NİSA 86 |
وَإِذَا
حُيِّيْتُم
بِتَحِيَّةٍ
فَحَيُّواْ بِأَحْسَنَ
مِنْهَا
أَوْ
رُدُّوهَا إِنَّ
اللّهَ
كَانَ عَلَى
كُلِّ شَيْءٍ
حَسِيباً |
86. Bir selamla
selamlandığınızda siz ondan daha güzeli ile selamı alın veya aynısıyla karşılık
verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını hakkıyla yapandır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı oniki başlık halinde sunacağız:
1- Tahiyye'nin, Yani Selam'ın Anlamı:
2- Ayet-i Kerimenin Manası ve
Selamlaşmaya Dair Bazı Hükümler:
3- Selamın Daha Güzeli İle Alınması:
4- Selamlaşmada Tercih Edilen İfade
Şekli:
5- Selamı Alırken Selam Verenin Önce
Anılması:
6- Selamlaşmaya Dair Diğer Hükümler:
8- Selam Şekli ve Adabı:
9- Kafirin Selamını Almak:
10- Zimmet Ehlinin Selamını Almanın
Hükmü:
11- Kimlere Selam Verilmez:
12- Selam Vermenin ve Almanın Ecri:
1- Tahiyye'nin, Yani
Selam'ın Anlamı:
Yüce Allah'ın: "Bir
selamla selamlandığınızda" buyruğundaki "et-tahiyye" kelimesi,
(...)'den (...) kipine sokulmuş bir kelimedir. Bunun aslı ise (...)'dır.
"Ya" harfinin biri ötekine idğam edilmiştir.
Tahiyya, selam demektir.
Tahiyye, aslında hayatının devamı için dua etmek anlamındadır.
"et-Tahiyyatü lillahi" ise, afetlerden kurtulmuş olmak, uzak olmak
Allah içindir, demektir. Bunun mülk anlamında olduğu da söylenmiştir. Abdullah
b. Salih el-İcli der ki: el-Kisai'ye "et-tahiyyatü lillahi" sözünün
ne anlama gelidiğini sordum. o: et-Tahiyyat, el-Berekat gibidir. Bu sefer ben:
Peki, el-Berekat ne demektir diye sordum: Buna dair birşey işitmiş değilim,
dedi.
Yine bunlara dair
Muhammed b. el-Hasen'e sordum, o da: Bu, Allah'ın kendisiyle kullarının
kendisine ibadet etmesini istediği bir sözdür, dedi. Daha sonra Kufe'ye geldim.
Kufe'de Abdullah b. İdris ile karşılaştım, ona şöyle dedim:
Ben, el-Kisai'ye de,
Muhammed'e de "et-tahiyyatü lillahi" sözünün ne anlama geldiğini
sordum da, her ikisi de bana şöyle şöyle cevap verdiler. Bu sefer Abdullah b.
İdris bana şöyle dedi: İkisinin de şiir bilgileri ve bu gibi şeylere dair
bilgileri yoktur.
Tahiyye, mülk demektir,
dedikten sonra şu beyiti okudu:
"Onunla, Ebu
Kabus'un üzerine yürüyorum, ta ki, Onun tahiyyesi (mülkü) üzerine askerlerimle
varıp (devemi) çöktürünceye kadar."
İbn Huveyzimendad da şu
beyiti şöylece zikretmektedir: "Onunla Nu'man'a doğru gidiyorum ta ki,
Askerlerimle mülkü (tahiyyesi) üzerine (devemi) çöktürünceye kadar."
Burada
"tahiyyesi" ile kastettiği onun mülküdür. Bir diğer şair de (Züheyr
b. Cenab el-Kelbl) şöyle
demektedir: "Bir delikanlının nail olduğu herşeye şüphesiz Ben de nail
oldum; tahiyye (mülk) müstesna."
el-Kutebi der ki:
Tahiyyat duasında: "Et-Tahiyyatu lillahi" şeklinde tahiyyat'ın çoğul
olarak zikredilmesi şundan dolayıdır: Yeryüzünde değişik tahiyyelerle
selamlanan hükümdarlar, krallar vardır. Onlardan kimisine lanetten uzak
durasın, anlamında; (...) denilirdi, kimisine de: Esenlikte ve nimet içerisinde
olasın, anlamında; (...) denir, kimisine de bin yıl yaşayasın, denilirdi. Bize
de: Tahiyyat yalnız Allah'ındır, deyiniz diye emrolundu. Yani mülk ve
egemenliğe delalet eden bütün sözler ile bunlar, kinaye yoluyla ifade eden
bütün sözler, Yüce Allah'ındır.
Bu ayet-i kerimenin daha
önceki buyruklarla ilişki yönüne gelince; Yüce Allah diyor ki: Daha önceden
emrolunduğu şekilde cihada çıkıp da, bu cihad yolculuğunuz esnasında size,
İslam selamı ile selam verilecek olursa, sakın size bu şekilde selam verenlere,
sen mü'min değilsin demeyiniz. Aksine, ona selamını alarak karşılık veriniz.
Çünkü böylelerinin üzerine İslam hükümleri caridir.
2- Ayet-i Kerimenin
Manası ve Selamlaşmaya Dair Bazı Hükümler:
İlim adamları ayetin
manası ve te'vili hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbn Vehb ile İbnü'l-Kasım,
Malik'ten bu ayet-i kerimenin, aksırana "yerhamukellah" demek ile,
"yerhamukellah" diyene karşılık vermek hakkındadır. Ancak bu görüş
zayıftır. Bu ayetin sözlerinde buna delalet eden bir şey yoktur. Aksırana
''yerhamukellah" diyerek cevap vermek ise, kıyas yoluyla selamı almanın
kapsamına girmektedir. Eğer İmam Malik'ten bu sözü söylediği sahih olarak
rivayet edilmişse, Malik'in anlatmak istediği bu olmalıdır. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
İbn Huveyzimendad der
ki; Eğer hibe sevap için (hibeye karşılık verilmesi şartıyla yapılan hibe) ise,
ayet-i kerimenin buna hamledilmesi caiz olabilir. Birisine karşılık vermesi
şartıyla hibede bulunulacak olursa, o da mu hayyerdir. Dilerse o hibeyi kabul
etmeyip reddeder, dilerse hibeyi kabul eder ve onun karşılığında kıymetini
verebilir.
Derim ki; Ebu Hanife'nin
arkadaşları da bu kabilden görüşlerini belirtmiş ve şöyle demişlerdir: Buradaki
tahiyye'den kasıt, Yüce Allah'ın; "Veya aynısıyla karşılık verin"
buyruğu dolayısıyla hediyedir. Çünkü selamın aynısıyla geri verilmesine imkan
yoktur. İfadenin zahiri de, tahiyye'nin aynı geri verilmesini gerektirmektedir
ki, bu da hediyedir. Hediyeyi kabul etmesi halinde, ya onun ivazını vermesi, ve
yahutta aynısını iade emrolunmuştur. Selamda ise böyle birşeye imkan yoktur.
Sevap (karşılık) şartı ile hibede bulunmanın ve bu şartla hediye vermenin
hükmüne dair açıklamalar, ileride er-RCım Suresi'nde Yüce Allah'ın: "Artış
göstersin diye ... verdiğiniz herhangi bir şey" (er-Rum, 39) buyruğunu
açıklarken inşaallah gelecektir.
Şu kadar varki, doğru
olan burada tahiyye'den kastın selam vermek olduğudur. Çünkü Yüce Allah bir
başka yerde: "Onlar sana geldikleri zaman, Allah'ın seni selamlamadığı
tahiyye ile selamlarlar" (el-Mücadele, 8) diye buyurmaktadır. en-Nabiğa
ez-Zübyani de şöyle demiştir: "Selamlıyor (tahiyye) onları aralarındaki
beyaz cariyeler. Kırmızı ipek örtüler ise, birbirine çatılmış sopalar
üzerinde."
Şair de burada
"tahiyye" ile selam vermeyi kastetmiştir. Müfessirler topluluğu da bu
görüştedir. Bu husus bu şekilde anlaşıldığına göre, ayet-i kerimenin fıkhı
incelikleri ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:
İlim adamları, icma ile
şunu kabul etmişlerdir: Önce selam vermek, teşvik edilmiş bir sünnettir, Selamı
almak ise, bir farizadır. Çünkü Yüce Allah; "Siz ondan daha güzeli ile
selamı alın veya aynısıyla karşılık verin" diye buyurmuştur.
Ancak, bir topluluk
arasından bir kişi selamı alacak olursa, bunun yeterli olup olmayacağı
hususunda görüş ayrılıkları vardır. Malik ile Şafii, bunun yeterli olacağını ve
müslüman bir kimsenin selam verenin sözünün aynısı ile selamını almış olacağı
görüşündedirler. Kufeliler ise, selam almanın muayyen farzlardan (farz-ı
ayn'lardan) olduğu görüşünde olup şöyle derler; Selam vermek, selam almaktan
farklıdır. Çünkü selam vermek tatavvu (nafile bir ibadet) dir. Onu almak ise
bir farizadır. Topluluk arasındaki bir gayri müslim, verilen selamı alacak
olursa, bu topluluğun üzerindeki selam alma farzını kaldırmaz. İşte bu da selam
almanın bizzat her kişinin ayrı bir görevi olduğunun delilidir. Katade ve
el-Hasen der ki: Namaz kılan bir kimseye selam verilecek olursa, sözlü olarak
selamı alır ve bu şekilde selam alması, onun namazını yarı da kesmiş olmaz.
Çünkü o emrolunduğu bir işi yapmıştır.
Ancak, buna muhalefet
etmişlerdir. Birinci görüşün sahipleri, Ebu Davud'un, Ali b. Ebi Talib'den,
onun da Peygamber (s.a.v.)'den şu buyruğunu delil gösterirler: "Bir
topluluk bir yerden geçtikleri takdirde, onlardan birisinin selam vermesi
yeterli olduğu gibi, oturanlardan da birisinin o selamı alması
yeterlidir." Bu buyruk ise, görüş ayrılığı olan noktada açık bir nass (bir
delil) dir.
Ebu Ömer (b.
Abdi'I-Berr) der ki: Bu, muarızı (onunla çatışan) bulunmıyan hasen bir
hadistir. İsnadında Said b. Halid diye bir ravi vardır ki, bu da Medine'li
Huzaalılardan, Said b. Halid'dir. Bazı hadis alimlerine göre onun
rivayetlerinde bir sakınca yoktur. Kimisi de bunun zayıf bir ravi olduğunu
söylemiştir. Böyle diyenler arasında Ebu Zur'a, Ebu Hatim ve Yakub b. Şeybe de
vardır. Ayrıca bunlar, onun bu hadisini münker kabul etmişlerdir. Çünkü, bu
senet ile bu hadisi yalnızca o rivayet etmiştir. Diğer taraftan Abdullah b.
elFadl, Ubeydullah b. Ebi Rafi'den hadis dinlemiş değildir. İkisinin arasında bundan
başka birkaç hadiste el-A'reç de vardır. Doğrusunu bilen Allah'tır.
Yine bu görüşü
savunanlar, Hz. Peygamberin: "Az topluluk, çok topluluğa selam verir"
buyruğunu delil gösterirler. Ayrıca ilim adamları, bir kişinin topluluğa selam
verebileceğini icma ile kabul edip, kalabalık sayısınca selamını tekrarlamasına
gerek olmadığını benimsediklerine göre, aynı şekilde bir kişi de topluluk adına
selamı alır ve diğerlerinin bu konuda vekili olarak hareket eder. Farz-ı
kifayelerde olduğu gibi.
Malik de Zeyd b.
Eslem'den Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Binek üstünde olan yürüyene selam verir. Bir topluluk arasından bir kişi
selam verecek olursa, bu hepsi için yeterli olur."
İlim adamlarımız der ki:
İşte bu, bir kişinin selamı almasının yeterli olduğuna delildir. Zira, ancak
vacip olan hususlarda "onlar için yeterli olur" tabiri kullanılır.
Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
Derim ki: İşte ilim
adamlarımız bu hadisi böylece te'vil etmiş (yorumlamış) ve bir kişinin selamı
almasının caiz olacağına dair bunu delil kabul etmişlerdir. Ancak çok
rahatlatıcı bir delil olarak görülemez.
3- Selamın Daha Güzeli
İle Alınması:
Yüce Allah'ın:
"Ondan daha güzeli ile selamı alın veya aynısıyla karşılık verin"
buyruğunda sözü geçen selamın daha güzeli ile alınması, "selamun
aleyküm" diyen kimseye fazladan: "Aleykesselam ve rahmetullah"
diye karşılık vermek suretiyle olur. Eğer: "Selamun aleyke ve
rahmetullah" diyecek olursa, selamı alan kimse "ve berakatuhu"yu
ekler. İşte selamın nihai şekli budur, bundan fazlası ile selam alınmaz. Yüce
Allah, -ileride yeri gelince açıklanacağı üzere- o şerefli hane halkından:
"Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun" (Hud, 73) diye
selamlandıklarını haber vermektedir. Şayet, selam veren nihai şekliyle selam
verecek olursa, selamı alan sözünün başına "vav" harfini ilave
ederek: "Ve aleykesselamu ve rahmetullahi ve berakatuhu" diye
karşılık verir. Misliyle selamı almak ise, "esselamu aleyke" diyene,
"aleykesselam" diye karşılık vermektir. Şu kadar varki, kendisine
selam verilen kişi bir kişi olsa dahi, bütün selamlamaların çoğullafzı ile
olması gerekmektedir. (Esselamu aleykum ve aleykumusselam ... şeklinde).
el-A'meş, İbrahim
en-Nehai'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Tek kişiye selam verdiğin takdirde
"esselamu aleykum" de. Çünkü onunla birlikte melekler de vardır.
Selamın alınması halinde de bunun çoğullafzı ile olması gerekir. İbn Ebi Zeyd
der ki: Selam veren esselamu aleykum der, selamı alan da ve aleykumu's-selam
diye karşılık verir. Veya ona söylenildiği gibi o da esselamu aleykum der. İşte
Yüce Allah'ın: "Veya aynısıyla karşılık verin" buyruğunun anlamı
budur. Selamı alırken (tekil olarak) selamun aleyke (selam senin üzerine olsun)
diye söylenmez.
4- Selamlaşmada Tercih
Edilen İfade Şekli:
Selamlaşmada tercih
edilen ve edebe uygun olan, Yüce Allah'ın isminin (esSelam lafzının) mahlukun
isminden önce zikredilmesidir. Nitekim şanı Yüce Allah: "Selam olsun
İlyas'a" (es-Saffat, 130) diye buyurmaktadır. İbrahim (a.s) kıssasında da
şöyle buyurmaktadır: ''Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun ey hane
halkı!" (Hud, 73) Yine Hz. İbrahimden (babasına); "Selam sana"
(Meryem, 47) dediğini haber vermektedir.
Buharı ile Müslim'in
Sahih'inde Ebu Hureyre yoluyla gelen hadiste Resulullah (s.a.v.)'in şöyle
buyurduğu rivayet edilmektedir:
Aziz ve celil olan Allah
Ademi, boyu altmış zira olmak üzere (Adem'in kendi suretinde yaratmıştır.) Onu
yaratınca: Git şu topluluğa selam ver dedi. -Bunlar meleklerden oturmakta olan
bir topluluktu.- Onların sana ne şekilde selam vereceklerini dinle. Bu senin ve
senin soyundan geleceklerin selamı olacaktır. Bunun üzerine Adem gidip,
esselamu aleykum dedi. Onlar da esselamu aleyke verahmetullah dediler.
-Böylelikle fazladan ona "verahmetullah" diye karşılık verdiler- İşte
cennete girecek olan herkes, Ademin sureti üzre boyu altmış zira olarak
girecektir. Ondan sonra insanlar şu ana kadar hilkat itibariyle eksilmeye devam
etmektedirler."
Derim ki: Bu hadis-i
şerif, sahih olmanın yanında yedi hususu da ifade et-
mektedir:
1. Hz. Adem'in
yaratılışının niteliğini haber vermektedir.
2. Allah'ın lütfuyla biz
cennete bu surete sahip kılınarak gireceğiz.
3. Az sayıda olanların
çok olanlara selam vermesi,
4. Yüce Allah'ın adının
öne alınması,
5. Benzeriyle selam
vermek. Çünkü onlar da esselamu aleykum diye selamı almışlardı.
6. Selamı alırken ona
ilavede bulunmak.
7. Küfelilerin
belirttikleri şekilde selam verilenlerin tümünün selamı almaları. Doğrusunu en
iyi bilen Allahtır.
5- Selamı Alırken
Selam Verenin Önce Anılması:
Selamı alırken,
kendisine selam vereni önce anacak olursa, haram ya da mekruh işlemiş olmaz.
Çünkü Peygamber (s.a.v.)'ın bu şekilde selam aldığı sabit olmuştur. Hz.
Peygamber, güzel bir şekilde namaz kılamayan adamın, kendisine verdiği
selamını: "Ve aleykesselam. Hadi geri dön (bir daha) namaz kıL. Çünkü sen
namaz kılmış olmadın" diye cevap vermişti.
Hz. Aişe de Peygamber
(s.a.v.)'ın Hz. Cebrail'in kendisine selam gönderdiğini haber verince; "Ve
aleyhisselam ve rahmetullah" diye selamını almıştı. Bunu da Buhari rivayet
etmiştir.
Hz. Aişe'nin hadisindeki
fıkhi inceliklerden birisi de şudur: Bir kişi bir başka kişiye selam gönderecek
olursa, doğrudan doğruya ona selam veriyormuş gibi onun selamını alması
gerekir.
Bir adam Peygamber
(s.a.v.)'a gelip: Babam sana selam gönderdi deyince Hz. Peygamber de:
"Aleyke ve ala Ebikesselam" yani, sana ve babana selam olsun, diye
selamını almıştır. Nesai ve Ebu Davud, Cabir b. Süleym'den şöyle dediğini
rivayet etmektedirler: Rasülullah (s.a.v.) ile karşılaştım ve:
"Aleykesselamu ya Rasulallah (Sana selam olsun ey Allah'ın Resulü) dedim,
O da: Aleykesselamu deme. Çünkü aleykesselam, ölüye selam şeklidir. Fakat bunun
yerine esselamu aleyke de."
Şu kadar var ki, bu
hadis sabit değildir. Ancak; Arapların kötü hususlarda beddua ettikleri kişinin
adını başa almaları adetleridir. Mesela araplar:
Üzerine olsun Allah'ın
laneti ve Allah'ın gazabı, derler.
Yüce Allah da şöyle
buyurmuştur: "Ve senin üzerinedir lanetim kıyamet gününe kadar." (Sad,
78) Yine ölmüşlere selam verirken şairlerin alışageldikleri ve adet edindikleri
usul de bu idi. Şu beyitlerinde olduğu gibi:
"Sana olsun
Allah'ın selamı, ey Kays b. Asım! Ve rahmeti, rahmet dilemeyi murad
ettikçe."
Bir diğer şair eş-Şemmah
da şöyle demektedir: "Sana selam bir emirden ve bereket ihsan etsin
Allah'ın kudret eli, o paramparça olmuş deri çadıra."
Hz. Peygamberin ona bu
şekilde selam vermesini yasaklayış sebebi, ölüler hakkında meşru olan selam
lafzının bu oluşundan dolayı değildir. Hz. Peygamberin hayatta olanlara selam
verdiği şekilde ölülere de selam verdiği ve şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
"Ey mü'minler topluluğunun diyarı, selam sizlere, Allah'ın izniyle biz de
sizlere kavuşacağız."
Hz. Aişe (r.anha) de
şöyle sormuştu: Ey Allah'ın Resulü, kabristana girdiğim takdirde ne söyleyeyim?
Şöyle buyurdu: "Selam sizlere ey mü'minler diyarının sakinleri" de.
İleride Yüce Allah'ın
izniyle et-Tekasur Süresi'nde (102. Süre); kabir ziyaretine dair açıklamalar
gelecektir.
Derim ki: Hz. Aişe'nin
rivayet ettiği hadis ile diğerlerinin kabristandan geçip oraya yaklaşma
sırasında bütün kabir ahalisine selam vermek hakkında; Cabir b. Süleym'in
rivayet ettiği hadisin de yalnızca kabir ziyareti kastıyla oradan geçiş
hakkında olması da muhtemeldir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
6- Selamlaşmaya Dair
Diğer Hükümler:
Binekli olanın yürüyene,
ayakta olanın oturana, azınlığın çoğunluğa selam vermeleri sünnettendir. Ebu
Hureyre'nin rivayet ettiği Müslim'in Sahihinde yer alan hadis-i şerifte böyle zikredilmiştir.
Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Binekli olan
yürüyene selam verir ... "
Bu hadiste mertebe
itibariyle yüksek olduğundan dolayı binek üzerinde olandan başlamaktadır.
Ayrıca bu binekliyi büyüklenmekten uzaklaştırır. Yürüyen hakkında da binekli
hakkında söylendiği gibi söylenmiştir. Yine şöyle denilmiştir: Oturanın, vekar,
sebat ve sükun hali üzere olduğundan dolayı yürüyene göre üstün bir meziyeti
vardır. Zira yürüyenin hali bunun tam aksidir. Azınlığın çoğunluğa selam
vermesine gelince, bu da müslümanların çokluğunun ve çoğunluğunun şerefine
riayetten dolayıdır. Buhari hadis-i şerif te ayrıca: "Küçük de büyüğe
selam verir" fazlalığını da kaydetmektedir.
Büyüğün küçüğe selam
vermesine gelince, Eş'as, el-Hasen'den küçük çocuklara selam verilmesi
görüşünde olmadığını rivayet etmektedir. O der ki: Çünkü selamın alınması bir
farzdır. Küçük çocuğun ise selam verme yükümlülüğü yoktur. O halde küçük
çocuklara selam vermemek gerekir. İbn Sirin'den ise, onun küçük çocuklara selam
vermekle birlikte onlara sesini işittirmediği rivayet edilmiştir.
İlim adamlarının
çoğunluğu der ki: Küçük çocuklara selam vermek, onu terketmekten daha
faziletlidir. Buhari ile Müslim'de es-Seyyar'dan şöyle dediği nakledilmektedir.
Sabit ile beraber yürüyordum. Çocukların yanından geçti, onlara selam verdi. O
da, Enes ile birlikte yürürken, Enes'in çocukların yanından geçip, çocuklara
selam verdiğini zikretti. Enes de Peygamber (s.a.v.) ile birlikte yürürken,
çocukların yanından geçtiğini, onlara selam verdiğini zikretti. Bu Müslim'in
lafzıdır. Böyle davranmak, Hz. Peygamber'in büyük ahlakı cümlesindendir.
Bununla küçük çocukların bu gibi şeylere alıştırılmasına işaret olduğu gibi,
sünnetlerin öğretilmesine teşvik ve onların şer'i adap üzere eğitilmeleri de
sözkonusudur. O halde bunlara uymak gerekir.
Hanımlara selam vermek
ise caizdir. Ancak, şeytanın dürtmesi, yahut haince bir bakış suretiyle onlarla
konuşmaktan fitne korkusu dolayısıyla genç hanımlar bundan müstesnadır.
Yaşlanıp kocamış ve acuze olmuş hanımlara ise, sözünü ettiğimiz hususlardan
yana güven altında olunduğundan dolayı selam vermek güzeldir. Ata ve Katade'nin
görüşü budur. Malik ve ilim adamlarından bir gurup da bu kanaattedir.
Şu kadar var ki, Küfeli
alimler, selam verenin kadınlara mahrem olmaması halinde selam vermesini kabul
etmez ve şöyle derler: Ezan okumak, kamet getirmek, namazda Kur'an'ı açıktan
okumak kadınlardan sakıt olduğuna göre, selamı almaları da onlardan sakıttır. O
bakımdan hanımlara selam verilmez. Ancak sahih olan birinci görüştür.
Çünkü Buhari, Sehl b.
Sa'd'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bizler cuma günü gelmesinden dolayı
sevinirdik. Ona, neden diye sordum, dedi ki:
Bizim kocamış bir kadın vardı.
Bu kadın Budaa'ya -İbn Mesleme der ki: Medine'de bir hurmalığın adıdır-
birisini gönderir, oradan pazı kökleri aldırır, bunu tencereye koyar, üzerine
de birkaç tane arpa öğütür atardı. Cuma namazını kıldık mı, namazdan çıkıp onun
yanına gider, ona selam verirdik. O da bu pişirdiği yemeği önümüze getirir,
koyardı ve bundan dolayı sevinirdik. O sırada, ancak cuma namazını kıldıktan
sonra kaylule yapar (öğle vakti dinlenmeye çekilir) ve yemek yerdik."
8- Selam Şekli ve
Adabı:
Selamın da, selamın alınışının
da işitilecek sesle olması sünnettir. Parmakla veya elle işaret, Şafii'ye göre
yeterli değildir. Bize göre uzak olunması halinde yeterli gelir. İbn Vehb, İbn
Mes'ud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: es-Selam, aziz ve celil olan
Allah'ın isimlerindendir. Allah, onu yeryüzüne dağıttı. O bakımdan onu kendi
aranızda yaygınlaştırınız. Kişi, bir topluluğa selam verip de onlar da selamını
alacak olurlarsa, onlardan bir derece üstün olur. Çünkü onlara (bunu)
hatırlatmış olur. Şayet onlar selamını almayacak olurlarsa onlardan daha
hayırlı ve daha hoş olanlar onun selamını alırlar.
el-A'meş de, Amr b.
Murre'den, o, Abdullah b. el-Haris'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Kişi,
bir topluluğa selam verecek olursa, onlara bir derece üstünlüğü olur. Eğer onlar
selamını almayacak olurlarsa, melekler onun selamını alırlar ve onlara lanet
okurlar.
Selamı alan kişi,
cevabını işittirmelidir. Çünkü selam verene selamını aldığını işittirmiyecek
olursa, ona cevap vermiş, yani selamını almış olmaz. Nitekim, selam veren bir
kimse de eğer sesini selam verdiği kimselere işittirmeyecek olursa, ona selam
vermiş sayılmaz. Aynı şekilde selamı alanın da selamı aldığı işitilmiyecek
olursa, selama cevap vermiş olmaz. Peygamber (s.a.v.)'ın da şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir: "Selam verdiğiniz takdirde sesinizi işittiriniz.
Selamı aldığınız takdirde de sesinizi işittiriniz. Oturacak olursanız,
güvenlikle oturunuz. Kiminiz, kiminizin sözünü de alıp (başka yere)
taşımasın."
İbn Vehb der ki: Bana
Usame b. Zeyd, Nafi'den şöyle dediğini haber verdi: Şafii fakihlerinden
Abdullah b. Zekeriyya diye anılan bir adam ile yolda yürüyordum. Bineğimin
küçük abdestini bozmak için durması beni alıkoydu. Daha sonra ona yetiştim,
fakat selam vermedim. Bana, selam vermeyecek misin dedi. Şöyle dedim: Ama az
önce seninle beraberdim. Dedi ki: Dediğin gibi olsa dahi (yine vereceksin).
Çünkü Resulullah (s.a.v.)'ın arkadaşları birlikte yürürler, bir ağaç aralarına
girer, onları biribirinden ayırırdı. Fakat bir araya geldikleri vakit yine biri
ötekine selam verirdi.
9- Kafirin Selamını
Almak:
Kafirin selamını almanın
hükmüne gelince, selam verdiği takdirde ona: "Ve aleykum" denilerek
selamı alınır.
İbn Abbas ve başkaları
der ki: "Bir selamla selamlandığınızda" ayetinden maksat şudur: Eğer
bu selamı veren kişi mü'min ise, "siz ondan daha güzeli ile selamı
alın." Şayet size selamı veren bir kafir ise, Resulullah (s.a.v.)'ın
dediği şekilde o selam alınarak onlara: "Ve aleykum" denilir. Ata ise
der ki:
Ayet-i kerime yalnızca
mü'minler hakkındadır. Onların dışında selam veren olursa ona hadis-i şerifte
belirtildiği gibi "aleyke" diye cevap verilir.
Derim ki: Kafir'in
selamı alınırken "ve aleyke" diye vav harfi başa getirilerek selamın
alınacağı belirtildiği gibi, Müslim'in Sahih'inde vav'sız olarak sadece
"aleyke" diye gelmiştir. Manası açık olan rivayet de budur.
"Vav" ile birlikte selamın alınmasını ifade eden rivayetlerde ise,
anlaşılması güç olan bir taraf vardır. Çünkü, atıf edatı olan vav, ortaklığı
gerektirmektedir. Bu ise, onların bize ölüm ile beddua etmelerinde bizim de
onlarla beraber ortak olmamızı gerektirir. Bundan dolayı bunu te'vil edenlerin
farklı görüşleri vardır: Bu görüşler arasında en uygun olanı şöyle demektir:
Buradaki "vav", normal özelliği ile atıf içindir.
Şu kadar varki, bizim
onlara bedduamız kabul olunur. Fakat onların bize bedduaları kabul olunmaz.
Nitekim Peygamber (s.a.v.) da böyle ifade buyurmuştur. Bu "vav"ın
fazla olduğu da söylenmiştir, istinaf (cümle başı olmak üzere) olduğu da
söylenmiştir. Ancak en uygun olanı birinci görüştür.
"Vav"sız
rivayet mana itibariyle daha güzeldir. Ancak "vav"lı rivayet daha
sahih ve daha meşhurdur, ilim adamlarının çoğunluğu da bu rivayeti
benimsemiştir.
10- Zimmet Ehlinin
Selamını Almanın Hükmü:
Zimmet ehlinin selamını almak
hususunda görüş ayrılığı vardır. Müslümanların selamını almak gibi onların da
selamını almak vacip midir? İbn Abbas, eş-Şa'bi ve Katade, ayet-i kerimenin
umum ifade etmesini ve sahih sünnette onların selamının alınmasını emreden
buyrukları delil göstererek bu görüşü kabul etmişlerdir.
Eşheb ve İbn Vehb'in
kendisinden yaptığı rivayete göre Malik, bunun vacip olmadığı görüşündedir.
Eğer zimmet ehlinin selamını alacak olursak, yalnızca "aleyke" deriz.
İbn Tavus; zimmet ehlinin selamını alırken "Selam senin üstüne yükselsin;
yani selam üzerinden kalksın, diye cevap vermeyi tercih etmiştir.
Bazı ilim adamlarımız
ise, "essilam" demeyi tercih etmişlerdir. Bundan kasıt, taş'tır.
Malik ve başkalarının bu husustaki görüşleri hadis-i şerifte belirtilene uygun
ve yeterlidir. İleride Meryem Süresi'nde Hz. İbrahim'in babasına söylediği
haber verilen: "Selam sana" (Meryem, 47) buyruğunu açıklarken zimmet
ehline öncelikle selam vermeye dair açıklamalar gelecektir.
Müslim'in Sahih'inde Ebu
Hureyre'den Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş
olamazsınız. İşlediğiniz takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi size göstereyim
mi? Aranızda selamı yaygınlaştırınız."
İşte bu, selamın
müşrikler dışarda olmak üzere müslümanlar arasında yaygınlaştırılmasını
gerektirmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
11- Kimlere Selam
Verilmez:
Namaz kılana selam
verilmez. Selam verilecek olursa, namaz kılan mu hayyerdir. Dilerse parmağıyla
işaret ederek selamını alır, dilerse namazını bitirinceye kadar selamı almaz.
Namazı bitirdikten sonra selamı alır.
Def'i hacette bulunana
da selam vermemek gerekir. Verilecek olursa, selamı alma yükümlülüğü yoktur.
Böyle bir durumda iken adamın birisi Peygamber (s.a.v.)'ın yanına uğrar, Hz.
Peygamber ona şu cevabı verir: "Benim bu halde olduğumu görür veya bu
halde beni bulursan bana selam verme. Çünkü (bu haldeyken) bana selam verecek
olursan, senin selamını almam."
Kur'an okuyana da selam
vererek okumasını kesmeye sebep olunmaz.
Kur'an okuyana selam
verilecek olursa, muhayyerdir. Dilerse selamı alır, dilerse okumasını
bitirinceye kadar selamı almaz. Okumasını bitirdikten sonra selamı alır.
Avretini açmış olduğu halde hamama girene veya hamam ile ilgili bir
meşguliyette bulunana da selam verilmez. Bu durumda olmayana ise selam verilir.
12- Selam Vermenin ve
Almanın Ecri:
Yüce Allah:
"Şüphesiz Allah herşeyin hesabını hakkıyla yapandır" buyruğundaki
"hasib'' kelimesi, koruyup gözetleyici demektir. Bunun kafi gelen
anlamında olduğu da söylenmiştir. "Hasbukellah: Allah sana yeter"
ifadesinde olduğu gibi.
Katade der ki: Hasib
demek, hesaba çeken demektir. Beraber yemek yiyene (muvakil) anlamında ekil
denilmesi de böyledir. Bunun hesabtan fail vezninde bir kelime olduğu da
söylenmiştir. Burada bu sıfatın zikredilmesi gayet güzeldir. Çünkü ayet-i
kerimenin ifade ettiği mana, insanın yaptığından fazlasını alması yahut daha
azını veya tam karşılığını alması ile ilgilidir.
Nesai'de İmran b.
Husayn'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (s.a.v.)'ın yanında
bulunuyordum. Bir adam geldi ve selam vererek; esselamu aleykum dedi.
Resulullah (s.a.v.) onun selamını aldı ve: "On" diye buyurdu. Sonra
adam oturdu. Daha sonra bir başka kişi geldi, o da: Esselamu aleykum ve
rahmetullah dedi. Rasülullah (s.a.v.) onun da selamını aldı ve:
"Yirmi" dedikten sonra adam oturdu. Bir diğeri daha geldi ve:
Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhü dedi. Resulullah (s.a.v.) onun
da selamını aldı ve: "Otuz" dedi.
Görüldüğü gibi bu haber
tefsir edici bir haber olarak gelmiştir. O da şudur: Her kim müslüman kardeşine
selamun aleyküm diyecek olursa ona, on hasene yazılır. Eğer esselamu aleykum ve
rahmetullah diyecek olursa, ona yirmi hasene yazılır. Şayet esselamu aleykum ve
rahmetullahi ve berakatuhu diyecek olursa, ona otuz hasene yazılır. Selamı
alana da aynı şekilde ecir verilir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN