MAİDE 115 |
قَالَ
اللّهُ
إِنِّي
مُنَزِّلُهَا
عَلَيْكُمْ
فَمَن
يَكْفُرْ
بَعْدُ مِنكُمْ
فَإِنِّي
أُعَذِّبُهُ
عَذَاباً لاَّ
أُعَذِّبُهُ
أَحَداً
مِّنَ
الْعَالَمِينَ |
115. Allah buyurdu ki:
"Gerçekten Ben onu size indireceğim. Ama bundan sonra sizden kim kafir
olursa Ben onu alemlerden kimseyi azapIandırmayacağım bir azapIa
azaplandıracağım. "
"Allah buyurdu ki:
Gerçekten Ben onu size indireceğim" buyruğu, Yüce Allah tarafından
verilmiş bir vaad olup, bununla Hz. İsa'nın dileğini kabul ettiğini ifade
etmektedir. Nitekim, Hz. İsa'nın böyle bir dilekte bulunması da haval'ilerin
isteklerini kabul ederek gerçekleşmiştir. Bu ise, Yüce Allah'ın böyle bir
sofrayı indirmiş olmasını gerektirmektedir.
Zaten onun vaadi haktır.
Ancak, bu sofranın indirilişinden sonra buna tanık olan topluluk inkar edip
kafir oldular. O bakımdan maymun ve domuzlara dönüştürüldüler. İbn Ömer der ki:
Kıyamet gününde insanlar arasında azabı en çetin olanlar münafıklar, Maide'nin
sahiplerinden kafir olanlar ve Firavn ve hanedanıdır. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Ama bundan sonra sizden kim kafir olursa, Ben onu
alemlerden kimseyi azaplandırmayacağım bir azapIa azaplandıracağım" diye
buyurmaktadır.
İlim adamları, Maide'nin
inip inmediği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Cumhurun kabul ettiği ve
doğru olan görüş Maide'nin indiğidir. Çünkü Yüce Allah: "Gerçekten Ben onu
size indireceğim" diye buyurmuştur. Mücahid ise şöyle demektedir. Maide
inmedi. Bu, ancak Yüce Allah'ın insanlara vermiş olduğu bir örnektir. Bununla
peygamberlerinden mucizeler istemelerini yasaklamaktadır.
Şöyle de denilmiştir:
Yüce Allah onlara, isteklerini kabul edeceği vaadinde bulundu. Fakat
kendilerine: "Ama bundan sonra kim kafir olursa. .. " deyince, bu
istekten vazgeçtiler, Allah'tan bağışlanmalarını dilediler ve; hayır, böyle
birşey istemeyiz, dediler. Bu açıklamayı da el-Hasen yapmıştır. Ancak, bu görüş
ile bundan önceki görüş yanlıştır. Doğrusu bu Maide'nin indiğidir.
İbn Abbas der ki: Meryem
oğlu İsa, İsrail oğullarına şöyle dedi: Otuz gün oruç tutunuz, sonra Allah'tan
ne isterseniz dileyiniz. O size bunu verecektir. Bunun üzerine onlar da otuz
gün oruç tuttular ve şöyle dediler: Ey İsa, biz bir kimseye bir iş yapsak,
sonra da işimizi bitirsek, şüphesiz daha sonra bize yemek yedirirdi. Biz ise
oruç tuttuk ve acıktık. Allah'a dua et de üzerimize gökten bir sofra indirsin.
Bunun üzerine melekler, taşıdıkları bir sofra ile geldiler. Bu sofra üzerinde
yedi ekmek ve yedi balık vardı. Bunları önlerine koydular. En son kişi de tıpkı
ilk kişi gibi yedi (ve doydu).
Ebu Abdullah Muhammed b.
Ali et-Tirmizi el-Hakim de, ''Nevadiru'l-Usul" adlı eserinde şöyle
demektedir: Bize, Ömer b. Ebi Ömer anlattı, dedi ki: Bize Ammar b. Harun
es-Sakafi anlattı, Zekeriya b. Hakim el-Hanzali'den, o, Ali b. Zeyd b.
Cud'an'dan, o, Ebu Osman en-Nehdi'den, o, Selman el-Farisi'den şöyle dediğini
nakletti: Havariler, Meryem oğlu İsa'ya -Allah'ın salat ve selamı üzerine
olsun- sofrayı istediklerinde, o da kalkıp yün elbiselerini bıraktı, bunun
yerine siyah kıldan elbiselerini giyindi. Ayağa kalktı, ayaklarını ve
topuklarını birbirine yapıştırdı. Baş parmağını baş parmağına değ dirip, sağ
elini sol elinin üzerine koydu, Sonra Yüce Allah'a huşü' içerisinde başını
eğdi. Arkasından gözyaşlarını salıvererek ağladı. Yaşlar sakalları üzerinden
akıp gitti, Gözyaşları damla damla göğsüne düşmeye başladı, sonra şöyle dedi:
"Allah'ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir ki, bizim için hem
önceden gelenlerimize hem sonra geleceklerimize bir bayram ve Senden bir ayet
olsun. Bizi rızıklandır. Çünkü sen rızık verenlerin en hayırlısısın, Allah
buyurdu ki: Gerçekten Ben onu size indireceğim, .. "
Sofra, birisi altında birisi
üstünde olmak üzere iki bulut arasında kırmızı renkli ve yuvarlak bir sofra
halinde insanların gözü önünde indi, İsa (a.s) dedi ki: "Allah'ım sen bunu
bir rahmet kıL. Bunu bir fitneye düşme sebebi kılma, Ey benim Yüce İlahım, ben
senden hayret verici dileklerde bulunuyorum ve sen veriyorsun."
Sofra, Hz, İsa'nın
önünde, bir mendil ile örtülü olduğu halde indi, Hz, İsa, beraberindeki
havarilerle birlikte secdeye kapandı. Sofranın daha önce benzerini almadıkları güzel
kokusunu alıyorlardı. Hz. İsa şöyle dedi: "Aranızda Allah'a en çok ibadet
eden, Allah'a karşı en cesaretli, Allah'a en çok güveneniniz hangisi ise, şu
sofranın üzerini açsın ki, ondan yiyelim, Allah'ın adını anarak yiyelim ve
bundan dolayı da Allah'a hamd edelim,"
Havariler dediler ki: Ey
Ruhullah, bu işe sen daha layıksın. Bunun üzerine Hz, İsa -Allah'ın salavatı
üzerine olsun- kalktı, güzel bir şekilde abdest aldı. Güzel bir namaz kıldı,
uzun uzun dua etti. Sonra sofraya oturdu, üzerini açtı. Sofrada kızartılmış bir
balık vardı. Bu balıkta kılçık diye birşey yoktu, Yağ gibi akıyordu. Etrafına
ise, pırasa müstesna her türlü bakliyattan konulup hazırlanmıştı. Baş tarafında
ise, tuz ve sirke vardı. Kuyruğunun yanında ise beş ekmek vardı. Ekmeklerden birisinin
üzerinde de beş tane nar, diğerinin üzerinde hurmalar, diğerinin üzerinde de
zeytin vardı.
es-Sa'lebi der ki:
Ekmeklerden birisinin üzerinde zeytin, ikincisi üzerinde bal, üçüncüsü üzerinde
yumurta, dördüncüsü üzerinde peynir, beşincisi üzerinde ise kuru et vardı.
Bunun haberi yahudilere
ulaşınca keder ve üzüntü ile geldiler. Kahrolmuş bir vaziyette ona baktılar,
hayret edecek bir durum gördüler. Şem'ün - ki, bu havarilerin başıdır- dedi ki:
Ey Ruhullah, bu dünya yiyeceğinden midir, cennet yiyeceğinden midir? İsa
-Allah'ın salavatı üzerine olsun- şöyle dedi:
Bu sorulardan hala
vazgeçmeyecek misiniz? Sizin azaba uğratılmanızdan gerçekten çok korkuyorum.
Şem'ün dedi ki: İsrail oğullarının ilahına yemin olsun ki, ben bununla kötü bir
maksat gütmedim.
Dediler ki: Ey Ruhullah,
keşke bu mucize ile birlikte bir başka mucize daha olsaydı. İsa (a.s) dedi ki:
"Ey balık, Allah'ın izniyle diril" Balık gözleri parıldar bir şekilde
dinç ve taze bir balık haline gelerek silkelenmeye, hareket etmeye başladı. Havariler
korkuya kapılınca, Hz. İsa şöyle dedi: Bana ne oluyor ki, bir şey istiyorsunuz,
size o şey verildi mi, ondan hoşlanmıyorsunuz. Azaba uğratılmanızdan gerçekten
çok korkuyorum. Yine şöyle buyurdu: Bu sofra, üzerinde ne dünya yiyeceği ne de
cennet yiyeceği olmadığı halde indi. Bu yiyeceği, Yüce Allah sonsuz kudretiyle
yarattı. Ona ol dedi, o da oluverdi.
Bu sefer İsa dedi ki: Ey
balık eski haline dön. Balık eskiden olduğu gibi kızarmış haline döndü.
Havariler dediler ki: Ey Ruhullah, ondan ilk olarak sen ye. Hz. İsa şöyle dedi:
Bundan Allah'a sığınırım. Bundan onu isteyen, onu dileyen yesin. Havariler,
bunun bir azap ve bir fitne olacağı korkusuyla yemek istemediler. Hz. İsa bunu
görünce, bu sofraya fakir, yoksul, hasta, kötürüm, cüzzamlı, ayakları fele
olmuş, kör ve sarısu hastalığına yakalanmışları çağırarak dedi ki: Rabbinizin
rızkından, peygamberinizin duasından yiyiniz ve bunun için de Allah'a hamd
ediniz. Daha sonra Hz. İsa şöyle dedi:
Bundan dolayı afiyet
sizin için olacak, azap da sizden başkaları için olacaktır. Onlar da bu
sofradan yediler. Öyle ki, yedi bin üç yüz kişi o sofradan geğirerek kalktı ve
o sofradan yiyen herbir hasta iyileşmiş oldu. O balıktan yiyen herbir fakir,
ölünceye kadar muhtaç düşmedi. Bunu gören diğer insanlar, sofraya kalabalıklar
halinde üşüştüler. Küçük, büyük, ihtiyar, genç, zengin ve fakir ne kadar varsa,
mutlaka gelip ondan yediler. Biri ötekini çekiştirdi. Hz. İsa durumu görünce
onları nöbetleşe sıraya koydu.
Bu sofra bir gün iner,
bir gün inmezdi. Tıpkı, Semud kavmine gönderilen dişi devenin bir gün otlayıp,
bir gün su içmesi gibi. Bu sofra kırk gün süreyle indi. Kuşluk vaktinde iner ve
bulunduğu yeri gölge kapatıncaya kadar öylece kalırdı.
Sa'lebi der ki: Sofra bu
şekilde kalır ve ondan yemek yenirdi. Nihayet gölge üzerine düşünce,
yükseliverirdi. Yükselinceye kadar insanlar ondan yemeye devam eder, sonra da
göğe geri dönerdi. İnsanlar da gözlerinden kayboluncaya kadar onun gölgesine
bakar dururlardı.
Kırk gün tamamlanınca
Yüce Allah İsa (a.s)'a şöyle vahyetti: "Ey İsa, Benim bu soframı
zenginleri dışarda tutarak yalnız fakirlere ver." Ancak, bu hususta
zenginler şüpheye düştüler ve fakirlere düşmanlık etmeye başladılar. Kendileri
şüpheye düştükleri gibi, diğer insanları da şüpheye düşürmeye çalıştılar. Yüce Allah,
Ey İsa dedi. Ben, ileri sürdüğüm şart dolayısıyla (azab ile) yakalayıp, sorumlu
tutacağım.
Onlardan otuzüç kişi,
pislikleri çöplüklerden ayıklayan domuz haline dönüştürüldü. Halbuki, daha önce
güzel yemekler yerler, yumuşak döşeklerde uyurlardı. İnsanlar bunu görünce,
ağlaşarak Hz. İsa'nın etrafında toplandılar. Domuzlar da gelip Hz. İsa'nın
önünde dizleri üzere çöktüler. Gözyaşlarını akıta akıta ağlamaya koyuldular.
Hz. İsa onları tanıdı, sen filan kişi değil misin diye soruyor, o domuza
döndürülmüş kişi de başı ile işarette bulunuyor, fakat konuşamıyordu. Bu
halleriyle yedi gün kaldılar. -Dört gün kaldılar diyenler de vardır.- Sonra Hz.
İsa, Yüce Allah'a, canlarını kabzetsin diye dua etti. Kimse onların nereye
gittiğini bilemedi. Yer mi onları yuttu, yoksa ne oldular (bilinmedi).
Derim ki: Bu hadis
hakkında söylenecek sözler vardır. Senet bakımından da sahih değildir. İbn
Abbas ve Ebu Abdurrahman es-Sülemi'den nakledildiğine göre, Maide'deki yemek,
ekmek ve balıktı. İbn Atiyye der ki: O balıkta her yiyeceğin kokusunu
alıyorlardı. Bunu da es-Sa'lebi nakletmiştir. Ammar b. Yasir ile Katade derler
ki: Maide, üzerinde cennet meyvelerinden meyveler bulunduğu halde semadan
inerdi. Vehb b. Münebbih ise şöyle demektedir: Yüce Allah, arpa ekmekleri ve bir
takım balıklar indirdi.
et-Tirmizi de Tefsir
bölümünde, Ammar b. Yasir'den şöyle dediğini nakletmektedir: Rasulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Maide, semadan et ve ekmek olarak indirildi. Hainlik
etmemek, yarına hiçbir şey saklamamakla emrolundukları halde, hainlik de
ettiler, ertesi güne saklayarak, yarına birşeyler ayırdılar. Bunun üzerine
maymunlar ve domuzlar haline dönüştürüldüler." Ebu İsa (et-Tirmizi) der
ki: Bu, Ebu Asım ve başka bir kişinin Said b. Ebi Arube'den, o, Katade'den, o,
Hilas'tan, o, Ammar b. Yasir'den mevkuf olarak rivayet ettiği bir hadistir. Biz
bu hadisi, merfu' olarak ancak el-Hasen b. Kaza'a yoluyla biliyoruz. Bize,
Humeyd b. Mes'ade anlattı dedi ki: Bize, Süfyan b. Habib anlattı, Said b. Ebi
Arube'den buna yakın bir hadis nakletti fakat bunu Peygamber'e merfu'en
zikretmedi. Bu, ise el-Hasen b. Kazae'nin hadisinden daha bir sahihtir. Ancak
biz, bu hadisin merfu' bir rivayetini asla bilmiyoruz.
Said b. Cübeyr der ki:
Maide üzerinde ekmek ve et müstesna herşey indirildi. Ata ise şöyle demiştir:
Balık ve et müstesna, Maide üzerinde herşey indirildi. Ka'b der ki: Maide,
semadan başaşağı olarak melekler onu sema ile arz arasında uçurarak nazil oldu.
Et dışında üzerinde her yiyecek vardı.
Derim ki: Bu üç görüş,
Tirmizi'nin naklettiği hadise muhaliftir. Tirmizi'nin hadisi ise bunlardan daha
uygundur. Zira, merfu' olarak sahih değilse bile, mevkuf olarak büyük bir
sahabiden sahih olarak rivayet edilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Kesinlikle
söylenebilecek şu ki; Maide, üzerinde yenecek yiyecekler bulunduğu halde
indirilmiştir. Ancak bu yemeğin tayinini en iyi bilen Allah'tır.
Ebu Nuaym'ın Ka'b'den
naklettiğine göre Maide, ikinci olarak İsrailoğullarının abid bazı kimselerine
nazil oldu. Ka'b dedi ki: İsrailoğullarından abid üç kişi bir araya geldi.
Bunlar, geniş bir düzlük arazide toplandılar. Onların her birisi Yüce Allah'ın
isimlerinden bir ismi biliyordu. Birileri dedi ki:
Benden isteyin, ben de
sizin için istediğinizi dua ederek Allah'tan dileyeyim. Onlar dediler ki:
Senden Yüce Allah'a, bu yerde akan bir pınar, yeşil, yemyeşil bahçeler
çıkarması için dua etmeni istiyoruz. O da dua etti, akan bir pınar ve güzel,
yemyeşil bahçeler meydana geldi. Daha sonra bir diğerleri benden de isteyiniz,
ben de ne isterseniz dua ederek onu Allah'tan sizin için isteyeyim. Şöyle
dediler: Yüce Allah'a, cennet meyvelerinden bize birşeyler yedirmesi için dua
etmeni istiyoruz. üzerlerine taze bir hurma indi. Ondan yemeye başladılar.
Evirip çevirdikçe mutlaka ondan başka bir lezzet yediler, sonra kaldırıldı.
Daha sonra bir diğerleri şöyle dedi: Benden isteyin, ben de ne isterseniz sizin
için Allah'a dua edeyim. Senden, Allah'a üzerimize İsa'ya indirmiş olduğu
Maide'yi indirmesi için dua etmeni istiyoruz. O kişi de dua edince bu Maide
indi. Ondan ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bu sofra kaldırıldı. Daha sonra
da haberin geri kalan bölümlerini nakletti.
Bir mesele: Sözü geçen
Selman'ın hadisinde, Maide'ye dair açıklamalar yer aldı ve bu Maide'nin ayakları
bulunan bir masa (Maide) şeklinde değil de bir sofra halinde indiği
açıklanmaktadır. Sofra ise Peygamber (s.a.v.)'ın ve arapların yemek
yedikleridir. Ebu Abdullah et-Tirmizi el-Hakim şunu nakl etmektedir: Bize,
Muhammed b. Beşşar anlattı, dedi ki: Bize, Muaz b. Hişam anlattı dedi ki: Bana
babam anlattı. Yunus'dan, o, Katade'den, o, Enes'den dedi ki: Rasulullah
(s.a.v.) hiç bir zaman bir masa üzerinde yemediği gibi, katık konulan yemek
kaplarından da yemedi, onun için hiçbir zaman yufka da pişirilmedi. Enes'e
dedim ki: Peki, ne üzerinde yemek yerlerdi? O, sofralar üzerinde yerlerdi,
dedi.
Muhammed b. Beşşar der
ki: Burada sözü geçen Yunus, Ebu Furat el-İskaf'dır.
Derim ki: Bu, sahih,
sabit bir hadistir. Senedinde yer alan ravilerden, Buhari ve Müslim ittifakla
hadis almıştır. Tirmizi de bunu rivayet ederek şöyle demiştir: Bize Muhammed b.
Beşşar anlattı dedi ki: Bize, Muaz b. Hişam anlattı, diyerek hadisi zikretti ve
hakkında: "Hasen, gariptir" dedi.
et-Tirmizi Ebu Abdullah
el-Hakim dedi ki: Hıvam (masa), arap olmayanların yaptıkları, sonradan yapılmış
birşeydir. Araplar bu gibi şeyleri yapmıyorlardı. Onlar, sofralar üzerinde
yemek yerlerdi. Sofra ise, derilerden yapılan ve kapanıp açılan bağları ve
askıları bulunan bir şeydi. İşte açılması dolayısıyla ona sufra denilmiştir.
Zira bağları çözüldüğü vakit açılır ve içinde bulunanları açığa çıkartır
(isfar) idi. İşte bundan dolayı ona sufra adı verilmiştir. Sefere, sefer
denilmesi de, kişinin bizzat evlerden isfarı (ayrılması) dolayısıyladır.
Katıkların ve iştah açıcı yiyeceklerin konduğu yemek kabları kullanmaması ise,
çeşitli ve ekmeğin bandırıldığı yemekler ve bu yemekler için kab
kullanmadıklarından dolayıdır. Çünkü, onların yiyecekleri, üzerinde kesilmiş et
parçaları bulunan tirit idi. Hz. Peygamber de şöyle buyururdu: "Etleri
dişlerinizle sıyırarak yiyiniz. Çünkü, böylesi hem daha canın çektiği
birşeydir, hem de hazmi daha kolaydır.
Denilse ki: Maide'den
bir takım hadislerde söz edilmektedir. Bunlardan birisi de İbn Abbas'ın şu
sözüdür: Eğer keler haram olsaydı, Peygamber (s.a.v.)'ın Maidesi üzerinde
yenmezdi. Bunu da Müslim ve başkaları rivayet etmiştir.
Aişe (r.anha)'dan da
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Kişinin Maide'si, yerde konulmuş halde kaldığı sürece melekler ona dua
ederler." Bunu da güvenilir raviler rivayet etmiştir.
Yine şöyle denilebilir:
Maide, uzatılan ve serilen -mendil ve elbise gibi- her şeydir. O halde bu
kelimedeki "dal" harfinin iki tane olması gerekirdi. O bakımdan
bunlar (araplar) iki "dal" harfinden birisini "ya "ya
dönüştürerek "Maide" dediler. Fiil de bu şekilde kullanılmaktadır. O
bakımdan bu kelimenin "Memdude: Uzatılan, yayılan şey" şeklinde
olması gerekirdi. Fakat bu kelime dilde fail vezninde kullanılmıştır. Nitekim,
Mektüm (gizlenen) denilmesi gerektiği halde -ism-i fail kipiyle-: (...): Gizli
sır, hoşnut olunan bir geçim için de yine aynı şekilde (...): Hoşnut bir
yaşayış diye tabirler kullanılmıştır. Yine dilde kendisi fail vezninde olduğu
halde mef'üI şeklinde kullanılan tabirler de vardır Araplar "Uğursuz bir
adam" diyerek mef'ul vezninde kullanmışlardır. Oysa bunun anlamı fail
veznindedir. Yine; "Örten bir perde (dediklerinde)" mef'ul vezninde
kullanmışlardır. Halbuki o, fail anlamındadır. Hivan (masa) ayakları ile yerden
yükselendir. Maide ise yayılan ve serilendir. Sofra içinde gizli olanı açığa
çıkartan demektir. Çünkü sofra, askılarıyla toplanmış ve kapatılmıştır.
el-Hasen'den de şöyle dediği nakledilmektedir: Masalar üzerinde yemek yemek
kıralların işidir. Mendil (yere yayılan bez sofra) üzerinde yemek yemek ise
arap olmayanların işidir, sofra ise arapların uygulamasıdır. Sünnet olan da
budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN