ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

A’RAF

77

/

79

فَعَقَرُواْ النَّاقَةَ وَعَتَوْاْ عَنْ

أَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُواْ يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ

الْمُرْسَلِينَ {77} فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُواْ فِي دَارِهِمْ

جَاثِمِينَ {78} فَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ

رِسَالَةَ رَبِّي وَنَصَحْتُ لَكُمْ وَلَكِن لاَّ تُحِبُّونَ النَّاصِحِينَ {79}

 

77. Derken, o dişi deveyi kesip öldürdüler. Rabblerinin emrine karşı büyüklenerek isyan ettiler ve: "Ey Salih, eğer sen gönderilmiş peygamberlerden isen, bizi tehdit edip durduğunu getir" dediler.

78. Bunun üzerine şiddetli bir sarsıntı onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çökenler oldular.

79. O da onlardan yüz çevirdi ve: "Ey Kavmim, gerçekten ben size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size içtenlikle öğüt verdim. Fakat siz, öğüt verenleri sevmezsiniz" dedi.

 

Yüce Allah'ın: "O dişi deveyi kesip öldürdüler" buyruğunda geçen: "el-Akr" yaralamak demektir. Bunun, ölüm ile sonuçlanacak bir şekilde etki bırakan türden bir organı kesmek anlamına geldiği de söylenmiştir. Atın akr edilmesi, kılıçla ayaklarının vurulup kesilmesi demektir. Çoğul ismi; (...) şeklinde gelir. (...) ise, bineğin sırtında yara açılmasına sebep oldu demektir. Şair İmruu'l-Kays der ki: "Devenin sırtındaki semer hep birlikte bizi yana doğru eğdiğinde Bana dedi ki: Ey İmruu'l-Kays, devemi yaraladın haydi in."

 

Burada "akr'' kelimesi yaralamak, sırtını yaralamak anlamındadır. el-Kuşeyrı der ki: Akr, devenin arka ayaklarının diz kapakları bölümünün açılması demektir. Daha sonra devenin kesilmesine akr denilmiştir. Çünkü bu şekilde bir akr, çoğunlukla devenin kesilmesine sebep teşkil ediyordu. (Önce, arka ayaklarından birisinin dizi kesilerek kaçması önlenmeye çalışılıyordu.)

 

Bu dişi deveyi kimin kestiği hususunda farklı görüşler vardır. Bunların en sahihi, Müslim'in Sahih'inde yer alan Abdullah Zem'a yoluyla gelen hadistir. Abdullah dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) bir hutbe irad etti ve dişi deveyi söz konusu ederek onu keseni de zikredip: "O vakit, onların en badbaht olanları, kavmi arasında Ebu Zem'a gibi kimsenin zarar veremediği güçlü, bununla birlikte de oldukça şer birisi onu öldürmek için kalkıp gitti ... " diyerek, hadisin geri kalan bölümünü zikretti.

 

Adının Kudar b. Salif olduğu söylenmiştir. Yine denildiğine göre, bunların hükümdarları Melka adındaki bir kadın idi. İnsanlar Hz. Salih'e meyledince, onu kıskandı ve iki aşık dostu bulunan iki kadına şöyle dedi: Aşıklarınızın isteğini yerine getirmeyin. Onlardan dişi deveyi kesmelerini isteyin. Bunun üzerine o kadınlar da onun isteğini yerine getirdiler. Bu sefer dostları olan iki adam, dışarı çıkıp dişi deveyi dar bir boğazdan geçmek zorunda bıraktılar. Aralarından birisi o dişi deveye bir ok attı ve o deveyi öldürdüler. Dişi devenin yavrusu annesinin içinden çıkmış olduğu kayaya doğru geldi. üç defa böğürdükten sonra kaya açıldı ve içine girdi.

 

Denildiğine göre, ileride en-NemI Süresi'nde (82. ayetin tefsirinde) geleceği üzere, ahir zamanda insanlara karşı (kıyamet alameti olarak) çıkacak olan Dabbe odur.

 

İbn İshak der ki: Devenin yavrusunun arkasından dişi deveyi kesmiş olanlardan dört kişi gitti. Bunlar, Misda', onun kardeşi Zuab, arkasından gittiler. (Kurtubi diğerlerinin isimlerini zikretmemektedir). Misda' ona bir ok attı, bu ok yavrunun kalbine saplandı. Sonra, ayağından onu sürükleyerek annesinin yanına getirdi ve yavruyu da annesi ile birlikte yediler. Ancak, birinci görüş daha sahihtir. Çünkü Hz. Salih onlara şöyle demişti: Ömrünüzden üç gün kaldı. Bundan dolayı deve yavrusu da üç defa böğürdü.

 

Şöyle de denilmiştir: Dişi deveyi kesen ile birlikte sekiz kişi daha vardı ki, bu sekiz kişi, Yüce Allah'ın haklarında: "Şehirde ıslah etmez fakat fesat çıkartan dokuz kişi vardı'' (en-Neml, 48) dediği kimselerdir. İleride buna dair açıklamalar en-NemI Süresi'nde (zikredilen ayetin tefsirinde) gelecektir.

 

Yüce Allah'ın: "Bunun üzerine arkadaşlarını çağırdılar, O da alacağını aldı ve dişi deveyi ayaklarını biçip öldürdü'' (el-Kamer, 29) buyruğunun anlattığı da budur. Dişi deveyi öldürmeden önce içki içiyorlardı. İçkilerine su katmak için suya ihtiyaçları oldu. O gün ise dişi devenin süt verme günüydü. Aralarından birisi kalkıp, etrafını da gözetleyerek, artık bundan yana insanları rahatlatacağım, deyip dişi deveyi öldürdü.

 

Yüce Allah'ın: "Derken, o dişi deveyi kesip öldürdüler. Rabblerinin emrine karşı büyüklenerek isyan ettiler" buyruğunda geçen "Büyüklenerek isyan ettiler" kelimesi, büyüklendiler anlamınadır. Ayrıca itaat etmeyen kişinin durumunu anlatmak üzere -aynı kökten gelen-; (...) fiili kullanılır. Oldukça karanlık geceye de; (...) denilir. Bu açık-

lamalar el-Halil'den nakledilmiştir.

 

"Ve: Ey Salih ... bizi tehdit edip durduğunu" yani, bizi kendisiyle tehdit etmiş olduğun azabı "getir dediler."

 

"Bunun üzerine şiddetli bir sarsıntı" yani oldukça büyük bir zelzele "onları yakalayıverdi." Burada sözü geçen sarsıntının, Hud Suresi'nde yer alan Semud kıssasında sözü geçtiği üzere (bk. Hud, 67) ödlerini kopartan, oldukça şiddetli bir feryad olduğu da söylenmiştir. Orada onları yakalayanın sayha (şiddetli çığlık) olduğu belirtilmektedir.

 

Ayet-i kerimede geçen; "Sarsıntı" kelimesi, titreyen ve sarsılan şey hakkında kullanılır. "Rüzgar ağaçları hareket ettirdi, salladı," anlamına gelir. Asıl anlamı ise sesle beraber hareket etmektir. Yüce Allah'ın: "O günde o sarsıcı sarsacaktır" (en-Naziat, 6) buyruğundaki "sarsıcı ve sarsacaktır" kelimeleri de aynı kökten gelmektedir. Şair de der ki: "Hacc'ın zamanının geldiğini Ve kavmin bineklerinin onları sarstığını göndüğüm vakit ... "

 

"Yurtlarında diz üstü çökenler oldular." Burada (yurt) anlamına gelen (...) kelimesinin tekil olarak gelmesi, cins isim olması dolayısıyladır ve çoğul anlamındadır. Bir başka yerde ise bu kelime çoğul olarak; (...): Yurtlarında" (Hud, 67) diye gelmiştir.

 

 

"Diz üstü çökenler" yani, uçan kuşun çöktüğü gibi dizleri ve yüzleri üstü yere yapıştılar. Bunun da azabın şiddetinden ötürü hareketsiz kalmaları demektir. Aslında "diz üstü çökmek" anlamına gelen; (...) lafzı tavşan ve benzeri hayvanlar hakkında kullanılır. Bunun ism-i mekanı da; (...) şeklinde gelir. Şair Züheyr der ki: "Orada inekler, ceylanlar ve onların yavruları ardı arkasına yürüyüp dururlar Ve çökmüş oldukları her yerden kalkar giderler."

 

İnen yıldırım ile yandıkları ve bunun sonucunda ölüverdikleri de söylenmiştir. Bunlardan geriye yalnızca Allah'ın Harem bölgesinde bulunan bir kişi kalmıştı. O da Harem bölgeSinden çıkınca, kavmine isabet eden ona da isabet etti.

 

"O da onlardan yüz çevirdi. " Yani, onların iman edeceklerinden ümit kesince, yüz çevirdi: "Ve Ey Kavmim, gerçekten ben size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size içtenlikle öğüt verdim" dedi. Bu sözü kavmine ölümlerinden önce söylemiş olması ihtimal dahilinde olduğu gibi, ölümlerinden sonra söylemiş olması da muhtemeldir. Tıpkı Hz. Peygamber'in Bedir'de öldürülmüş müşriklere: "Rabbinizin vadettiğini hak olarak buldunuz mu" demesi üzerine: Sen şu leşlerle mi konuşuyorsun denilince, Onun da: "Siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz. Şu kadar var ki onlar cevap veremezler" dediği gibi.

 

Ancak, birincisi daha zahir (daha açıkça anlaşılan) dır. Buna da Yüce Allah'ın: "Fakat siz öğüt verenleri sevmezsiniz" yani, benim nasihatımı kabul etmediniz, öğüdümü dinlemediniz, sözü delalet etmektedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

A’raf 80

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR