşte
Dört:
14- Piyade ile Süvarinin Ganimetten
Payları:
15- Birden Fazla Atı Bulunan Süvarinin
Ganimetteki Payı:
16- Ganimetten Pay Verilecek Atın
Niteliği:
17- Zayıf Atın Hükmü:
18- Orduya ücretli iş Yapmak üzere
Katılıp Savaş Kastı ile Bulunmayanların Hükmü:
19- Köle ve Kadınların Ganimetten
Payları:
20- imamın izni ile Savaşa Katılan
Kafirin Ganimetten Pay Alması:
21- Köle ve Zımmilerin Daru'l-Harp
Ehlinden Aldıkları:
22- Ganimetten Pay Haketmenin Sebebi:
23- Mazereti Dolayısıyla Savaşta
Bulunmayanın Hükmü:
24- Hangi Hallerde Fiilen Savaşa
Katılmayanlara Ganimetten Pay Verılir:
25- Allah'ın Hükmünü Kabul Etmek ve
iman:
1- Ganimet ve Fey'
Yüce Allah'ın:
"Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin ... "
buyruğunda geçen ganimet, sözlükte kişinin ya da topluluğun bir çaba göstererek
elde ettiği şey demektir. Şairin şu beyiti bu kabildendir: "Uzak
diyarlarda o kadar çok dolaşıp durdum ki sonunda Ganimet diye geri dönmeye razı
oldum."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Ganimet alınan günde ganimetten nasibi olan, nereye yönelirse
yönelsin mutlaka onu alır, Mahrum kalan da her halükarda mahrumdur."
"Mağnem" de
"ganimet" ile aynı anlamdadır. "Kavim ganimet aldı, ganimet
almak," denilir.
Şunu bil ki, Yüce
Allah'ın: "Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şey" buyruğunda kast
edilenin, müslümanların galip gelmek ve baskın suretiyle ele geçirdikleri,
kafirlerin malı olduğu üzerinde ittifak vardır. Ancak, sözlük anlamı, önceden
de açıklamış olduğumuz üzere, böyle bir özel anlam ifade etmesini gerektirmemektedir.
Ancak şer'i örf, bu türden olan mal ile kayıtlamıştır. Şeriat, kafirlerden bize
ulaşan mallara iki isim vermektedir: Ganimet ve Fey'. Müslümanların çalışıp
çabalayarak, at ve deve sürerek düşmanlarından elde ettikleri mala ganimet
denilir. Bu isim, bu anlamdan ayrılmaz bir şekilde kullanılmaya devam etti ve
nihayet bu bir örf oldu.
Fey' ise, dönmek
anlamında olup (...)'den alınmıştır. Bu da savaşsız, at ve deve sürmeksizin
müslümanların eline geçen her türlü maldır. Arazilerden alınan haraç, başlardan
alınan cizye ve ganimetlerin beştebiri. İşte Süfyan es-Sevrı ve Ata b. es-Saib
de buna benzer bir görüş ifade etmişlerdir. Bir diğer görüşe göre de ganimet
ile fey' aynı şeylerdir. Her ikisinde de (beytülmalın payı olarak) beşte bir
vardır. Bu görüş de Katade tarafından ifade edilmiştir. Bir diğer görüşe göre
fey', bir zorlama ve baskı olmaksızın müslümanların ellerine geçen her türlü
mala denilir. Anlamlar birbirine yakındır.
2- Bu Ayet-i Kerime
ile Surenin Başındaki Ganimet Ayeti:
Cumhurun görüşüne göre
bu ayet-i kerime birincisini nesh etmektedir. İbn Abdi'l-berr ise, bu ayet-i
kerimenin, Yüce Allah'ın: "Sana enfali soruyorlar" (Enfal, 1)
ayetinden sonra indiği, ganimetin beşte dördünü -ileride açıklanacağı şekilde-
ganimet alanlar arasında paylaştırılacağı ve Yüce Allah'ın: "Sana enfali
soruyorlar'' (el-Enfal, 1) buyruğunun, -sürenin baş taraflarında geçtiği üzere-
Bedir'e katılanların Bedir'de alınan ganimetler hususunda anlaşmazlıkları
üzerine indiği hususunda icma olduğunu iddia etmiştir.
Derim ki: İbn
Abdi'l-Berr'in bu söylediklerinin doğruluğuna delil teşkil eden hususlardan
birisi de İsmail b. İshak'ın zikrettiğidir. İbn İshak dedi ki:
Bize Muhammed b. Kesir
anlattı, dedi ki: Bize Süfyan anlattı, dedi ki: Bana Muhammed b. es-Saib
anlattı, o, Ebu Salih'ten, o, İbn Abbas'tan dedi ki: Bedir günü Peygamber
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Her kim bir kişi öldürürse ona şu vardır, her kim
bir kimseyi esir alırsa ona da şu vardır..." O gün ashab yetmiş kişi
öldürmüş, yetmiş kişi de esir almışlardı. Ebu'l-Yesar b. Amr iki esir getirdi.
Ey Allah'ın Rasulü dedi, sen bize kim birisini öldürürse ona şu vardır, dedin.
Ben de iki kişiyi esir alıp getirdim.
Sa'd ayağa kalkıp şöyle
dedi: Bizi fazla ecir almaktan alıkoyan olmadığı gibi düşmandan da korkumuz
olmadı. Ancak biz, müşriklerin bize dönüp saldırmaları korkusuyla bu şekilde
davrandık, yerimizden ayrılmadık. Eğer sen bunlara (bu şekilde) verecek
olursan, diğer ashabına herhangi birşey kalmayacaktır. (İbn Abbas devamla) dedi
ki: Bunlar da birşeyler söylemeye, berikiler de birşeyler söylemeye koyuldular.
Bunun üzerine: "Sana enfali soruyorlar. De ki: Enfal Allah'ın ve
Resulünündür. O halde Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin ...'' (el-Enfal, 1)
ayeti nazil oldu. Böylelikle ganimeti Resülullah (s.a.v.)'a teslim ettiler.
Daha sonra da "...bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi birşeyin
beşte biri Allah'a aittir" ayeti
nazil oldu.
Bu ayetin mensuh olmayıp
muhkem olduğu, ganimetin de Rasülullah (s.a.v.) 'a ait olup, ganimeti ele
geçiren gaziler arasında paylaştırılmayacağı ve ondan sonra gelen imamların
(islam devlet başkanlarının) da aynı durumda oldukları da söylenmiştir.
el-Mazeri, bunu mezhebimize mensub birçok ilim adamından böylece nakletmiş ve
imamın ganimeti gazilere vermemek imkanına sahip olduklarını ifade etmişlerdir.
Bunlar da Mekke'nin fethi ve Huneyn'de cereyan eden olayları delil gösterirler.
Ebu Ubeyd de şöyle derdi: Rasülullah (s.a.v.) Mekke'yi kılıç zoruyla (anveten)
fethetti, buna karşılık Mekke'lilere lütuf ta bulunup onları esir almadı,
Mekke'yi sahiplerine geri iade ederek orayı paylaştırmadı. Ve Mekke'yi
fatihlere fey' (ganimet) kılmadı. Kimi ilim adamı da Hz. Peygamber'den sonra
gelen imamların (islam devlet başkanları) için böyle bir uygulamada
bulunmasının caiz olduğu görüşündedir.
Derim ki: Buna göre Yüce
Allah'ın: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte
biri ... " buyruğu, imama (beytülmale) ait beşte dördün, onun tasarrufunda
bulunup dilerse bu beşte dördü alıkoyabileceği, dilerse de ganimet alanlar
arasında paylaştırabileceği şeklinde anlaşılmalıdır. Ancak, sözünü ettiğimiz
hususlar dolayısıyla bu görüşün ilmi hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü şanı Yüce
Allah, ganimeti ganimet alan (gazi) lere izafe ederek: " ... bilin ki,
ganimet olarak aldığınız herhangi birşey ... " diye buyurmakta, daha sonra
da beşte birinin, Kitab-ı keriminde sözünü ettiği kimselere muayyen olarak
dağıtılacağını zikretmekte, geri kalan beşte dördün paylaştırılması hususunu
sözkonusu etmemektedir. Tıpkı Yüce Allah'ın: ''Anne-babası ona miras çı olursa,
üçte biri annesinindir" (en-Nisa, 11) buyruğunda üçte ikiyi söz konusu
etmeyip, ittifakla malın üçte ikisinin babasına ait olacağının kabul edilmesi
gibidir. İşte, beşte dördün de ganimet alanlara verileceği icma ile kabul
edilmiştir. İbn el-Münzir, İbn Abdi'l-Berr, ed-Davudi ve yine el-Mazeri, Kadı
İyad ve İbnü'I-Arabi'nin zikrettiklerine göre bu böyledir.
Bu anlamda gelmiş
haberler birbirini desteklemektedir. Bunların bir bölümü de ileride gelecektir.
Bu durumda Yüce Allah'ın: "Sana enfali soruyorlar" (el-Enfal, 1)
ayeti, imamın, ganimetin paylaştırılmasından önce uygun göreceği maslahata göre
dilediği kimselere nafile olarak vereceği şeyler hakkında demek olur.
Ata ve el-Hasen derler
ki: Bu ayet-i kerime, müşriklerden müslümanların eline istisnai olarak geçen
köle, cariye, binek gibi şeyler hakkında özel bir hüküm ihtiva etmektedir. Bu
gibi şeyler hakkında imam istediği şekilde hüküm verebilir.
Ayet-i kerime ile
kastedilenlerin seriyyeler, yani seriyyelerde alınan ganimetler olduğu da
söylenmiştir. İmam dilerse bu ganimetleri beşte bir ve beşte dört diye taksim
eder, dilerse bunların hepsini (seriyye'ye katılanlara) nafile olarak dağıtır.
İbrahim en-Nehai de, bir seriyye gönderip de ganimet elde eden küçük birlikler
hakkında şunları söylemektedir: İmam dilerse alınan bütün ganimetleri nafile
olarak (gazilere) dağıtır, dilerse de beşte dördünü beytülmale (alır), geri
kalanını gaziler arasında paylaştırır. Ebu Ömer bu görüşü MekhüI ve Ata'dan da
nakletmiştir. Ali b. Sabit dedi ki: Ben, Mekhul ve Ata'ya ele geçirdikleri
ganimetleri kendilerine nafile olarak (tamamiyle) veren imamın durumunu sordum,
böyle bir yetkileri vardır, dedi(ler). Ebu Ömer der ki: Bu görüşü kabul eden,
şanı Yüce Allah'ın: ''Sana enfali soruyorlar. De ki: Enfal, Allah'ın ve
Resulünündür" (el-Enfal, 1) buyruğunu, bu peygambere ait olup, o bunu
dilediği gibi dağıtır, tasarruf eder diye yorumlar ve bu ayet-i kerimenin Yüce
Allah'ın: " ... bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin
beşte biri ... aittir" buyruğu ile nesh edilmemiş olduğu görüşündedirler.
''el-Kabes, fi Şerhi Muvatta-i Malik ibn En es " adlı eserimizde açıklamış
olduğumuz bundan başka görüşler de ileri sürülmüştür.
Bildiğim kadarıyla da
Yüce Allah'ın: "Sana enfali soruyorlar" (Enfal, 1) ayetini Onun:
" ... bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri
Allah'a ... aittir" ayetini nesh ettiğini herhangi bir ilim adamı ileri
sürmemiştir. Aksine cumhur, bizim belirttiğimiz gibi Yüce Allah'ın: " ...
ganimet olarak aldığınız herhangi bir şey ... " buyruğunun nesh edici
olduğu görüşündedirler. Bunlar aleyhine, Yüce Allah'ın Kitabını tahrif ve
tebdil ettiklerini düşünmek mümkün değildir.
Mekke'nin fethedilmesine
gelince; ilim adamlarının Mekke'nin fethi hususundaki farklı görüşleri
dolayısıyla bunun delil olabilecek bir tarafı yoktur. Nitekim Ebu Ubeyd şöyle
demiştir: Şu iki cihetten dolayı herhangi bir şehrin Mekke'ye benzediğini
bilmiyoruz: Birincisi, Rasülullah (s.a.v.)'a, Yüce Allah, kendisinden başka
hiçbir kimseye vermediği bir şekilde enfali ve ganimetleri özel olarak tahsis
etmişti. Çünkü Yüce Allah'ın: "Sana enfali soruyorlar ... " (Enfal,
1) ayeti bunu gerektirmektedir. Burada bunun özel olarak ona verilmiş olduğunu
görüyoruz. Diğer husus ise, şanı Yüce Allah başka hiçbir şehre ait bulunmayan
özel hükümler koymuştur.
Huneyn vakasına gelince,
Ensar'ın: Ganimetleri Kureyş'e dağıtıyor, bizi de kanlarının damladığı
kılıçlarımızla başbaşa bırakıyor demeleri üzerine ganimetler yerine şu
sözleriyle başka bir ihsana nail olduklarını ifade etmiştir: "İnsanların
dünyalık ile dönerken, siz evlerinize Rasülullah (s.a.v.) ile birlikte dönmeye
razı olmaz mısınız?" Bu hadisi Müslim ve başkaları rivayet etmiştir.
Böyle bir sözü ise ondan
başka hiçbir kimse söylemek yetkisine sahip değildir. Bununla birlikte bizim
ilim adamlarımızdan bazılarının da söyledikleri gibi bu gibi uygulamalar ona
hastır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
3- Ganimetlerin
Genelinden istisna Edilen Şeyler:
Seleb ve Fethedilen
Topraklar: Yüce Allah'ın: " ... bilin ki, ganimet olarak aldığınız
herhangi birşey ... " buyruğunun umumı olmadığı ve bunu hususileştiren bir
takım durumların sözkonusu olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş
ayrılığı yoktur. İcma ile tahsis ettikleri hususların bazısı şu sözlerle ifade
edilmiştir: Eğer imam böyle bir şey ilan edecek olursa, öldürülenin selebi
(üzerindeki silah ve techizat) onu öldürene aittir. Esir alınanların durumu da
böyledir. Bu hususta -ileride açıklanacağı üzere- imamın istediği görüşü
seçebileceği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Yine arazi de bu ganimeti tahsis
eden hususlardandır.
Buna göre buyruğun
anlamı şöyle olur: Ganimet olarak ele geçirdiğiniz altın, gümüş, sair mal, eşya
ve esir aldığınız kadın ve çocukların beşte biri ... Toprak bu ayetin umumu
kapsamına girmemektedir. Çünkü Ebü Davüd, Ömer b. el-Hattab'dan şöyle dediğini
rivayet etmektedir: "Eğer sonradan gelecek olan insanlar olmasaydı, hangi
kasabayı feth edersem mutlaka onu Rasülullah (s.a.v.)'ın Hayber'i paylaştırdığı
gibi paylaştırırdım. ''
Bu görüşün doğruluğunu
ortaya koyan hususlardan birisi de Ebu Hureyre (r.a)'dan, Peygamber (s.a.v.)'ın
söylediği rivayet edilen ve Sahih'te yer alan şu buyruk da vardır: "Irak,
Kafizini ve Dirhemini engelledi. Şam da Muddunu ve Dinarını engelledi ...
"
Tahavi der ki: Buradaki
"engelledi", engelliyecektir demektir. İşte bu da buranın ganimet
alanlara ait olmayacağına delildir. Zira, ganimet sahiplerinin mülk edindikleri
herhangi bir şeyde (devletin tahsil edeceği) ne bir kafiz, ne de dirhem sözkonusudur.
Eğer toprak paylaştırılacak olsa, ganimet alanlardan sonra gelecekler"e
herhangi birşey kalmazdı. Yüce Allah ise: "(Bu alınan fey') fakir
muhacirler içindir" (el-Haşr, 7) buyruğuna atfederek: "Onlardan sonra
gelenler de ... " (el-Haşr, 10) diye buyurmaktadır. (Tahavı devamla) der
ki: Ancak bir yerden bir başka yere taşınabilen şeyler payedilir.
Şafii de der ki:
Daru'l-harp ahalisinden elde edilen ganimetlerden, az olsun çok olsun ev,
toprak, eşya, ya da başka birşeyolsun hep payedilirler.
Bundan tek istisna,
baliğ olmuş erkeklerdir. İmam, bunlar hakkında onları karşılıksız serbest
bırakmak, öldürmek, ya da esir almak yollarından birisini seçmekte muhayyerdir.
Onlardan alınan mallar ile esir edilen kadın ve çocuklar (sebi') ise ganimet
gibi uygulamaya tabi tutulur.
Şafii bu görüşüne ayetin
ifade ettiği umumı manayı delil göstermekte ve şöyle demektedir: Toprak da
kaçınılmaz olarak ganimet alınan birşeydir. O halde toprağın da sair ganimetler
gibi alınması gerekir. Nitekim Rasülullah (s.a.v.) da Hayber'den kılıç zoruyla
(anveten) fethettiği yerleri paylaştırmıştır. (Bu görüşü benimseyenler) derler
ki: Eğer toprağın özel bir hükme sahip olduğu iddiası mümkün kabul edilecek
olursa, toprağın dışındaki şeyler hakkında da aynı iddiada bulunmak mümkün
olur. Böylelikle ayetin hükmü de ortadan kalkar. Haşr Süresi'ndeki ayet-i
kerimenin bu konuda delil olacak bir tarafı yoktur. Çünkü o ayet-i kerime fey'
hakkındadır, ganimet hakkında değildir. Yüce Allah'ın: "Onlardan sonra
gelenler" buyruğu ise, kendilerinden önce geçen mü'minlere duaya dair yeni
bir ifadedir, başka bir manası yoktur.
(Bu görüşün sahipleri)
derler ki: Hz. Ömer'in toprağı vakfa dönüştürmesi şu iki ihtimalden birisine
bağlıdır: Ya o toprak ganimet olarak ele alınanlarca gönül hoşluğu ile verilmiştir,
böylelikle bu uygulama helal olmuş, o da buna binaen vakfetmiştir. Nitekim
Cerir de Hz. Ömer'in orayı ganimet alan sahiplerinin gönüllerini hoş ettiğini
rivayet etmektedir.
Resulullah (s.a.v.)
Hevazinlilerden esir alınan kadın ve çocuklar hakkında da bu uygulamayı
yapmıştır. Hevazinliler kendisine geldiklerinde, ashabını elinde bulunanlar
gönül hoşluğu ile serbest bırakmaları için razı etti. Yahut da Hz. Ömer'in
vakfettiği topraklar fey' olabilir, dolayısıyla bu durumda herhangi bir kimseyi
razı etmeye de ihtiyaç yoktur.
Kufeliler ise, imamı,
fethedilen araziyi paylaştırmak ile onu sahiplerinin elinde bırakıp araziden
haraç alınmasını tesbit etmesi ve böylelikle de bu arazinin sahiplerinin sulh
arazisi gibi mülk haline dönüşmesini seçmekte muhayyer olduğu görüşündedirler.
Hocamız Ebu'l-Abbas -Allah ondan razı olsun- der ki: Bu görüş sanki iki delili
bir arada telif eden ve iki görüş arasında orta yolu izleyen bir görüşe
benzemektedir. İşte Ömer (r.a)'ın kat'i olarak kavradığı, anladığı da budur. Bundan
dolayı o: "Eğer sonradan gelecek insanlar olmasaydı..." diyerek,
Peygamber (s.a.v.)'ın bu uygulamasının nesh edildiğini, yahut da bu buyruklarla
onun uygulamasının tahsis edildiğini haber vermemiştir. Şu kadar var ki,
Kufeliler Hz. Ömer'in yaptıklarından fazla birşeyler ortaya koymuşlardır. Hz.
Ömer sadece araziyi müslümanların menfaatlerine olacak şekilde vakfettiği
halde, sulh ehline orayı mülk olarak vermemiştir. Ancak, imam dilerse o araziyi
sulh ehline mülk olarak verebilir, diyenler onlardır.
4- Maktulün Selebi Ne
Zaman Onu Öldüren Gazinin Hakkı Olur:
Malik, Ebu Hanife ve
es-Sevri, selebin katile ait olmadığı, onun ganimet hükmünde olduğu
görüşündedirler. Ancak emir (kumandan) Kim birisini öldürürse selebi de ona ait
olur diyecek olursa, o vakit katil, öldürdüğü kimse üzerindeki selebi (silah,
binek ve sair techizatı) alabilir.
el-Leys, el-Evzai,
Şafii, İshak, Ebu Sevr, Ebu Ubeyd, Taberi ve İbnü'I-Munzir derler ki: Durum ne
olursa olsun, imam ister böyle birşey söylemiş olsun, ister söylememiş olsun,
seleb öldürene aittir. Ancak Şafii -Allah ondan razı olsun- şöyle demektedir:
Seleb, ancak öldürenin, üzerine gelen bir kimseyi öldürmesi halinde öldürene
ait olur. Eğer öldürdüğü kişiyi kendisini bırakıp kaçarken öldürmüşse, selebi
onun olmaz.
Şafii mezhebi
mensublarından Ebu'I-Abbas b. Sureye der ki: "Her kim birisini öldürürse
selebi ona aittir" hadisi lafzından anlaşılan umum anlamı üzere değildir.
Çünkü ilim adamları icma ile şunu kabul etmişlerdir: Kim bir esir yahut bir
kadın yada yaşlı birisini öldürecek olursa, bunlardan herhangi birisinin selebi
kendisinin olmaz. Aynı şekilde yaralanmış birisinin işini bitirenin, yahut
elleri ya da ayakları kesilmiş birisini öldürenin durumu da böyledir. Geri
kaçarken kendisini koruyamayan ve meydandan kaçan kişinin durumu da böyledir.
Böyle bir kimse, elleri kolları bağlanmış kişi durumundadır. İşte hadis-i
şeriften, öldürülmesinin, farklı bir anlamı olan yada öldürülmesinde fazilet
bulunan bir husus dolayısıyla birisinin öldürülmesi halinde (selebin öldürene
ait olduğunun) sözkonusu olduğu anlaşılmaktadır. Bu da kişinin üzerine gelmekte
olan birisini öldürmesi halidir. Zira böyle bir öldürme önemli bir yardım ve
destektir. Ağır bir şekilde yaralanmış olanın işini bitirmek ise böyle
değildir.
Taberi der ki: Seleb,
katilin hakkıdır. Eğer meydan savaşında olursa, ister onu üzerine gelirken,
ister arkasını dönmüşken, isterse kaçarken, isterse teke tek çarpışırken
öldürmüş olsun farketmez. Ancak, Abdurrezzak ile Muhammed b. Bekr'in İbn
Cüreyc'den naklettikleri şu rivayet bu görüşü reddetmektedir. İbn Cüreyc der
ki: Ben, İbn Ömer'in azadlısı Nafi'i şöyle derken dinledim: Biz, müslümanlarla
kafirler birbirleriyle karşılaşacak olup da müslüman bir kimse kafirlerden bir
kişi öldürecek olursa, onun selebi müslümana aittir sözünü işitip duruyorduk.
Ancak, savaşın kızışma hali bundan müstesnadır. Çünkü böyle bir durumda kimin
kimi öldürdüğü bilinemez. İşte bu rivayetin zahiri Taberi'nin görüşünü
reddetmektedir. Çünkü bu rivayette selebin öldürene verilebilmesi için bunun
özellikle meydandaki çarpışmada olmasını şart koşmaktadır. Ebu Sevr ve
İbnü'I-Münzir derler ki: Seleb, ister karşılıklı meydan çarpışmasında olsun
ister olmasın, ister üzerine gelirken olsun, ister geri dönerken, kaçarken,
isterse de şiddetle üzerine giderken bütün hallerde öldürene aittir. Çünkü Hz.
Peygamberin: "Kim birisini öldürürse selebi ona aittir" şeklindeki
buyruğunun umumi ifadesi bunu gerektirir.
Derim ki: Müslim, Seleme
b. el-Ekva'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) ile
birlikte Hevazinlilere gazvede bulunduk. Bizler kuşluk vakti Resulullah
(s.a.v.) ile birlikte yemek yerken kırmızı bir deve üzerinde bir adam geldi,
devesini çöktürdü. Sonra da eğerinin arka tarafındaki torbasından deriden bir
ip çıkartarak onunla bağladı. Daha sonra yemek yiyenlerle birlikte oturup yemek
yemeye koyuldu, etrafına bakmaya başladı. Bizim zayıf, develerimizin de
çelimsiz olduğunu, kimimizin de piyade olduğunu gördü. Bir kişi yola çıktı mı
çabucak giderdi. Bunun üzerine adam devesine gidip onun bağını çözdü, sonra
devesini çöktürdü, üzerine kurulduktan sonra devesini harekete geçirdi. Deve
hızlıca yürümeye koyuldu. Bu sefer bir başka adam siyaha yakın bir dişi deve
üzerinde arkasından gitti. Seleme dedi ki: Ben de hızlıca dışarı çıktım.
Nihayet dişi devenin baldırının yanına vardım, sonra yine ileri geçtim ve
nihayet devenin baldırının yanına vardım. Bir daha ileri geçtim ve o kaçan
devenin yularını yakalayarak onu çöktürdüm. Deve dizlerini yere koyunca
kılıcımı çekip o adamın kafasını vurdum. Kafası da yere düştü. Sonra da devenin
üzerinde yükü ve adamın silahı bulunduğu halde deveyi yularından çekip
getirdim. Resülullah (s.a.v.) ve beraberindekiler beni karşılayarak:
"Adamı kim öldürdü" diye sordu, onlar:
İbnü'l-Ekva öldürdü dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Bütün selebi de onundur" diye buyurdu.
İşte görüldüğü gibi
Seleme, adamı üzerine gelirken değil, kaçarken öldürdüğü halde Hz. Peygamber
ona adamın selebini vermiş bulunmaktadır. Ayrıca bu hadis-i şerifte Malik'in şu
görüşünün lehine bir delil vardır: Selebe, öldüren ancak imamın izniyle hak
kazanır. Zira bizatihi öldürmesi sebebiyle bu selebin ona verilmesi vacib
olsaydı, ayrıca bu sözünü tekrarlamasına gerek kalmazdı. Yine İmam Malik'in
delillerinden birisi de Ebu Bekr b. Ebi Şeybe'nin zikrettiği şu rivayettir:
Dedi ki: Bize Ebu'l-Ahvas anlattı, o, el-Esved b. Kays'dan, o, Bişr b.
Alkame'den dedi ki: Kadisiye günü bir kişi ile teke tek çarpıştım. Onu öldürdüm
ve selebini aldım. Bunun üzerine (kumandan olan) Sa'd (b. Ebi Vakkas)'ın yanına
vardım. Sa'd arkadaşlarına bir konuşma yaptıktan sonra şöyle dedi: İşte bu Bişr
b. Alkame'nin ele geçirdiği selebidir. Bu, onikibin dirhemden daha hayırlıdır.
Ve biz bunu ona nafile olarak verdik.
Eğer seleb, Peygamber
(s.a.v.)'ın vermiş olduğu hüküm gereği öldürenin hakkı olsaydı, ayrıca bu
konuda meseleyi ictihadlarıyla kendilerine izafe etmelerine gerek kalmazdı ve
öldüren de onların emirlerine gerek olmaksızın o selebi alacaktı. Doğrusunu
bilen Allah'tır.
Sahih'te de Muaz b. Amr
b. el-Cemüh ile Muaz b. Afra'nın, Ebu Cehil'i öldürünceye kadar kılıçlarıyla
darbeler indirdikleri bildirilmektedir. Peygamber (s.a.v.)'e gittikleri vakit,
O: "Onu hanginiz öldürdü?" diye sorunca, onların herbirisi: Onu ben
öldürdüm, dedi. Hz. Peygamber her iki kılıca da baktı ve: "İkiniz de onu
öldürdünüz" diye buyurdu ve selebinin Muaz b. Amr b. el-Cemüh'a
verilmesine hükmetti.
İşte bu, selebin
öldürenin hakkı olmadığının açık bir delilidir. Zira seleb öldürene ait
olsaydı, Peygamber (s.a.v.) o selebi iki Muaz arasında paylaştıracaktı. Yine
Sahih'te Avf b. Malik'ten şöyle dediği nakledilmektedir: Ben, Mute gazvesinde
Zeyd b. Harise ile savaşa çıkanlarla çıktım. Yemen'den gelen yardımcı kuvvetler
arasından bir yardımcı da benimle birlikte yola çıktı. .. diyerek hadisi
zikretti. Bu hadiste şunlar da yer almaktadır: Avf dedi ki; Ey Halid,
Rasülullah (s.a.v.)'ın selebin öldürene ait olduğu hükmünü verdiğini bilmiyor
musun? O, evet; fakat ben bunun çok olduğunu gördüm, dedi.
Bu hadisi Ebu Bekr
el-Berkanı de Müslim'in rivayet ettiği aynı sened ile rivayet etmiş ve orada
ayrıca şu açıklamayı da eklemiştir: Avf b. Malik dedi ki: Rasülullah (s.a.v.)
selebden beşte bir almıyordu. Gelen yardımcı kuvvetlerden birisi de Şam
tarafındaki Mute gazvesinde onlarla birlikte idi. Karşı taraftan bir Bizanslı
müslümanlar üzerine hızlıca gelmeye başladı. Kumral bir at ve altın yaldızlı
bir eğer üzerinde kirlenmiş kuşaklı ve elinde altın işlemeli bir kılıç vardı.
Müslümanların üzerine geliyordu. Yemen'den gelen yardımcı kuvvetlerden birisi
onu güzel bir şekilde gözetlemeye koyuldu. Nihayet yanından geçince, atının
bileğini kesti, o da yere düştü. Kılıcıyla tepesine dikilip onu öldürdü ve
silahlarını aldı. Halid b. Velid, selebinin bir bölümünü ona verdi, bir
bölümünü de alıkoydu. Avf dedi ki: Ben ona, hepsini ver. Sen Resülullah
(s.a.v.)'ı: "Seleb öldürene aittir" derken duymadın mı? dedim, o,
evet dedi. Fakat ben bunları çok gördüm diye cevap verdi. Avf dedi ki:
Birbirimize ileri geri söz söyledik. Nihayet ona: Andolsun, Rasülullah (s.a.v.)'a
durumu bildireceğim, dedim.
Avf dedi ki: Rasülullah
(s.a.v.)'ın huzurunda bir araya gelince, Avf o durumu Rasülullah (s.a.v.)'a
anlattı. Hz. Peygamber de: "Ne diye ona hepsini vermedin" diye
sorunca, Halid, bana çok göründü dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Hadi
onları o adama ver" diye buyurdu. Ben de kendisine, nasıl (Ey Halid) sana
verdiğim sözü yerine getirdin mi? diye sordum. Bu sefer Rasülullah (s.a.v.)
kızdı ve şöyle buyurdu: "Ey Halid, onu o kişiye verme. Siz, kumandanlarımla
beni başbaşa bırakmayacak mısınız?''
İşte bu, gayet açık bir
şekilde öldüren kimsenin selebe, bizzat öldürmekle değil de imamın (devlet
başkanı ya da kumandanın) görüş ve konuyu tetkiki sonucu hak kazandığına açık
bir delildir.
Ahmed b. Hanbel der ki:
Selebin öldürene ait olması, özellikle mübareze (teke tek çarpışma) halinde
sözkonusudur.
5- Selebden
(Beytülmal'e) Beşte Bir Alınır mı:
İlim adamları, selebden
beşte bir alınıp alınmayacağı hususunda farklı görüşlere sahiptir. Şafii der
ki: Selebden beşte bir alınmaz. İshak da şöyle der:
Eğer basit bir değeri
varsa, öldürene aittir. Çok olursa beşte biri alınır. Nitekim Ömer b. el-Hattab
bunu el-Bera b. Azib'e, el-Merzuban ile teke tek çarpışıp öldürmesi üzerine
uygulamıştır. Çünkü, onun kuşağının ve bileziklerinin değeri, otuz bin (dirhem)
ederdi. O da bunun beşte birini aldı. Enes'in, el-Bera b. Malik'ten
naklettiğine göre o, müşriklerden bir kişiyi mübarezede (teke tek çarpışmada)
öldürmesi dışında yüz müşrik öldürmüş idi. ez-Zare gazasına katılmaları sırasında
da Zare Dihkanı (toprak ağası) çıkıp: Teke tek çarpışalım, dedi. Bunun üzerine
el-Bera karşısına çıktı. Karşılıklı olarak kılıç darbeleri oldu. Daha sonra
birbirlerinin boyunlarına sarıldılar. el-Bera onu çöktürdükten sonra göğsüne
oturdu. Sonra da kılıcını alıp boğazını kesti. Onun silahını ve kuşağını alıp
Hz. Ömer'e getirdi. Hz. Ömer silahı ona bağış olarak verdi. Kuşağına otuzbin
(dirhem) değer biçti ve onun beşte birini alıp, bu büyükçe bir maldır, dedi.
el-Evzai ve Mekhul
derler ki: Seleb de bir ganimettir, onda da beşte bir vardır. Buna benzer bir
görüş Ömer b. el-Hattab'dan da rivayet edilmiştir. Şafii'nin delili ise, Ebu
Davud'un Eşcalı, Avf b. Malik ile Halid b. el-Velid'den rivayet ettiği,
Rasulullah (s.a.v.)'ın: "Seleb öldürenindir" diye hüküm vermesi ve
selebden beşte bir alınmamasıdır.
6- Seleb Öldürene
Hangi Hallerde Verilir:
İlim adamlarının
çoğunluğunun görüşüne göre seleb öldürene ancak onu öldürdüğüne dair delil getirmesi
halinde verilir. Fukahanın çoğunluğu der ki: Ebu Katade hadisine göre tek bir
şahid yeterlidir. Ya iki şahid, yahut da bir şahid ve bir yemin gerekir de
denilmiştir.
el-Evzai der ki: Sadece
onu öldürdüğünü iddia etmesi ile öldürdüğünün selebi ona verilir. Selebine hak
kazanmak için delil getirmesi şartı yoktur. Bununla birlikte eğer delil de
getirilebilirse, aradaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak için daha uygundur.
Nitekim Peygamber (s.a.v.) Ebu Katade'ye öldürdüğü kimsenin selebini herhangi
bir şahid ve yemin olmaksızın vermiştir. Tek bir kişinin şahidliği yeterli
olmaz ve yalnızca ona bağlı kalınarak herhangi bir hüküm de verilmez de
denilmiştir. el-Leys b. Sa'd bu görüştedir.
Derim ki: Hocamız Hafız
el-Münziri:, eş-Şafii, Ebu Muhammed Abdu'l-Azim'i şöyle derken dinledim: Hz.
Peygamber ona (Ebu Katade'yi öldürdüğünün) selebini el-Esved b. Huzai ile
Abdullah b. Uneys'in şahidliğine dayanarak vermiştir. Buna göre bu husustaki
anlaşmazlık ortadan kalkmakta, içinden çıkılamaz durum izale olunmakta ve hüküm
de bu konuda diğerleriyle (şahadete dayalı meselelerle) uygun düşmektedir.
Malikilere gelince, onların görüşlerine göre imamın bu hususta herhangi bir
delile gereği yoktur. Çünkü imam, böyle bir durumda kendiliğinden verecek
olursa bu bir atiyye (bağış) dir. Eğer bunu vermek için şahidliği şart koşarsa
bu hakka da sahiptir. Böyle bir şart koşmayacak olursa, şahidlik sözkonusu
olmaksızın bu iddiada bulunana onu (maktulün selebini) vermesi caiz olur.
7- Selebin Mahiyeti:
İlim adamları selebin
mahiyeti hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Silah ve savaş için gerek
duyulan herbir şeyin selebden sayıldığı hususunda görüş ayrılığı yoktur.
üzerinde çarpışırken öldüğü atı da böyledir. Ahmed at hakkında; o selebden
sayılmaz demiştir. Aynı şekilde para kesesinde yahut kuşağında dinarlar veya
mücevherat, ya da buna benzer değerli eşya bulunacak olursa, bunların selebden
sayılmadığı hususunda da görüş ayrılığı yoktur.
Savaş için süs eşyası
olarak kullanılan şeyler hususunda, görüş ayrılıkları vardır. el-Evzai der ki:
Bütün bunlar selebdendir. Bir kesim bunların selebden olmadığını söylemiştir.
Bu husus Suhnun'dan -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- rivayet edilmiştir. Şu
kadar var ki, Suhnün'a göre kuşak, selebden sayılır. İbn Habib el- Vazıha 'da;
bilezikler de selebdendir, demiştir.
8- Ayet-i Kerime Nesh
Edici Hüküm Taşıyor mu?
Yüce Allah'ın:
"Beşte biri Allah'a ... aittir" buyruğu ile ilgili olarak Ebu Ubeyd
şöyle demektedir: Bu, şanı Yüce Allah'ın, sürenin baş taraflarında yer alan:
"De ki: Enfal Allah'ın ve Resulünündür"(el-Enfal, 1) buyruğunu nesh
etmektedir. Rasülullah (s.a.v.) Bedir'den alınan ganimetlerin beşte birini
almamıştı. İşte bu buyruk ile Hz. Peygamberin ganimetlerin beşte birini almama
hükmünü nesh etmektedir. Şu kadar var ki, Ali (r.a)'ın Sahihi Müslim'de yer
alan şu ifadesinde Hz. Peygamberin ganimetin beşte birini aldığı açıkça
anlaşılmaktadır: "Bedir günü alınan ganimetlerden benim payıma yaşlı bir
dişi deve düşmüştü. Rasülullah (s.a.v.) o günde bana beşte birden de bir yaşlı
dişi deve daha vermişti ... " Eğer bu, böyle olmuş ise; Ebu Ubeyd'in
görüşü reddolunur.
İbn Atiyye der ki: Hz.
Ali'nin sözünü ettiği beşte birden kendisine verilen yaşlı dişi devenin, Bedir
ile Uhud arasında cereyan eden gazvelerden birisinden verilmiş olma ihtimali
vardır. Çünkü, Süleymoğulları gazvesi, Mustalıkoğulları gazvesi ile Zu Emer
gazvesi ve Buhran gazveleri bu arada cereyan etmiş, bunlarda herhangi bir
çarpışma olduğu da bilinmemektedir. Bununla birlikte bunlardan birtakım
ganimetler alınmış olması imkanı da vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Derim ki: Ancak İbn
Atiyye'nin bu açıklamasını, Hz. Ali'nin kullandığı "o günde" lafzı
reddetmektedir. Ancak, eğer Bedir gazvesinde beşte bir alınmamış ise, Hz.
Ali'nin aldığı bu yaşlı dişi devenin, Abdullah b. Cahş Seriyyesinde ele
geçirilen ganimetlerin beşte birinden olması ihtimali bulunabilir. Çünkü, İslam
tarihinde alınan ilk ganimet odur. Yine İslam tarihinde ilk beşte bir de o
ganimetlerden ayrılmıştır. Daha sonra Kuran-ı Kerimin: "Bilin ki, ganimet
olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a. .. aittir" buyruğu
inmiştir. Böyle bir açıklama birinci açıklamadan daha uygundur. Doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır.
9- Ganimetin Beşte
Biri:
Yüce Allah'ın:
"Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin" anlamındaki buyrukta
yer alan ve "herhangi bir şey" anlamı verilen; (...) ism-i mevsulu,
(...) anlamında olup, Cism-i mevsule ait olan) "he" zamiri
hazfedilmiştir. "Ganimet aldığınız şey (ler)" demektir. Birinci
(...)'nin başına "fe" harfinin gelmesi ise, ifadede
"mücazat" anlamının bulunması dolayısıyladır. İkinci (...),
birincisini tekid içindir. Bununla birlikte ikincisinin esreli okunuşu da
caizdir. Ve bu, Ebu Amr'dan rivayet edilmiştir.
el-Hasen
(İbnü'l-Hanefiyye diye bilinen Muhammed b. Ali'nin oğludur) der ki: İşte bu, (
... Allah'a aittir, Allah'ındır) buyruğu, Allah'ın sözünün anahtarıdır. Dünya
da ahiret de esasen yalnız Allah'ındır. Bunu en-Nesai zikretmiştir. Yüce Allah,
fey'de ve ganimetin beşte biri hakkında öncelikle kendi adını zikretmesi,
bunların en şerefli kazanç yolları oluşundan dolayıdır. Sadakayı (zekatı)
kendisine nisbet etmeyişi ise, insanların mallarının kiri oluşundan dolayıdır.
10- Beşte Birin Taksim
Ediliş Şekli:
İlim adamları, ganimetin
beşte birinin ne şekilde taksim edileceği hususunda altı farklı görüş ortaya
atmışlardır:
1. Bir kesimin görüşüne
göre ganimetin beşte biri altıya bölünür. Bunun altıda biri Ka'be'ye harcanır.
İşte Allah'ın olan payodur. İkincisi Resulullah (s.a.v.)'a aittir. üçüncüsü
akrabalara, dördüncüsü yetimlere, beşincisi yoksullara, altıncısı da yolculara
aittir. Bu görüşü benimseyenlerden birisi de şöyle demiştir: Allah'a ait olan
pay muhtaçlara verilir.
2. Ebu'l-Aliye ile
er-Rabi şöyle derler: Ganimet beşe bölünür. Bunun bir payı ayrılır, geri kalan
beşte dördü ilgililere paylaştırılır. Bundan sonra elini bir kenara ayırdığı
beşte bire atar. Eline ne geçirirse onu Ka'be'ye ayırır. Daha sonra da ayırmış
olduğu payın geri kalanını beşe böler. Birisi Peygamber (s.a.v.)'ın, birisi
akrabalarının, birisi yetimlerin, birisi yoksulların, birisi de yolcuların
olmak üzere paylaştırılır.
3. el-Minhal b. Amr der
ki: Abdullah b. Muhammed b. Ali ile, Ali b. el-Huseyn'e hums'a dair soru
sordum, o bizimdir dedi (ler). Ben Ali'ye dedim ki:
Yüce Allah:
"Yetimler, yoksullar ve yolcular" diye buyuruyor. o: Bunlar bizim
yetimlerimiz ve bizim yoksullarımızdır, dedi.
4. Şafii, beşte bir beşe
bölünür, der. Onun görüşüne göre Allah'a ve Rasulüne ait olan pay birdir. Bu da
mü'minlerin ihtiyaçlarına harcanır. Beşte birin geri kalan beşte dördü ise,
ayet-i kerimede sözü geçen sınıflara harcanır.
5. Ebu Hanife der ki:
üçe bölünür. Yetimler, yoksullar ve yolcular. Ona göre Resulullah (s.a.v.)'ın
vefatıyla kendi özpayının hükmü kalktığı gibi onun akrabalarının da payının
hükmü kalkmıştır. Hanefiler derler ki: Beşte birden, işe köprülerin tamir
edilmesi, mescidlerin inşası, hakim ve askerlerin maaşları vermekle başlanır.
Buna yakın bir görüş, Şafii'den de rivayet edilmiştir.
6. Malik der ki: Bu,
imamın görüş ve ictihadına havale edilmiştir. O, belli bir miktar ile tayini
sözkonusu olmaksızın, beşte birden bir bölüm alır, yine ictihadına göre o
paydan yakın akrabaya birşeyler verir, geri kalanını da müslümanların
maslahatına olan işlere harcar. Dört halife de böyle demiş ve böyle
uygulamışlardır. Hz. Peygamber'in: "Allah'ın size vermiş olduğu
ganimetlerden beşte birden başka bir payım yoktur. Zaten beşte bir de size geri
dönmektedir" buyruğu buna delildir.
Hz. Peygamber bu beşte
biri ne beşe, ne de üçe bölmüştür. Ayet-i kerimede sözü geçenler ise, onlara
dikkat çekmek kastıyla anılmışlardır. Zira bunlar, kendilerine ödeme
yapılanların en önemlileridir. ez-Zeccac, Malik'in lehine delil getirerek şöyle
demektedir: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sana neyi infak edeceklerini
soruyorlar. De ki: infak edeceğiniz hayır, anne ve babanın, akrabaların,
yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır ... '' (el-Bakara, 215) Bir
kimse eğer başkasını uygun görecek olursa, burada anılanların dışında kalanlara
da infak etmesinin caiz olduğu icma ile kabul edilmiştir. Nesai, Ata'dan şöyle
dediğini nakletmektedir: Allah'ın beşte biri ile Resulünün beşte biri aynı
şeydir. Rasülullah (s.a.v.) bu paydan yolda kalmışların ihtiyaçlarını karşılar,
bu paydan bağışlarda bulunur, bunu dilediği yere harcar ve bunda dilediği gibi
tasarrufta bulunurdu.
11- Akrabaların Payı:
Yüce Allah'ın:
"Yakınlara (akrabalara)" anlamındaki (...) deki "lam",
hakkedişin ve mülk edinmenin açıklanması kastıyla getirilen "lam"
değildir. Bu "lam" harcama yerini ve mahalli beyan etmek içindir.
Buna delil de Müslim'in kaydettiği şu rivayettir: el-Fadl b. Abbas ile Rabia b.
Abdulmuttalib Peygamber (s.a.v.)'ın huzuruna geldi. Onlardan birisi dedi ki: Ey
Allah'ın Rasülü, sen insanların en iyisi ve akrabalık bağını en çok
gözetenlerisin. Bizler, evlenme çağına geldik. Sana bizi zekatların toplanması
için görevlendiresin diye geldik. Diğer insanlar sana nasıl getirip tahsil
ettikleri zekatı ödüyorlarsa biz de ödeyeceğiz ve onlar nasıl bir payalıyorlarsa
biz de o payı elde edeceğiz. Peygamber uzunca sustu. Nihayet biz onunla
konuşmak istedik. Bu arada Hz. Zeyneb bizlere perde arkasından onunla
konuşmayın, diye işaret ediyordu. Sonra şöyle buyurdu: "Sadaka (zekat)
Muhammed'in yakın akrabalarına helal değildir. Çünkü zekat, ancak insanların
(mallarının) kiridir. Bana Mahmiye'yi -ganimetlerin beşte biri üzerinde görevli
idi- ve Nevfel b. el-Haris b. Abdulmuttalib'i çağırın." Her ikisi de
yanına gelince, Hz. Peygamber Mahmiye'ye şöyle dedi: "-el-Fadl b. Abbas'ı
kastederek- sen bu gence kızını nikahla" dedi, o da kızını ona nikahladı.
Nevfel b. el-Haris'e de: "-Rabia b. Abdulmuttalib'i kastederek- sen de bu
gence kızını ver" diye buyurdu. Mahmiye'ye de: "Her ikisi adına beşte
birden şu kadar şu kadar mehir ver. "
Yine Hz. Peygamber:
"Allah'ın size vermiş olduğu ganimetlerden bana düşen pay beşte birden
başkası değildir. O beşte bir de size geri döndürülür" diye buyurmuştur.
Hz. Peygamber de kimi zaman bunun tamamını, kimi zaman bir bölümünü verdiği gibi,
müellefe-i kulube (kalpleri İslam'a ısındırılacaklara) da ondan vermiştir.
Halbuki, bunlar Yüce Allah'ın kendilerine pay verilecekler arasında zikredilmiş
değillerdi. İşte bu da bizim sözünü ettiğimiz görüşün lehine delildir. Başarıya
ulaştıran Allah'tır.
12- Zevi'l-Kurba (Hz.
Peygamber'in Akrabaları) ile ilgili Görüşler:
İlim adamları, ayet-i
kerimede geçen, yakın akrabaların kimlikleri hususunda üç ayrı görüşe
sahiptirler:
1. Birinci görüşe göre bunlar,
bütün Kureyş kabilesidir. Seleften birisi böyle demiştir. Çünkü Peygamber
(s.a.v.) Safa tepesine çıktığında şöyle seslenmeye koyulmuştu. "Ey
filanoğulları, Ey Abdimenafoğulları, Ey Abdulmuttaliboğulları, Ey Ka'boğulları,
Ey Murreoğulları, Ey Abdişemsoğulları, haydi kendinizi cehennem ateşinden
kurtarın" demişti. Bu hadis-i şerif ileride eş-Şuara Süresi'nde (214.
ayetin tefsirinde) gelecektir.
2. Şafii, Ahmed, Ebu
Sevr, Mücahid, Katade, İbn Cüreyc ve Müslim b. Halid derler ki: Bu akrabalardan
kasıt, Haşimoğulları ile Abdulmuttaliboğullarıdır. Çünkü Peygamber (s.a.v.)
akrabaların payını Haşimoğulları ile Abdulmuttaliboğulları arasında
paylaştırmış ve: "Bunlar, ne cahiliye döneminde, ne İslam döneminde benden
ayrılmadılar. Haşimoğulları ile Muttaliboğulları aynı şeylerdir" deyip,
parmaklarını birbirine geçirdi. Bunu da Nesai ve Buhari rivayet etmiştir.
Buhari der ki: el-Leys dedi ki: Bana Yunus anlattı ve şunu ilave etti:
Peygamber (s.a.v.) ne Abdişemsoğullarına, ne de Nevfeloğullarına herhangi bir
pay ayırmadı.
İbn İshak der ki:
Abdişems, Haşim ve Muttalib anne bir kardeştirler. Anneleri ise Murre kızı
Atike'dir. Nevfel de baba bir kardeşleri idi.
Nesai der ki: Peygamber
(s.a.v.) yakın akrabalarına payayırmıştır. Bunlar ise Haşimoğulları ile Muttaliboğullarıdır.
Aralarında zengin de
fakir de vardı. Aralarından yalnızca fakire verilir, zengine verilmez de
denilmiştir. Yetimler ve yolcular gibi. Bana göre doğruya daha yakın olan görüş
de budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Yine küçük, büyük, erkek,
dişi arasında da fark gözetilmez. Çünkü Yüce Allah bu payı onlara vermiştir.
Rasülullah (s.a.v.) da bunu onlar arasında pay etmiştir. Hadis-i şerifte Hz.
Peygamberin onların kimini kimine üstün tuttuğuna dair da bir işaret yoktur.
3- Akrabalar özel olarak
Haşimoğullarıdır. Bu görüş de Mücahid ile Ali b. el-Hüseyn'in görüşüdür. Aynı
zamanda Malik, es-Sevri, el-Evzai ve başkaları da bu görüştedirler.
13- Gazilerin
Ganimetten Payları: Beşte Dört:
Yüce Allah, ganimetlerin
beşte birinin paylaştırılmasını açıklayıp geri kalan beşte dördünü sözkonusu
etmemesi, bu beşte dördün, ganimeti alanların mülkü olduğuna delildir.
Peygamber (s.a.v.) da bunu şu buyruğuyla açıklamış bulunmaktadır:
"Herhangi bir kasaba (halkı) Allah'a ve Resulüne isyan edecek olursa,
şüphesiz onun beşte biri Allah'a ve Rasulüne aittir. Ondan sonra o, sizindir.
''
Bu ise, ümmet arasında
da, imamlar arasında da -İbnü'l-Arabi'nin Ahkam(u'l-Kur'an) adlı eserinde de
başkalarının da naklettiklerine göre- görüş ayrılığı bulunmayan bir husustur.
Şu kadar var ki, eğer imam (İslam devlet başkanı), esirleri karşılıksız serbest
bırakma görüşünü benimserse bunu yapabilir ve esirler üzerinde ganimet
alanların hakları ortadan kalkar. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Sümame b. Usal'e
ve başkalarına böyle bir uygulamada bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: "Eğer
el-Mut'im b. Adiy hayatta olup da sonra bu -Bedir esirlerini kastederek- pisler
hakkında benimle konuşacak (onları serbest bırakmamı isteyecek) olsaydı, ben de
onları ona bırakırdım" diye buyurmuştur. Bu hadisi Buhari rivayet
etmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (Kureyşlilerin müslümanlara Mekke'de iken boykot
ilan ettiklerini belirten ve bunu) boykotu kaldırması hususunda onun
yaptıklarını mükafatlandırmak istemişti.
İmam, bütün esirleri
öldürmek hakkına da sahiptir. Nitekim Resulullah (s.a.v.) esirler arasından
Ukbe b. Ebi Muayt'ı öldürmüştür. en-Nadr b. el-Haris'i de aynı şekilde es-Safra
(Bedir'e yakın bir yer) de öldürmüştür. Bu hususta görüş ayrılığı da yoktur.
Resulullah (s.a.v.)'in
da diğer ganimet alanlar gibi ganimetten bir payı vardı. Savaşta bulunsun yahut
bulunmasın o bu payını alırdı. Ayrıca safiy diye bilinen ganimetten kendisi
için seçtiği bir payı da vardı. Bir kılıç, bir ok, bir hizmetçi veya bir binek
seçerdi. Nitekim Huyey'in kızı Hz. Safiyye de Hayber ganimetleri arasından
seçtiği idi. Zülfükar diye bilinen kılıcı da ganimetler arasından
seçtiklerindendi.
Bu; onun vefatı ile sona
ermiş bir paydır. Ancak, Ebu Sevr'in görüşüne göre bu pay, imamın payı olarak
kalmaya devam etmektedir. O bunu Peygamber (s.a.v.)'ın payını harcadığı yere
harcar. Böyle bir payın Hz. Peygamber'e verilişindeki hikmet ise şudur:
Cahiliye dönemi insanları ganimetin dörtte birinin kumandana ait olduğu
görüşünde idiler. Öyle ki, şairlerinden birisi şöyle demektedir: "Ondan
(ganimetten) dörtte bir de senindir, seçtiklerin (safiy)de senindir. Sen nasıl
istersen öyle hüküm verebilirsin. Yolda orduların karşılaşmasından önce ele
geçirdiklerin de senindir,
Paylaştırma sonucu
geriye kalıp da paylaştırılması mümkün olmayan (deve ve at gibi şeyler) da
senindir."
Bir başkası da:
"Kabileler arasında hatırı sayılır ve güçlü kişi olup, Orduların
(ganimetlerinin) dörtte birini alan o kişi bizdendir."
Ordunun dörtte biri (el-mirba')
ise, ganimetin dörtte birini almak demektir. el-Esmai der ki: Cahiliyye
döneminde kumandana ganimetlerin dörtte biri verilirken, İslam'da beşte bir
ayrılmıştır. Cahiliye döneminde kumandan herhangi bir şeriat ve dini hükme
dayanmaksızın ganimetin dörtte birini alır, yine ganimetten istediğini seçer,
istediğini seçtikten sonra da dilediği şeyde istediği gibi hüküm verirdi. Artık
bunlardan istisna olarak kalan ve geriye artan ev eşyası ve diğer mallar da ona
ait olurdu. Şanı Yüce Allah ise: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız
herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a ... aittir" buyruğu ile dininin
sağlam hükmünü ortaya koymuş, safiy (ganimetten belli birşeyi seçme) payını
Peygambere tanımış, ancak cahiliyye'nin (ganimetlere dair) diğer hükümlerini
kaldırmıştır.
Amir eş-Şa'bi der ki:
Rasulullah (s.a.v.)'ın, safiy diye bilinen bir payı vardı.
Dilerse bir köle, bir
cariye, yahut da bir at alabilirdi. Ve o bunu, beşte bir ayrılmadan önce
seçerdi. Bunu Ebu Davud rivayet etmiştir.
Ebu Hureyre'nin rivayet
ettiği hadiste de şöyle dediği nakledilmektedir: "Ey filan, ben sana
ikramda bulunmadım mı, ben seni önder kılmadım mı, seni evlendirmedim mi,
atları, develeri sana müsahhar kılmadım mı, ben senin başkanlık yapmana,
ganimetlerin dörtte birini almana imkan vermedim mi ... " şeklindeki
ifadelerin geçtiği hadisi de Müslim rivayet etmiştir.
Buradaki "dörtte
birini almak"dan kasıt, kavminin eline geçirdiği ganimet ve kazançların
dörtte birini almaktır.
Şafii: mezhebine mensub
kimi ilim adamı, beşte birin beşte birinin Peygamber (s.a.v.)'a ait olduğu ve
Hz. Peygamberin bunu çocuklarının ve hanımlarının ihtiyaçlarını karşılamak için
harcadığı, yine bir yıllık ihtiyacını da bundan ayırıp sakladığı, geri
kalanları ise, savaş için at ve silahlara harcadığı görüşündedir. Ancak, Hz.
Ömer'in rivayet ettiği şu husus bu kanaati reddetmektedir: Nadiroğullarından
alınan mallar, Yüce Allah'ın, müslümanlar tarafından onların üzerine herhangi
bir at ve deve sürülmeksizin Resulüne vermiş olduğu feylerden (ganimetlerden) idi.
Bu ganimetler, özel olarak Peygamber (s.a.v.)'a ait idi. Bu feyden bir yıllık
harcamalarını ayırırdı. Geri kalanı ise, savaş için ata ve silaha, Allah
yolunda savaş hazırlığı olmak üzere harcardı. Bunu Müslim rivayet etmiştir.
Ayrıca Hz. Peygamber: "Beşte bir ise size geri döner" diye
buyurmuştur.
14- Piyade ile
Süvarinin Ganimetten Payları:
Yüce Allah'ın Kitab'ında
süvarinin piyadeden daha fazla payalacağına delalet eden bir buyruk yoktur.
Aksine paylarının eşit olduğu hükmünü ihtiva eder. Çünkü Yüce Allah,
ganimetlerin beşte dördünü savaşçılara ayırmış ve özel olarak ne piyadeyi, ne
de süvariyi sözkonusu etmiştir. Şayet Peygamber (s.a.v.)'dan varid haberler
olmasaydı, süvarinin payı da piyadeninki gibi, köleninki de hürünki gibi,
çocuğun da baliğ olan gibi olurdu.
Gerçek şu ki, ilim
adamları beşte dördün paylaştırılması hususunda farklı görüşlere sahiptir.
İbnü'I-Münzir'in ifade ettiğine göre, genel olarak ilim ehlinin kabul ettiği
görüş, süvariye iki pay, piyadeye de bir pay verileceği şeklindedir. Bu görüşü
kabul edenler arasında Malik b. Enes ile Medine ehlinden ona tabi olanlar da
vardır. el-Evzai ve ona muvafakat eden Şamlı ilim adamları da bu görüştedirler.
es-Sevri ile Irak alimlerinden ona muvafakat edenlerin görüşü de budur. Bu,
el-Leys b. Sa'd'ın ve ona uyan Mısırlı ilim adamlarının da görüşüdür. Şafii: ve
arkadaşları da bu görüştedirler. Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebu Sevr, Yakub (Ebu
Yusuf) ve Muhammed de bu görüştedirler. İbnü'I-Münzir der ki: Biz, bu hususta
en-Nu'man (b. Sabit, Ebu Hanife)'den başka muhalefet eden bir kimse olduğunu
bilmiyoruz. O, bu hususta hem sünnete göre izlenen yola, hem de geçmişte de
sonrasında da ilim ehlinin büyük çoğunluğunun kabul ettiği kanaate muhalefet
ederek süvariye de ancak tek pay verilir, demiştir.
Derim ki: Onu
(İbnü'I-Münzir'i), Ahmed b. Hanbel'in kanaati hakkında yanılgıya düşüren husus,
İbn Ömer'in Resulullah (s.a.v.)'ın atlıya iki, piyadeye de bir pay verdiği
şeklindeki hadisidir. Bunu Darakutni rivayet ettikten sonra şöyle der:
er-Remadi dedi ki: İbn Numeyr böyle diyor. en-Neysaburi bize dedi ki: Bu, bana
göre İbn Ebi Şeybe'nin, yahut da er-Remadi'nin bir yanılmasıdır. Çünkü, Ahmed
b. Hanbel ile Abdurrahman b. Bişr ve başkaları bu hadisi İbn Ömer'den
(Darakutni'de İbn Numeyr'den) bundan farklı bir şekilde rivayet etmişlerdir. O
da Resulullah (s.a.v.)'ın, birisi süvarinin kendisine, ikisi de atına ait olmak
üzere süvariye toplam üç pay verdiği şeklindedir.(Darakutni, IV, 106)
Abdurrahman b. Bişr,
Abdullah b. Numeyr'den, o, Ubeydullah b. Umeyr'den, o, Nafi'den, o da İbn
Ömer'den böylece rivayet etmiştir (diyerek) hadisi zikredeL
Buhari'nin Sahih'inde
İbn Ömer'den rivayete göre Rasülullah (s.a.v.) ata iki pay ve atın sahibine de
bir pay vermiştir. Bu ise açık bir nastır.
Darakutni, ez-Zübeyr'den
şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.) Bedir günü bana dört pay
verdi. İkisini atıma, birisini bana, birisini de akrabaların payından olmak
üzere anneme bir pay verdi. Bir rivayette de: Annesine de akrabalar payından
olmak üzere bir pay verdi, denilmektedir.(Darakutni, IV, 109-111)
Yine Darakutni, Beşir b.
Amr b. Muhsan'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Resulullah (s.a.v.) iki atıma
dört pay, bana da bir pay verdi, böylelikle ben beş pay almış oldum.
Bu paylaştırma şeklinin kararının,
imamın yetkisinde olduğu ve onun uygun gördüğünü uygulamaya koyacağı da
söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
15- Birden Fazla Atı
Bulunan Süvarinin Ganimetteki Payı:
Süvariye piyadeden tek
bir at payından fazla pay verilmez. Şafii bu görüştedir. Ebu Hanife ise der ki:
Birden çok ata da pay verilir. Çünkü böylesi daha çok yorucudur ve daha fazla
fayda sağlayıcıdır. Mezhebimiz ilim adamlarından İbnü'l-Cehm de bu görüştedir.
Suhnün da bunu İbn Vehb'den rivayet etmiştir.
Ancak bizim delilimiz
şudur: Peygamber (s.a.v.)'dan, bir attan fazlasına pay verileceğine dair bir
rivayet gelmemiştir. Ondan sonraki imamlar (Raşid halifeler)'den de böyle bir
rivayet gelmiş değildir. Zira, düşman ile ancak tek bir at sırtında savaşılır.
Bundan fazla olursa, bu bir refahtır ve fazladan bir araç hazırlamaktır. Bunun
da payların artışına bir etkisi olmaz. Bir kimsenin beraberinde fazladan
kılıçların yahut mızrakların olması gibi ayrıca, üçüncü ve dördüncü at için de
pay verilmeyeceği nazarı itibara alınmalıdır. Süleyman b. Musa'dan ise, birden
çok atı bulunan kimsenin her bir atına bir pay verileceği şeklinde bir rivayet
nakledilmiştir.
16- Ganimetten Pay
Verilecek Atın Niteliği:
İleri atılması ve geri
çekilmesi özellikleri dolayısıyla ancak asil atlara pay verilir. Onun gibi
olabilen beygir ve melez atların durumu da böyledir. Ancak bu şekilde olmayan
atlara herhangi bir pay verilmez.
Şöyle de denilmiştir:
Eğer bu atların kullanılmasını imam uygun görürse, onlara da pay verilir.
Çünkü, bunlardan yararlanmak yerine göre değişir. Melez atlarla beygirler dağ
yolları ve dağlar gibi sarp yerlere uygundur. Asil atlar ise hücum ve geri
çekilmenin sözkonusu olduğu yerlere elverişlidir. O bakımdan bu, imamın
görüşüne bağlıdır.
Asil atlar arap atı,
melez ve beygirler ise Bizans atlarıdır.
17- Zayıf Atın Hükmü:
İlim adamlarımız, zayıf
atın hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptirler.
Eşheb ile İbn Nafi'
böyle bir ata pay verilmez, derler. Çünkü, böyle bir atın sırtında savaşmaya
imkan yoktur. O bakımdan, böyle bir at, hasta düşmüş, güçsüz kalmış ata benzer.
Bir görüşe göre de
iyileşmesi umulduğundan dolayı ona pay verilir, denilmiştir. Eğer, kendisinden
yararlanılamıyacak şekilde zayıf ve çelimsiz ise, hasta ata pay verilmediği
gibi ona da pay verilmez.
Atın toynağındaki hafif
rahatsızlık ile buna benzer attan maksat olarak gözetilen faydanın elde
edilmesini engellemeyen rahatsızlıkları bulunan atlara ise pay verilir. Ariyet
olarak ve ücretle tutulan ata da payayrılır. Gasbedilen atın durumu da böyledir.
Böyle bir atın payı sahibine ait olur.
Atlar, gemilerde bulunsa
ve ganimet, denizdeki çarpışma sonucu alınacak olsa dahi atlar paya hak
kazanırlar. Çünkü bu şekildeki atlar karaya inmek için hazırlanmıştır.
18- Orduya ücretli iş
Yapmak üzere Katılıp Savaş Kastı ile Bulunmayanların Hükmü:
Geçim kastıyla ücret
almak için ordu ile birlikte bulunan ücretle çalışanlar ve çeşitli sanat erbabı
gibi kimselerin ganimetlerde bir hakkı yoktur. Çünkü bunlar, savaşmak kastı
gütmedikleri gibi, mücahid olarak da çıkmamışlardır. Peygamber (s.a.v.)'ın:
"Ganimet vak'ada hazır bulunanların hakkıdır" şeklinde Buhari
tarafından rivayet edilen buyruğu dolayısıyla bunlara pay verileceği de
söylenmiştir.
Ancak, bu buyrukta bu görüşe
delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü, hadisi şerif fiilen çarpışan ve çarpışmak
kastıyla savaşa çıkan kimselerin durumunu açıklamak üzere varid olmuştur.
Esasen Yüce Allah'ın müslümanları savaşanlar ile geç im için savaşanlar diye
ayırıp birbirini ayrı ve her birisinin kendi durumuna uygun hükmü bulunan iki
kesim diye sözkonusu ederek şöyle buyurmuş olması bu hususta delil olarak
yeter; "Sizden hastalananlar ola cağını, diğer bir kısmının da Allah'ın
lütfundan arıyarak yeryüzünde yol tepeceklerini, bir başka kısmının da Allah
yolunda çarpışacaklarını Allah bilmiştir. "(el-Müzemmil, 20)
Şu kadar var ki, bu gibi
kimseler eğer savaşa katılacak olurlarsa onların geçim için ücretli olarak
çıkmış olmalarının kendilerine bir zararı yoktur. Çünkü, ganimetten pay hakediş
sebepleri ortaya çıkmış olur.
Eşheb şöyle der:
Çarpışacak olsa dahi böylelerinden herhangi bir kimse ganimetten payalmaya hak
kazanmaz. İbnin-Kassar da ücretle çalışmak üzere gelen hakkında böyle demiştir.
Çarpışacak olsa dahi ona pay verilmez. Ancak, Seleme b. el-Ekva' yoluyla
rivayet edilen hadis bu görüşü reddetmektedir. Seleme şöyle demektedir: Talha
b. Ubeydullah'ın ücretlisi olarak çalışıyordum. Atını suluyor, onu kaşağılıyor,
Talha'ya hizmet ediyor ve onun yemeğinden yiyordum ... Bu hadiste şu ifadeler
de yer almaktadır: Daha sonra Resulullah (s.a.v.) bana iki pay verdi. Hem
süvari payını, hem de piyade payını. Her iki payı bir arada bana vermiş oldu.
Bu hadisi de Müslim rivayet etmiştir. İbnü'l-Kassar ve onunla aynı görüşü
paylaşanlar Abdurrahman b. Avf'ın naklettiği ve Abdurrezzak'ın zikrettiği
hadisi delil gösterirler. O hadiste şöyle denmektedir: Resulullah (s.a.v.)
Abdurrahman'a dedi ki: "Bu üç dinar onun dünya işinde de ahiret işinde de
bu savaşından elde edeceği kısmeti ve payıdır."
19- Köle ve Kadınların
Ganimetten Payları:
Köle ve kadınların
paylarına gelince; "d-Kitab"daki görüşe göre bunlara ne pay verilir,
ne de az dahi olsa herhangi bir şey (radh). Bunlara az miktarda birşeyler
(radh) verileceği de söylenmiştir. ilim adamlarının çoğunluğu (cumhur) bu
görüştedir.
el-Evzai ise der ki:
Kadın çarpışacak olursa ona pay verilir. Rasülullah (s.a.v.)'ın Hayber günü
kadınlara pay verdiğini de iddia eder ve der ki: Müslümanlar bizde (bizim
bölgemizde) bu görüşü kabul etmişlerdir. Bizim mezhebimiz alimlerinden (Maliki
mezhebinden) İbn Habib de bu görüşe meyletmiştir. Müslim, İbn Abbas'dan rivayet
ettiğine göre İbn Abbas'ın (Haricilerin başı olan) Necde (b. Amir el-Hanefi)'ye
yazdığı mektubunda şu ifadeler de yer almaktadır: Bana Rasülullah (s.a.v.)'ın
kadınları da beraberinde gazaya götürdüğünü soruyorsun. O, kadınları da
beraberinde gazaya götürüyor, kadınlar yaralıları tedavi ediyor, bununla
birlikte ganimetten onlara birşeyler de veriliyordu. Onlara tam bir pay
ayrılmazdı.
Çocuklara gelince, eğer
çocuk savaşabilecek güçte ise, bize göre bu hususta üç görüş vardır: Bir görüşe
göre pay verilir, diğer bir görüşe göre ise baliğ oluncaya kadar ona pay
verilmez. Buna gerekçe ise İbn Ömer yoluyla rivayet edilen hadistir. Ebu Hanife
ve Şafii de bu görüştedir.
üçüncü görüş ise,
savaşması halinde ona pay verilmesi, savaşmaması halinde pay verilmemesi
şeklinde ayırım gözeten görüştür.
Doğrusu, birinci
görüştür. Çünkü Rasülullah (s.a.v.) Kurayzaoğulları (esirleri) hakkında
eteğinde tüy bitmiş kimselerin öldürülmesini, tüy bitmemiş kimselerin ise
serbest bırakılmasını emretmiş idi. Bu ise, savaşa güç yetirebilme hususunu
nazarı itibara almaktır. Yoksa baliğ olmayı değiL.
Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr), ''el-isti'ab'' adlı eserinde Semura b. Cündub'den şöyle dediğini
rivayet eder: Rasülullah (s.a.v.)'a Ensar'dan çocuklar arz olunur, o da
onlardan yetişmiş olanlarını savaşa katardı. Bir yıl ben de ona arz edildim de
bir başka çocuğu savaşa kattı, beni de geri çevirdi. Bu sefer ben, Ey Allah'ın Rasülü,
onu savaşçılar arasına kattın, beni ise geri çevirdin. Eğer benimle güreşecek
olursa ben onu yere yıkarım, dedim. Bunun üzerine o çocuk benimle güreşti, ben
de onu yere yıktım. Bunun üzerine beni de savaşçılar arasına kattı.
Kölelere gelince, onlara
da pay verilmez, ancak onlara az bir şeyler (radh) verilir.
20- imamın izni ile
Savaşa Katılan Kafirin Ganimetten Pay Alması:
Kafir, imamın izni ile
savaşta bulunup çarpışacak olursa, bizim mezhebimize göre ona pay verilmesi
hususunda üç farklı görüş vardır: Bir görüşe göre ona pay verilir, bir diğer
görüşe göre pay verilmez. Malik ve İbnü'l-Kasım bu görüştedir. İbn Habib de
ayrıca, kafirlerin hiçbir payı yoktur, ilavesinde bulunur. üçüncü görüş olan
Suhnun'un görüşüne gelince, duruma göre hükümler arasında fark gözetir. Eğer
müslümanlar kafirin yardımına muhtaç değilseler kafire pay verilmez. Şayet onun
yardımına ihtiyaç duyacak olurlarsa, ona pay verilir. çarpışmayacak olursa
herhangi bir şey de haketmez. Hürlerle birlikte kölelerin durumu da böyledir.
es-Sevri ile el-Evzai
derler ki: Zimmet ehlinin yardımı alınacak olursa onlara da pay verilir. Ebu
Hanife ve arkadaşları ise, onlara pay verilmez, onlara az birşeyler (radh)
verilir, derler.
Şafii -Allah ondan razı olsun-
da şöyle demektedir: İmam (İslam devlet başkanı) muayyen olarak sahibi
bulunmayan bir maldan ödenmek üzere onları ücretle tutar. Eğer bunu yapmayacak
olursa, Peygamber (s.a.v.)'ın payından onlara verir. Bir başka yerde ise şöyle
demektedir: Müşrikler, müslümanlarla birlikte savaşacak olurlarsa, onlara az
birşey (radh) verilir.
Ebu Ömer der ki: Herkes
kölenin -ki, emanı caiz olan kimselerdendir- eğer savaşacak olursa, ona pay
verilmeyeceğini, buna karşılık ona az birşey verileceğini ittifakla kabul etmiştir.
Kafire hiçbir şekilde pay verilmemesi ise buna göre öncelikle sözkonusudur.
21- Köle ve Zımmilerin
Daru'l-Harp Ehlinden Aldıkları:
Köle ve zımmi kimseler,
hırsız olarak daru'l-harp ahalisinin malından birşeyler alacak olurlarsa, bu
aldıkları kendilerinindir, bundan beşte bir alınmaz. Zira Yüce Allah'ın:
"... bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi birşeyin beşte biri
Allah'a ... aittir" buyruğunun genel kapsamı içerisine ne erkeklerinden,
ne de kadınlardan herhangi bir kimse girmemektedir. Kafirlere gelince, onların
bu hususta herhangi bir ilgilerinin bulunmadığı konusunda görüş ayrılığı
yoktur. Suhnun der ki: Kölenin ele geçirdiklerinin beşte biri alınmaz.
İbnü'l-Kasım ise beşte biri alınır, der. Zira, efendisinin kendisine savaşmak
üzere izin vermesi ve din için çarpışması mümkündür. Kafir ise böyle değildir.
Eşheb ise "Kitab-ı Muhammed"de şöyle demektedir: Köle ve zımmi
ordudan ayrılıp ganimet ele geçirecek olurlarsa, ele geçirdikleri bu ganimet
orduya ait olur, onların bunda bir payları olmaz.
22- Ganimetten Pay
Haketmenin Sebebi:
Ganimetten pay
haketmenin sebebi, önceden de geçtiği gibi, müslümanlara yardımcı olmak
maksadıyla savaşta hazır bulunmaktır. Eğer savaşın sonlarında bulunacak olursa,
yine ganimete hak kazanır. Çarpışmanın sona ermesinden sonra gelirse haketmez.
Geri çekilmek suretiyle savaşta bulunmayacak olursa, yine ganimete hak
kazanmaz. Eğer geri çekilmekle bir başka birliğe katılma maksadını güderse,
ganimetteki hakkı düşmez. Buharı ve Ebü DaVüd'un rivayetine göre Resulullah
(s.a.v.) Eban b. Said'i Medine'den Necid taraflarına bir seriyye başında
kumandan olarak göndermişti. Eban b. Said ve arkadaşları Hayber'in
fethedilişinden sonra Rasülullah (s.a.v.)'ın huzuruna geldiler. Atlarının
yularları hurma lifindendi. Eban, Ey Allah'ın Rasülü, bize de pay ver dedi. Ebu
Hureyre dedi ki: Ben; onlara pay verme Ey Allah'ın Resulü dedim. Bunun üzerine
Eban şöyle dedi: Ey Sibr (Arabistan kirazı) ağacının başından yuvarlanıp gelen
dağ kedisi, sen mi bunu söylüyorsun? Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.):
"Otur ey Eban" diye buyurdu ve onlara ganimetten bir pay vermedi.
23- Mazereti
Dolayısıyla Savaşta Bulunmayanın Hükmü:
Savaşta bulunmak
maksadıyla çıkmakla birlikte hastalık gibi bir mazereti kendisini engellediğinden
dolayı savaşa çıkamayan kimse hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri
vardır. Böyle birisine ganimetten pay verilip verilmeyeceği hususunda üç görüş
vardır: üçüncü görüşe göre -ki meşhur olan görüş odur- ayırım gözetilir. Bu
üçüncü görüşe göre eğer savaşta hazır bulunmamak savaştan önce ve düşmanların
arazisine girişten sonra olmuşsa, buna pay verilir. Daha sahih olan görüş
budur. Bunu İbnu'l-Arabi: ifade etmiştir.
Eğer düşman arazisine
girişten önce mazereti dolayısıyla ayrılırsa da ganimet verilir. Mesela
kumandan ordu menfeatine bir iş için ordudan alıp gönderir de bu işini görmesi,
fiili savaşta hazır bulunmaktan kendisini alıkoyarsa böyle birisine pay
verilir. Bu açıklamayı İbnu'l-Mevvaz yapmıştır. İbn Vehb ile İbn Nafi de bunu Malik'ten
rivayet etmişlerdir.
Böyle birisine pay
verilmeyip, aksine ona basit bir miktar (radh) verileceği de rivayet
edilmiştir. Çünkü, kendisi sebebiyle ganimet payını hakettiği sebep ortada
yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
Eşheb ise der ki: (Müslüman
ordu ile birlikte bulunup) demirden zincirlere bağlı bulunsa dahi esire pay
verilir. Ancak, sahih olan ona pay verilmeyeceğidir. Çünkü o (esir), savaş ile
mülkiyeti hak edilmiş bir mülktür. Savaşta bulunmayan, yahut da hasta olarak
bulunan kimse ise, savaşa katılmamış gibidir.
24- Hangi Hallerde
Fiilen Savaşa Katılmayanlara Ganimetten Pay Verılir:
Mutlak olarak savaşta
hazır bulunmayanlara ganimetten pay verilmez. Rasülullah (s.a.v.) da Hayber
günü müstesna, savaşa katılmayan kimseye ganimetten pay vermiş değildir. Yalnız
Hayber günü alınan ganimetlerden Hudeybiye'de bulunan sahabilere Hayber'de
bulunsun bulunmasın paylarını vermiştir. Buna sebep ise Yüce Allah'ın:
"Allah size alacağınız çok ganimetler vadetti" (el-Feth, 20)
buyruğudur. Bu açıklamayı Musa b. Ukbe yapmıştır. Ayrıca seleften bir
topluluktan da bu görüş rivayet edilmiştir.
Bedir günü ise Bedir'e
katılmayan Hz. Osman ile Said b. Zeyd ve Talha (r.anhum)'a da ganimetten pay
ayırmıştı. Bu sebepten onlar da Bedir'de hazır bulunanlar gibidir.
Hz. Osman'ın Bedir'den
geri kalış sebebi, Rasülullah (s.a.v.)'ın emri üzere kızı Hz. Rukiyye'nin
hastalığı dolayısıyla yanında kalması idi. Rasülullah (s.a.v.) Hz. Osman'a hem
ganimetten payını vermiştir, hem de mükafaatını alacağını ifade etmiştir. O
bakımdan, Hz. Osman da Bedir'de fiilen hazır bulunanlar gibi idi.
Talha b. Ubeydullah ise,
ticaret maksadıyla Şam'da bulunuyordu. Rasülullah (s.a.v.) da ona ganimetten
payını verdiği gibi, mükafaatı hakettiğini de belirtmiştir. Bundan dolayı o da Bedir'e
katılanlardan sayılır.
Said b. Zeyd de yine Şam
taraflarında olduğu için Bedir'e katılmamıştı. Rasülullah (s.a.v.) ona da
ganimetten payını verdiği gibi, mükafaatı hakettiğini de belirtmiştir. Bundan
dolayı o da Bedir'e katılanlar arasında sayılır.
İbnü'l-Arabi der ki:
Hudeybiye'de bulunanlara Hayber (ganimetlerinden) pay verilmesine gelince; bu,
şanı Yüce Allah'ın verdiği bir söz gereği idi. Allah onlara özel olarak bu sözü
vermişti. O bakımdan başkaları bu hususta onlara ortak olamaz. Osman, Said ve
Talha (r.anhum)'a gelince, Hz. Peygamber'in bunlara beşte birden pay vermiş
olması ihtimali de vardır. Çünkü ümmet, herhangi bir mazeret dolayısıyla
savaştan geri kalan kimseye pay verilmeyeceği hususu üzerinde icma etmiştir.
Derim ki: Zahiren görülen
o ki, bu, Hz. Osman, Talha ve Said'e has bir özelliktir. Başkaları bu konuda
onlara kıyas edilemez. Onların payları da beşte birden değil de, Bedir'e fiilen
katılanlar gibi ganimetin kendisinden idi. Hadislerden zahir olarak anlaşılan
budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Buhari İbn Ömer'den
şöyle dediğini rivayet eder: Osman (r.a)'ın Bedir'de hazır bulunmayışının
sebebi şudur. O, Rasülullah (s.a.v.)'ın kızı ile evli idi ve hasta idi.
Peygamber (s.a.v.) ona: "Senin için Bedir'de hazır bulunan bir kimsenin
hem ecri, hem de ganimetten payı vardır" diye buyurmuştu.
25- Allah'ın Hükmünü
Kabul Etmek ve iman:
Yüce Allah'ın:
"Eğer Allah'a ... inanmışsanız" buyruğu ile ilgili olarak ez-Zeccac
bir kesimden naklederek şöyle demektedir: Bunun anlamı şudur: Eğer siz inanmış
iseniz, bilin ki muhakkak Allah sizin mevlanızdır. Buna göre, buradaki şart,
Yüce Allah'ın bu va'di ile ilgilidir. Bir başka kesim ise şöyle demektedir:
Şart, Yüce Allah'ın: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir
şeyin ... " buyruğu ile alakalıdır.
İbn Atiyye der ki: Sahih
olan da budur. Çünkü Yüce Allah'ın: "Bilin ki" buyruğu, ganimetlere
dair emrine teslimiyet göstermek ve kayıtsız şartsız bağlanmak emrini ihtiva
etmektedir. Bu anlama göre şart, "bilin ki ... " buyruğuna taalluk
eder. Yani, eğer sizler Allah'a iman eden kimseler iseniz, ganimetin
paylaştırılması ile ilgili Allah'ın size bildirmiş olduğu hususlarda onun
emrine uyunuz ve teslimiyet gösteriniz.
Yüce Allah'ın:
"Furkan günü olan iki ordunun" buyruğundaki Allah'ın hizbi
(taraftarları) ile şeytan hizbinin "karşılaştıkları günde kulumuza
indirdiğimize inanmışsanız ... " buyruğunda yer alan
"indirdiğimize" kelimesi "Allah'a" lafzına atfedilmiş ve
cer mahallindedir. "Furkan günü" ise, hak ile batılı birbirinden
ayırdığım gün demektir ki, bu da Bedir günüdür. "Allah herşeye gücü
yetendir."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN