EN’AM 43 / 45 |
فَلَوْلا
إِذْ
جَاءهُمْ
بَأْسُنَا
تَضَرَّعُواْ
وَلَـكِن
قَسَتْ
قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ
لَهُمُ
الشَّيْطَانُ
مَا
كَانُواْ
يَعْمَلُونَ
{43} فَلَمَّا نَسُواْ
مَا
ذُكِّرُواْ
بِهِ
فَتَحْنَا
عَلَيْهِمْ
أَبْوَابَ
كُلِّ
شَيْءٍ حَتَّى
إِذَا
فَرِحُواْ
بِمَا
أُوتُواْ أَخَذْنَاهُم
بَغْتَةً
فَإِذَا هُم
مُّبْلِسُونَ
{44} فَقُطِعَ
دَابِرُ
الْقَوْمِ
الَّذِينَ
ظَلَمُواْ
وَالْحَمْدُ
لِلّهِ
رَبِّ الْعَالَمِينَ
{45} |
43. Bari
onlara azabımız geldiğinde yalvarsalardı. Fakat kalpleri katılaşmıştı. Şeytan
da yaptıklarını kendilerine süslü göstermişti.
44.
Onlar, kendilerine hatırlatılan şeyi unutunca, Biz de üzerlerine herşeyin kapılarını
açtık. Nihayet kendilerine verilenlere sevinince, ansızın onları tutup
yakalayıverdik de ümitsiz kalıverdiler.
45.
Böylece zulmedenlerin ardı arkası kesildi. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd
olsun.
Yüce Allah'ın:
"Bari onlara azabımız geldiğinde yalvarsalardı" mealindeki buyrukta
(...): Bari, teşvik ifade etmektedir. Bu da fiil ile birlikte kullanılan;
(...): ... meli değil miydi anlamındadır.
Bu onların duayı terk
edişleri dolayısıyla bir serzeniş, onların azabın inmesi esnasında yalvarıp yakarmadıklarını
haber veriştir. Bununla birlikte ihlaslı olmayan kimselerin yalvarıp
yakardıkları gibi dua etmiş olmaları, yahut da azapla iç içe oldukları sırada
yalvarmaya başlamış olmaları da mümkündür. Bu şekilde yalvarıp yakarmanın bir
faydası yoktur. Dua hem rahatlık zamanlarında, hem sıkıntılı zamanlarda
emrolunmuştur. Nitekim
Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin ki, Ben de duanızı
kabul edeyim ''(el-Mu'min, 60) Daha sonra şöyle buyurmaktadır: ''Muhakkak Benim
ibadetimden" yani duamdan "(yüzçevirerek) büyüklük taslayanlar,
yakında zelil kılınmışlar olarak cehenneme gireceklerdir." (el-Mu'min, 60)
Bu; çok ağır bir tehdittir.
"Fakat kalpleri
katılaşmıştı." Sertleşti ve katı bir hal aldı. Bu küfürden ve masiyet
üzere israr etmekten ibarettir. Allah'tan bizi esenliğe kavuşturmasını dileriz.
"Şeytan da
yaptıklarını kendilerine süslü göstermişti." Masiyetlerle onları kandırıp
azdırmış ve masiyet işlemeye itmişti.
"Onlar kendilerine
hatırlatılan şeyi unutunca ... " buyruğu ile ilgili olarak: Kendilerinin
yaptıkları bir iş olmamakla birlikte, niye unutmaktan dolayı yerildiler, diye
sorulacak olursa, cevap şudur: Burada "unuttular", kendilerine
hatırlatılan ve verilen öğüdü terkettiler, anlamındadır. Bu açıklama İbn Abbas
ve İbn Cüreyc'den nakledilmiştir. Ebu Ali'nin görüşü de budur. Çünkü, birşeyden
yüzçevirmek suretiyle onu terkeden kimse, o şeyi unutmuş olduğu bir şey
seviyesine indirmiş olur. Nitekim unutmayı anlatmak için de
"terketmek" kullanılır.
Bir diğer cevap: Onlar,
kendi istekleriyle kendilerini unutmaya maruz bıraktıkları için yerilmeleri
yerindedir. Nitekim, Yüce Allah'ın gazabına ve cezasına kendisini maruz
bırakanların da yerilmesi o bakımdan yerinde bir iştir.
"Bizde üzerlerine
herşeyin kapılarını açtık. " Yani, her türlü nimet ve hayrın kapılarını
açtık; bu hayırları onlara çok çok verdik. Arap dili bilginlerine göre ifadenin
takdiri şöyledir: Onlar için kapalı bulunan her bir şeyin kapılarını üzerlerine
sonuna kadar açtık.
"Nihayet kendilerine
verilenlere sevinince" azgınlaşınca, bundan dolayı böbürlenmeye
başlayınca, kendilerine verilen bu nimetlerin hiç son bulmayacaklarını sanınca
ve bunu
Yüce Allah'ın
kendilerinden razı oluşuna bir delil olarak görmeye başlayınca "ansızın
onları tutup yakalayıverdik." Yani Biz, onların kökünü imha ettik, onları
azabımızın zorluluğuyla yakaladık.
"Ansızın"
anlamına gelen; (...) ise, öncesinde herhangi bir emare bulunmaksızın, farkında
olmadan, gafilken alıp yakalamak demektir. İnsan, farkında olmadan ve gaflet
halinde iken yakalanacak olursa, (...): Ansızın alınmış olur. İnsana en ağır
gelen de bu şekilde karşı karşıya kaldığı şeylerdir.
Şöyle de denilmiştir:
Önceden geçmiş bulunan ve kendilerinin yüz çevirdikleri o hatırlatma, daha
önceki emare (yani azap ile yakalanacaklarının emaresi) yerine geçmektedir.
Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
(...): Ansızın, daha
önceden de geçtiği gibi, Sibeveyh'e göre, kendisine kıyas olunmamak üzera hal
mahallinde bir mastardır.
(Bu şekilde herşeyin
kapılarının üzerlerine açılması), onlar hakkında Allah'tan bir istidrac (yavaş
yavaş azaba yaklaştırılmaları) kabilinden idi. Nitekim Yüce Allah bir başka
yerde: "Ben onlara mühlet veririm. Muhakkak ki Benim yakalamam
şiddetlidir" (el-A'raf, 183) diye buyurmaktadır. Gazabından ve mekrinden
Allah'a sığınırız.
Kimi ilim adamı şöyle
demektedir: Yüce Allah şu: "Nihayet kendilerine verilenlere sevinince,
ansızın onları tutup yakalayıverdik" ayeti üzerinde dikkatle düşünene
rahmetini ihsan etsin. Muhammed b. en-Nadr el-Harisı der ki: Bu gibi kimselere
Yüce Allah yirmi yıl mühlet vermişti. Utbe b. Amir de Peygamber (s.a.v.)'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Yüce Allah'ın kullara masiyet
işlemelerine rağmen dilediklerini verdiğini görecek olursanız, biliniz ki bu,
O'nun tarafından onlar için bir istidracdır." Daha sonra da: "Onlar
kendilerine hatırlatılan şeyi unutunca. .. " ayetini tamamen okudu .
el-Hasen der ki: Allah'a
yemin olsun ki, Allah bir kimseye dünyada bir bolluk verecek olursa, o da bu
bolluk ile kendisine karşı bir mekrin (imtihanın) olabileceğinden korkmayacak
olursa, mutlaka ameli azalır ve re'yinde acizlik başgösterir. Allah, eğer bu
dünya nimetlerini bir kimseye vermeyip kısar da o kimse bunun dünyada kendisi
için daha hayırlı olduğu kanaatine sahip olmazsa, yine mutlaka ameli azalır ve
re'yinde acizlik başgösterir.
Haberde nakledildiğine
göre, Yüce Allah Musa (a.s)'a şunu vahyetmiş: "Fakirliğin sana doğru
geldiğini görecek olursan, salihlerin şiarına merhaba de. Zenginliğin sana
doğru geldiğini görecek olursan işte bu, cezası dünyada iken (acilen) verilen
bir günahtır de."
Yüce Allah'ın:
"ümitsiz kalıverdiler" buyruğunda, ümitsiz anlamına gelen; (...)
kelimesi, kötü durumu nedeniyle karşı karşıya kaldığı sıkıntının fazlalığından
ötürü doğru dürüst cevap veremeyecek hale düşen, hayırdan yana ümidini kesmiş,
üzülmüş, afallamış kimse demektir. el-Accac der ki:
"Ey arkadaş! Sen,
deve pisliklerinin üst üste kerme haline geldiği yıkık yer ve harabeleri tanır
mısın? Evet tanırım dedi ve bundan dolayı dehşetini izhar etti."
Yani, gördüğünün
dehşetinden şaşkınlığını ortaya koydu. İşte "İblis" ismi de buradan
türetilmiştir.
"Sustu,"
demektir. Bu fiil, dişi deve hakkında kullanıldığında erkek deveyi aşırı
derecede arzulaması dolayısıyla sesini çıkarmaması halini anlatır. Bu durumdaki
dişi develere de (...) denilir.
Yüce Allah'ın:
"Böylece zulmedenlerin ardı arkası kesildi" buyruğundaki
"Son" demektir.
Bir topluluğun sonuncusu
olarak en arkada gelen kimseyi ifade etmek üzere (...) denilir.
Abdullah b. Mes'ud
yoluyla rivayet edilen hadiste de şöyle denilmektedir: "İnsanlar arasında
namaza ancak en son vaktinde yetişenler vardır." Yani, vaktin sonunda
nama-
zını kılan vardır.
Burada bu buyruğun anlamı ise, soylarını kesmesi, onların yerine başkalarını
getirmesi ve onlardan geriye kimsenin kalmaması demektir. Kutrub der ki: Burada
onların kökten imha edilip helak edildiklerini anlatmaktadır. Umeyye b. Ebi
Salt da der ki: "En sonuncularını dahi imha eden bir azapla helak
olundular Ne onu geri çevirebildiler, ne de onlara yardım olundu."
"Tedbir"
kelimesi de buradan gelmektedir. Çünkü tedbir, işin akibetini sağlama bağlamak
için çalışmak demektir.
''Alemlerin Rabbi olan
Allah'a hamd olsun." Denildiğine göre bu hamd, zalimler topluluğunun helak
edilmeleri dolayısıyladır. Allah'a nasıl hamd edeceklerinin mü'minlere
öğretilmesi için olduğu da söylenmiştir. Bu ayet, beraberinde kökün kesilmesini
getirdiği, ebedi azaba götürdüğü ve övmek vasfına sahip herkesin övgüsünün
kesilmesini gerektirdiği için zulmün terk edilmesinin vacib olduğuna dair
delili de ihtiva etmektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN