ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

A’RAF

150

/

151

وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفاً قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي

مِن بَعْدِيَ أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ وَأَلْقَى الألْوَاحَ وَأَخَذَ بِرَأْسِ

أَخِيهِ يَجُرُّهُ إِلَيْهِ قَالَ ابْنَ أُمَّ إِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونِي وَكَادُواْ

يَقْتُلُونَنِي فَلاَ تُشْمِتْ بِيَ الأعْدَاء وَلاَ تَجْعَلْنِي مَعَ الْقَوْمِ

الظَّالِمِينَ {150} قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلأَخِي وَأَدْخِلْنَا فِي

رَحْمَتِكَ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ {151}

 

150. Musa kavmine öfkeli ve kederli dönünce dedi ki: "Siz bana halef olduktan sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini istediniz ha!" Derken Levhaları bırakıverdi, kardeşinin başından yakalayıp onu kendine doğru çekmeye başladı. Dedi ki: "Ey anamın oğlu, bu kavim beni gerçekten zayıf buldular. Neredeyse beni öldüreceklerdi bile. Sen de bana düşmanları sevindirecek bir iş yapma. Ve beni o zalimler güruhu ile bir tutma."

151. Dedi ki: "Rabbim, beni de kardeşimi de bağışla. Bizi rahmetine al. Sen, rahmet edenlerin en merhametli olanısın."

 

Yüce Allah'ın: "Musa kavmine öfkeli ve kederli dönünce ... " buyruğundaki; "Öfkeli" kelimesi, munsarıf değildir. Çünkü bunun müennesi; (...) diye gelir. Diğer taraftan bundaki "elif" ile "nun," ''Kırmızı lafzında yer alan ve müenneslik bildiren elif ile hemze yerine geçmektedir. Bu kelime hal olarak nasbedilmiştir.

 

"Kederli" ise, gazabın ileri derecesi demektir. Ebu'd-Derda der ki: Esef (keder), gazabın ötesinde ve ondan daha ağır bir durumdur. Esef duyan kişiye (...) denilir. (...); aynı zamanda oldukça kederli demektir.

 

İbn Abbas ile es-Süddi der ki: Musa, kavminin yaptığından ötürü oldukça üzülmüş halde döndü. Taberi der ki: Yüce Allah ona, İsrailoğullarının yanına dönmeden önce buzağı sebebiyle fitneye düşürüldüklerini haber verdi. İşte kızgın dönüşünün sebebi budur.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Musa (a.s) insanlar arasında en çok kızan kişi idi. Bununla birlikte oldukça çabuk sakinleşir ve kızgınlığı geçerdi. Böylelikle bu hali diğerini telafi ediyordu.

İbnü'l-Kasım der ki: Ben, Malik'i şöyle derken dinledim: Musa (a.s) kızdığı vakit, başlığından duman çıkar, bedenindeki tüyleri cübbesini yükseltirdi. Buna sebep ise, kızgınlığın kalpte alevlenen bir kor ateş oluşundan dolayıdır. İşte bundan dolayı Peygamber (s.a.v.) kızan kimseye yatmasını emretmiştir. Yine kızgınlığı geçmeyecek olursa yıkanmasını istemiştir. Bu kızgınlığını onun yatması dindirir, yıkanması da söndürür. Hz. Musa'nın çabuk kızması, ölüm meleğine tokat vurup gözünü çıkarmasına sebep teşkil etmişti. el-Maide Suresi'nde (26. ayetin tefsirinde) bu hususta ilim adamlarının görüşleri de geçmiş bulunmaktadır.

 

et-Tirmizi el-Hakim de der ki: Hz. Musa'nın böyle bir davranışı uygun görmesi, kendisinin Kelimullah oluşundan dolayıdır. O, adeta kendisine karşı cüretkarca davranan yahut da onu rahatsız edecek bir şekilde kendisine el uzatan kimsenin bu davranışı ile çok büyük bir şekilde haddini aştığını kabul ediyordu. Nitekim, Hz. Musa'nın ölüm meleğine Ruhumu nereden alacaksın dediğini görmekteyiz. Ağızımdan mı, ben onunla Rabbimle münacaat ettim. Yoksa kulağımdan mı, halbuki ben kulağımla Rabbimin kelamını işittim. Yahut elimden mi, halbuki ben elimle Levhaları tuttum. Yoksa ayaklarımdan mı, ben ayaklarımın üzerinde O'nun huzurunda dikilip Tur'da O'nunla konuştum. Yahut gözlerimden mi, yüzüm O'nun nurundan ötürü aydınlanmış bulunuyor. Bunun üzerine ölüm meleği Hz. Musa'ya çaresiz ve cevap veremeyecek bir halde geri dönmüştü.

 

Ebu Davud'un Sünen'inde de Ebu Zer'den şöyle dediği nakledilmektedir:

 

Rasulullah (s.a.v.) bize şöyle dedi: "Sizden herhangi bir kimse kızdı mı, eğer ayakta ise, otursun. Şayet kızgınlığı geçerse (mesele yok). Yoksa yatsın"

 

Yine Ebu Davud, Ebu Vail el-Kaas'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Urve b. Muhammed es-Sa'di'nin yanına girdik. Bir adam onunla konuştu ve onu kızdırdı. Kalktı, sonra da abdest alıp geri döndü ve şöyle dedi: Babam bana dedem Atiyye'den naklen şöyle dediğini anlattı: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Şüphesiz kızgınlık şeytandandır. Ve şüphesiz şeytan ateşten yaratılmıştır. Ateş ise ancak su ile söndürülür. Sizden herhangi bir kimse kızdı mı abdest alsın. "

 

Yüce Allah'ın: "Siz bana halef olduktan sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız" buyruğu, Hz. Musa'nın, kavmini bu sözlerle yerdiğini ifade etmektedir. Yani siz benden sonra çok kötü bir iş yaptınız.

 

"Ona halef oldu" tabiri, hem hoşuna gitmeyecek şekilde halef olmasını anlatmak hem de hayırlı bir şekilde ona halef olduğunu anlatmak için kullanılır. İşte bu sebep dolayısıyla; "Ayrılışından sonra ailesi ve kavmi arasında hayır veya şer (iyi veya kötü) bir şekilde ona halef oldu, denilir.

 

"Rabbinizin emrinin çabuk gelmesini istediniz ha!" Yani, siz Rabbinizin emri gelmeden önce birşeyler yaptınız ha!

 

Acele (çabukluk) bir şeyi vaktinden önce yapmak demektir. Bu, yerilen bir huydur. Sür'at ise, bir işi ilk vaktinde yapmaktır. Bu da övülen bir iştir. Yakub der ki: (...) tabiri, bir şeyi vaktinden önce yapmak hakkında kullanılır. (...) ise, kişinin acele etmesini istedim; yani, onu acele davranmaya ittim, anlamına gelir.

 

"Rabbinizin emri" ise, Rabbinizin tayin ettiği vakti demektir. Yani, O'nun tayin ettiği kırk günlük süreden önce mi hareket ettiniz? anlamına gelir. Bunun: Rabbinizin gazabının çabucak gelmesini mi istediniz? anlamına geldiği söylendiği gibi; Siz, Rabbinizden herhangi bir emir size gelmeden önce buzağıya ibadette acele mi ettiniz? anlamına geldiği de söylenmiştir.

 

[ - ]

"Derken Levhaları bırakıverdi" buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı da iki başlık halinde sunacağız:

 

1- Hz. Musa'nın Levhaları Bırakması:

2- Hz. Musa'nın Levhaları Bırakması, Sema' ve Vecde Delil Gösterilmez:

 

1- Hz. Musa'nın Levhaları Bırakması:

 

"Derken Levhaları bırakıverdi." Yani o, kavminin buzağıya tapmakta olduklarını, kardeşinin de bu hususta onlara karşı ihmalkar davrandığını görünce, kızgınlık ve kederinden Levhaları bıraktı, demektir. Bu açıklamayı Said b. Cübeyr yapmıştır. İşte bundan dolayı "haber almak görmek gibi değildir" denilmiştir. (Bununla Hz. Musa'ya, kavminin buzağıya tapma fitnesine düştüğünün önceden haber verildiği halde kızmamış olduğuna işaret etmek istemektedir) .

 

Katade'den gelen -eğer sahih ise ki, sahih de değildir- Hz. Musa'nın levhaları bırakması, Levhalarda ümmetine verilmemiş üstün bir faziletin Muhammed (s.a.v.)'ın ümmetine verildiğini görmesinden ötürü idi, şeklindeki rivayete iltifat edilmez. Çünkü bu Musa (a.s)'a izafe edilmemesi gereken oldukça bayağı bir görüştür. İbn Abbas (r.a)'dan ise, Levhaların kırılmış olduklarına ve Levhalardan herşeye dair açıklamaların kaldırılıp geriye hidayet ve rahmetin kalmış olduğuna dair açıklaması önceden geçmişti.

 

2- Hz. Musa'nın Levhaları Bırakması, Sema' ve Vecde Delil Gösterilmez:

 

Mutasavvıf cahillerden kimisi bunu, sufilerin sema ve şarkılardan dolayı ileri derecede neşelendikleri vakit elbiselerini atmalarının caiz olduğuna delil göstermişlerdir. Diğer taraftan onlardan kimisi aklı başındayken de elbiselerini atıvermektedir. Kimisi ise, önce elbiselerini parçalamakta sonra atmaktadır. Bu davranışlarının caiz oluşuna Hz. Musa'nın Levhaları bırakmasını delil gösteren bu kimseler derler ki: Bunlar gaybet halindedir. (Vecd içerisinde olup, akıllarını kaybetmişlerdir.) O bakımdan kınanmazlar. Çünkü Musa da kavminin buzağıya tapmasından dolayı kederin etkisi altına girince Levhaları attı ve kırdı. Halbuki yaptığını da bilemiyordu.

 

Ebu'l-Ferec el-Cevzı der ki: Peki Hz. Musa'nın Levhaları bunları kırmak amacıyla attığı görüşünü kim doğru kabul eder? Kur'an-ı Kerim'de onun Levhaları bıraktığından söz edilmektedir. Bu Levhaların kırıldığını nerden biliyoruz? Kırıldı, diyelim. Peki, Hz. Musa'nın Levhaları kırmak maksadıyla onları bıraktığını nerden biliyoruz? Onun bu maksatla bıraktığını kabul edecek olsak dahi, Hz. Musa bu durumda gaybet halindeydi deriz. O kadar ki, önünde bir ateş denizi dahi bulunsaydı, ona bile dalardı. Ya bu gibi kimselerin şarkı ve sema'ı başkalarından ayırd edebildikleri haldeyken ve eğer önlerinde bir kuyu olsa ondan kendilerini koruyabilecek durumda iken, gaybet halinde olduklarını kim doğru kabul edebilir? Hem peygamberlerin halleri bu gibi beyinsizlerin hallerine nasıl kıyas edilir?

 

İbn Akil'e, bu gibi kimselerin vecde kapılıp elbiselerini parçalamalarının hükmü hakkında sorulmuş, şu cevabı vermiştir: Bu bir günahtır ve haramdır. Rasulullah (s.a.v.) da malların zayi edilmesini yasaklamıştır. Birisi ona:

 

O'nlar yaptıklarına akıl erdiremeyecek haldedirler deyince, şu cevabı verdi:

 

Eğer onlar sema'ın zevkinin etkisine girip bunun sonucunda akıllarının zail olacağını bile bile bu gibi yerlerde bulunacak olurlarsa, elbiselerini yırtmak ve buna benzer yaptıkları fesatlara kendilerini itmiş olduklarından ötürü günahkar olurlar ve bu halleri dolayısıyla da şeriatın hitabı onlardan kalkmaz. Çünkü onlar, bu gibi yerlere gelmeden önce kendilerini bu hallere götürebilecek yerlerden uzak durmakla muhatab olunmuşlardır. Tıpkı sarhoşluk veren şeyi içmeleri kendilerine yasak kılındığı gibi. İşte tasavvuf ehlinin -eğer doğru söylüyorlarsa- vecd adını verdikleri bu neşve hali, tabiatların sarhoş olması halidir. Eğer bu halde olduklarını yalan yere iddia ediyorlarsa, ayık olmakla birlikte mallarını ifsad etmiş olurlar. Her iki durumda da günahtan kurtulamıyorlar. Şüphe bulunan yerlerden uzak durmak ise vacibtir.

 

* * *

"Kardeşinin başından yakalayıp onu kendine doğru çekmeye başladı."

 

Yani, onu sakalından ve perçeminden tutup kendisine doğru çekmeye başladı. Hz. Harun, Hz. Musa'dan -Allah'ın salat ve selamı ikisine de olsun- üç yaş daha büyüktü. İsrail oğulları da Hz. Harun'u Hz. Musa'dan daha çok severlerdi. Çünkü o, kızması dahi yumuşak bir kimse idi.

 

Hz. Musa'nın kardeşinin başından yakalayıp kendisine doğru çekmesi ile ilgili olarak ilim adamlarının dört te'vili vardır:

 

1- Böyle bir davranış onlar arasında örf haline gelmişti. Nitekim Araplar, kardeşlerine ve arkadaşlarına ikram ve ta'zim olmak üzere biri diğerinin sakalını tutardı. Bu bakımdan bu davranış zelil düşürmek kastıyla olmamıştır.

 

2- Hz. Musa'nın Hz. Harun'u bu şekilde yakalayıp çekmesi, ona Levhaların üzerlerine indirilmiş olduğunu gizlice bildirmek içindi. Çünkü Levhalar Hz. Musa'ya bu münacaatı sırasında nazil olmuş, o da Tevrat'tan önce bu Levhaları İsrailoğullarından gizlemek istemişti. Harun (a.s) da kendisine: Beni başımdan da yakalama, sakalımdan da tutma, diyerek bu şekilde küçük düşürülmüş olduğu izlenimini İsrailoğullarına verip Hz. Musa'nın kendisine gizlice birşey söylemiş olduğu şüphesini uyandırmak istememişti.

 

3- Hz. Musa'nın kardeşine bunu yapması, Hz. Harun'un da buzağı hakkında yaptıkları şeylerde İsrailoğulları ile birlikte bir meyil taşıdığı düşüncesine sahip olmasından ötürü idi.

 

4- Hz. Musa, kardeşini durumunun ne olduğunu bilmek için böyle çekmişti. Hz. Harun ise, İsrailoğulları Hz. Musa kendisini küçük düşürdüğünü düşünmelerini istememişti. Böylelikle kardeşine buzağıya tapanların kendisini zayıf gördüklerini ve az kalsın onu öldüreceklerini açıkladı. Hz. Musa kardeşinin mazeretini işitince şöyle dedi: Rabbim, bana ve kardeşime mağfiret buyur. Yani, benim Levhaları bırakmama sebep olan kızgınlığımı bağışla, kardeşimi de bağışla. Çünkü o, Hz. Harun'un herhangi bir kusuru olmamakla birlikte, onların yaptıklarına gerekli tepkiyi göstermediğinden kusurlu davrandığını sanmıştı. Yani, eğer kardeşimin kusuru varsa ona da mağfiret buyur, onu da bağışla, demek istemiştir.

 

el-Hasen der ki: Harun müstesna hepsi de buzağıya tapmışlardı. Zira orada Musa ile Harun (ikisine de selam olsun) dışında mü'min bir kimse olsaydı, Hz. Musa Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla! demekle yetinmez, onların dışındaki diğer mü'minlere de dua ederdi.

 

Şöyle de açıklanmıştır: O, kardeşine yaptığından ötürü kendisi için mağfiret dilemişti. Zira, Hz. Musa kardeşine bu işi kızdığından dolayı yapmıştı. Kızmasının sebebi ise, kardeşinin kendisine gelip ona meydana gelen olayları anlatmaması idi. Çünkü Hz. Musa o takdirde geri dönüp yaptıklarını düzeltme yoluna gidecekti. Bundan dolayı Hz. Musa şöyle demişti: "Onları sapıklıkta gördüğünde bana uymaktan (yahut arkamdan gelmekten) seni ne alıkoydu"(Ta-Ha, 92-93) demişti.

 

Hz. Harun da öldürülmekten korktuğu için kaldığını açıklamıştı. Böylelikle ayet-i kerime münkeri değiştirmeye kalkışmak halinde öldürüleceğinden korkan kimsenin susabileceğine delil teşkil etmektedir. Buna dair açıklamalar da daha önce Al-i İmran Süresi'nde (21-22. ayetlerin, 1. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Bu ayet-i kerimede -bazı kimselerin yanlış iddiaları gibi- kızgınlığın ahkamı değiştirmeyeceğine delil vardır. Musa (a.s)'ın kızgınlığı, fiillerinde herhangi bir değişiklik yapmamıştır. Aksine onun fiilleri normal mecrasında akıp gitmiş, Levhaları bırakmış, kardeşine sitem etmiş, bir meleğe tokat vurmuştur...

 

el-Mehdevi der ki: Çünkü Hz. Musa'nın gazabı Allah içindi. İsrailoğullarına ses çıkarmayışı ise, birbirleriyle savaşmalarından, parçalanıp dağılmalarından korkması idi.

 

"Dedi ki: Ey anamın oğlu." Hz. Harun, Hz. Musa'nın anne baba bir kardeşi idi. Ancak, bu ifade yumuşatıcı ve kendisine şefkat etmesini sağlayıcı bir tabirdir. ez-Zeccac der ki: Hz. Harun'un, Hz. Musa'nın anne bir kardeşi olduğu söylenmiştir. Ayet-i kerimedeki; "Anam" kelimesi, hem "mim" harfi üstün olarak, hem de esreli olarak okunmuştur. Bunu üstün okuyan; "Anamın oğlu" kelimesini; "Onbeş" gibi tek bir isim olarak kabul etmiştir. Bu da: "Ey onbeş kişi geliniz" demek gibidir. "Mim" harfini esreli olarak okuyan kimse ise önce bu ismi mütekellim zamirine muzaf yapmış, ondan sonra da izafet ya 'sını hazfetmiş olur. Çünkü, nidanın hazf üzere mebni olduğu kabul edilmiştir. "Mim" harfinin esresinin kalması ise orada hazfedilmiş izafete delil teşkil etmesi içindir. Yüce Allah'ın: "Ey kullarım" (ez-Zumer, 10) buyruğu gibidir. Nitekim bunun böyle olduğuna İbn es-Semeyka'nın; "Ey anamın oğlu" şeklinde aslına uygun olarak "ye" harfini tesbit ile okuyuşu delil teşkil etmektedir.

 

el-Kisai, el-Ferra ve Ebu Ubeyd derler ki: "Mim" harfinin üstün olarak okunuşunun takdiri: "Eyanamın oğlu" şeklindedir. Basralılar ise bu yanlış bir görüştür, derler. Çünkü, "elif" aslında hafif bir harftir, hazfedilmez. Fakat burada Hz. Musa, her iki ismi tek bir isim kılmıştır.

 

el-Ahfeş ile Ebu Hatim ise; "Ey anamın oğlu" şeklinde esreli okuyuş; "Ey kölemin oğlu gel," demeye benzer ki, bu şaz bir söyleyiştir, böyle bir okuyuş ise uzak bir ihtimaldir. Ancak, bu şekildeki okuyuş, izafeti sana (yani, mütekellimin kendisine) yapılan hallerde uygundur.

Sana izafe olunan şeye izafeye gelince; "Ey kölemin oğlu ve ey kardeşimin oğlu" denmesi uygundur. Arapların; "Ey anamın oğlu, ey amcamın oğlu," şeklindeki ifadeyi caiz görmeleri ise, çokça kullanılmasından ötürüdür.

 

ez-Zeccac ile en-Nehhas derler ki: Ancak bu kullanımın güzel ve uygun bir açıklaması vardır. Anne ile birlikte oğul ve amca ile birlikte oğul tabirinin kullanılması tek bir isim kabul edilir ve bir kimsenin; "Ey onbeş kişi geliniz," demesi gibidir. Burada; "Ey oğul, ey köle," kelimesinden "ya" harfi hazfedildiği gibi hazfedilmiştir.

 

"Bu kavim beni gerçekten zayıfbuldular." Beni güçsüz kabul ettiler ve beni zayıf saydılar. "Neredeyse" azkalsın "beni öldüreceklerdi bile."

 

Buradaki; "Beni öldüreceklerdi" kelimesi, geniş zaman (muzari) fiil olduğundan dolayı iki "nun" iledir. Kur'an'ın dışındaki söz ve konuşmalarda bu iki "nun"un idğam edilmesi caizdir.

 

"Sen de bana düşmanları sevindirecek bir iş yapma" yani, bu sebeple onları sevindirme. (...) ; gerek din, gerekse dünya hususlarında kardeşine isabet eden musibetler dolayısıyla sevinmeyi ifade eder. Bu haramdır ve yasak kılınmıştır. Hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu Zikredilmektedir: "Sen, kardeşinin musibetine sevindiğini açığa vurma. O takdirde Allah ona afiyet verir ve seni de belalara düçar kılar."

 

Rasulullah (s.a.v.) da başına düşmanlarını sevindirecek iş gelmesinden dolayı Allah'a sığınır ve şöyle dua ederdi:

 

"Allah'ım ben Senden kazanın kötüsünden, bedbahtlık veren şeylerin bana gelip yetişmesinden ve başıma gelen musibetlerden dolayı da düşmanlarımın sevinmesinden Sana sığınınm." Bu hadisi Buhari ve başkaları rivayet etmiştir. Şair de şöyle demiştir: "Zaman bazı kimseler aleyhine musibetlerini çekecek olsa, Diğer başkalarının çevresine çöker.

 

Bizim musibetlerimize sevinenlere de ki: Ayılın Musibetinize sevinenler de bizim karşılaştığımızm benzeriyle karşılaşacaklardır."

 

-Bu kelimeyi- Mücahid ile Malik, (...) şeklinde "te" harfini nasb ile ve "mim"i de üstün olarak okumuşlar ve "Düşmanlar'' kelimesini ise merfu' olarak okumuşlardır. Yani: Sen bana kendisi sebebiyle düşmanlarımın sevineceği bir iş yapma. Yani, senin bana yapacağın bir iş dolayısıyla onlar sevinmesinler.

 

Yine Mücahid'den; (...) şeklinde "te" ve "mim" harfleri üstün ile; "Düşmanlar'' kelimesini de nasb ile okumuştur. İbn Cinnı der ki: Yani, Rabbim, Sen düşmanları bana sevindirme, anlamına gelir. Bunun caiz oluşu, Yüce Allah'ın: "Allah onlarla alay eder" (el-Bakara, 15) buyruğu ve benzerlerinin de uygun oluşundan dolayıdır. Sonra da asıl maksada dönerek "düşmanlar" anlamındaki kelimeyi kendisiyle nasbettiği bir fiili takdir etmiştir. Adeta: (...): Başkalarını yani düşmanları bana gelecek musibetlerle sevindirme, demiş gibidir.

 

Ebu Ubeyd der ki: Ben Humeyd'den; (...) şeklinde "mim" harfini esreli olarak okuduğunu naklediyorum. en-Nehhas der ki: Ancak bu okuyuşun açıklanabilir bir tarafı yoktur. Çünkü eğer bu fiil; (...)'den geliyor ise, (...) demesi gerekirdi. Eğer (...) den geliyor ise, bu sefer -"te" harfi ötreli "mim" harfi de esreli olmak üzere-; (...) demesi gerekirdi.

 

Hz. Harun'un: "Ve beni o zalimler güruhu ile bir tutma" ifadesine gelince, Mücahid der ki: Yani sen beni buzağıya tapanlarla bir kabul etme, demektir.

 

"Dedi ki: Rabbim! Beni de kardeşimi de bağışla, bizi rahmetine al.

 

Sen rahmet edenlerin en merhametli olanısın." Bu buyruğa dair açıklamalar ise daha önceden geçmiş bulunmaktadır. (Bk. el-Bakara, 286. ayet 9. başlık v.d.).

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

A’raf 152-153

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR