A’RAF 4 / 5 |
وَكَم
مِّن
قَرْيَةٍ
أَهْلَكْنَاهَا
فَجَاءهَا
بَأْسُنَا
بَيَاتاً
أَوْ هُمْ
قَآئِلُونَ {4} فَمَا
كَانَ
دَعْوَاهُمْ
إِذْ
جَاءهُمْ
بَأْسُنَا
إِلاَّ أَن
قَالُواْ
إِنَّا
كُنَّا ظَالِمِينَ
{5} |
4. Nice
yurtları helak ettik. Geceleyin veya gündüzün uyurlarken azabımız onlara gelip
çattı.
5.
Onlara azabımız geldiğinde seslenişleri: "Biz gerçekten
zalimlermişiz" demelerinden başka bir şey olmadı.
Yüce Allah'ın:
"Nice yurtları helak ettik" buyruğundaki "nice" anlamına
gelen; (...), çokluk ifade etmek içindir. Nitekim; "Nice"nin azlık
ifade etmek için kullanıldığı gibi.
Bu kelime burada mübteda
olarak ref' mahallindedir. "Helak ettik" ise onun haberidir. Yani pek
çok "karye (yurt)" -ki karye, insanların toplanma yerleri demektir-
helak ettik.
"Nice"
anlamındaki bu kelimenin, sonrasında bir fiil takdiri ile nasb mahallinde
olması da mümkündür. Ondan önce fiil takdir edilmez. Çünkü kendisinden önceki
ifadeler istifhamda amel etmez.
Birinci görüşü Yüce
Allah'ın şu buyruğu pekiştirmektedir: "Nuh'tan sonra nice nesilleri helak
ettık." (el-İsra, 17)
Eğer; (...): Helak
ettik" kendisinden sonra gelen zamiri nasbederek onunla iştigal etmemiş
olsaydı, bu fiil dolayısıyla "Nice" kelimesi mahallen mansub olurdu.
Bununla birlikte; "Helak ettik" kelimesinin "yurt"
anlamındaki "karye" kelimesine sıfat olması da mümkündür. (O
takdirde: Helak ettiğimiz nice yurtlar... anlamında olur). "Nice"
anlamındaki kelime de mana itibariyle helak edilen yurdun kendisidir. Buna göre
"yurt" anlamındaki karyeye sıfat getirildi mi "nice"
anlamındaki kelimeye sıfat verilmiş olur. Buna da Yüce Allah'ın şu buyruğu
delil teşkil etmektedir:
"Göklerde ...
şefaatleri hiç bir şeye yaramayacak nice melek vardır ... " (en-Necm, 26)
Burada da zamir, "Nice" kelimesine mana itibariyle ait olmaktadır.
Zira, bunun anlamı burada melekler ile ilgilidir. Bu takdire göre ondan sonra
gelen bir fiil takdiri ile; "Nice" kelimesinin nasb mahallinde olması
doğru olamaz.
"Onlara azabımız
geldiğinde" buyruğunun "fe" harfi ile atf edilmiş olmasının
açıklanması zordur. el-Ferra der ki: "fe" harfi "vav"
anlamındadır. O bakımdan burada bir tertib (sıralanış) gerekli değildir. Şöyle
de açıklanmıştır: Nice helak etmek istediğimiz yurt vardır da onlara azabımız
geldiğinde .... demektir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi:
"Kur'anı okuduğun zaman, derhal o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. "
(en-Nahl, 98)
Şöyle de açıklanmıştır:
Helak ediş, kavmin bir bölümü hakkında sözkonusu olmuştur. Buna göre, ifadenin
takdiri şöyle olur: Nice yurt vardır ki Biz, ora halkının bir bölümünü helak
ettik de onlara Bizim azabımız gelince bu sefer hepsini helak ettik.
Şöyle de denilmiştir:
Yani, takdir ettiğimiz hükmümüzde, helak ettiğimiz nice yurt vardır da bu
sebepten Bizim azabımız onlara geldi.
Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: Biz, oraya azap meleklerini göndermekle helak ettik de o sebepten
bizim azabımız -ki toptan helak eden bir azaptır bu- onlara geldi. Ayet-i
kerimedeki "el-Be's" kişinin bizzat kendisine gelen azap demektir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Yani Biz, o kasabaları helak ettik. Ve Bizim onları helak edişimiz şu şu
vakitlerde olmuştu. Buna göre azabın gelişi, helak etmek demek olur.
Daha önceden
belirttiğimiz gibi be's'in helak etmekten başka bir şey olduğu da söylenmiştir.
Yine el-Ferra şunu
nakletmektedir: Her iki fiil de aynı anlamda olur veya aynı anlamda gibi
olursa, hangisini istersen onu öne geçirebilirsin. Buna göre anlam şöyle olur:
Nice yurt vardır ki, azabımız onlara geldi, Biz de onları helak ettik. ..
"Yanaştı ve yaklaştı, yaklaştı ve yanaştı" demek gibi. "Bana
sövdü de kötü söz söyledi, bana kötü söz söyledi de sövdü," fiillerinde de
olduğu gibi. Çünkü, bunların ikisi de aynı şeydir.
Yüce Allah'ın şu buyruğu
da böyledir: ''Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. " (el-Kamer, 1)
Buyruğun anlamı ise,
-Allah'u a'lem- ay yarıldı da Kıyamet yaklaştı şeklindedir, ki, ikisinin de
ifade ettiği anlam birdir.
"Geceleyin"
demektir. (Evanlamına gelen): el-Beyt de burdan gelmektedir. Çünkü, gece orada
geçirilir. Bunun fiil çekimi ve mastarları da; (...) şeklinde gelir.
"Veya gündüzün
uyurlarken" buyruğunda; "Veya"dan sonra bir "vav" daha
gelmesi gerekmekle birlikte, iki "vav"ın yanyana gelmesini ağır
bulduklarından dolayı ikincisini hazfetmişlerdir. Bu açıklama el-Ferra'ya
aittir. ez-Zeccac ise der ki: Böyle bir açıklama yanlıştır. Çünkü, aynı şeyin
tekrarı yapılınca "vav"a ihtiyaç kalmaz.
Mesela "Zeyd
binerek bana geldi, yahut o yürüyerek ... " dediğiniz takdirde ayrıca
"vav" getirmeye gerek yoktur.
el-Mehdevı der ki:
Burada ikinci bir "vav"ın gelmeyiş sebebi, cümlede birincisine ait bir
zamir oluşundan dolayıdır. O bakımdan bu "vav"a ihtiyaç kalmamıştır.
Bu da ez-Zeccac'ın açıklaması ile aynı anlamdadır.
Burada "veya"
şüphe için değil, tafsil içindir. Nitekim: "Sen, ister bana karşı insaflı
ol, ister zalim, mutlaka sana ikram edeceğim" demeye, benzer. İşte bu
"vav", nahivciler tarafından "vavü'I-vakt" diye
adlandırılır.
"Gündüzün
uyurlarken", günün ortasında uyuyup dinlenmeyi ifade eden ve
"kaylule" ile aynı anlama gelen; (...)'den gelmektedir. Bunun, uyuma
söz konusu olmasa dahi, günün ortasında sıcağın arttığı sıradaki dinlenmek
anlamına geldiği de söylenmiştir.
Yani: Onlar, ister gece,
ister gündüz olsun, gaflette oldukları bir sırada azabımız onlara ansızın
geldi. ("Sesleniş" diye meali verilen:) "da'va" dua etmek
demektir. Yüce Allah'ın: "Dualarının sonu da ... " (Yunus, 10)
buyruğu da buradan gelmektedir.
Nahivciler de:
"Allah'ım, sen bizi, Sana dua edenlerin, salih dualarına ortak kıl"
diye bir ifade naklederler. "Da'va", iddia anlamına da kullanılır.
Yani: Onlar, helak edildikleri vakit, kendilerinin zalim olduklarını mutlaka
ikrar edeceklerdir.
"Seslenişleri"
lafzı, (...)'ın haberi olarak nasb mahallindedir.
İsmi ise,
"Demelerinden başka bir şeyolmadı" buyruğudur.
Bu buyruğun bir benzeri
de: "Kavminin cevabı ... demelerinden başka bir şeyolmadı.'' (en-Neml, 56)
buyruğudur. Bununla birlikte "da'va" kelimesinin merfu' ve
"Demelerinden"in de nasb mahallinde olması mümkündür. Yüce Allah'ın:
" ... döndürmeniz, iyilik değildir'' (el-Bakara, 177) buyruğunda
"İyilik" kelimesinin ref' ile okunması halinde olduğu gibi. Yine Yüce
Allah'ın: "Bundan sonra kötülük edenlerin akibeti ... yalanladılar diye
kötü oldu'' (er-Rum, 10) buyruğundaki; (...): Akibeti" kelimesinin ref'
ile okunması da böyledir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN