ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NİSA

4

وَآتُواْ النَّسَاء صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةً فَإِن طِبْنَ لَكُمْ عَن شَيْءٍ مِّنْهُ نَفْساً فَكُلُوهُ

هَنِيئاً مَّرِيئاً

 

4. Kadınlara mehirlerini hoşnutlukla verin. Bununla beraber gönül hoşluğu ile size onun bir kısmını bağışlarlarsa onu afiyetle yeyin.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:

 

1- Kadınlara Mehir Verme Gereği:

2- Kadına Mehir Vermenin Hükmü:

3- Mehir Allah'ın Kadınlara Bir Bağışıdır:

4- Kadının Mehrini Bağışlaması:

5- Mehrini Bağışlayan Kadının Bağışından Vazgeçmesi:

6- Kadının Şart Koşarak Mehrini Bağışlaması:

7- Azad Etmek Mehir Olur mu?

8- (-nefsan-) Kelimesinin Nahiv Açısından Durumu:

9- Mehirden Yemenin Mübah Oluşu:

10- Bağışlanan Mehrin Katıksız Helal Oıuşu:

 

1- Kadınlara Mehir Verme Gereği:

 

Yüce Allah'ın: "Kadınlara mehirlerini hoşnutlukla verin" buyruğundaki "Mehirler" kelimesi çoğul olup bunun tekili (...) kelimesidir. el-Ahfeş dedi ki: Temimoğulları bunun tekilini (...) diye çoğulunu da: (...) diye söylerler. Bununla birlikte istendiği takdirde ("dal" harfi) üstün ile de okunabilir, sakin de okunabilir. el-Mazini dedi ki: Kadının mehrini ifade etmek üzere "sad" harfi esreli olarak "sidak" denilmekle birlikte, fethalı olarak (sadak şeklinde) denilemez. Yakub ve Ahmed bin Yahya da en-Nehhas'dan bunun üstün ile okunabileceğini nakletmişlerdir.

 

Bu ayet-i kerimede hitap kocalaradır. Bu görüş İbn Abbas, Katade, İbn Zeyd ve İbn Cüreyc'in görüşüdür. Yüce Allah kocalara eşlerine gönül hoşnutluğu ile mehirlerini vermelerini, onu karşılıksız bağışlamalarını emretmiştir.

 

Burada hitabın velilere olduğu da söylenmiştir. Bu görüşü de Ebü Salih ileri sürmüştür. Çünkü kadının velisi onun mehrini alır ve ona birşey vermezdi. Bu şekilde davranmaları yasaklandı ve bu mehri kadınlara vermekle emrolundular. el-Kelbi bir rivayetinde der ki: Cahiliyye döeminde veliler, velayetleri altında bulunan bir kadını evlendirdiklerinde eğer onunla beraber yaşıyor iseler az olsun, çok olsun mehrinden ona bir şey vermezlerdi. Şayet yabancı bir kadın ise, bir deve sırtında onu kocasına götürür ve ona bu deveden başka bir şeyi de vermezdi. İşte bunun üzerine: "Kadınlara mehirlerini hoşnutlukla verin" ayeti nazil oldu.

 

el-Mu'temir bin Süleyman babasından naklen dedi ki: Hadrami, ayet-i kerimeden kastın kadınları şiğar yoluyla (yani bir kadını verip öbürünü almak karşılığında) evlenen kimselerdir; işte bunlara mehir tayin etmeleri emrolundu, demektir.

 

Ancak birinci açıklama daha kuvvetlidir. Çünkü zamirler aynıdır ve genel olarak hepsi de kocalara aittir ve maksat ta kocalardır. Çünkü Yüce Allah daha önce: "Eğer yetim kızlara adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız ... kadınlara mehirlerini hoşnutlukla verin" diye buyurmaktadır. Bunlar ise zamirler arasında bir uyumun olmasını ve ilkinde zamir ne ise, sonrakinde de o olmasını gerektirmektedir.

 

2- Kadına Mehir Vermenin Hükmü:

 

Bu ayet-i kerime kendisi ile evlenilecek kadına mehir vermenin vücubuna delildir. Bu hususta da icma' vardır. Bu konuda, Iraklılardan bir takım ilim ehlinden gelen rivayet müstesna, görüş ayrılığı yoktur. Bunlara göre efendi kölesini kendisine ait bir cariye ile evlendirecek olursa, ona mehir ödemek icabetmez. Ancak bu görüşün bir kıymeti yoktur. Çünkü Yüce Allah: "KadınIara mehirlerini hoşnutlukla verin" diye buyurmakta ve umumi bir ifade kullanmaktadır. Başka bir yerde de: "Onları velilerinin izni ile nikahlayın, mehirlerini de güzellikle kendilerine verin "(en-Nisa, 25) diye buyrulmaktadır. Yine ilim adamları icma' ile mehrin çokluğunun herhangi bir sınırı olmadığını belirtmekle birlikte; ileride Yüce Allah'ın: ''Önceki yüklerle mehir vermiş olsanız bile" (en-Nisa, 20) buyruğunda açıklanacağı üzere, mehrin azı hususunda farklı görüşlere sahiptirler.

 

Bu buyruğun "mehirlerini" anlamına gelen: (...) kelimesini "sad" harfini üstün, "dal" harfini de ötreli olarak okumuşlardır. Katade ise bu kelimeyi "sad" harfini ötreli, "dal" harfini de sakin olarak okumuştur. en-Nehai ve İbn Vessab ise bu iki harfi de ötreli ve tekil olmak üzere (...) şeklinde okumuşlardır.

 

3- Mehir Allah'ın Kadınlara Bir Bağışıdır:

 

Yüce Allah'ın: "Hoşnutlukla" buyruğu "nun" harfi hem esreli, hem de ötreli olmak üzere iki türlü okunabilir.

 

Bu kelimenin aslı vermekle alakalıdır. Mehir (sidak) da Yüce Allah'tan kadına bir atiyye, bir bağıştır. Bunun kocalar tarafından herhangi bir anlaşmazlığa mahal vermeksizin gönül hoşluğu ile verilmesi anlamında olduğu söylenmiştir.

 

Katade bu kelimeyi, yerine getirilmesi gereken bir fariza olmak üzere verin, diye açıklamıştır. İbn Cüreyc ile İbn Zeyd miktarı belli, adı konulmuş bir farz olmak üzere verin, diye açıklarlar.

 

Ebu Ubeyd de der ki: Nihle olabilmesi için, onun adının konulmuş ve miktarının bilinmiş olması gerekir. ez-Zeccac ise bu kelime; siz bunu dini bir yükümlülük olarak yerine getiriniz, anlamındadır. Çünkü nihle kelimesi diyanet ve millet (din ve şeriat) anlamındadır. Onun nihlesi budur, denilirken, dini budur, denilmek istenmektedir.

 

Böyle bir açıklama ise cahiliyye döneminde mehri alıp yiyenlere bir hitab olarak kabul edilmesi halinde güzeldir. Nitekim kadınlardan birisi kocası hakkında şunları söylemektedir: "O bizim kızlarımızdan mehirlerini almaz."

 

Başkasının yaptığı gibi yapmaz, demek istemektedir.

 

İşte bu buyrukla Yüce Allah, mehri velilerinden alıp onu hanımlara verilmesini emretmektedir.

 

"Gönül hoşluğuyla" kelimesi başına takdir edilen bir fiildeki kocalara ait zamirden, bir hal olmak üzere nasb edilmiştir ki söz konusu bu fiilin takdiri de: "Onlara gönül hoşluğu ile mehir veriniz" şeklindedir. Bunun tefsiri (temyizi) olmak üzere nasb edildiği de söylenmiştir. Yine hal mahallinde ve zikredilen kelimenin kökünden olmamak üzere mastar (yani farklı kökten mef'ulu mutlak) olduğu da söylenmiştir.

 

4- Kadının Mehrini Bağışlaması:

 

Yüce Allah'ın: "Bununla beraber gönül hoşluğu ile size onun bir kısmını bağışlarlarsa ... " buyruğunda kocalara hitap edilmektedir. Bu hitab umumu ile kadının mehrini kocasına bağışlamasının -ister bakire, ister dul olsuncaiz olduğunun delilidir. Fukahanın cumhuru da bu görüştedir.

 

Ancak İmam Malik, bakirenin mehrini kocasına hibe etmesini kabul etmemekte ve böyle bir yetkinin mehrin mülkiyeti kadına ait olmakla birlikte, velinin olduğunu kabul etmektedir. el-Ferra ise bunun velilere hitab olduğunu iddia eder. Çünkü veliler (cahiliyye döneminde) mehri alır ve ondan kadınlara bir şey vermezlerdi. O halde, velilere mehirden ancak kadının gönül hoşluğu ile verdiği miktar mübahdır. Bununla birlikte birinci görüş daha sahihtir. Çünkü buyrukta bundan önce velilerden söz edilmemektedir.

 

"Onun" buyruğundaki zamir ise mehre aittir. İkrime ve başkaları da böyle söylemiştir.

Ayet-i kerimenin nüzul sebebine gelince; nakledildiğine göre bazıları eşlerine ödedikleri mehirden kendilerine herhangi bir şeyin geri dönmesinden çekindiler ve buna yanaşmak istemediler. Bunun üzerine: "Bununla beraber gönül hoşluğu ile size ... " ayeti nazil oldu. 

 

5- Mehrini Bağışlayan Kadının Bağışından Vazgeçmesi:

 

İlim adamları kendisi adına tasarruf ta bulunma imkanına sahip kadının mehrini kocasına bağışlaması halinde, bunun gerçekleşeceğini ve kadının artık bu bağıştan vazgeçme hakkının olamayacağını ittifakla kabul etmişlerdir. Şu kadar var ki kadı Şüreyh böyle bir kadının bundan geri dönebileceği görüşündedir. Yüce Allah'ın: "Bununla beraber gönül hoşluğu ile size onun bir kısmını bağışlarlarsa ... " buyruğunu delil göstermiştir. Eğer mehrini geri isteyecek olursa bu, onun gönül hoşluğu ile bunu vermediğini ifade eder.

İbnü'l-Arabı der ki: Böyle bir açıklama batıldır. Çünkü artık o gönül hoşluğu ile onu bağışlamış, bunu yemiştir. Artık kadının bu konuda söyleyecek bir sözü kalmamıştır. Zira maksat fiilen yemek değildir. Aksine bu böyle bir şeyin helal olacağını kinaye yoluyla ifade eder. Bu da açıkça anlaşılmaktadır.

 

6- Kadının Şart Koşarak Mehrini Bağışlaması:

 

Kadın nikah akdi sırasında kendisinden başka bir kadın ile evlenmemesini şart koşup bundan dolayı da mehrinin bir kısmını kocasına bağışlayacak olsa, sonra da kocası başka bir kadın ile evlenecek olursa; İbnu'l-Kasım yoluyla gelen rivayete göre, kocanın herhangi bir sorumluluğu sözkonusu değildir. Çünkü kadın esasen koşulması caiz olmayan bir şart ileri sürmüştür. Nitekim Berire'nin yakınları vela (sahiplik hakkı) onu satanın ait olmak üzere Hz. Aişe'nin Berire'yi azad etmesini şart koşmuşlardı. Ancak Peygamber (s.a.v.) akdi sahih kabul ederken ileri sürdükleri şartı iptal etmiştir.

 

İşte burada kadının kocasının ödemesi gereken mehrinin bir kısmını düşürmesi sahih, fakat akdin bu şekilde yapılması ve burada böyle bir şartın ileri sürülmesi batıldır.

İbn Abdu'l-Hakem ise dedi ki: Şayet kadının mehrinden onun misline ödenen mehir kadarı veya daha fazlası kalmış ise, artık kocasından dönüp bir şey geri alamaz. Eğer mehrinin bir kısmını indirmiş ve bu sefer kocası ondan başkası ile evlenmiş ise, kendi misline ödenen mehrin tamamını rücu' yoluyla alır. Zira koca bu hususta kendi aleyhine bir şart kabul etmiş, buna karşılık ise kadının kendisinden alması gereken bir miktarı koca almıştır. O halde Hz. Peygamber'in: "Mü'minler kabul ettikleri şartlara riayet ederler" buyruğu dolayısıyla bu şartına bağlı kalması icabeder.

 

7- Azad Etmek Mehir Olur mu?

 

Ayet-i kerimede azad etmenin mehir olamayacağına delil vardır. Çünkü azad etmek bir mal değildir. Zira kadın bunu hibe edemeyeceği gibi kocanın da bunu yemesine imkan yoktur.

Malik, Ebu Hanife, Züfer, Muhammed ve Şafii: de bu görüştedir.

 

Ahmed bin Hanbel ile İshak ve Yakub (Ebu Yusuf) ise der ki: Bu mehir olur ve böyle bir kadının azad edilmesi dışında bir mehri sözkonusu değildir. Zira Hz. Safiyye ile ilgili ve hadis imamları tarafından rivayet edilen hadis bunu ifade etmektedir. Buna göre Peygamber (s.a.v.) Hz. Safiyye'yi azad etti ve onun azadını onun mehri olarak kabul etti.

Enes'den de böyle bir uygulama yaptığı rivayet edilmektedir. Zaten Hz. Safiyye ile ilgili bu hadisi rivayet eden de odur.

 

Ancak birincileri şu sözleriyle buna cevap verirler: Hz. Safiyye ile ilgili hadiste buna dair delil yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) nikah hususunda mehirsiz olarak evlenmek gibi bir özelliğe sahipti. Hz. Zeyneb ile de evlenmesi velisiz ve mehirsiz olmuştur. O bakımdan bir kimsenin bu şeyleri delil olarak ileri sürmemesi gerekir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

8- (-nefsan-) Kelimesinin Nahiv Açısından Durumu:

 

Bu kelimenin burada beyan (temyiz) olduğu için nasb edildiği söylenmiştir. Sibeveyh ile Kufeli nahivciler mansub gelen kelimenin beyan'dan önce gelmesini caiz kabul etmezler. Ancak el-Mazini ve Ebu'l-Abbas el-Müberrid, amilin fiil olması halinde bunu caiz kabul ederler. Örnek olarak da şu mısrayı naklederler: "Ve ayrılmak dolayısıyla gönül hoşnut olmaz."

 

Kur'an-ı Kerimde de Yüce Allah: "Gözleri zelil olarak ... çıkarlar" (el-Kamer, 7) diye buyurmaktadır. Bu takdire göre bu kelimenin: "Derisi çatlarcasına yağla dolup taştı ve yüzü güzelleşti" şeklindeki ifadeler kullanılabilir. Sibeveyh'in görüşünü kabul edenler derler ki: Bu mısradaki "nefs" kelimesi, temyiz olmak üzere nasb edilmiş değildir. "Yani: kastediyorum" takdirinde bir fiil dolayısıyla nasb edilmiştir. Durum böyle olduğu takdirde bu beyit, ayet-i kerimedeki bu kelimenin bu şekilde okunuşun(un temyiz dolayısıyla olduğun)a delil gösterilemez. ez-Zeccac da der ki: Bu mısraın rivayeti: "Ve benim nefsim ayrılıktan hoşlanmaz" şeklindedir.

 

Bununla beraber eğer amil (...) da olduğu gibi munsarıf olmayan bir kelime olursa mümeyyizin takdim edilmesinin caiz olmayacağını herkes ittifakla kabul etmiştir.

 

9- Mehirden Yemenin Mübah Oluşu:

 

Yüce Allah'ın: "Onu da. .. yeyin" buyruğundan kasıt, şeklen yemek değildir. Bundan kasıt hangi yolla olursa olsun mübah olduğudur. Bundan sonra gelecek olan Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki zulümle yetimlerin mallarım yerler ... '' (en-Nisa, 10) buyruğunda kast edilen yemek ile aynı şeydir. Burda da maksat görüldüğü gibi bizzat yemek değildir. Şu kadar var ki yemek, maldan yararlanma şekillerinin en ileri derecesi olduğundan dolayı çeşitli tasarruf şekilleri "yemek" diye ifade edilmiştir.

 

Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Cuma gününde namaz için nida olunduğunda Allah'ın zikrine koşun ve alış verişi bırakın. " (el-Cumua, 9) Bilindiği gibi burada bizzat alış verişin şekil olarak kendisi kast edilmemektedir. Aksine maksat nikah ve buna benzer kişiyi Allah'ı zikretmekten alıkoyan şeylerdir. Ancak burada alış verişin zikrediliş sebebi, onun kişiyi Allah'ı zikretmekten alıkoyan en önemli husus oluşundan dolayıdır,

 

10- Bağışlanan Mehrin Katıksız Helal Oıuşu:

 

Yüce Allah'ın: "Afiyetle" buyruğu "onu yiyin" buyruğundaki "o" zamirinden hal olmak üzere nasb edilmiştir. Bunun hazfedilmiş bir mastarın sıfatı olduğu da söylenmiştir, Yani gönüllerinizin hoşluğu ile afiyetle yeyin, anlamında olur, Birinci kelimenin mastarı (...) şeklindedir. Herhangi bir zorluk ve sıkıntı sözkonusu olmaksızın gelen her şeye (...) denilir.

 

Bu kelime (...) kelimesinden ism-i faildir, (...)'ın günah olmaksızın (...)'ın da onda sizi rahatsız edecek, hastalık verecek bir şeyolmaksızın, anlamına geldiği de söylenmiştir. Kuseyyir der ki: "Arasına herhangi rahatsızlık verici bir şey karışmaksızın afiyet olsun, Azze'ye bizim haysiyet ve şerefimiz helal görüp çiğnedikleri,"

 

Hanımının mehrinden kendisine bağışladığı birşeyleri yiyen Alkame'nin huzuruna bir adam girdi ve ona şöyle dedi: "Afiyetle yenilmesi söylenenden sen de ye!"

 

el-Heni' kelimesinin yenilmesi esnasında rahatsızlık vermeyen ve afiyetle yenilen helal şey; el-meri' kelimesinin ise sonucu itibariyle güzel olan, rahatsızlık ta vermeyen eziyet de vermeyen tam anlamıyla hazmedilen şey demek olduğu da söylenmiştir.

 

Ayet-i kerimede bu buyrukla anlatılmak istenen şudur: Siz dünya hayatında onun sizden isteneceğinden ahirette de bundan dolayı size bir sorumluluk geleceğinden korkmaksızın yeyiniz, Bu anlama İbn Abbas'ın Peygamber (s.a.v.)'dan yaptığı şu rivayet de delalet etmektedir. Hz, Peygambere şu:

 

"Bununla beraber gönül hoşluğu ile size onun bir kısmını bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin" buyruğu hakkında soru sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Hanım eğer zorlanmaksızın, bu hususta herhangi bir otorite size bu konuda hüküm vermeksizin, kendi iradesiyle kocasına bir bağışta bulunacak olursa. Yüce Allah bundan dolayı ahirette sizleri sorumlu tutmayacaktır."

 

Hz. Ali'den de şöyle dediği rivayet edilmektedir: Sizden herhangi bir kimse bir şeyden rahatsızlık duyacak olursa hanımından mehrinden kendisine bir dirhem vermesini istesin, sonra onunla bal satın alsın ve yağmur suyu ile birlikte onu içsin. Böylelikle Yüce Allah onun heni ile meri' (afiyetle yenen)'i ve gökten indirilen mübarek suyu bir arada yemesini sağlamış olacak.  Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Nisa 5

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR