A’RAF 163 / 164 |
واَسْأَلْهُمْ
عَنِ
الْقَرْيَةِ
الَّتِي كَانَتْ
حَاضِرَةَ
الْبَحْرِ
إِذْ
يَعْدُونَ
فِي السَّبْتِ
إِذْ تَأْتِيهِمْ
حِيتَانُهُمْ
يَوْمَ
سَبْتِهِمْ
شُرَّعاً
وَيَوْمَ
لاَ
يَسْبِتُونَ
لاَ
تَأْتِيهِمْ
كَذَلِكَ
نَبْلُوهُم
بِمَا
كَانُوا
يَفْسُقُونَ
{163} وَإِذَ
قَالَتْ
أُمَّةٌ
مِّنْهُمْ
لِمَ تَعِظُونَ
قَوْماً
اللّهُ
مُهْلِكُهُمْ
أَوْ
مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً
شَدِيداً
قَالُواْ
مَعْذِرَةً
إِلَى
رَبِّكُمْ
وَلَعَلَّهُمْ
يَتَّقُونَ {164} |
163.
Onlara deniz kıyısındaki o kasabanın durumunu da sor. Hani onlar Cumartesi
gününde haddi aşmışlardı. Çünkü Cumartesilerinde balıkları akın akın meydana
çıkarak yanlarına geliyor, tatil yapmadıkları gün ise yanlarına gelmiyordu.
İşte Biz, itaatten çıktıklarından dolayı kendilerini böylece imtihan ediyorduk.
164.
Hani içlerinden bir topluluk: "Allah'ın kendilerini helak edeceği veya
çetin bir azab ile cezalandıracağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?"
dediği zaman onlar: "Rabbinize karşı mazeret olsun ve belki bunlar da
sakınırlar diye" demişlerdi.
"Onlara deniz
kıyısındaki o kasabanın durumunu da sor." Yani, o kasaba halkının durumu
hakkında sor demektir. Kasaba halkını anlatmak üzere kasabayı zikretmiş olması,
kasabanın onların kaldıkları yer, yahutta bir araya toplanıp gelmelerine sebep
olan yer oluşundan dolayıdır. Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın: ''içinde
bulunduğumuz o kasabaya da sor.'' (Yusuf, 82) buyruğu ile "Sa'd b. Muaz'ın
ölümü sebebiyle Arş sarsıldı" hadisidir. Bununla Hz. Peygamber arş ehli
olan melekleri kastetmektedir. Onlar, Hz. Sa'd'ın kendilerine geleceği müjdesi
ve buna sevindikleri için öyle ifade edilmiştir.
Yani sen, sana komşuluk
eden yahudilere geçmişlerine dair haberleri, onlardan maymunlara ve domuzlara
dönüştürüldüklerine dair kimselerin haberlerini sor. Bu ise, onlara gerçeği
söyletmek (takrir) ve azarlamak kastıyla yöneltilen bir sorudur. Bu da
Peygamber (s.a.v.)'in doğruluğunun alameti idi. Çünkü Yüce Allah onu,
başkalarından bu gibi şeyleri öğrenmeksizin bu hususlar hakkında haberdar
etmişti.
Onlar şöyle diyorlardı:
Biz, Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz. Çünkü bizler O'nun gerçek dostu
İbrahim'in soyundan ve İsrail'in soyundan geliyoruz. Bunlar ise, Allah'ın ilk
çocuklarıdır. (Bk. el-Maide, 18. ayetin tefsiri) Allah ile konuşmuş Musa'nın
soyundandır ve onun torunlarından olan Uzeyr'in soyundandır. Biz de onların
çocuklarındanız. Bunun üzerine Yüce Allah Peygamberine: Ey Muhammed, onlara o
kasaba hakkında sor. Ben, o kasaba halkını günahları sebebiyle azaplandırmadım
mı? Bu ise, onların sadece şeriatin fer'i hükümlerinden birisini değiştirmeleri
sebebiyle olmuştu.
Bu kasabanın hangisi
olduğunu tayin hususunda farklı görüşler vardır. İbn Abbas, İkrime ve es-Süddi,
buranın Eyle olduğunu söylemişlerdir. Yine İbn Abbas'tan buranın Eyle ile Tur
arasındaki Medyen olduğunu söylediği nakledilmiştir.
ez-Zührı buranın Taberiye
olduğunu ifade etmiştir. Katade ve Zeyd b. Eslem ise burası Şam kıyılarında bir
yerde Medyen ile Aynun arasında Makna diye bilinen yerdir. Yahudiler bu kıssayı
kendileri hakkında tahkir edici ve aşağılayıcı bir muhtevası bulunduğundan
dolayı gizleyip dururlardı.
"Deniz kıyısındaki
o kasaba" yani, denize yakın bulunan o kasaba ... Mesela; (...) tabiri,
eve yakın idim demektir.
"Hani onlar
Cumartesi gününde haddi aşmıştardı. " Yani, o günde balık avlamaları yasak
kılındığı halde balık avlıyorlardı. "Yahudiler Cumartesi günü çalışmayı
bıraktılar," denilir.
(...) ise, kişiyi
-mesela- dilsizlik gibi bir hal aldı. "sükun buldu, hareket etmedi"
anlamına gelir. "Cumartesi gününe eriştiler. Yahudiler Cumartesi'ye
girdiler" tabirleri kullanılır.
Sebt (Cumartesi) bilinen
gündür. Kelime olarak da rahat etmek ve kesmekten gelir. Çoğulu ise, (...)
şekillerinde gelir.
Rasulullah (s.a.v.)'ın
da şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kim Sebt (Cumartesi) günü hacamat
yaptırır da ona bir baras (baraş) hastalığı isabet ederse, kendisinden başka
kimseyi kınamasın."
İlim adamlarımız der ki:
Bunun böyle olmasının sebebi, kanın Cumartesi günü soğuk olmasından dolayıdır.
Eğer sen kanı dışarı akıtmak için müdahalede bulunacak olursan, o da gereği
gibi akmaz ve bu baras'a dönüşür.
Cemaat "Haddi
aşmışlardı" diye okumuşlardır. Ebu Nehık ise, (...) şeklinde
"ye" harfi ötreli, "ayn" harfi esreli, "dal"
harfini de şeddeli olarak okumuştur. Birinci kıraat; "Haddi aşmak"tan
gelirken, ikinci kıraat; "gerekli hazırlığı yapmak"tan gelmektedir.
Yani, balıkları yakalamak için gerekli araçları hazırlıyorlardı anlamına gelir.
İbn es-Semeyka ise, "Sebt" kelimesini çoğul olarak; "Cumartesi
günlerinde," diye okumuştur.
"Çünkü
Cumartesilerinde ... balıkları yanlarına geliyor" buyruğundaki
"Cumartesileri" anlamına gelen; (...) kelimesi, "Sebt"
kelimesi çoğul yapılarak (...) diye de okunmuştur.
"Akın akın meydana
çıkarak." Yani, su üzerinde oldukça fazla görünerek kalabalıklar halinde
gelerek, demektir.
el-Leys der ki: (...):
Başlarını yukarı doğru kaldırmış balıklar, anlamına gelir. Bunun şu anlama
geldiği de söylenmiştir: Denizdeki balıklar, Cumartesi günleri denizden büyük
kalabalıklar halinde geliyor ve Eyle kasabası bundan dolayı çokça
kalabalıklaşıyordu. Yüce Allah, bunun üzerine bu balıkların Cumartesi günü
avlanmayacağı ilhamını verdi. Çünkü Yüce Allah yahudilere o gün balık
avlamalarını yasaklamıştı.
Şöyle de denilmiştir. Bu
balıklar, onların kapılarına kadar başlarını yukarı doğru kaldırarak tıpkı
beyaz kuşlar gibi akın akın geliyordu. -Bunu, müteahhir müfessirlerden bazıları
böylece nakletmiştir.- Onlar da Cumartesi günü haddi aşarak bu günde balıkları
alıp yakaladılar. Bu açıklamayı da el-Hasen yapmıştır. Balıkları Pazar günü
aldıkları da söylenmiştir. İleride de açıklanacağı gibi daha sahih olan da
budur.
"Tatil yapmadıkları
gün ise" balıkları "yanlarına gelmiyordu." Yani, Sebt
yapmadıkları gün demektir. Sebt yapmak ise, Cumartesi gününü ta'zim etmek
demektir. el-Hasen, "Tatil yapmadıkları gün" kelimesini
"ye" harfini ötreli olarak; (...) şeklinde okumuştur. Yani, Cumartesi
gününe girmedikleri gün, anlamına gelir. Nitekim; (...) ifadeleri Cuma gününe,
öğlen vaktine, yeni aya girdik, anlamında kullanılır.
"İşte Biz, itaatten
çıktıklarından dolayı kendilerini böylece imtihan ediyorduk. " Yani,
ibadette onlara işi sıkı tutuyor ve onları deniyorduk.
el-Huseyn b. el-fadl'a
şöyle sorulmuş: Siz, "helal, sana ancak seni hayatta tutacak kadarıyla
gelir, haram ise sana hadsiz, hesapsız olarak gelir" anlamını Allah'ın
Kitabında bulabiliyor musunuz? O, şu cevabı vermiş: Evet, ben bunu Davud ile
Eylelilerin kıssasında buluyorum: "... çünkü Cumartesilerinde balıkları
akın akın meydana çıkarak yanlarına geliyor, tatil yapmadıkları gün ise
yanlarına gelmiyordu. "
Bu ayet-i kerime ile
ilgili kıssalar arasında rivayet olunduğuna göre bu olay, Davud (a.s) zamanında
olmuştu. İblis de bunlara telkinde bulunarak şöyle demişti: Size bu balıkları
Cumartesi günü yakalamanız yasaklandı. Bunun için siz havuzlar yapın. Bu sefer
onlar da Cuma günü balıkları havuzlara sürüklüyorlar, orada kalıyorlar ve suyun
azlığı dolayısıyla da oradan çıkmak imkanını bulamıyorlardı. Onlar da Pazar
günü bu balıkları tutup çıkartıyorlardı.
Eşheb, Malik'ten şöyle dediğini
rivayet eder: İbn Numan'ın iddiasına göre onlardan herhangi bir kimse ip alır,
bu ipin ucuna iki uçlu bir düğüm atar, bu düğümü de balığın kuyruğuna atardı.
İpin diğer ucu ise bir kazığa bağlı bulunurdu. O, ipi bu haliyle Pazar gününe
kadar bırakırdı. Daha sonra bu işi yapanın başına herhangi bir bela gelmediğini
görünce, diğer insanlar da bu şekilde davranmaya başladılar ve nihayet balık
avı oldukça çoğaldı. Balıklar pazarlarda satılmaya ve haddi aşmış fasıklar
açıktan açığa balık avlamaya başladı. İsrailoğullarından bir kesim kalkıp bu
işten vazgeçmelerini istedi. Açıktan açığa bunu yasaklamaya çalıştılar ve bu
işi yapanlardan uzaklaştılar.
Denildiğine göre bu
yasağın çiğnenmesine karşı çıkanlar, biz sizinle bir arada kalamayız, diyerek
kasabayı bir duvarla ikiye ayırdılar. Bu yasağın çiğnenmesine karşı çıkanlar
bir seferinde meclislerinde bulundukları sırada, yasağı çiğneyenlerden kimsenin
dışarı çıkmadığını gördüler. Mutlaka bunların başına bir iş gelmiştir, diyerek
duvara tırmanıp onlara baktılar, maymunlara dönüştürülmüş olduklarını gördüler.
Kapıyı açıp yanlarına gittiler. Maymunlar insanlar arasından akrabalarını
tanıdılar. Fakat insanlar, maymunlar arasındaki akrabalarını tanıyamadılar. Bu
sefer her bir maymun insanlardan olan akrabasının yanına gidiyor, elbiselerini
koklayıp ağlamaya başlıyordu. İnsanlar onlara: Biz size bu işten vazgeçmenizi
söylemiyor muydu k? diyorlar, maymunlar ise başlarını; evet anlamında hareket
ettiriyorlardı.
Katade der ki: Genç
olanları maymunlara, yaşlıları da domuzlara dönüştürüldü. Aralarından yalnızca
bu işten vazgeçmelerini isteyenler bu azaptan kurtuldular, diğerleri ise helak
edildiler.
Bu görüşe göre
İsrailoğulları ancak iki kesime ayrılmış oldular. Buna göre Yüce Allah'ın:
"Hani içlerinden bir topluluk: Allah'ın kendilerini helak edeceği veya
çetin bir azab ile azaplandıracağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz dediği
zaman ... " Yani, bu işi yapanlar öğüt verenlere öğütleri sırasında şöyle
demişlerdi: Eğer sizler, Allah'ın bizi helak edeceğini biliyorsanız bize ne
diye öğüt veriyorsunuz? Bunun üzerine Allah da onları maymunlara dönüştürmüştü.
(Öğüt verenler ise):
"Rabbinize karşı mazeret olsun ve belki bunlar da sakınırlar diye
demişlerdi. " Yani, öğüt verenler şu cevabı vermişlerdi: Bizim size öğüt verişimiz,
Rabbinize karşı bizim için mazeret olsun diyedir. Yani, belki siz sakınırsınız
diye size öğüt vermemiz bizim için bir görevdir. Taberi bu görüşü
İbni'l-Kelbi"den, senediyle nakletmektedir.
Müfessirlerin cumhuru
(çoğunluğu) ise, şöyle demişlerdir: İsrailoğulları üç fırkaya ayrılmışlardı.
Ayet-i kerimedeki zamirlerden zahiren anlaşılan da budur. Bu fırkanın birisi
isyan etmiş ve balık avlamıştı. Bunlar da yaklaşık yetmiş kişi idiler. Bir
kesim bu işi terketmelerini istemiş ve onlardan ayrılmıştı, bunlar da oniki bin
kişi idiler. Diğer bir kesim ise, avlayanlardan ayrılmakla birlikte ne
vazgeçmelerini istedi, ne de isyan etmişti. İşte bu üçüncü kesim, öbürlerini
yaptıklarından vazgeçirmeye çalışanlara; sizler, -zannı- galibe ve Yüce
Allah'ın o dönemlerde isyan eden toplumlara yaptıklarından anlaşıldığına göre-
Allah'ın helak edeceği yahut azaba uğratacağı bir topluluğa -isyan edenleri
kastediyorlar- ne diye öğüt veriyorsunuz demişlerdi.
Bunun üzerine bu günahı
işleyenleri vazgeçirmek isteyenler şu cevabı vermişlerdi: Bizim öğüt
verişimizin sebebi, Allah'a karşı bizim mazeretimiz olması içindir ve belki de
onlar bu işten sakınırlar diyedir. Eğer iki kesim olsalardı bu işten
vazgeçmelerini istiyen kesimin isyan eden kesime: " ... ve olur ki, sakınırsınız"
demeleri gerekirdi.
Bundan sonra da şu
hususta ihtilaf edilerek bir kesim şöyle demiştir: İsyan edenlere
vazgeçmelerini söylemeyen, kendileri de isyan etmeyen kesim de, bu vazgeçirmeyi
terkettiklerinden dolayı ceza olmak üzere isyan eden kesimle birlikte helak
edildiler. Bunu İbn Abbas ifade etmiştir. Yine o, ben bunlara ne yapıldığını
bilemiyorum, demiştir. Ayet-i kerimenin zahirinden de anlaşılan budur. (Ayet-i
kerime bunların akibetinden söz etmemektedir).
İkrime der ki: Ben, İbn
Abbas'a bunlara neler yapıldığını bilmiyorum deyince, şöyle dedim: Bu gibi
kimselerin isyankarların yaptıklarından hoşlanmadıklarını, onlara muhalefet
ettikleri, bunun için de: "Allah'ın kendilerini helak edeceği bir kavme ne
diye öğüt veriyorsunuz" dedikleri dikkat çekmiyor mu? Ben, bu hususta ona,
bunların sonunda kurtulmuş olduklarını kabul ettirinceye kadar ısrarıma devam
ettim, sonunda bana bir elbise hediye etti. Bu da el-Hasen'in görüşüdür.
Yalnızca haddi aşan
kesimin helak edilmiş olduğuna delil teşkil eden buyruklar arasında Yüce
Allah'ın: "Zulmedenleri de ... yakaladık" (el-A'raf, 165) buyruğu
ile: "Andolsun sizden Cumartesigünü haddi aşanları bilmişsinizdir ...
"(el-Bakara, 65) ayeti delil teşkil etmektedir.
İsa ve Talha; "Bir
mazeret olsun diye" şeklinde nasb ile okumuşlardır. el-Kisai'ye göre bunun
nasb oluşu iki sebeptendir: Birincisine göre mastar olarak nasbedilmiştir,
ikincisine göre; (...) takdiri ile nasbedilmiştir. Yani biz bunu mazeret olsun
diye yaptık, anlamındadır. Aynı zamanda bu, Hafs'ın, Asım'dan rivayet ettiği
kıraatidir.
Diğerleri ise, bu
kelimeyi ref' ile okumuşlardır ki, tercih edilen de budur. Çünkü onlar,
yaptıkları ve kınandıkları bir işten dolayı özür dilemek, mazur görülmek için
özür beyan etmek istememişlerdi. Bunun yerine onlara, niye öğüt veriyorsunuz
denilince, onlar da bizim öğüdümüz mazeret teşkil etsin diyedir, demişlerdi.
Eğer bir kimse diğerine şu işten dolayı Allah'a da sana da özür beyan ediyorum,
diyerek bununla da özür dilemeyi kastediyor ise, o takdirde bu kelime nasbedilir.
Sibeveyh'in görüşü budur.
Ayet-i kerime aynı
zamanda Seddü'z-Zerai'nin kabul edileceğine delil teşkil etmektedir.
el-Bakara Suresi'nde
(63. ayet, 3. başlıkta) ve oradaki açıklamalar arasında başka yaratıklara
dönüştürülenlerin soylarının devam edip etmediğine dair açıklamalar geniş bir
şekilde geçmiş bulunmaktadır. Cenab-ı Allah'a hamd olsun. Yine Al-i İmran
(21-22. ayet, 2. başlıkta) ile el-Maide Süresi'nde (79. ayette) iyiliği emredip
münkerden alıkoymaya dair açıklamalar geçtiği gibi, en-Nisa Süresi'nde de
(140-141. ayetlerin tefsirinde) fesat ehlinden ayrılıp onlardan uzak durmaya,
onlarla birlikte oturup kalkanların onlar gibi olacağına dair açıklamalar
geçtiğinden, burada bu açıklamaları tekrarlamanın bir anlamı yoktur.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN