EN’AM 151 / 153 |
قُلْ تَعَالَوْاْ
أَتْلُ مَا
حَرَّمَ
رَبُّكُمْ
عَلَيْكُمْ
أَلاَّ
تُشْرِكُواْ
بِهِ شَيْئاً
وَبِالْوَالِدَيْنِ
إِحْسَاناً وَلاَ
تَقْتُلُواْ
أَوْلاَدَكُم
مِّنْ إمْلاَقٍ
نَّحْنُ
نَرْزُقُكُمْ
وَإِيَّاهُمْ
وَلاَ
تَقْرَبُواْ
الْفَوَاحِشَ مَا
ظَهَرَ
مِنْهَا
وَمَا
بَطَنَ
وَلاَ تَقْتُلُواْ
النَّفْسَ
الَّتِي حَرَّمَ
اللّهُ
إِلاَّ
بِالْحَقِّ
ذَلِكُمْ
وَصَّاكُمْ
بِهِ
لَعَلَّكُمْ
تَعْقِلُونَ
{151} وَلاَ
تَقْرَبُواْ
مَالَ
الْيَتِيمِ
إِلاَّ
بِالَّتِي
هِيَ
أَحْسَنُ
حَتَّى
يَبْلُغَ
أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ
الْكَيْلَ
وَالْمِيزَانَ
بِالْقِسْطِ
لاَ نُكَلِّفُ
نَفْساً
إِلاَّ وُسْعَهَا
وَإِذَا
قُلْتُمْ
فَاعْدِلُواْ
وَلَوْ
كَانَ ذَا
قُرْبَى
وَبِعَهْدِ اللّهِ
أَوْفُواْ
ذَلِكُمْ
وَصَّاكُم
بِهِ
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ
{152} وَأَنَّ
هَـذَا
صِرَاطِي
مُسْتَقِيماً
فَاتَّبِعُوهُ
وَلاَ
تَتَّبِعُواْ
السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ
بِكُمْ عَن
سَبِيلِهِ
ذَلِكُمْ وَصَّاكُم
بِهِ
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
{153} |
151. De
ki: "Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiç bir
şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyilik edin. Yoksulluk endişesinden dolayı
çocuklarınızı öldürmeyin. çünkü sizin de onların da rızkını Biz veririz.
Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Hak ile olmadıkça Allah'ın
haram kıldığı canı öldürmeyin. İşte, akıl edersiniz diye size bunları
emretti."
152.
Bir de yetimin malına, rüştüne erinceye kadar, en güzel olandan başka bir
şekilde yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı tam ve doğru yapın. Biz, kimseye gücünün
yettiğinden başkasını yüklemeyiz. Söz söylediğiniz vakit, akrabanız dahi olsa
adaletli olun. Allah'ın ahdini yerine getirin. İşte, düşünüp öğüt alasınız diye
size bunları tavsiye etti.
153.
Şüphesiz ki bu, Benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara
uymayın. Sonra sizi O'nun yolundan ayırırlar. İşte, sakınasınız diye Allah size
bunları tavsiye etti.
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı ondört başlık halinde sunacağız:
1- Bu Buyruktaki "Gelin"
Fiili ile ilgili Açıklamalar:
2- 151. Ayet-i Kerimeyle ilgili Bazı
Nahiv Açıklamaları:
3- Allah'ın Hükümlerini Açıklama
Görevi:
4- Anne Baba’ya iyilik:
5- Fakirlik Korkusuyla Çocukları
Öldürmek:
6- Azlin Hükmü:
7- Kötülüklerin Her Türlüsünden Uzak
Durmak:
8- Haksız Yere Canı Öldürmek ve
Öldürülmeyi Haklı Kılan Sebepler:
9- Allah'ın Emirleri:
10- Yetimin Malı:
11- Yetimin Reşitliğe Erdiğinin
Tesbiti:
12- Ölçü ve Tartıyı Tam Yapmak:
13- Adaletle Söz Söylemek, Allah'ın
Ahdine Bağlı Kalmak:
14- Uymamız Gereken Dosdoğru Yol:
1- Bu Buyruktaki
"Gelin" Fiili ile ilgili Açıklamalar:
Yüce Allah'ın:
"Gelin size ... okuyayım" buyruğundaki; (...): Yaklaşın ve Rabbimin
bana kesin olarak vahyettiğini -zan yoluyla ve sizin iddia ettiğiniz gibi yalan
olarak değil- okuyun, demektir.
Daha sonra Yüce Allah,
neler okunacağını beyan etmek üzere: "Ona hiç bir şeyi ortak
koşmayın" diye beyan etmektedir. Buradaki fiilin çekimi, erkek için;
"Yaklaş, öne doğru gel," şeklinde, dişi için; (...), erkek ve dişi
tesniye için; (...), erkek çoğul için; (...), dişi çoğul için (...) denilir.
Yüce Allah da aynı fiili dişi çoğul için kullanarak şöyle buyurmaktadır:
"Gelin size meta vereyim.'' (el-Ahzab, 28)
Araplar "tekaddüm:
öne geçme"yi bir çeşit yükselme (teali) ve yukarı doğru çıkma (irtifa)
diye kabul etmişlerdir. Çünkü, bu fiilin ilk olarak kullanılışı halinde
tekaddüm etmesi (öne geçmesi) emrolunan kişi sanki oturuyormuş da ona; (...):
Yüksel, gel; yani, ayağa kalkmak suretiyle kendini yukarı doğru kaldır ve öne
doğru ilede; denilmiş gibidir. Daha sonra bu kelimeyi duran ve yürüyen için de
kullanacak hale gelinceye kadar anlamını genişletip durdular. Bu açıklamayı İbn
eş-Şecerı yapmıştır.
2- 151. Ayet-i Kerimeyle
ilgili Bazı Nahiv Açıklamaları:
Yüce Allah'ın:
"Neleri haram kıldığını" buyruğunda yer alan; (...) ile ilgili uygun
açıklama, (...): Okuyayım" buyruğu ile nasb mahallinde ve haberiyye
olmasıdır. Yani: "Gelin, Rabbinizin size haram kıldığını okuyayım,"
demektir.
Eğer; "Size"
kelimesinin; "Haram kıldığını" fiiline taalluk ettiğini kabul
edersek, uygun açıklama budur. (Anlamı: ... size neleri haram kıldığını
okuyayım, şeklinde olur). Çünkü, daha yakın olan fiil budur. Basralıların
tercihi de budur.
Eğer bunun;
"Okuyayım" fiiline taalluk ettiği kabul edilirse, bu da güzeldir,
çünkü önce geçen fiil budur. (Bunun da anlamı: ... neleri haram kıldığını size
okuyayım, şeklindedir). Küfelilerin tercihi de budur. Bu görüşe göre ifadenin
takdiri de: "Rabbinizin haram kıldığı şeyi size okuyayım,"
şeklindedir.
" ... ortak
koşmayın" lafzı geçen ilk fiilin aynı kökünden gelen bir fiil takdiri ile
nasb mahallindedir. Yani, size şirk koşmamanızı okuyayım demektir. Bu da size
şirk koşmanın haram kılındığını okuyayım anlamındadır. Bununla birlikte;
"Size" kelimesindeki iğra anlamı dolayısıyla nasb edilmiş olma
ihtimali de vardır. O takdirde "Size" kelimesi, kendisinden önceki
ifadelerde, munkati' olur. Yani, size düşen, şirk koşmayı terketmektir ve yine
size düşen, anne babaya iyilik etmektir, çocuklarınızı öldürmemektir,
kötülüklere yaklaşmamaktır. Nitekim birisine "İşine bak," demek de
böyledir. Yüce Allah'ın: "Siz) kendinize bakın''(el-Maide, 105) buyruğu da
böyledir. Bütün bu açıklamaları İbn eşŞeceri yapmıştır.
en-Nehhas da şöyle
demektedir: " ... mama"daki " ... ma" kelimesinin,
"Neler"den bedel olarak nasb mahallinde olması da mümkündür. Yani
ben, size şirk koşmanın haram kılındığını okuyayım.
el-Ferra da (...)'nın
nehiy için olması görüşünü tercih etmiştir. Çünkü, ondan sonra (...) diye bir
daha nehiy gelmektedir. (Meal, buna göre yapılmıştır).
3- Allah'ın
Hükümlerini Açıklama Görevi:
Bu ayet-i kerime, Yüce
Allah tarafından Peygamberine, bütün insanları Allah'ın haram kıldığı şeylere dair
okuyacağı buyrukları dinlemeye davet etmesi için bir emirdir. Ondan sonra
gelecek olan ilim adamlarının da aynı şekilde insanlara tebliğde bulunmaları ve
onlara, Allah'ın neyi haram, neyi helal kıldığını açıklamaları gerekmektedir.
Nitekim Yüce Allah: "Onu) muhakkak insanlara açıklayıp anlatacaksınız ...
diye teminat almıştı'' (Al-i İmran, 187) diye buyurmaktadır.
İbnü'l-Mübarek de şunu
nakletmektedir: Bize, İsa b. Ömer'in, Amr b. Murre'den haber verdiğine göre
Amr, kendilerine şunu nakletmiş: Rabi' b. Haysem (Huseym de denilmiştir),
kendisiyle oturan birisine şöyle demiş: Peygamber (s.a.v.)'dan henüz mührü
çözülmemiş bir sahifenin sana getirilip verilmesi seni memnun eder mi? O,
elbette deyince: Ona, şu ayet-i kerimeyi oku: "De ki: Gelin Rabbinizin size
neleri haram kıldığını okuyayım ... " diyerek, üç ayetin (yani, 153.
ayetin) sonuna kadar okudu.
Ka'b el-Ahbar der ki: Bu
ayet-i kerime, Tevrat'ın başlangıcıdır: "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla.
De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım ... "
İbn Abbas da der ki: Bu
ayet-i kerimeler, Yüce Allah'ın Al-i İmran Suresi' nde sözünü ettiği muhkem
ayetlerdir. Bütün insanlara gönderilmiş şeriatler, sözbirliği halinde bunları
kabul etmiş ve hiçbir dinde bunlar asla nesh edilmemiştir.
Musa (a.s)'a indirilmiş
on kelime (emir)nin (bunlar), oldukları da söylenmiştir.
4- Anne Baba’ya
iyilik:
Yüce Allah'ın:
"Anaya babaya iyilik edin" buyruğunda geçen ana-babaya iyilik
(ihsanda bulunmak), onlara iyi davranmak, onları korumak, onlara gereken
ihtimamı göstermek, emirlerini yerine getirmek, köle iseler kölelikten
kurtarmak, onlara karşı zorbalık taslamayı terketmekle olur.
"İyilik
etmek," mastar olarak nasbedilmiştir. Onu nasbeden ise, lafzından gizli
bir fiil olup takdiri; "Ana babaya güzelce iyilik edin," şeklindedir.
5- Fakirlik Korkusuyla
Çocukları Öldürmek:
Yüce Allah'ın:
"Yoksulluk endişesinden dolayı çocuklarınızı öldürmeyin" buyruğunda
geçen "imlak: yoksulluk", fakirlik demektir. Yani, fakir düşmek
korkusuyla çocuklarınızı diri diri gömmeyin. Size de onlara da rızık veren
şüphesiz ki Benim.
Araplar arasında ayetin
zahirinden de anlaşıldığı gibi, fakirlik korkusuyla kız çocukları da erkek
çocukları da öldürenler vardı.
(...): Fakir düştü
anlamına geldiği gibi, (...): O'nu fakir düşürdü, şeklinde de kullanılır. Buna
göre fiil hem lazım, hem müteaddi'dir (geçişsiz ve geçişlidir) .
en-Nakkaş'ın,
Muerrec'den naklettiğine göre şöyle demiş: İmlak, Lahımlıların şivesinde açlık
demektir. Münzir b. Said ise bunun, infak (yani harcamak) anlamına geldiğini
zikretmektedir. "Malını infak etti, harcadı," demektir.
Nakledildiğine göre, Ali (r.a), hanımına şöyle demiş: "Malından istediğin
kadarını harca."
"Kalbinde olmadık
şeyleri diliyle söyleyen" demektir. Buna göre (imlak'ın kökünü teşkil eden)
melak, müşterek bir lafızdır. Yeri gelince buna dair açıklamalar gelecektir.
6- Azlin Hükmü:
Azli caiz kabul etmeyen
kimseler bu ayet-i kerimeyi delil gösterebilirler.
Çünkü, çocukları diri
diri gömmek diye bilinen "ve'd", mevcut olanı ve nesli ortadan
kaldırır. Azil ise neslin esasını engellemektir. O bakımdan, bunlar birbirine
benzerdir. Şu kadar var ki, canı öldürmek günah bakımından daha büyük, fiil
olarak da daha çirkindir. Bundan dolayı kimi ilim adamımız şöyle demiştir: Hz.
Peygamberin, aziI ile ilgili olarak: "O gizliden gizliye ve'd'dir"
buyruğundan haramlık değil de mekruh olduğu anlaşılmaktadır.
Ashab-ı kiramdan ve
diğerlerinden bir topluluk bu görüşü kabul etmişlerdir. Yine ashab-ı kiramdan,
tabiinden ve fukahadan bir diğer topluluk da mübah olduğunu söylemişlerdir.
Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Bunu yapmamakta
sizin için bir sakınca yoktur, çünkü kader neyse o olur. " Yani, sizin
böyle bir işi yapmamanızda sizin için bir günah sözkonusu olmaz. Öyle ki
el-Hasen ve Muhammed b. el-Müsenna, bu nehiyden azil'in yasaklanması ve bu
işten vazgeçildiğinin istenmesi anlamını çıkarmışlardır. Ancak birinci te'vil
daha uygundur. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah bir şeyi
yaratmak istedi mi, ona hiçbir şeyengel olamaz. ''
Malik ve Şafii derler
ki: Hür kadından izinsiz azil yapmak, caiz değildir.
Bu görüşleriyle inzalin,
kadının lezzet almasının tamamlanması olduğunu ve çocukta kadının hak sahibi
olduğunu kabul etmiş gibidirler. Ancak, cariye olarak kendisiyle ilişki kurulan
kadından izin almak görüşünü kabul etmemişlerdir. Buna göre erkek, cariyenin
izni olmaksızın da azil yapabilir. Zira, cariyenin sözü geçen hususlardan her
hangi birisinde hak sahibi olduğu söylenemez.
7- Kötülüklerin Her
Türlüsünden Uzak Durmak:
Yüce Allah'ın:
"Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın" buyruğunun bir
diğer benzeri de: "Günahın açık olanını dagizlisini de bırakın"
(el-En'am, 120) buyruğudur. Yüce Allah "açığına" buyruğu ile, bütün
kötülük ve hayasızlık çeşitlerini yani masiyetleri yasaklamıştır.
"Gizlisine de" buyruğu ile de kalbin ilahı emre muhalefeti
kararlaştırdığı şeyleri yapmayı yasaklamaktadır. Açık ve gizli tabiri, hakkında
kullanıldığı şeylerin bütün kısımlarını kapsamına almaktadırlar.
"Açık olan"
ifadesi, "Kötülükler"den bedel olarak nasb edilmiştir. "Gizli
olan" da ona atfedilmiştir.
8- Haksız Yere Canı
Öldürmek ve Öldürülmeyi Haklı Kılan Sebepler:
Yüce Allah'ın: "Hak
ile olmadıkça Allah'ın haram. kıldığı canı öldürmeyin" buyruğunda yer
alan; (...): Can" kelimesinin başındaki elif ve lam, cinsi marife yapmak
içindir. Arapların; "İnsanları (yani insan türünü) dirhem ve dinar sevgisi
helak etti," demeleri gibi. Yüce Allah'ın: "Gerçekten insan, mal
toplamaya düşkün, fakat vermekte cimri olarak yaratılmıştır" (el-Mearic,
19) buyruğu da bunun gibidir. Nitekim ondan sonra gelen: ''Ancak, namaz
kılanlar böyle değil (el-Mearic, 22) diye buyurmaktadır. Yüce Allah'ın: ''Asra
andolsun, muhakkak insan (türü) ziyan içindedir" (el-Asr, 1-2) buyruğu da
böyledir. Çünkü, daha sonra: "iman edenler ... müstesna'' (Asr, 3) diye
buyurmuştur.
Bu ayet-i kerime hayatı
koruma altında bulunan nefsin -öldürülmesini gerektiren haklı bir gerekçeyle
olmadıkça- ister mü'min olsun, ister antlaşmalı (muahid veya zımmi) olsun,
öldürülmesini yasaklamaktadır. Rasulullah (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur:
"Ben, insanlarla, Allah'tan başka ilah yoktur deyinceye kadar savaşmakla
emrolundum. Her kim Allah'tan başka ilah yoktur diyecek olursa, malını ve
canını korumuş olur. Hakkıyla olması hali müstesna. Hesaplarını görmek ise
Allah'a aittir."
Bu hak ise, bir kaç
türlüdür. Bunlardan birisi zekat vermemek ve namazı terketmektir. Ebu Bekir
es-Sıddik, zekatı vermeyenlere karşı savaşmıştır. Kur'an-ı Kerimde de şöyle
buyrulmaktadır: "Eğer tevbe edip namaz kılarlar ve zekat verirlerse,
yollarını serbest bırakın." (et-Tevbe, 5) Bu husus da gayet açıktır.
Hz. Peygamber de şöyle
buyurmaktadır: "Müslüman bir kişinin kanı ancak üç şeyden birisiyle helal
olur: Zina eden evli, cana karşılık can ve dinini terkedip İslam cemaatinden
ayrılan."
Yine Hz. Peygamber şöyle
buyurmaktadır: "İki halifeye bey'at edildiği takdirde, onlardan sonrakini
öldürün." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Ebu Davud da İbn
Abbas'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Her kimi Lut kavminin işini yaparken bulacak olursanız, faili de mef'ulü
de öldürünüz." İleride buna dair açıklamalar el-A'raf Suresi'nde (80.
ayet, 3. başlıkta) gelecektir.
Yine Kur'an-ı Kerim'de
(hak ile öldürülmenin bir başka sebebi) şöylece açıklanmaktadır: "Allah'a
ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların
cezası ancak öldürülmeleri ... dir." (el-Maide, 33) Yine bir başka yerde;
"Eğer mü'minlerden ikigrup birbirleriyle çarpışırlarsa ... " (el-Hucurat,
9) diye buyurmaktadır.
Müslümanların (meşru
halife etrafında birlik teşkil etmişken) birliğini bozmak isteyen, cemaat
halinde etrafında toplandıkları imama muhalefet eden ve birliğini dağıtmaya
çalışarak insanları ve malları ta lan etmek suretiyle devlet başkanına karşı
ayaklanmak (bağiy) ve itaati kabul etmemek suretiyle yer yüzünde fesat
çıkarmaya çalışanların da hükmü, öldürülmeleridir. İşte Yüce Allah'ın:
"Hak ile olmadıkça" buyruğunun anlamı budur.
Hz. Peygamber de şöyle
buyurmuştur: "Mü'minlerin kanları birbirlerine denktir. Onların en
aşağıları dahi, onların sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır. Kafire
karşılık da bir müslüman öldürülmez. Ahdi içerisinde bulunan bir ahid sahibi de
öldürülmez. Farklı iki din mensubu bir birine mirasçı olmaz."
Ebu Davud ve Nesai de
Ebu Bekre'den şöyle dediğini rivayet ederler: Ben, Rasulullah (s.a.v.)'ı şöyle
buyururken dinledim: "Her kim ahidli bir kimseyi hakka uygun olmayan bir
sebeple öldürecek olursa, Allah ona cennete girmeyi haram eder."
Ebu Davud'un kaydettiği
bir başka rivayette de şöyle demektedir: "Kim zimmet ehlinden birisini
öldürecek olursa, cennet kokusunu almayacaktır. Şüphesiz cennetin kokusu yetmiş
yıllık bir mesafeden alınır."
Buhari'de hadisin
ifadesi şöyledir: "şüphesiz cennetin kokusu kırk yıllık bir mesafeden
alınır." Buhari ise bu hadisi Abdullah b. Amr b. el-As'dan diye rivayet
etmektedir.
9- Allah'ın Emirleri:
Yüce Allah'ın:
"İşte bunlar" buyruğu ile haram kılınan bu şeylere işaret
edilmektedir. "Kef" ile "mim" harfleri hitap içindir. Bu
iki harfin i'rabta mahalleri yoktur.
"Size bunları
emretti" buyruğunda geçen (ve mealde: emr diye karşılanan) vasiyet, güç
yetirilen ve pekiştirilmiş emir demektir. Buradaki "kef" ile
"mim" harfleri ise nasb mahallindedir. Çünkü bu zamir, muhatap için
kullanılan bir zamirdir. Yine: "Tavsiye etti, emretti" fiilinde de
Yüce Allah'a ait bir fail zamiri vardır.
Matar el-Verrak,
Nafi'den, o, İbn Ömer'den rivayetine göre Osman b. Affan (r.a) evinde muhasara
edildiği sırada, kendisini muhasara edenlerin önüne çıkarak şöyle dedi: Beni ne
diye öldüreceksiniz? Şüphesiz ben, Rasulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken
dinledim: "Müslüman bir kimsenin kanı ancak şu üç şeyden birisi
dolayısıyla helal olabilir: Muhsan olduktan sonra zina eden bir adamın recm ile
öldürülmesi gerekir. Yahut kasten birisini öldüren kimseye kısas uygulamak
gerekir. Yahut, müslüman olduktan sonra irtidat eden kimsenin de öldürülmesi
gerekir." Allah'a yemin ederim, cahiliye döneminde olsun, müslüman
olduktan sonra olsun asla zina etmedim. Kimseyi de öldürmüş değilim ki, onun
yerine öldürülmek suretiyle bana kısas uygulansın. İslam'a girdiğimden beri de
asla irtidat etmedim. Şüphesiz ki ben, Allah'tan başka ilah olmadığına,
Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasulü olduğuna şahidlik ederim. İşte size sözünü
ettiğim bu hususlar size -akıl erdiresiniz diye- (Allah'ın) tavsiye
ettikleridir.
10- Yetimin Malı:
Yüce Allah: "Bir de
yetimin malına. .. en güzel olandan başka bir şekildeyaklaşmayın" diye
buyurmaktadır. Yani, onun lehine olacak ve malını artırıp çoğaltacak şekilden
başkasıyla yaklaşmayın. Bu da malın aslını gereği gibi korumak ve onun
dallarının da meyve vermesini sağlamak suretiyle olur. Bu hususta yapılmış en
güzel açıklama budur, çünkü, kapsayıcı bir açıklamadır. Mücahid der ki: "Bir
de yetimin malına ... en güzel olandan başka bir şekilde yaklaşmayın."
Yani, malında ticarette bulunmaktan başka bir surette yaklaşmayın. Ondan
herhangi bir şey satın almaman ve malından da borçlanman demektir.
11- Yetimin Reşitliğe
Erdiğinin Tesbiti:
Yüce Allah'ın:
"Rüştüne erinceye kadar" güçleninceye kadar demektir. Güçlenmek ise,
bedende de görülebilir, denemek suretiyle de anlaşılabilir. Güçlenmenin bu iki
şekliyle ortaya çıkması kaçınılmazdır. Çünkü, burada bu kelime mutlak olarak
kullanılmıştır.
en-Nisa Suresi'nde ise
yetimin hali, mukayyed olarak şöylece zikredilmektedir: ''Yetimler, evlilik
çağına erdikleri zamana kadar deneyin. Şayet onlarda bir reşitlik görürseniz
...'' (en-Nisa, 6). Burada da Yüce Allah, hem bedeni gücü, hem de evlilik
çağına erişmeyi, hem de bilgi sahibi olma gücünü bir arada zikretmiştir ki, bu
bilgi sahibi olma gücü "onlarda reşitlik görmek" demektir.
Eğer, yetimde bilgi
hasıl olmadan fakat güç husule geldikten sonra malı verilecek olursa, arzuları
doğrultusunda malını tüketir ve malsız bir yoksul olarak kalıverir. Özellikle
yetim hakkında bu şartın sözkonusu edilmesi, insanların ondan yana gaflette
bulunmaları ve onun babalarının çocuklarını gözetip denemeleri imkanından
mahrum olmasıdır. O bakımdan, babasını kaybetmiş olan bir kimsenin uygun
zamanını tesbit etmek daha uygundur.
Rüştüne ermek, onun
malına en güzel olandan başka bir yolla yaklaşmayı mübah kılan bir sebep
değildir. Çünkü, baliğ olan kişi hakkında (kötü maksatla malına el sürmek
şeklindeki) haramlık zaten sabittir. Özellikle yetimin zikredilmesi onun adına
davacı olacak olanın Allah oluşundan dolayıdır.
Buyruğun anlamı şudur:
Yetimin malına, rüştüne erinceye kadar en güzel olandan başka bir şekilde ebediyyen
yaklaşmayın. İfadede hazfedilmiş ibareler de vardır. Yani, rüştüne erip onun
reşitliğine erdiği anlaşılacak olursa, malını ona veriniz demektir.
İlim adamları, yetimin
reşitliğe ermesi hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbn Zeyd der ki:
Bundan kasıt büluğa ermesidir. Medineliler de büluğa ermesi ve onun reşitliğine
erdiğinin anlaşılmasıdır. Ebu Hanife'ye göre ise yirmi beş yaştır.
İbnü'l-Arabi der ki: Ebu
Hanife'nin bu durumuna hayret edilir. Çünkü o, miktar ile tesbit edilen
şeylerin kıyas ve akıl yürütme ile sabit olmayacağı, ancak nakil yoluyla sabit
olacağı görüşündedir. Bu miktar ile ilgili hususları ise, zayıf hadisler ile
tesbit etmektedir. Fakat o, vurup dövme diyarı (Bağdat) da kalmış, o bakımdan
onun nezdinde müdelles hadisler çoğalmıştır. Eğer -Allah'ın İmam Malik'e ihsan
ettiği şekilde- (şeriat)'in madeni olan yerde kalmış olsaydı, ondan ancak ve
ancak katıksız dine uygun görüşler ortaya çıkardı.
Şöyle de denilmiştir:
Kühület (olgunluk) yaşının sona ermesi, (ayet-i kerime de zikredilen) eşüd
(mealde: reşitlik)'in ileri dereceye vardığı dönemdir. Nitekim, Suhaym b. Yesil
şöyle demektedir: "Elli yaşındayım (kuhulet'in son sınırı); ben bütün
gücümü de toplamış bulunuyorum.
Türlü çeşitli işlerin
başımdan gelip geçmiş olması, işlerimi oldukça sağlam yapmama sebep oldu."
"Reşitlik
(güçlülük) çağı" tekildir, çoğulu gelmez. Nitekim kurşun anlamına gelen;
(...) kelimesi de böyledir.
Tekilinin (...) şeklinde
ve; "Fels ve felsler"e benzediği de söylenmiştir. Kelime aslı itibari
ile, günün yükselmesi demek olan; (...)'dan gelmektedir. Mesela; "Ona
günün yükseldiği ve aydınlığının yayıldığı vakit geldim," denilir.
Muhammed b. Muhammed ed-Dabi de Antere'nin şu beyitini zikrederdi:
"Onu, günün
yükseldiği vakit gördüğümde sanki Göğsü ve başı idlim (diye bilinen kırmızı bir
boya veya yaprağı kına yapmak için kullanılan bir ağaç) ile boyanmıştı."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Gündüzün yükseldiği vakit orada hevdeci içinde bir kadın
dolaşır İnce uzun bilekli ve uzun boylu bir kadın."
Sibeveyh, tekilinin;
(...) olduğunu söylerdi. el-Cevherı de der ki: Bu, mana itibariyle güzel bir
açıklamadır. Çünkü, "Delikanlı gücüne kuvvetine erişti," denilir.
Ancak, (...) veznindeki kelimeler; (...) şeklinde çoğul yapılmaz. (Buna benzer
görülen); (...) kelimesi ise, (...)'ın çoğuludur. Bu da Arapların;
"Sıkıntı günü ve rahatlık günü" tabirlerinden alınmıştır. Bunun
çoğulunun; (...) olduğunu ve bu bakımdan; "Köpek, köpeklere"
benzediğini, diğer taraftan; (...) lafzının tekil ve çoğulunun "Kurt,
kurtlara benzediğini söyleyenlerin görüşüne gelince, bu sadece bir kıyastır.
Nitekim "Ebabil" kelimesinin tekilinin; (...) olduğunu söyleyerek
bunu, (...)'e kıyasen ileri sürmeleri de böyledir. Ancak, bu kullanış
Araplardan işitilmiş değildir. Ebu Zeyd der ki: Bana sıkıntı isabet etti,
anlamında, (...) diye kullanılır. (...) ise, kişi ile birlikte oldukça güçlü,
kuvvetli bir binek bulunduğunu anlatan bir tabirdir.
12- Ölçü ve Tartıyı
Tam Yapmak:
Yüce Allah'ın:
"Ölçüyü ve tartıyı tam ve doğru yapın" buyruğu şu demektir: Alış
veriş esnasında alırken ve verirken adil olun. Çünkü, el-Kıst (tam ve doğru),
adaletli, adil demektir.
"Biz kimseye
gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz." Ölçü ve tartıyı tam yerine
getirmek hususunda takatından fazlasını yüklemeyiz, demektir. Bu buyruk,
verilen emirlere muhalefet etmekten korunup sakınmanın insanın güç ve kudreti
çerçevesinde olan kadarı ile söz konusu olmasını gerektirmektedir. İki ölçme
arasında sakınılması mümkün olmayan farklar ile, insan kudretinin dışında kalan
şeyler affedilmiştir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Keyl (ölçmek), ölçme aleti, ölçek anlamındadır. Mesela; bu şu kadar keyldir
denilirken, şu ölçektir, denilmek istenmektedir. Bundan dolayı Cism-i alet
olan) mizan: Tartı aleti, ona atfedilebilmiştir.
Kimi ilim adamı da şöyle
demiştir: Şanı Yüce Allah, kullarının arasından pek çok kimsenin vermekle
yükümlü olmadığı miktarda bir şeyi başkasına vermekten hoşlanmayacağını,
cimrilik göstereceğini bildiği için, veren kimsenin hak sahibine hakkını tam
vermesini emretmiş ve fazlasını vermekle mükellef tutmamıştır. Çünkü, fazlasını
vermek halinde, sıkılır ve cimrilik gösterir. Diğer taraftan hak sahibine de
hakkını almasını emretmiş, bununla birlikte hakkından daha azına razı olma
mükellefiyetini getirmemiştir. Çünkü, hakkını az alması da onu rahatsız eder ve
sıkar.
Malik'in, Muvatta'ında
Yahya b. Said'ten rivayetine göre Abdullah b. Abbas'tan şöyle dediği kendisine
ulaşmış: "Ganimetten hırsızlık, bir toplumda ortaya çıktı mı, mutlaka
Allah kalplerine korku salar. Bir toplumda da zina yayıldı mı, mutlaka onlarda
ölüm çoğalır. Bir toplum ölçü ve tartıyı eksik yaptı mı, mutlaka rızıkları
kesilir. Bir toplum haktan başkasıyla hükmetti mi, mutlaka aralarında kan
dökmeler yaygınlık kazanır. Bir toplum ahdi bozdu mu, mutlaka Allah üzerlerine
düşmanı musallat eder."
Yine İbn Abbas şöyle
demiştir: Sizler ey Arap olmayanlar topluluğu, sizden öncekilerin helakine
sebep teşkil eden iki işin başına getirilmiş bulunuyorsunuz: Ölçü ve tartı.
13- Adaletle Söz
Söylemek, Allah'ın Ahdine Bağlı Kalmak:
Yüce Allah'ın: "Söz
söylediğiniz vakit. .. adaletli olun" buyruğu, hem hüküm verme halini, hem
de şahitlikte bulunma halini kapsamaktadır. "Akrabanız dahi olsa."
Hak isterse akrabalarınızın ve benzerlerinin aleyhine dahi olsa. Daha önce
en-Nisa Süresi'nde (135. ayetin tefsirinde) geçtiği gibi.
"Allah'ın ahdini
yerine getirin." Bu da Allah'ın kullarına verdiği bütün ahidleri
(emirleri) hakkında umumidir. İki kişi arasında yapılan bütün akidlerin
kastedilmiş olması da muhtemeldir. Bu ahdin Allah'a izafe edilmesi ise, onun
gereği gibi korunması ve yerine getirilmesini emretmiş olması açısından
sözkonusu olmuştur. "Düşünüp öğüt alasınız." Gerektiği gibi ibret
alasınız diye...
14- Uymamız Gereken
Dosdoğru Yol:
Yüce Allah'ın:
"Şüphesizki bu, Benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun" ayeti
büyük bir ayettir, Yüce Allah bunu, önce geçen buyruklara atfetmiştir. Yüce
Rabbimiz, bir takım emir ve nehiyler verdikten sonra, burada da onun yolundan
başkasına uymaktan sakındırmaktadır. Bu ayet-i kerimede, ileride sahih hadisler
ile selefin sözleriyle açıklayacağımız üzere kendi yoluna uymayı emretmektedir.
Ayet-i kerimenin başında
yer alan; (...) nasb mahallindedir. Yani "Ve: Şüphesiz ki bu Benim ...
yolumdur diye oku!" takdirindedir. Bu açıklama, el-Ferra ve el-Kisai'den
nakledilmiştir. el-Ferra der ki:
Cer mahallinde olması da
mümkündür. Yani, "Size bunları ve bu benim yolumdur, diye tavsiye
etti," takdirindedir. el-Halil ve Sibeveyh'e göre takdiri ise; "Çünkü
bu Benim ... yolumdur" şeklindedir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde:
"Muhakkak mescidler de Allah'a mahsustur. "(el-Cinn, 18) diye
buyurmaktadır.
el-A'meş, Hamza ve
el-Kisai de: "Şüphesiz ki bu" şeklinde esreli olarak ve istinaf (yeni
bir cümle başı) olmak üzere okumuşlardır. Yani, bu ayet-i kerimelerde sözü
geçen hususlar Benim dosdoğru yolumdur, demek olur.
İbn Ebi İshak ve Yakub
ise, "nun" harfini şeddesiz olarak; (...) diye okumuştur ki, burada
şeddesiz okuyuş, şeddeli okuyuş gibidir. Şu kadar var ki, bunda zamiri şan diye
bilinen bir zamirin hazfi sözkonusudur. Yani "Ve işte bu ... "
takdirindedir. Buna göre ref' mahallindedir. Nasb olması da caizdir, te'kid
için fazladan gelmiş olması da mümkündür. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde
şöyle buyurmaktadır: ''Müjdeci gelip de ... "(Yusuf, 96)
Sırat ise, İslam dininin
kendisi demek olan yol demektir. ''Dosdoğru" kelimesi de hal olarak
nasbedilmiştir. Dosdoğru, hiçbir eğriliği büyrülüğü olmayan anlamındadır.
Bununla Yüce Allah, Peygamberi
Muhammed (s.a.v.) vasıtası ile açıklamış ve açmış olduğu geniş bir yol olarak
teşri buyurduğu, sonu da cennete ulaşan yoluna tabi olmayı emretmektedir. Bu
yoldan bir çok yollar ayrılmıştır. Kim o doğru yolu izlerse kurtulur, kim bu
ayrılan yollara koyulacak olursa, bu yollar kendisini cehenneme götürür. İşte
Yüce Allah: "Başka yollara uymayın. Sonra sizi O'nun yolundan
ayırırlar" uzaklaştırır, kaydırırlar diye buyurmaktadır.
Darimı Ebu Muhammed
Müsned'inde sahih bir isnadla şöyle bir rivayet kaydetmektedir: Bize Afvan
haber verdi, bize Hammad b. Zeyd anlattı, bize, Asım b. Behdele, Ebu Vail'den
anlattı. Ebu Vail, Abdullah b. Mes'ud'dan dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) bir gün
bize bir çizgi çizdi, sonra şöyle buyurdu: "İşte bu, Allah'ın yoludur."
Daha sonra onun sağında bir takım çizgiler, solunda da bir takım çizgiler
çizdi. Sonra da şöyle buyurdu: "Bunlar da her birisinin başında ona
çağıran bir şeytanın bulunduğu bir takım yollardır." Sonra da bu ayet-i
kerimeyi okudu.
Bu hadisi, İbn Mace de
Sünen'inde rivayet etmiştir. Cabir b. Abdullah'tan dedi ki: Peygamber
(s.a.v.)'ın yanında idik. Bir çizgi çizdi. Sonra da onun sağında iki çizgi
çizdi, solunda da iki çizgi çizdi. Daha sonra elini ortadaki çizgi üzerine
koyup şöyle buyurdu: "İşte bu, Allah'ın yoludur." Sonra da şu:
"Şüphesiz ki, bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona UYUn. Başka yollara
uymayın. Sonra sizi onun yolundan ayırırlar" ayetini okudu.
Bu ayrı yollar,
yahudiliği, hıristiyanlığı, mecusiliği, diğer din mensuplarını fer'i
meselelerde hevalarının arkasından giden istisna olan bid'at ve dalalet
sahiplerini de; bunların dışında kalan, tartışmalarda işi aşırıya götüren ve
kelami meselelerde olmadık şekilde dalıp gidenleri de kapsamına alır. Çünkü,
bütün bunlar, ayaklarının kaymasına maruzdurlar ve yanlış inanışlara sapmaları
zannolunur. Bu açıklamaları İbn Atiyye yapmıştır.
Derim ki: Doğrusu da
budur. Taberi, "Kitabu Adabu'n-Nufus'da şunu nakletmektedir: Bize Muhammed
b. Abdulala es-San'ani anlattı, dedi ki: Bize Muhammed b. Sevr anlattı:
Ma'mer'den, o, Eban'dan naklettiğine göre, adamın birisi İbn Mes'ud'a şöyle
sormuş: Sırat-ı müstakim (dosdoğru yol) hangisidir?
İbn Mes'ud şu cevabı
verdi: Muhammed (s.a.v.) bizi onun başında bıraktı, onun bir ucu da
cennettedir. Sağında bir takım yollar, solunda bir takım yollar vardır. O
yolların başında oralardan geçenleri davet eden bir takım kimseler vardır. Her
kim bu yollara koyulacak olursa, o yollar sonunda onu cehenneme götürür. Her
kim de dosdoğru yola koyulacak olursa, o da onu sonunda cennete ulaştırır. Daha
sonra İbn Mes'ud: "Şüphesiz ki, bu Benim dosdoğru yolumdur" ayetini
okudu. Abdullah b. Mes'ud ayrıca dedi ki: Kabzolunmadan önce ilmi öğreniniz.
Kabzedilmesi ise ilim ehlinin geçip gitmesidir. Gereksiz yere ince eleyip sık
dokunmaya kalkışmaktan, gereksiz yere işi derinliğine kavramaya kalkışmaktan ve
bid'atlerden çokça sakınınız. Size ta ilkinden gelen kadim şeylere sarılmanızı
tavsiye ediyorum. Bunu da Darimi rivayet etmiştir.
Mücahid de Yüce
Allah'ın: "Başka yollara uymayın" buyruğunu, bid'atlere uymayın diye
açıklamıştır.
İbn Şihab da der ki: Bu
da Yüce Allah'ın: ''Dinlerini parça parça edip fırka fırka ayrılanlar varya ...
" (el-En'am, 159) buyruğuna benzemektedir. Bunlardan kaçmak gerekir,
kaçmak. Kurtulmak gerekir, kurtulmak. Selef-i salihin izlediği o sırat-ı
müstekıme, o dosdoğru yola yapışmak gerekir. İşte karlı ticaret ondadır.
Hadis imamları Ebu
Hureyre'den şöyle dediğini rivayet ederler: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Size neyi emrettiysem onu alınız. Ve size neyi yasakladıysam ondan da
uzak durunuz."
İbn Mace ve başkaları da
el-İrbad b. Sariye'den şöyle dediğini naklederler: Rasulullah (s.a.v.) bize
öyle bir vaazda bulundu ki, ondan dolayı gözler yaşardı, ondan dolayı kalpler
korkuyla titredi. Ey Allah'ın Rasulü dedik. Bu, adeta bir veda edenin öğüdüne
benzemektedir. Bize neyi tavsiye edersin? Şöyle buyurdu: "Ben, sizi (hiç
bir şüphe ve tereddüt gerektirmeyen) apaydınlık yol üzerinde bıraktım. Onun
gecesi de gündüzü gibidir. Benden sonra bu yoldan helak olandan başkası sapmaz.
Aranızdan yaşayacak olanlar, pek çok ayrılıklar göreceklerdir. Size, benim
sünnetimden ve benden sonra hidayet bulmuş raşit halifelerin sünnetinden
bildiğinize bağlı kalmanızı tavsiye ediyorum. Onlara dişlerinizle kavrarcasına
sımsıkı sarılınız. Sonradan uydurma işlerden (bid'atlerden) de sakınınız.
Çünkü, şüphesiz her bir bid'at bir sapıklıktır. Size itaat etmenizi tavsiye
ediyorum. İsterse başınızdaki Habeşli bir köle olsun. Şüphesiz ki mü'min,
burnuna halka takılmış deveye benzer. Nereye çekilirse oraya gider." Bu
hadisi Tirmizi de bu manada rivayet etmiş ve sahih olduğunu ifade etmiştir.
Ebü Davüd da şöyle bir
rivayet kaydetmektedir: Bize İbn Kesir anlattı, dedi ki: Bize Süfyan haber
verdi, dedi ki: Adamın birisi, Ömer b. Abdülaziz'e mektup yazarak kader
hakkında soru sordu. Ona şu cevabı yazdı: İmdi, ben sana Allah'a karşı takvalı
olmayı, O'nun emrinde orta yolu izlemeyi, Rasulullah (s.a.v.)'ın sünnetine tabi
olmayı, O'nun sünnetinin uygulanagelişinden sonra bid'atçilerin ortaya
çıkardıkları şeyleri -ki, onların bu gibi şeylerle uğraşmalarına gerek yoktur.
ümmet buna ihtiyaç bırakmamıştır- terk etmeni tavsiye ediyorum.
Sana cemaate bağlı
kalmanı tavsiye ediyorum. Çünkü, cemaat Allah'ın izniyle senin için bir
koruyucudur. Hem şunu bil ki, insanlar ne kadar bid'at ortaya çıkarmışlarsa
mutlaka ondan önce, ya onun aleyhine delil olacak bir şey geçmiştir veya o
hususta ibret teşkil edecek bir durum. Şunu bil ki sünneti, ona muhalefet
etmekte ne kadar hata, ne kadar yanlışlık, ne kadar ahmaklık, ne kadar gereksiz
yere derinlere dalmak istemenin miktarını bilen bir kimse ortaya koymuştur. O
bakımdan sen de kendin için, başkalarının kendileri için razı olup beğendiği
şeye razı ol. Onlar, bilerek durmuşlardır. İşin özüne nüfuz eden bir basiretle
de bu gibi işlere dalmaktan kurtulmuşlardır.
Üstelik onlar işleri
açığa çıkarabilmekte daha güçlü idiler. Sahip oldukları lütuf ve fazilet
dolayısıyla da buna onlar daha layıktılar.
Eğer, hidayet sizin
üzerinde bulunduğunuz yol olsaydı, o takdirde siz bu hususta onları geride
bırakmışsınız demektir. Şayet sizler, bu gibi şeyler onlardan sonra ortaya
çıkmıştır diyorsanız, şunu bilin ki, bunları ortaya çıkartanlar ancak onların
yolundan başkasına tabi olup onlara uymaktan yüz çevirerek nefsine uyan
kimselerdir. Şüphe yok ki onlar önde gidenlerdir. Bu hususta yeteri kadar
konuşmuşlardır ve rahatlatacak kadarını anlatmışlardır. Onlar bu hususta, her
hangi bir kusur eksik bırakmadıkları gibi, daha da açıklanması gereken bir şey
de bırakmış değillerdir. Bazıları bu hususta onlardan geri kaldılar, o bakımdan
hakka uzak düştüler. Bazıları da onlardan ileri geçmeye çalıştılar, fakat
aşırıya gittiler. Onlar ise, bu ikisinin arasında ve dosdoğru bir yol üzere
idiler... diyerek bundan sonra hadisin geri kalan bölümünü nakletti.
Sehl b. Abdullah
et-Tüsterı de der ki: Size, ashabın yoluna ve sünnete uymanızı tavsiye
ediyorum. Çünkü, kısa bir süre sonra Peygamber (s.a.v.)'dan ve onun bütün
hallerinde ona uymaktan söz edecek bir kişi ortaya çıkarsa, (diğerlerinin) onu yereceklerinden,
ondan uzaklaşıp gideceklerinden, onunla ilişkilerini keseceklerinden, onu zelil
edeceklerinden, küçük düşüreceklerinden korkuyorum.
Yine Sehl der ki: Şunu
bilin ki bid'at, ancak ve ancak ehl-i sünnetin elleriyle ortaya çıkmış üstünlük
kazanmıştır. Çünkü onlar, bid'at ehline karşı çıktılar, onlarla konuşup
tartıştılar. Böylelikle bid'atçilerin görüşleri de ortaya çıktı ve herkes
arasında yaygınlık kazandı. Bunun sonucunda onları iş itmedik kimseler de
işitti. Eğer onları bırakıp onlarla konuşmamış olsalardı, onların her birisi
kalbinde sahip olduğu inançlarıyla birlikte ölür gider, ondan hiçbir şeyortaya
çıkmaz ve o bid'atini beraberinde kabrine taşıyıp götürmüş olurdu.
Yine Sehl der ki: Sizden
her hangi birinize, İblis, bir ibadet uydurup onunla kendisine ibadet
ettirmedikçe, bir bid'at ortaya koymaz. Ancak ondan sonradır ki, İblis o
kimseye bir bid'at çıkartır. Bu kişi de bid'at sözü söyleyip insanları ona
çağırmaya başladı mı, İblis de o hususta o zilleti ondan çeker.
Yine Sehl der ki: Ben,
bid'atçiler hakkında şu hadisten daha ağır bir hadis geldiğini bilmiyorum:
"Allah, cenneti bid'at sahibine karşı perdelemiştir." Sehl der ki:
Buna göre, yahudi de hristiyan da bid'atçilerden daha çok ümitvar olabilirler.
Yine Sehl der ki: Her
kim dinine ikramda bulunmak istiyor ise, sultanın huzuruna girmesin. Kadınlarla
başbaşa kalmasın, heva ehli kimselerle de tartışmasın.
Yine Sehl şöyle
demiştir: Tabi olun, bid'at çıkartmayın. Çünkü ona ihtiyacınız yoktur.
Darimi'nin Müsned'inde
nakledildiğine göre Ebu Musa el-Eş'arı, Abdullah b. Mes'ud'a gelip şöyle demiş:
Ey Abdurrahma'nın babası, ben az önce mescidde birşeyler gördüm. Fakat, onu
yeni görüyorum. Bununla birlikte Allah'a andolsun ki, hayırdan başka bir şey de
görmüş değilim. Abdullah, o da neymiş diye sorunca, Ebu Musa, ömrün yeterse
göreceksin diyerek şunları anlattı: Ben, mescidde oturarak halka halka olmuş ve
namazı bekleyen topluluklar gördüm. Ellerinde çakıl taşları olduğu halde, her
halkada bir kişi onlara yüz defa tekbir getirin diyor, onlar da yüz defa tekbir
getiriyorlar. Yüz defa tehlil getirin diyor, onlar da tehlil getiriyorlar. Yüz
defa tesbih getirin diyor, onlar da: Yüz defa tesbih ediyorlar.
Abdullah b. Mes'ud: Peki
onlara ne dedin diye sorunca, Ebu Musa, onlara bir şey demedim, senin görüşünü
bekledim, senin vereceğin emri bekledim, dedi. Abdullah dedi ki: Sen bunun
yerine ne diye günahlarını saymalarını emretmedin ve hasenatlarının hiçbir
şekilde zayi olmayacaklarına dair teminat vermedin? Sonra o da kalkıp gitti ve
biz de onunla birlikte gittik. Nihayet bu halkalardan birisine vardı,
başlarında durdu ve şöyle dedi: Şu yaptığınızı gördüğüm şey nedir? Onlar:
Abdurrahman'ın babası, tekbir, tehlil ve tesbihi kendileriyle saydığımız çakıl
taşlarıdır, dediler. Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ud şöyle dedi: Siz
kötülüklerinizi sayınız. Ben hasenatınızdan hiçbir şeyin zayi olmayacağına dair
size teminat veriyorum. Ey Muhammed ümmeti, ne oldu size, ne kadar da çabuk
helaka koştunuz? Yoksa siz, sapıklık kapılarını mı açanlarsınız? Onlar: Allah'a
yemin olsun Ey Abdurrahman'ın babası, hayırdan başka bir isteğimiz yoktu
dediler. Abdullah şöyle dedi: Nice hayır isteyen vardır ki, onu bir türlü
isabet ettiremez.
Ömer b. Abdülaziz'den
rivayete göre, adamın birisi kendisine heva ve bid'at ehli hakkında bir husus
sormuş, o da şu cevabı vermiş: Sen, bedevi Araplar gibi küttaba giden (ilk
okuma yazma öğrenmeye çalışan) küçük çocuk gibi dinine bağlan ve bunun dışında
kalan şeylerle oyalanma.
el-Evzai de der ki:
İblis, dostlarına sordu: Siz, Ademoğullarını hangi yollarla yaklaşıp
kandırıyorsunuz? Onlar: Her yoldan, dediler. Peki, istiğfar yönünden onlara
yaklaşabiliyor musunuz? Onlar, heyhat! Bu tevhid ile birlikte olan bir şeydir,
dediler. İblis şöyle dedi: Aralarında öyle bir şey yaygınlaştıracağım ki, ondan
dolayı Allah'tan mağfiret dilemeyecekler. Evzai dedi ki: O da aralarına
hevaların arkasından gitmeyi yaygınlaştırdı.
Mücahid de der ki:
Bilemiyorum, mazhar olduğum şu iki nimetin hangisi daha büyüktür: Allah'ın beni
İslam'a hidayet etmesi mi, yoksa bu heva ve bid'atlerden beni esenliğe
kavuşturmuş olması mı?
Şa'bi de der ki: Bu
kimselere "heva sahipleri" deniliş sebebi, onların cehennemde uzun
süre yuvarlanacak olmalarından ötürüdür. (Heva ile yuvarlanma kelimelerinin
aynı kökten geldiklerine işaret ediyor). Bu rivayetlerin hepsi Darimi'den
nakledilmiştir.
Sehl b. Abdullah'a,
Mu'tezile'ye mensup kimseler arkasında namaz kılmaya, onlardan kız almaya,
onlara kız vermeye dair soru soruldu, şu cevabı verdi: Hayır, bunun iyi bir
tarafı olamaz. Onlar kafirdir. Kur'an mahluktur, el'an yaratılmış bir cennet
yoktur, yaratılmış bir ateş yoktur, Allah'ın sıratı yoktur, şefaat yoktur,
mü'minlerden hiçbir kimse cehenneme girmeyecektir ve Muhammed (s.a.v.)'ın
günahkarlarından hiç kimse cehennemden çıkmayacaktır, kabir azabı yoktur,
münker yoktur, ne kir yoktur, ahirette Rabbimizin görünmesi de, fazladan
ikramda bulunması da yoktur, Allah'ın ilmi mahluktur, imam tayin etmeye gerek
yoktur, cum'a yoktur diyen, buna karşılık bütün bunlara iman edenleri tekfir edenler
nasıl mü'min olabilir?
Fudayl b. İyad dedi ki:
Bid'at sahibi birisini sevenin Allah, amelini boşa çıkartır, İslam'ın nurunu da
kalbinden alır.
Onun bu kabilden sözleri
ve fazlası da geçmiş bulunmaktadır.
Süfyan es-Sevri der ki:
Bid'atı İblis masiyetten daha çok sever. Çünkü, masiyetten tevbe sözkonusu
olur. Fakat bid'atten tevbe sözkonusu olmaz.
İbn Abbas da der ki:
Sünnet ehlinden olup sünnete çağıran, bid'atten de uzaklaştırmaya gayret eden
bir kimseye bakmak dahi ibadettir.
Ebu'l-Aliye der ki: Siz,
ayrılığa düşmeden önce izlemekte oldukları o ilk işe yapışınız.
Asım el-Ahvel der ki:
Ben bunu el-Hasen'e naklettim, o da, o gerçekten sana güzel bir öğüt vermiştir.
Allah'a yemin olsun ki, sana doğruyu söylemiştir, dedi.
Al-i İmran Süresi'nde
Hz. Peygamberin: "İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Bu ümmet ise
yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır" şeklindeki hadis ve bunun anlamı geçmiş
bulunmaktadır. (Al-i İmran, 102. ayet, 2. başlıkta)
Arif ilim adamlarından
kimisi şöyle demiştir: Muhammed ümmetine fazladan ilave edilen bu fırka,
ulemaya düşmanlık eden, fukahaya buğzeden bir fırkadır. Böylesi bir fırka
geçmiş ümmetlerde hiçbir şekilde görülmüş değildir.
Rafi b. Hadic'in
rivayetine göre o, Rasulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinlemiş:
"ümmetim arasında farkında olmadıkları halde, yahudi ve hıristiyanların
kafir oldukları gibi, Allah'a ve Kur'an'a kafir olacak bir topluluk
olacaktır." Ben, Ey Allah'ın Rasulü, canım sana feda, bu nasıl olacak,
diye sordum. Şöyle buyurdu: "Bir bölümünü kabul edecekler, bir bölümünü
inkar edeceklerdir." Canım sana feda Ey Allah'ın Rasulü dedim. Nasıl bunu
söyleyecekler? Şöyle buyurdu: "Yaratmasında, kuvvetinde, rızkında, İblis'i
Allah'a denk koşacaklar ve diyecekler ki: Hayır Allah'tan, şer İblistendir."
Ebu Rafi' dedi ki: Peki, hem Allah'ı inkar edecekler, hem de bunun üzerine
kalkıp Allah'ın Kitabını okuyacaklar, imandan ve marifetten sonra da Kur'anı
inkar mı edecekler? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "ümmetimin böylelerinden
göreceği düşmanlık, kin ve tartışma (çok büyük olacaktır). İşte bunlar, bu
ümmetin zındıklarıdır" deyip hadisin geri kalan bölümünü zikretti.
en-Nisa Süresi'nde
bid'at ehli ve hevalarının arkasından giden kimselerle oturup kalkma yasağı,
onlarla oturup kalkanların hükmünün de onlarla aynı olduğuna dair açıklamalar
geçmiş bulunmaktadır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ayetlerimize
dalanları gördüğün zaman ... kendilerinden yüz çevir" (el-En'am, 68.
ayet).
Daha sonra Yüce Allah,
Medine'de inmiş bulunan en-Nisa Süresi'nde bu şekilde davranıp Allah'ın verdiği
emre muhalefet edenlerin cezasını açıklayıp şöyle buyurmaktadır: "O, size
Kur'an 'da şunu indirdi ... O zaman siz de onlar gibi olursunuz.
"(en-Nisa, 140) Böylelikle onlarla beraber oturup kalkanları da onlara
katmış olmaktadır.
Bu ümmetin önder
imamlarından bir grup da bu görüşte olup onlarla işret etmek ve onlarla içli
dışlı olmak maksadıyla bid'at ehliyle beraber oturup kalkan kimse hakkında bu
ayetler gereğince hüküm vermişlerdir ki, bunlar arasında Ahmed b. Hanbel,
el-Evzai ve İbn Mübarek gibileri vardır. Onlar, işi bid'at ehliyle oturup
kalkmak olan bir kimse hakkında şöyle demişlerdir: Böyle birisine onlarla
beraber oturup kalkmaktan vazgeçmesi söylenir. Vazgeçerse mesele yok. Aksi
takdirde onlar gibi değerlendirilir. Bununla hüküm bakımından onlar gibi
değerlendirilir, demek istemektedirler.
Ömer b. Abdulaziz, içki
içenlerle oturan kimselere de haddi uygulamış ve görüşüne de: "Çünkü o
zaman siz de onlar gibi olursunuz" (en-Nisa, 140) ayetini okumuştur.
Kendisine: Şöyle denildi: Bu adam, ben onlarla birlikte meseleyi onlara
açıklamak ve onların yaptıklarını reddetmek için oturuyorum, diyor denilince, o
da şu cevabı vermiş: Onlarla oturup kalkması yasaklanır. Eğer vazgeçmeyecek
olursa, o da onlara katılır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN