EN’AM 1 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ الْحَمْدُ
لِلّهِ
الَّذِي
خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَالأَرْضَ
وَجَعَلَ
الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ
ثُمَّ
الَّذِينَ
كَفَرُواْ
بِرَبِّهِم
يَعْدِلُونَ |
1. Hamd, gökleri ve
yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'ındır. Sonra da kafir
olanlar -buna rağmen- Rabblerine (putları) eşit tutarlar.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Allah'a Hamd Etmek:
2- Allah Her Şeyi Yaratandır:
3- Bir Hadiste Belirtilen Aşamalarıyla
Yaratış:
4- Karanlıkların ve Nurun Yaratılışı:
5- Buna Rağmen Kafirler Şirk Koşarlar:
1- Allah'a Hamd Etmek:
Şanı Yüce Allah bu
süreye: "Hamd ... Allah'ındır" buyruğu ve uluhiyeti isbat etmekle
başlamaktadır. Yani, hamd bütünüyle Allah'ındır, O'nun hiçbir ortağı yoktur.
Denilse ki: Bundan başka
süreler de hamd ile başlamıştır. O halde, yalnızca bir süre ile hamd ile
başlamak diğerlerine ihtiyaç bırakmayacak şekilde yeterli olmalıydı.
Şöyle cevap verilir:
Hamd'in bulunduğu her bir yerde kendine has bir anlamı vardır. Hamd'in çeşitli
nimetler ile ilgisi bulunması dolayısı ile yer aldığı her bir yerde başkasının
yerini tutmayacak şekilde ifade ettiği özel bir anlamı vardır. Aynı şekilde bu
Rabblerine eş koşanlara karşı delil getirme sadedinde olduğu için burada da bir
özellik arzetmektedir.
"Hamd"in ne
demek olduğuna dair açıklamalar el-Fatiha Süresi'nde (4. bölüm, 1. başlıkta)
geçmiş bulunmaktadır.
2- Allah Her Şeyi
Yaratandır:
Yüce Allah:
"Gökleri ve yeri yaratan ... " buyruğu ile kudret, ilim ve iradesini
haber vererek şöyle buyurmaktadır: O, gökleri ve yeri yaratan, yani onları
yoktan var eden, meydana getiren, inşa eden ve daha önce olmadıkları halde
onları yaratandır.
"Yaratmak:
halk" icad etmek anlamına geldiği gibi takdir etmek anlamına da gelir.
Buna dair açıklamalar daha önce geçmiştir. Burada her iki anlam da kast
edilmektedir. İşte bu da göklerin ve yerin sonradan yaratılmış olduklarına bir
delildir. O, direksiz olarak semayı yükseltmiş ve onda herhangi bir eğrilik
bulunmaksızın muntazam bir şekilde yaratmıştır. Orada güneşi ve ayı iki ayet
olmak üzere varetmiş, göğü yıldızlarla süslemiştir. Yine bir alamet olmak üzere
bulutları da orada var etmiştir. Yeri de yayıp döşemiş, oraya da rızık ve
bitkileri tevdi etmiş, birçok ayet olmak üzere oraya her bir canlıdan
yaymıştır. Yerde sağlam kazıklar gibi dağları yaratmış, orada yollar açmıştır.
Nehirler akıtmış, denizler varetmiştir. Taşlardan da pınarlar fışkırtmıştır.
Bütün bunların herbirisi
O'nun birliğine, kudretinin büyüklüğüne, bir, tek ve kahhar olan Allah'ın
bizzat kendisi olduğuna birer belgedir. Bununla gökleri ve yeri yaratmış
olmakla herşeyi yaratanın kendisi olduğunu beyan etmiştir.
3- Bir Hadiste
Belirtilen Aşamalarıyla Yaratış:
Müslim, rivayet ettiği
bir hadiste şöyle demektedir: Bana, Süreye b. Yunus ile Harun b. Abdullah
naklederek dediler ki: Bize Haccac b. Muhammed anlattı dedi ki: İbn Cüreyc dedi
ki: Bana İsmail b. Umeyye haber verdi. O, Eyyub b. Halid'den, o, Um Seleme'nin
azadlısı Abdullah b. Rafi'den o, Ebu Hureyre'den naklederek dedi ki: Rasulullah
(s.a.v.) elimden tutup dedi ki: "Aziz ve celil olan Allah toprağı (yeri)
Cumartesi günü yarattı. Pazar günü de orada dağları yarattı. Pazartesi günü
ağaçları yarattı. Salı günü hoş olmayan şeyleri (mekruh) yarattı. Çarşamba günü
nuru (aydınlığı) yarattı. Perşembe günü orada canlıları yarattı.
Adem (a.s)'ı da Cuma
günü ikindinin -bütün yaratıklardan sonra- son saatinde yarattı."
Derim ki: İlim adamları
bu hadisi bu surenin başında yer alan bu buyruğa tefsir olmak üzere
kaydetmişlerdir.
Beyhaki der ki: Hadis
alimleri, tefsir alimleri ile tarihçi ilim adamlarının kabul ettiklerine
muhalif olması dolayısıyla bu hadisin mahfuz olmadığını iddia ettikleri gibi,
kimisi de İsmail b. Umeyye'nin bu hadisi İbrahim b. Ebi Yahya'dan, onun da
Eyyub b. Halid'den nakletmiş olduğunu ve İbrahim'in rivayetinin delil
gösterilemeyeceğini iddia ederler. Muhammed b. Yahya da naklederek der ki: Ben,
Ali b. el-Medini'ye Ebu Hureyre'nin naklettiği: "Allah toprağı (yeri)
Cumartesi günü yarattı" hadisine dair soru sordum, Ali şöyle dedi: Bu,
Medeni (yani Medineli ravilerin naklettikleri) bir hadistir. Bunu, Hişam b.
Yusuf, İbn Cüreyc'den, o, İsmail b. Umeyye'den, o, Eyyub b. Halid'den, o, Um
Seleme'nin azadlısı Ebu Rafi'den, o, Ebu Hureyre'den naklen rivayet etmiştir.
Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (s.a.v.) elimi tuttu. Ali dedi ki: İbrahim b.
Ebi Yahya elini elime kenetledi ve bana dedi ki: Eyyub b. Halid elini elime
kenetledi ve bana dedi ki: Abdullah b. Rafi' elini elime kenetledi ve bana dedi
ki: Ebu Hureyre de elini elime kenetledi ve bana dedi ki: Ebu'l-Kasım
Resulullah (s.a.v.) da elini elime kenetleyerek şöyle buyurdu: "Allah yeri
Cumartesi günü yarattı" deyip az önceki şekle yakın hadisi nakletti. Ali
b. el-Medini der ki: Benim görüşüme göre İsmail b. Umeyye bu hususu ancak
İbrahim b. Ebi Yahya'dan almıştır. el-Beyhaki der ki: Musa b. Ubeyde er-Rebezi,
Eyyub b. Halid'den kaydettiği rivayet ile de ona mütabaat etmiştir. Şu kadar
var ki, Musa b. Ubeyde zayıf bir ravidir. Ayrıca Bekr b. eş-Şerrud'dan, o,
İbrahim b. Ebi Yahya'dan, o da Safvan b. Süleym'den, o, Eyyub b. Halid'den -ki
isnadı zayıf tır- o da Ebu Hureyre'den, o da Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle
buyurduğunu nakletti: "Şüphe yok ki Cuma'da öyle bir saat vardır ki, o
saatte aziz ve celil olan Allah'tan denk düşürüp bir şey isteyen herkese
mutlaka ona o istediği şeyi verir."
Abdullah b. Selam dedi
ki: Şüphe yok ki aziz ve celil olan Allah, mahlukatı yaratmaya başlayıp, yeri
Pazar günü ve Pazartesi günü yarattı. Gökleri de Salı günü ile Çarşamba günü
yarattı. Gıdaları ve yerde bulunan diğer şeyleri Perşembe günü ile Cuma günü
ikindi namazı vaktine kadar olan sürede yarattı. İkindi namazı ile güneşin
batışına kadar geçen zamanda ise, Adem'i yarattı. Bu hadisi de Beyhaki rivayet
etmiştir.
Derim ki: Bu hadiste
Yüce Allah'ın yaratmaya Cumartesi günü değil, Pazar günü başladığı
kaydedilmektedir. Yine el-Bakara Süresi'nin tefsirinde (29. ayet 6. başlıkta)
İbn Mes'ud'dan da Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından başka kimselerden de böyle
rivayetler kaydedilmişti. Yine orada Yüce Allah'ın önce yeri mi, yoksa semayı
mı yarattığına dair görüş ayrılıklarından yeteri kadar söz edilmişti. Allah'a
hamd olsun.
4- Karanlıkların ve
Nurun Yaratılışı:
Yüce Allah:
"Karanlıkları ve aydınlığı var eden" buyruğu ile cevherlerin
yaratılışından sonra, arazın yaratılışından sözetmektedir. Çünkü cevher arazsız
olamaz. Hadis şeylerden uzak kalamayan da hadistir. Cevher ise kelamcıların bir
terimi olarak araz taşıyan ve parçalanması mümkün olmayan parçadır. Biz, buna
dair açıklamalarımızı 'el-Kitabu'l-Esma fi Şerhi Esmaillah'il-Hüsna" adlı
eserimizde Yüce Allah'ın "el-Vahid" ismini açıklarken yapmış bulunuyoruz.
Araz'a araz denilmesinin
sebebi ise, arazın cisim ve cevherde arız olup bu araz sayesinde cisim ve
cevherin bir halden diğer hale doğru değişiklik göstermesinden dolayıdır. Cisim
ise, cevherlerden bir araya gelendir. En az bir araya gelmiş iki cevhere cisim
adı verilebilir. Bu terimler her ne kadar ilk asırda bulunmuyor idiyse de Kitap
ve sünnet mana itibariyle bunlara delalet ettiğinden bu terimleri inkarın bir
anlamı yoktur. Diğer taraftan ilim adamları da bunları kullanmış ve bunları
ıstılah (terim) olarak kullanmak konusunda kendi aralarında anlaşmış ve
sözlerini de bu terimlere bina etmiş, bu yolla da kendilerine hasım olanları
katletmişlerdir. Nitekim bu kabilden açıklamalar el-Bakara Suresi'nde daha
önceden yapılmıştır.
Ayet-i kerimede geçen,
karanlıklar (zulumat) ile aydınlık (nur)dan hangi anlamın kastedildiği
hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. es-Süddi, Katade ve
müfessirlerin çoğunluğunun görüşüne göre maksat, gecenin karanlığı ile gündüzün
aydınlığıdır. el-Hasen ise, küfür ve imandır demektedir. İbn Atiyye ise der ki:
Böyle bir açıklama lafzın zahirinin dışına çıkmaktır.
Derim ki: Lafız bunu da
kapsamına almaktadır. Nitekim Kur'an-ı kerimde Yüce Allah: "Ölü iken
kendisini dirilttiğimiz, insanlar arasında ona yürümesi için nur verdiğimiz
kimse, içinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan kimse gibi midir?"
(el-En'am, 122) diye buyurmaktadır.
Burada "yer"
cins ismidir. Lafzen onun tekil olarak zikredilmesi, çoğul olarak zikredilmesi
gibidir. Aynı şekilde "nur" kelimesi de böyledir. Şanı Yüce Allah'ın
şu buyruğu da bunu andırmaktadır: "Sonra sizi bir bebek olarak çıkartır.
"(Mu'min, 67) Şair de şöyle demektedir: "Siz karnınızın bir bölümünde
(bir bölümünü dolduracak kadar) yiyin ki, iffet sahibi olasınız."
Bu beyit önceden
geçmiştir.
Burada (...): Var
etti" yarattı, anlamındadır. Başka bir anlam caiz değildir. Bunu da İbn
Atiyye ifade etmiştir.
Derim ki: Buna göre
lafız ve mana arasında bir uyum ortaya çıkmaktadır.
Böylelikle çoğul çoğula,
tekil de tekile atfedilmiş olur ve bu durumda lafız arasında mücaneset olduğu
ortaya çıkar ve fesahat da belirgin bir şekilde kendisini gösterir. Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır.
Şöyle denilmiştir: Yüce
Allah burada "karanlıklar"ı çoğul, buna karşılık
"aydınlık"ı da tekil zikretmiştir. Çünkü karanlıklar kendisini aşarak
başka bir şeye geçmez. Nur ise kendisini aşarak başkasına geçer. es-Sa'lebi'nin
de naklettiğine göre, kimi meani alimi şöyle demektedir: Burada yer alan;
"Var etti" zaittir. Araplar söz arasında bu kelimeyi fazladan
kullanırlar. Şairin şu beyitinde olduğu gibi: "Ve ben ikiyi dört görmeye,
Biri de iki görmeye başladım; yaşlılık beni yıkınca."
en-Nehhas der ki: Bu
kelime, yarattı anlamındadır. Yarattı anlamına kullanılacak olursa, yalnızca
bir mef'ule geçiş yapar. Bu anlamdaki açıklamalar ve bunun hangi anlamlara
geldiğine dair bilgiler önceden Bakara Süresi'nde (22. ayetin tefsirinde)
yeteri kadar geçmiş bulunmaktadır.
5- Buna Rağmen
Kafirler Şirk Koşarlar:
Yüce Allah'ın:
"Sonra da kafir olanlar buna rağmen Rabblerine eş koşarlar" buyruğu,
mübteda ve haberdir. Buyruğun anlamı da şöyledir: Yine de kafir olanlar,
Allah'a denk tutarlar, O'na ortak koşarlar. Halbuki herşeyi tek başına yaratan
O'dur.
İbn Atiyye der ki:
Burada "Sonra" edatı, kafirlerin işledikleri fiilin çirkinliğine
delalet etmektedir. Çünkü buyruğun anlamı şöyledir: "O, gökleri ve yeri
yaratmıştır. O'nun ayetleri (varlığının ve birliğinin delilleri) apaçık
ortadadır. Bu yolla ihsan ettiği nimetler de açıkça görülmektedir. Sonra bütün
bunlara rağmen yine de kafirler Rabblerine eş koşmaktadır." Bu da şöyle
demeye benzer: Ey filan kişi, ben sana çok şeyler verdim, ikramda bulundum,
iyilikler yaptım. Sonra da bana sövmeye kalkışıyorsun.
Eğer bu buyrukta ve
benzerlerinde atıf "vav" ile yapılmış olsaydı, "sonra" ile
ifade ettiği şekilde azar anlamını ifade etmezdi. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN