NİSA 93 |
وَمَن
يَقْتُلْ
مُؤْمِناً مُّتَعَمِّداً
فَجَزَآؤُهُ
جَهَنَّمُ
خَالِداً
فِيهَا
وَغَضِبَ اللّهُ
عَلَيْهِ
وَلَعَنَهُ
وَأَعَدَّ
لَهُ
عَذَاباً
عَظِيماً |
93. Kim de bir mü'mini
kasten öldürürse, cezası orada ebediyyen kalmak üzere cehennemdir. Allah ona
gazab etmiş, lanet etmiş ve ona pek büyük bir azap hazırlamıştır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:
1- Kasten Öldürmenin Mahiyeti:
2- Kasten Öldürme, Hata Yoluyla Öldürme
ve Kasta Benzer Hata İle Öldürme:
3- Kasta Benzer Öldürmelerde Diyeti
Ödemekle Mükellef Olanlar:
4- Keffareti Gerektiren Öldürmeler:
5- Bir Topluluğun Birisini Hata Yoluyla
Öldürmesi Hali:
6- 'Kasten Öldürmenin Vebalinin
Büyüklüğü:
7- Kasten Bir Mü'min Öldürenin Tevbesi
Mümkün mü:
1- Kasten Öldürmenin
Mahiyeti:
Yüce Allah'ın: "Kim
de ... öldürürse" buyruğundaki; "Kim," şart edatıdır. Cevabı ise
... "Cezası" buyruğudur. İleride gelecektir.
İlim adamları, kasten
öldürenin nitelikleri hususunda farklı kanaatlere sahiptirler. Ata, en-Nehai ve
başkaları şöyle demektedir: Kılıç, hançer, mızrak ucu ve buna benzer kesmek,
koparmak için hazırlanmış ve sivriltilmiş demir aletlerle öldüren veya taş ve
buna benzer öldürücü olduğu bilinen ağır şeylerle öldüren kimse kasten öldüren
kimsedir.
Bir başka kesim de şöyle
demektedir: Demir aletle olsun, taş, sopa veya bundan başka bir araçla olsun,
başkasını öldüren herkes kasten öldüren kimsedir. Cumhurun görüşü de budur.
2- Kasten Öldürme,
Hata Yoluyla Öldürme ve Kasta Benzer Hata İle Öldürme:
Yüce Allah Kitab-ı
Keriminde, kasten öldürme ile hata yolu ile öldürmeyi sözkonusu ederek, kasta
benzer öldürmeyi sözkonusu etmemiştir. Böyle bir öldürmeyi kabul edip etmemek
hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İbnü'I-Münzir der ki:
Malik, böyle bir öldürme çeşidini kabul etmemektedir. Malik der ki: Allah'ın
Kitabında ancak kasten öldürme ile hataen öldürmeden sözedilmektedir. Bunu,
el-Hattabi de Malikten nakleder ve şunu da söylediğini ekler: Kasta benzer
öldürmeyi ise biz bilmiyoruz.
Ebu Ömer (b.
Abdi'I-Berr) der ki: Malik ile Leys b. Sa'd, kasta benzer öldürme çeşidini
kabul etmezler. Onlara göre ısırmak, tokat vurmak, kamçı vurmak, sopa ile
vurmak ve buna benzer çoğunlukla öldürücü olmayan şeylerle öldürülen bir kimse
kasten öldürülmüş olur ve bu durumda kısas gerekir.
Yine Ebu Ömer der ki:
Ashab ve tabiinden bir gurup da ikisinin bu görüşünü ifade etmişlerdir. İslam
aleminin değişik bölgelerindeki fukahanın çoğunluğu ise, bütün bu öldürme
şekillerinin kasta benzer öldürme olduğu görüşündedirler. Ayrıca bu, Malik'ten
de zikredilmiş olup, İbn Vehb ile ashab ve tabiin'den bir gurup da bu
görüştedir.
İbnü'l-Münzir der ki:
Kasta benzer öldürme, bizim mezhebimizce gereğince amel olunan bir husustur.
Kasta benzer öldürmeyi kabul edenler arasında eş-Şa'bi, el-Hakem, Hammad,
en-Nehai, Katade, Süfyan-ı Sevri, Iraklılar ve Şafii de vardır. Ayrıca biz
bunu, Ömer b. el-Hattab ve Ali b. Ebi Talib (r.anhuma)'dan da rivayet etmiş
bulunuyoruz.
Derim ki: Sahih olan da
budur. Çünkü hakkında ihtiyatlı davranılmasına en layık olanlar kanlardır.
Zira, asl olan bu kanların bedenleri içerisinde muhafaza edilmesidir. Kan,
ancak en ufak bir tereddüdün sözkonusu olmadığı, apaçık bir sebep ile mübah
olabilir. Böyle bir öldürme şeklinde ise mübahlığı su götürür, tartışılır. Zira
böyle bir öldürme çeşidi, bir bakıma kasti, bir bakıma da hataen öldürme olarak
değerlendirilebileceğinden hakkında kasta benzer öldürmedir, diye hüküm
verilmiştir.
Çünkü bu durumda vurmak
her ne kadar kasıt ise de öldürmek kastı yoktur. Bu öldürme kastı olmaksızın
meydana geldiğinden dolayı bir taraftan kısas sakıt olur, diğer taraftan da
diyet tağliz edilir (ağırlaştırılır). Sünnette de buna benzer hükümler ifade
edilmiştir.
Ebü Davud, Abdullah b.
Amr yoluyla Rasülullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Kamçı ve asa ile meydana gelen kasta benzer hata ile öldürmenin diyeti,
kırkının karnında yavruları olması şartıyla yüz devedir." Darakutni de,
İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Rasülullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Her kim kasten öldürülürse, elinin kazandığının bir cezası
olmak üzere o da kısasen öldürülür. Hataen öldürmede ise, diyet vardır, kısas
yoktur. Her kim taş, sopa veya kamçı ile öldürülür fakat kimin tarafından
öldürüldüğü belli değilse, o takdirde onun diyeti deve yaşları ağırlaştırılmış
olarak verilir." (Darakutni, III, 94)
Yine Darakutni, Süleyman
b. Musa yoluyla Amr b. Şuayb'dan o, babasından, o da dedesinden şöyle dediğini
rivayet etmektedir:
Rasülullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Kasta benzer öldürmenin diyeti, kasten öldürmedeki gibi,
(fakat) ağırlaştırılır. Ancak, böyle bir kimse öldürülmez." (Darakutni,
III, 95) Bu açık bir nasstır.
Tavus; sopa, kamçı veya
taş atımı sırasında kendisine atılan bir şey isabet edip de ölen kimse hakkında
şöyle demektedir: Bunun karşılığında diyet ödenir. Fakat, onu öldürenin kim
olduğu bilinemediğinden dolayı da ona karşılık kimse öldürülmez. (Darakutni,
III, 95)
Ahmed b. Hanbel de der
ki: Hadis-i şerifte geçen "ne (veya kim) olduğu belirsiz
(el-ammiyya)" taassup ve dayanışma duygusu dolayısıyla muamma olan ve
neden olduğu açığa çıkmayan iş demektir. İshak der ki: Bu tabir bir topluluğun
karşılıklı olarak galeyana gelip birbirlerini öldürmeleri halidir. Kelimenin
aslı, sanki işi karışık hale getirmek demek olan "ta'miye yani
muammalaştırmak"tan alınmış gibidir. Bu açıklamaları Darakutni zikretmektedir.
Ağırlaştırılmış Diyet
(Diyet-i Muğallaza):
Kasta benzer öldürmeyi
kabul edenler, ağırlaştırılmış diyetin miktarı lLUsusunda farklı görüşlere
sahiptirler.
Ata ile Şafii der ki: Ağırlaştırılmış
diyet, otuzu Hikka (dört yaşına basmış dişi deve), otuzu Cezea (beş yaşına
basmış dişi deve) ve kırkı da Muhlif (yani, on yaşına girmiş deve) dir. Bu
görüş, aynı şekilde Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit, Muğire b. Şu'be ve Ebu Musa
el-Eşari'den de rivayet edilmiştir. Malik'in kasta benzer öldürmedir diye kabul
ettiği hallerdeki görüşü de budur.
Maliki mezhebinde meşhur
olan görüşe göre, Malik ancak, oğlunu kılıç ile vurup öldüren Müdliclinin
oğluyla başından geçen olayın benzerleri hakkında kasta benzer öldürmenin
olduğunu kabul eder.
Şöyle de denilmiştir:
Kasta benzer öldürmelerde ağırlaştırılmış diyet, dörtte birlere bölünür: Bunun
dörtte biri üçe basmış dişi deve (Bintu LEbun), dörtte biri dörde basmış dişi
deve (Hikka), dörtte biri beşe basmış dişi deve (Cezea), dörtte biri de ikiye
basmış dişi deve (Bintu Mahad) olur.
en-Numan (Ebu Hanife)
ile Yakub (Ebu Yusuf)'un görüşü de budur. Ayrıca bu görüşü Ebu Davud,
Süfyan'dan o, Ebu İshak'tan o, Asım b. Damra'dan, o da Hz. Ali'den de rivayet
etmiştir.
Bu diyetin beşte birlere
ayrılacağı da söylenmiştir. Yirmi tanesi iki yaşına basmış dişi deve, yirmi
tanesi üç yaşına basmış dişi deve, yirmi tanesi üç yaşına basmış erkek deve,
yirmi tanesi dört yaşına basmış dişi deve, yirmi tanesi de beş yaşına basmış
dişi deve. Bu da Ebu Sevr'in görüşüdür.
Şöyle de denilmiştir:
Bunun kırk tanesi beş yaşına basmış dişi deve (Cezea) ile dokuzuna yeni basmış
(Bazi!) deve arasında, otuzu ise dört yaşına basmış dişi deve, otuzu da üç
yaşına basmış dişi deve. Bu görüş Osman b. Affan'dan da rivayet edilmiş olup,
Hasan-ı Basri, Tavus ve ez-Zühri de bu görüştedirler.
Şöyle de denilmiştiri:
Otuzdört tanesi hamileliğinin yarı dönemini tamamlamış ve dokuz yaşına basmış
dişi deve, otuzüç tanesi dört yaşına basmış dişi deve, otuzüç tanesi de beş
yaşına basmış dişi deve. eş-Şa'bı ve en-Nehai de böyle demiştir. Ayrıca bunu,
Ebu Davud, Ebu'l-Ahvas'dan, o, Ebu İshak'dan, o Asım b. Damra'dan, o da Hz. Ali
yoluyla rivayet etmiştir.
3- Kasta Benzer
Öldürmelerde Diyeti Ödemekle Mükellef Olanlar:
Kasta benzer öldürmede
diyetin kimler tarafından ödenmesi gerektiği hususunda da ilim adamlarının
farklı görüşleri vardır. el-Haris el-Utli, İbn Ebi Leyla, İbn Şubrume, Katade
ve Ebü Sevr derler ki: Bu diyeti, öldüren kişi kendi malından öder. eş-Şa'bı,
en-Nehai, el-Hakem, Şafii, es-Sevri, Ahmed, İshak ve Rey ashabı ise, akile
tarafından ödenir, derler.
İbnü'l-Münzir der ki:
Şa'bı'nin görüşü daha sahihtir. Çünkü Ebü Hureyre Peygamber (s.a.v.)'ın ceninin
diyetinin, öbür kadını vurarak öldüren kadının akilesi tarafından ödenmesini
hükme bağlamıştır.
4- Keffareti
Gerektiren Öldürmeler:
İlim adamları kasten
öldürmenin diyetini yüklenmeyeceğini akilenin ve böyle bir öldürmenin diyetinin
cinayeti işleyenin malından ödeneceğini icma ile kabul etmişlerdir. Buna dair
açıklamalar, daha önce Bakara Süresi'nde (178. ayet, 14. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır. Yine ilim adamları, hata yoluyla öldürenin keffarette
bulunacağını icma ile kabul etmekle birlikte, kasten öldürmekte keffaretin
gerekip gerekmediği hususunda farklı kanaatlere sahiptirler.
Malik ve Şafii ise,
tıpkı hata ile öldürmede olduğu gibi, kasten öldürenin de keffarette bulunacağı
görüşündeydiler. Şafii der ki: Hata yoluyla öldürmede keffaret vacip olduğuna
göre, kasten öldürmede keffaretin vacip olması öncelikle sözkonusudur. Yine
Şafii: Yanılma halinde sehiv secdesi meşru kılındığına göre, kasten yapılan bir
kusur dolayısıyla sehiv secdesinin meşru kılınması öncelikle sözkonusudur.
Kast! öldürme halinde sözü edilen keffaret, hata yoluyla öldürmede vacip olanı
ıskat edecek değildir, der.
Şöylede denilmiştir:
Kasten öldürene keffaret ancak affedilip öldürülmemesi halinde katile vacip
olur. Şayet kısasen öldürülecek olursa, malından alınacak bir keffaret
yükümlülüğü yoktur. Böyle bir keffaretin icabettiği de söylenmiştir.
Kendisini öldürenin de
malından keffaret ödenme yükümlülüğü vardır. es-Sevri, Ebu Sevr ve Rey ashabı
der ki: Keffaret ancak Yüce Allah'ın vacip kıldığı yerde vaciptir.
İbnü'l-Münzir der ki: Biz de bu görüşteyiz. Çünkü, keffaretler ibadettir. Bu
konuda bunların temsil yoluyla (kıyas yoluyla) vacip kılınmaları caiz olamaz.
Herhangi bir kimsenin Kitap, sünnet veya icma ile olmadıkça, Allah'ın kullarını
yerine getirmekle sorumlu tutacağı bir farzı tesbit etmek yetkisi yoktur, caiz
değildir. Kasten öldüren kimseye keffaret ödemeyi öngörenlerin açıklamaları
delil olabilecek bir özellikte değildir.
5- Bir Topluluğun
Birisini Hata Yoluyla Öldürmesi Hali:
Bir topluluğun hata
yoluyla birisini öldürmesi halinde hükmün ne olacağı hususunda ilim adamlarının
farklı görüşleri vardır. Bir kesim der ki: Her birisinin ayrı ayrı keffarette
bulunması gerekir. el-Hasen, İkrime, Nehai, Haris el-Ukli, Malik, Sevri, Şafii,
Ahmed, İshak, Ebu Sevr ve Rey ashabı da böyle demişlerdir. Bir başka kesim ise,
hepsi tek bir keffaret ödemekle yükümlüdürler, demektedirler. Ebu Sevr böyle
demiştir. Aynı zamanda bu görüş el-Evzai'den de nakledilmiştir. ez-Zühri ise,
köle azad etmek ile oruç tutmak keffareti arasında fark gözeterek, mancınık ile
atış yapan ve birisini öldüren bir topluluk hakkında şöyle demiştir: Hepsinin
bir köle azad etmeleri gerekir. Eğer azad edecek köle bulamayacak olurlarsa,
onların her birisi aralıksız iki ay oruç tutar.
6- 'Kasten Öldürmenin
Vebalinin Büyüklüğü:
Nesai şöyle bir rivayet
kaydetmektedir: Bize el-Hasen b. İshak el-Mervezı -sika bir ravidir- haber
vererek dedi ki: Bana Halid b. Hidaş anlatarak dedi ki: Bize Hatim b. İsmail,
Beşir b. el-Muhacir'den anlattı: Beşir, Abdullah b. Bureyde'den, o, babasından
naklederek dedi ki: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Mü'minin öldürülmesi,
Allah nezdinde dünyanın zeval bulmasından daha büyük bir şeydir." Yine
Abdullah (b. Mes'ud) dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Kulun kendisinden ilk hesaba çekileceği şey namaz, insanlar
arasında ilk hükme bağlanacak meseleler ise, kanlar hakkında olacaktır."
İsmail b. İshak da, Nafi
b. Cübeyir b. Mut'im'den, o, Abdullah b. Abbas'dan birisinin kendisine şöyle
bir soru sorduğunu rivayet etmektedir: Ey Ebu'l-Abbas, katilin tevbesi
sözkonusu mudur? İbn Abbas, bu soruya hayret eden bir kişinin edası ile: İki
yada üç defa sen ne diyorsun? diye sorduktan sonra, İbn Abbas şöyle dedi:
Yazıklar olsun sana, böyle birisinin tevbesi nasıl mümkün olur? Ben
Peygamberimizi (s.a.v.) şöyle buyururken dinledim: "(Kıyamet gününde)
maktul boyun damarlarından kan akarak, başını ellerinden birisine asmış, diğer
eliyle de katilini yakasından tutup sürükleyerek getirir. Nihayet (Allah'ın
huzurunda) durdurulurlar. Bu sefer maktul, şanı Yüce Allah'a şöyle der: Rabbim,
bu beni öldürdü. Yüce Allah katile: Sen artık bedbaht oldun, der ve katil
alınıp cehenneme götürülür." el-Hasen'den de şöyle dediği rivayet
edilmiştir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Ben, mü'minin öldürülmesi
hususunda (katilin cezasının indirilmesi için) Rabbime müracaat ettiğim kadar
hiç bir hususta Rabbime müracaat etmiş değilim. Ancak benim isteğimi bir türlü
kabul etmedi."
7- Kasten Bir Mü'min
Öldürenin Tevbesi Mümkün mü:
Kasten bir mü'mini
öldüren bir katilin tevbe etmesinin mümkün olup olmadığı hususunda ilim
adamlarının farklı görüşleri vardır. Buhari, Said b. Cübeyr'den şöyle dediğini
rivayet etmektedir: Bunun (tefsir etmekte olduğumuz ayet) hakkında Kufeliler
ihtilafa düştüler. Bunun üzerine ben de, bunu öğrenmek için İbn Abbas'ın yanına
yolculuk yaptım. Ona bu ayet-i kerime hakkında sordum, şöyle dedi: Şu:
"Kim de bir mü'mini kasten öldürürse, cezası cehennemdir" ayeti, (bu
hususta) son nazil olan ayettir. Onu herhangi bir şey nesh etmiş değildir.
Yine Nesai, ondan şöyle
dediğini rivayet etmektedir: İbn Abbas'a mü'min bir kimseyi kasten öldürenin
tevbesinin mümkün olup olmadığını sordum, bana hayır dedi. Bu sefer ben ona,
el-Furkan Suresi'nde yer alan: "Onlar ki, Allah ile birlikte başka bir
ilaha iman etmezler. .. " (el-Furkan, 68) ayetini okudum, şöyle dedi:
Senin bu dediğin ayet Mekke'de inmiştir. Onu Medine'de inen: "Kim de bir
mü'mini kasten öldürürse cezası orada ebediyyen kalmak üzere cehennemdir. Allah
ona gazab etmiş ... " ayeti bunu nesh etmiştir. Zeyd b. Sabit'ten de buna
benzer bir rivayette bulunarak en-Nisa Suresi'ndeki bu ayetin el-Furkan
Suresi'ndeki ayetten altı ay sonra nazil olduğunu nakletmektedir. Bir diğer
rivayette ise sekiz ay sonra nazil olduğu belirtilmektedir. Her ikisini de
Nesai, Zeyd b. Sabit'ten nakletmiştir.
İşte Zeyd b. Sabit ile
İbn Abbas'tan gelen bu haberlerle birlikte bu ayet-i kerimenin ifade ettiği
umumi manayı, Mutezile mezhebi kabul ederek, işte bu, Yüce Allah'ın:
"Ondan başkasını da dilediğine bağışlar" (en-Nisa, 48) buyruğundaki
umumi ifadeyi tahsis etmektedir derler ve ayet-i kerimede sözü geçen tehdidin
kesinlikle bütün katiller hakkında geçerli olduğu görüşünü ifade ederek, her
iki ayet-i kerimenin arasını da şu sözleriyle telif etmeye çalışmışlardır: Bu
iki ayete göre takdir şöyledir: Allah, kasten öldürme dışında bundan başka
dilediğine mağfiret eder, demektir.
Aralarında Abdullah b.
Ömer'in de bulunduğu -ki bu, aynı zamanda Zeyd ile İbn Abbas'tan da rivayet
edilmiştir- bir grup ilim adamı, kasten öldürenin tevbe etmesinin mümkün olduğu
görüşündedirler. Yezid b. Harun rivayetle şöyle demektedir: Bize, Ebu Malik
el-Eşcai, Sa'd b. Ubeyde'den şöyle dediğini haber vermektedir:
Bir adam İbn Abbas'a
gelerek şöyle dedi: Bir mü'mini kasten öldüren kimsenin tevbesi mümkün mü? İbn
Abbas hayır, onun cehennemden başka cezası yoktur, dedi. (Sa'd b. Ubeyde) dedi
ki: Adam gittikten sonra onunla oturanlar ona: Sen bize katilin kabul edilecek
bir tevbesinin mümkün olduğu şeklinde fetva veriyordun. O, şöyle dedi: Ben,
bunun mü'min bir kimseyi öldürmek isteyen kızgın bir kişi olduğunu
zannediyorum. (Sa'd) dedi ki: Arkasından bir adam gönderdiler, gerçekten de
halinin bu olduğunu tesbit ettiler.
Ehli Sünnetin görüşü de
bu doğrultudadır ve sahih olan da budur. Bu ayeti kerimenin tahsis edilmiş
olduğunu kabul ederler. Böyle bir tahsisin delili ise, konu ile ilgili bir
takım ayet-i kerimeler ve rivayetterdir. Ehli Sünnet alimleri, bu ayet-i
kerimenin Mikyes b. Dubabe (Subabe de rivayet edilmiştir) hakkında nazil
olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Mikyes, kardeşi Hişam b. Dubabe ile
birlikte İslama girmişti. Hişam'ın Neccaroğulları tarafından öldürülmüş
olduğunu gördü. Bu hususu Peygamber (s.a.v.)'a bildirince Hz. Peygamber
Mikyes'e, kardeşini öldüren kişiyi teslim etmelerini emreden bir mektup yazdı.
Onunla beraber Fihr oğullarından da bir adam gönderdi. Neccaroğulları ise şöyle
dediler: Allah'a yemin ederiz onu kimin öldürdüğünü bilmiyoruz. Fakat bizler
diyetini öderiz, deyip ona yüz deve ödediler.
Daha sonra Mikyes,
beraberindeki adam ile birlikte Medine'ye döndüler.
Bu sefer Mikyes,
Fihroğullarından olana saldırarak kardeşine mukabil onu öldürdü, develeri alıp
gitti ve Mekke'ye mürted ve kafir olarak geri döndü. Şu beyitleri de okuyup
duruyordu: "Ben ona (kardeşime) karşılık olarak Fihr'liyi öldürdüm ve
diyetini yükledim Fari' kalesinde yaşayan Neccaroğullarının ileri gelenlerine;
Böylelikle ben yayımı'çözmüş oldum intikamımı da aldım Ve ben putlara geri
dönen ilk kişi oldum."
Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v.): "İster Harem bölgesinde, ister onun dışındaki helal bölgede
olsun, asla ona eman vermiyorum" dedi ve Mekke'nin fethedildiği günü,
Kabe'nin örtülerine asılmış olduğu halde bulunsa dahi öldürülmesini emretti.
İşte bu husus, tefsir
ehlinin ve din alimlerinin nakli ile sabit olduğuna göre, bunun müslümanlar
hakkında anlaşılmaması gerekmektedir. Diğer taraftan bu ayetin zahirini delil
olarak almak, Yüce Allah'ın: "Çünkü iyilikler, hiç şüphesiz günahları
giderir" (Hud, 114); "O, kullarının tevbelerini kabul edendir"
(eş-Şura, 25) ile "Ondan başkasını da dilediğine bağışlar" (enNisa,
48) buyruklarının zahirinin ifade ettiği manayı almaktan daha uygun değildir.
Bu ayet ile zikrettiğimiz diğer ayetlerin zahirlerini bir arada almak ise
çelişkidir. O halde tahsis kaçınılmaz bir şeydir. Diğer taraftan,
el-Furkan'daki ayet-i kerime ile bu ayet-i kerimenin arasını bulmak mümkündür.
Ortada nesh de yoktur, tearuz da sözkonusu olmaz. Bu da en-Nisa Suresi'ndeki
ayetin mutlak ifadesinin Furkan Suresi'ndeki ayetin mukayyed ifadesine
hamledilmesiyle olur. Böylelikle buyruğun anlamı şöyle olur: İşte bunun cezası
şöyle şöyledir, tevbe eden müstesna. Özelliklede bu hükümleri gerektiren aynı
şey ise bu, böyle olmalıdır. Bu şey ise katildir. Bunun gerektirdiği ise ceza
vaadi ve tehdididir.
Kasten mü'mini öldürenin
tevbesinin kabul olunacağına dair haberler ise pek çoktur. Ubade b. es-Samit'in
şu ifadelerin yer aldığı hadisi buna örnektir: "Bana, Allah'a hiçbir şeyi
ortak koşmamak, zina etmemek, hırsızlık yapmamak, hak ile olması müstesna
Allah'ın haram kıldığı canı öldürmemek üzere bey'at ediniz. Aranızdan kim bu
bey'atte verdiği sözü eksiksiz yerine getirirse, onun ecrini vermek Allah'a
aittir. Her kim bunlardan her hangi bir şey işleyecek olur da buna karşılık
cezalandırılırsa, bu da onun için bir keffaret olur. Her kim bunlardan bir
şeyler işler ve Allah da onun bu işlediğini setr edecek olursa, o vakit işi
Allah'a kalmıştır. Dilerse onu affeder, dilerse onu azaplandırır." Bu
hadisi, hadis imamları rivayet etmiş, Buhari ve Müslim de bunu kitaplarına
kaydetmişlerdir.
Ebu Hureyre'nin yüz
kişiyi öldürmüş birisine dair rivayet ettiği hadisi de bu kabildendir. Bu
hadisi de Müslim Sahih'inde, İbn Mace süneninde rivayet ettiği gibi, başkaları
da bunu rivayet etmişlerdir. Bu hususta sabit olmuş benzer başka haberler de
vardır.
Diğer taraftan başkasını
öldürdüğüne dair şahadette bulunulup, kendisi de kasten öldürdüğünü ikrar
ederek, maktulün velileri tarafından devlet yetkililerine getirilen ve bunun
sonucunda kendisine had uygulanıp kısasen öldürülen bir kimsenin ahirette
cezalandırılmayacağı ve Ubade b. es-Samit hadisi gereğince, icma ile bu
tehdidin hakkında söz konusu olmayacağı noktasında Mutezile de bizimle aynı
görüşü paylaşmaktadır. O halde, Mutezilenin; "Kim de bir mü'mini kasten
öldürürse cezası ... cehennemdir" ayetinin ifade ettiği umumi anlamı delil
diye ileri sürmelerine imkan kalmaz ve zikrettiğimiz diğer naslar ile bu
buyruğun umumu tahsis edilmiş olmaktadır.
Durum böyle olduğuna
göre, o halde uygun olan, açıkladığımız şekilde ayetin tahsis edilmiş olduğunu
kabul etmek veya İbn Abbas'tan söylediği nakledilen şu kanaate göre hamledilmiş
olduğunu kabul etmektir.
İbn Abbas der ki: Ayet-i
kerimede geçen "kasten öldürmek"den maksat, onun öldürülmesini helal
kabul etmektir. Bu ise, icma ile küfre varır.
Bir başka topluluk da
şöyle demektedir: Katil tevbe etsin yahut etmesin ilahi meşiete bağlıdır. (Yani
Allah dilerse onu azaplandırır, dilerse azaplandırmaz). Bunu da Ebu Hanife ve
arkadaşları söylemiştir.
Eğer; Yüce Allah'ın:
"Cezası, orada ebediyyen kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazab etmiş
... " buyruğu zaten böylesinin kafir olduğuna delildir, çünkü Yüce Allah,
ancak imandan çıkmış bir kafire gazab eder; denilecek olursa, deriz ki: Bu bir
tehdittir. Yapılan tehdidi gerçekleştirmemek ise bir lütuf ve bir keremdir.
Nitekim şair şöyle demiştir: "Gerçek şu ki, ben ne zaman onu tehdit eder
veya ona vaadde bulunursam Tehdidimi gerçekleştirmem, fakat verdiğim sözü
yerine getiririm." Bu (açıklama) daha önceden geçmiştir.
İkinci bir cevap: Şayet
Allah, ona bunun cezasını verecek olursa ... böyle cezalandırır, demektir. Yani
günahının büyüklüğü dolayısıyla o buna layıktır, böyle bir cezayı hakeder
demektir. Bunu Ebu Miclez, Lahik b. Humeyd ile Ebu Salih ve başkaları böylece
ifade etmişlerdir.
Enes b. Malik de
Resulullah (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Allah bir
kula sevap vadedecek olursa onu yerine getirir. Eğer ona ceza tehdidinde
bulunacak olursa, bu da Allah'ın dilemesine (meşietine) bağlıdır. Dilerse onu
cezalandırır, dilerse onu affeder."
Ancak bu son iki te'vil
şeklinde su götürür taraflar vardır. Birincisini ele alalım. el-Kuşeyrı der ki:
Böyle bir açıklama su götürür. Çünkü Yüce Rabbimizin buyruğu, değişikliği ve verilen
sözü değiştirmeyi kabil değildir. Ancak, bu buyrukla umumi olanın tahsis
edilmesinin kastedilmesi müstesna. O taktirde bu, konuşmalarda caizdir.
İkincisine gelince, şüphesiz merfu' olarak yapılan bu rivayet (Enes'in hadis
rivayeti) ile ilgili olarak en-Nehhas şöyle demektedir: Bu açıklama şeklindeki
yanlışlık gayet açıktır.
Çünkü Yüce Allah:
"İşte bu, onların cezası kafir olmalarından ötürü ... cehennemdir"
(el-Kehf, 106) diye buyurmuş, fakat hiç kimse de, eğer onları cezalandıracak
olursa cehennemle cezalandıracaktır, dememiştir. Ayrıca Arap dili açısından da
böyle bir açıklama hatalıdır. Çünkü bu buyruktan sonra: "Allah ona gazab
etmiş ... " diye buyurmaktadır. Bu ise onu cezalandıracaktır anlamındadır.
Üçüncü bir cevap: Böyle
bir kimse, şayet tevbe etmez, günahlarında ısrar eder ve Rabbinin huzuruna
küfür ile çıkacak olursa, isyanı sebebiyle cezası cehennemdir". Hibetullah
"en-Nasih ve'l-Mensuh" adlı eserinde şöyle der:
Bu ayet-i kerime, Yüce
Allah'ın: "Şüphesizki Allah kendisine ortak koşanı affetmez. Ondan
başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder" (en-Nisa, 48 ve 116) buyruğu ile
nesh olunmuştur. Bu hususta, insanların icmaı vardır.
Ancak İbn Abbas ile İbn
Ömer, bu ayetin muhkem olduğunu söylemişlerdir. Şu kadar var ki, onun bu dediği
de su götürür, çünkü konu umum ve umumun tahsisi konusudur, nesh konusu
değildir. Bu da İbn Atiyye'nin görüşüdür.
Derim ki: Bu güzel bir
açıklamadır. Çünkü nesh, haberler hakkında sözkonusu olmaz. Çünkü buyruğun
manası, Allah onu cezalandıracaktır, şeklindedir. en-Nehhas da Meanli'l-Kur'an
adlı eserinde şunları söylemektedir: Nazar ehli (ilahi buyrukları iyice tetkik
eden kimseler) alimlerine göre bu husustaki görüş, buyruğun muhkem olduğu ve
tevbe etmediği takdirde onu cezalandıracağı şeklindedir. Şayet tevbe edecek
olursa durumunu: "Şüphesiz ki ben, tevbe eden, iman eden ... kimseye çok
çok mağfiret ediciyim" (Ta-Ha, 82) buyruğu ile açıklamış bulunmaktadır.
İşte bu da (kasten katil de) bunun kapsamı dışında değildir. Diğer taraftan
ebedi kalmak, ifadesi (her zaman) devamlılığı gerektirmeyebilir.
Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Senden önce hiçbir kimseye ebedilik vermedik. (Çok uzun
ömür vermedik)" (el-Enbiya, 34) diye buyurulmaktadır. Yine bir başka yerde
şöyle buyurulmaktadır: "Malının gerçekten kendisine ebedi hayat verdiğini
sanır." (el-Hümeze, 3)
Şair Züheyr de şöyle
demektedir: "Ve ebedi hiçbir şeyi (görmüyorum); şu sapasağlam duran
dağlardan başka."
İşte bütün bunlar,
ebedilik (el-Huld) kelimesinin bazan ebedi kalmak anlamından başka bir anlamda
da kullanıldığını göstermektedir. Çünkü bilindiği gibi dünyanın zeval
bulmasıyla bunlar (dağlar) ve ayet-i kerimede sözü edilen ebedilikler zeval
bulacaktır.
Aynı şekilde Araplar da
şöyle demektedir: "Yemin olsun ki, filan kişiyi ebediyyen hapiste
bırakacağım." Ancak, hapisin sonu gelir ve biter. Hapsolunan kimsenin
durumu da böyledir.
Dua ederken kullanılan
şu sözler de bu kabildendir: "Allah mülkünü daim kılsın, günlerini de
ebedileştirsin." Bütün bu hususlara dair bu açıklamalar, hem lafzan, hem
de mana itibariyle daha önceden geçmiş bulunmaktadır. (el-Bakara, 35. ayetin
tefsiri),
Yüce Allah'a hamd olsun.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN