ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NİSA

84

فَقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ تُكَلَّفُ إِلاَّ نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ عَسَى اللّهُ أَن يَكُفَّ بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَاللّهُ أَشَدُّ بَأْساً وَأَشَدُّ تَنكِيلاً

 

84. Sen artık Allah yolunda savaş. Sen ancak kendinden sorumlusun. Mü'minleri de (cihada) teşvik et. Umulur ki Allah, o kafirlerin baskısını önler. Allah, kahrı da daha çetin olandır, ibret alınacak cezası da daha şiddetli olandır.

 

"Mü'minleri de (cihada) teşvik et. Umulur ki Allah, o kafirlerin baskısını önler"

1- Mü'minleri Cihada Teşvik:

2- Allah'ın Kafirlerin Baskısını Önleyeceğine Dair Vaadi:

3- Allah'ın Vaadinin Gerçekleşmesi:

 

Yüce Allah'ın: "Sen artık Allah yolunda savaş" buyruğundaki "fa" daha önce geçen Yüce Allah'ın: " ... Kim Allah yolunda savaşıp da öldürülür yahut zafer elde ederse, ona pek büyük bir mükafat vereceğiz." Sen artık Allah yolunda savaş" (en-Nisa, 74) buyruğu ile alakalıdır. Yani, bundan dolayı sen artık savaşmalısın, demektir. Bunun Yüce Allah'ın:

"Size ne oluyor ki Allah yolunda ... savaşmıyorsunuz." (en-Nisa, 75) "Sen artık Allah yolunda savaş" buyruğu ile alakalı olduğu da söylenmiştir.

 

Buyruğun ifade ettiği anlam şöyle gibidir: Yalnız başına olsan dahi, düşmanlarla cihadı ve düşmana karşı mü'min mustaz'afların yardımına koşmayı asla terk etme. Çünkü Yüce Allah kendisine zafer vaadinde bulunmuştur. ez-Zeccac der ki: Yüce Allah, Peygamberine tek başına çarpışacak olsa dahi cihad etmesini emretmiştir. Çünkü ona yardım taahhüdünde bulunmuştur.

 

İbn Atiyye der ki: Lafzın zahirinden anlaşılan budur. Şu kadar varki, savaşmanın ümmet dışarıda bırakılarak yalnız ona kısa bir süre dahi farz kılındığına dair herhangi bir haber gelmiş değildir. O halde buyruğun anlamı -doğrusunu en iyi bilen Allahtır- lafız itibariyle ona hitap olması şeklindedir. Bu da herkese özel olarak kendisine yapılan hitapIara bir örnektir. Yani, ey Muhammed ve senin ümmetinden olan herkese şu söz söylenmiştir: "Sen artık Allah yolunda savaş. Sen ancak kendinden sorumlusun." İşte bundan dolayı her mü'minin yalnız başına olacak olsa dahi cihad etmesi gerekir. Peygamber (s.a.v.)'ın: "Allah'a yemin ederim ki, boynum koparılıncaya kadar mutlaka onlarla savaşacağım"  buyruğu da bu kabildendir. Yine arapların irtidat ettikleri sırada Hz. Ebu Bekir'in söylediği: "Eğer sağ elim bu hususta bana muhalefet edecek olursa, sol elimle ona karşı cihad ederim" şeklindeki sözü de bu kabildendir.

 

Bu ayet-i kerimenin küçük Bedir sırasında nazil olduğu söylenmiştir. Ebu Süfyan, Uhud'dan ayrıldığı sırada Resulullah (s.a.v.) ile küçük Bedir panayırında buluşmak üzere sözleşmişti. Sözleşilen vakit gelince Rasülullah (s.a.v.) yetmiş süvari ile birlikte oraya çıkıp gittiği halde Ebu Süfyan oraya gelmediğinden herhangi bir savaş olmamıştır. Bu ise, daha önce Al-i İmran Süresi'nde geçtiği üzere Mücahid'in yaptığı açıklamaya uygun düşmektedir. (Al-i İmran, 172. ayetin tefsiri!

 

Buna göre ayetler arasındaki ilişki ve buyruğun burada yer almasının izahı şöyle yapılır: Yüce Allah münafıkları daha önceden olayları karıştırmak ve asılsız sözleri yaygınlaştırmak ile nitelendirdi. Daha sonra da Peygamber (s.a.v.)'a onlardan yüz çevirip, bu hususta hiçbir kimse ona yardım etmeyecek olsa dahi, Allah yolunda ciddi ve gayretli bir şekilde savaşmasını emretti.

 

Yüce Allah'ın:"Sen ancak kendinden sorumlusun" buyruğundaki (...): Mükellef tutulursun, buyruğu geniş zaman fiili olduğundan dolayı merfu'dur. Cezm edilmeyiş sebebi ise, birinci emrin illeti (sebebi) olmadığından dolayıdır. el-Ahfeş ise bunun cezminin mümkün olduğunu iddia etmiştir. "Ancak kendin" buyruğu ise, faili zikredilmeyen (meçhul fiilin) haberidir. Yani: Sen başkasının da bunu yapması için mecbur edilmezsin ve bundan dolayı da sorumlu tutulmazsın.

 

 

[ - ]

Yüce Allah'ın: "Mü'minleri de (cihada) teşvik et. Umulur ki Allah, o kafirlerin baskısını önler" buyruğuna dair açıklamalarımızı da üç başlık halinde sunacağız:

 

1- Mü'minleri Cihada Teşvik:

2- Allah'ın Kafirlerin Baskısını Önleyeceğine Dair Vaadi:

3- Allah'ın Vaadinin Gerçekleşmesi:

 

1- Mü'minleri Cihada Teşvik:

 

"Mü'minleri de teşvik et" onları cihada ve savaşmaya teşvik et. Birisini bir işi yapmaya emredip teşvik ettiğini ifade etmek üzere; (...) denilir. Arapçada; (...) fiilleri de aynı anlamda olmak üzere teşvik ve ısrarla devam etti, anlamını vermektedir.

 

2- Allah'ın Kafirlerin Baskısını Önleyeceğine Dair Vaadi:

 

Yüce Allah'ın: "Umulur ki Allah, o kafirlerin baskısını önler" buyruğu bu konuda bir umut vermektedir. Yüce Allah'ın umutlandırması ise, vücub ifade eder. Bununla birlikte arapçada da umutlandırmak vücup ifade etmek anlamında kullanılmıştır. Yüce Allah'ın: "Kıyamet gününde günahını mağfiret etmesini umduğum da O'dur" (eş-Şuara, 82) buyruğu da bu kabildendir.

 

İbn Mukbil der ki: "Benim onlar hakkındaki kesin kanaatim ummak gibidir. Onlar kupkuru bir arazide bulunduklarında;

 

Örnek, deyim ve atasözü mesabesindeki şiirleri karşılıklı söyleyip duruyorlar."

Yüce Allah'ın: "Allah kahrı da daha çetin olandır" yani savleti daha çetin olandır, saltanat ve egemenliği daha büyük olandır. Dilediğini gerçekleştirme gücü daha çok ve daha muktedir olandır. "İbret alınacak cezası da daha şiddetli olandır." Cezalandırması da daha güçlü olandır. Bu açıklamalar el-Hasen ve başkalarından yapılmıştır. İbn Düreyd der ki: (...): Allah onu ibretli bir ceza ile karşı karşıya bıraktı, demektir. Menkel ise insana ibretli ceza veren şey demektir. Şair der ki: "Ve ben onların arkalarına menkel Cibrerli ceza olacak şey) atıyorum."

 

3- Allah'ın Vaadinin Gerçekleşmesi:

 

Birisi kalkıp: Biz kafirleri güç ve kuvvete sahip olarak görmekteyiz. Sizler ise Allah'ın umutlandırmasının kesinlik ifade ettiğini söylemektesiniz. Peki bu vaad nerede? diye soracak olursa, ona şöyle cevap verilir: Allah tarafından verilen bu vaad gerçekleşmiştir. Onun, gerçekleşmiş olması, sürekli ve devamlı olmasını gerektirmez. Mesela bir an dahi bu vaad gerçekleşecek ve ortaya çıkacak olursa, verilen bu söz doğru olarak yerini bulmuş demektir. Yüce Allah, küçük Bedir'de müşriklerin satvetini alıkoymuş, önlemiştir. Böylelikle onlar daha önce söz verdikleri savaşa gelip çarpışmak ahidlerini yerine getirmemiş oldular. "Allah savaş hususunda mü'minlere el verdi (onlara yetti)." (el-Ahzab, 25) Yine Hudeybiye antlaşmasını bozmak ve fırsatı değerlendirmek isteklerini gerçekleştirmelerine de imkan tanımadı. Müslümanlar, onların ne yapmak istediklerinin farkına vardılar, çıkıp onları esir olarak yakaladılar. Bu durum ise, elçiler barış için arada gidip gelirken gerçekleşmişti.

İşte ileride de geleceği üzere Yüce Allah'ın: "O, onların ellerini sizden çekendi" (el-Feth, 24) buyruğu ile kastedilen de budur. Yüce Allah Ahzab gazvesinde gelen kafir güruhlarının kalplerine korkuyu salmış, onlar da herhangi bir savaş ve çarpışma olmaksızın geri dönmüşlerdi. Yüce Allah'ın:

 

"Allah savaş hususunda mü'minlere el verdi" (el-Ahzab, 25) buyruğunda olduğu gibi. Yahudiler de mü'minler kendileriyle savaşmadan yurtlarını ve mallarını bırakıp gitmişlerdi. İşte bütün bunlar Yüce Allah'ın mü'minlerden uzaklaştırmış olduğu baskılar kabilindendir. Bununla beraber, yahudi ve hıristiyanlardan çok sayıda kimseler ve büyük kalabalıklar, küçülmüşler olarak cizye yükümlülüğünün altına girdiler, zelil ve hakir olarak savaşmayı terk ettiler. Allah, böylelikle onların mü'minlere yapabilecekleri baskılarını önlemiş oldu. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun .

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Nisa 85

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR