AL-İ İMRAN 185 |
الَّذِينَ
قَالُواْ
إِنَّ كُلُّ
نَفْسٍ
ذَآئِقَةُ
الْمَوْتِ وَإِنَّمَا
تُوَفَّوْنَ
أُجُورَكُمْ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
فَمَن
زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ
وَأُدْخِلَ
الْجَنَّةَ
فَقَدْ فَازَ
وَما
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا إِلاَّ
مَتَاعُ
الْغُرُورِ |
185. Her nefs ölümü
tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz verilecektir. O vakit kim
ateşten uzaklaştırılır da, cennete sokulursa, artık o kurtulmuştur. Zaten dünya
hayatı aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:
1- Cimriler Dahil Herkes Ölecektir:
2- Bir Kıraat Farkı:
3- Ölümün Belirtileri ve Ölümü
Yaklaşanlara Karşı Görevler:
Ölünün Yıkanması (Gaslı):
4- Ölünün Kefenlenmesi:
5- Ölünün Mezara Götürülmesi:
6- Cenaze Namazı:
7- Ölünün Gömülmesi:
1- Cimriler Dahil
Herkes Ölecektir:
Şanı Yüce Allah cimrilik
edenlerin halini ve onların: ''Gerçekten Allah fakirdir, bizler zenginiz" deyip
küfre saptıklarını bize haber verdikten sonra mü'minlere de(bundan bir sonraki
ayette): ''Andolsun ki ... deneneceksiniz" buyruğu ile sabretmelerini emr
etmekte ve bu arada bu halin geçip giden ve devam etmeyen bir hal olduğunu
beyan etmektedir. Çünkü dünya hayatı süresi pek kısadır, Kıyamet günü de
amellerin karşılığının görüleceği gündür.
"Her nefs ölümü
tadacaktır." Buradaki (tadacaktır anlamına gelen): "Zaika"
kelimesi zevk'den gelmektedir. Bu insan için kaçınılmaz şeylerdendir. Hiçbir
canlı bunsuz yapamaz. Ümeyye b. Ebi's-Salt şöyle demiştir: "Her kim,
sağlıklı bir gençken ölmeyecek olsa dahi yaşlı iken ölür. Ölümün bir yudumu
vardır ki, kişi onu mutlaka tadacaktır."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Ölüm bir kapıdır, herkes o kapıdan girecektir. Keşke o
kapıdan sonra nasıl bir ev vardır, bir bilebilsem."
2- Bir Kıraat Farkı:
genel olarak;
"Ölümü tadıcıdır" ifadesini izafe ile okumuşlardır. Ancak el-A'meş,
Yahya ve İbn Ebi İshak ise birinci kelimeyi tenvinli, ikinci kelime olan
"ölüm" anlamındaki "el-mevt" kelimesini de esreli olarak;
(...) diye okumuşlardır. Ve bunu, çünkü henüz ölümü tadabilmiş değildir, diye
açıklarlar. Çünkü ism-i fail iki türlüdür. Birincisi geçmişteki durumu ifade
eden bir anlamı ihtiva eder, ikincisi ise gelecekte olacağı ihtiva eder. Şayet
birinci anlamı kastetmek istiyor isek, bunda ancak ismi faili kendisinden
sonrakine izafe etmek sözkonusudur.
Mesela: "Bu dün
Zeydi vurandır. Bekri öldürendir:" demek gibi.' Zira 'burada ism-i fail
camid olan özel isim hükmü nde dir. "Sahibu Bekrin (Bekr'in
arkadaşı)" demek gibi. Şair de der ki; "Onlar ki aşireti tehlikelere
karşı koruyanlardır. Arkalarından onlara herhangi bir kusur gelip
erişmez."
Şayet ikincisini kast
ediyorsa (yani gelecekte olacağı kastediyorsa) bu sefer cer, nasb ve tenvin
caiz olur. Bu kabilden olanlarda asl olan işte budur. Çünkü böyle bir ism-i
fail -muzari fiil gibidir. Şayet fiil müteaddi değil ise ism-i faili de te addi
etmez. (...); Ayakta duran Zeyd, gibi. Eğer fiili de müteaddi olursa, sen de ism-i
faili müteaddi yapıp onunla sonraki kelimeyi nasb edersin ve dersin ki;
"Zeyd Amr'ı vurucudur (yani vuracaktır)." Bu durumda hafifletmek
maksadı ile tenvinin ve izafenin de hafz edilmesi caizdir. el-Merrar'ın şu
beyitlerinde olduğu gibi: "(Sana) boyun eğen, rengi beyaz-kırmızıya çalan
Her bir deve(nin sırtına binip gitmek sureti) ile kederlerini teselli ettir;
İpleri (karnı büyük olduğundan) ancak yeterli gelen; boynu da oldukça uzun
olan; İleriye atılan ve oldukça güçlü olan.."
Görüldüğü gibi burada ism-i
faillerdeki tenvinleri hafifletmek üzere nasb etmiş bulunmaktadır. Bunun aslı
(mesela) tenvin ve nasb ile; (...) şeklinde olması gerekirdi.
Yine Yüce Allah'ın
Kitab-ı Kerim'indeki;''Onlar onun zararını giderebilecekler midir?"
(ez-Zümer, 38) buyruğu ile bunun benzeri diğer buyruklar da bunu
andırmaktadır.
3- Ölümün Belirtileri
ve Ölümü Yaklaşanlara Karşı Görevler:
Şunu bil ki, ölümün bir
takım sebeb ve emareleri (belirtileri) vardır. Mümin kimsenin ölüm
belirtilerinden bir tanesi alnının terlemesidir. Bunu Nesai Hz. Bureyde yolu
ile gelen bir hadis-i şerifte zikretmektedir. Bureyde dedi ki Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyururken dinledim: "Mümin alnı terleyerek ölür."
Biz bunu
(et-Tezkire" adlı eserimizde açıklamıştık. Müminin ölüm saati yaklaştığında
ona şehadet kelimesi telkin edilir. Çünkü Hz, Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Ölülerinize la ilahe illallah'ı telkin ediniz. '' Bundan maksat ise
kelime-i şehadetin söyleyeceği son söz olması ve böylelikle son ameli olarak
onun kaydedilmesidir. Ölüye usanç gelmemesi için bu kelime ona fazlaca tekrar
edilmez. Bu esnada Yasin Suresi'ni okumak da müstehabdır. Çünkü Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur: "Ölülerinize (ölüm döşeğinde olanlarınıza) Yasin
Suresi'ni okuyun." Bunu da Ebu Davud rivayet etmiştir.
el-Acurri de
''Kitabu'n-Nasiha'' adlı eserinde Um ed-Derda yoluyla naklettiği şu hadis-i
şerifi zikretmektedir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Yanında Yasin'in
okunduğu her bir ölüye ölüm mutlaka hafifletilir.''
Ölüm gerçekleştiği ve göz
ruhun arkasına takıldığı vakit - Peygamber (s.a.v.)ın -Müslim'in Sahih'inde
bize haber verdiği gibi - artık ibadet mükellefiyeti ortadan kalkar, teklif son
bulur. Bundan sonra ise hayatta kalanların yerine getirmesi gereken bir takım
işler vardır.
Bunlardan birisi ölenin
gözlerini kapatmak, salih kardeşlerine öldüğünü haber vermektir.
Bazıları ise bunu mekruh
görür ve derler ki: Bu (şeriatte nehyedilen) naiy (ölünün arkasından feryad ve
figan) kabilindendir. Ancak birincisi daha sahihtir. Biz bu hususu bundan başka
yerde açıklamış bulunuyoruz. Yapılacak işlerden birisi de onu yıkamak,
defnetmek ve techizi için gereken hazırlıkları yapmaktır. Böylelikle onun
bedeninin değişmesi önlenmiş olur. Peygamber (s.a.v.) da ölülerini gömmeyi
geciktiren bir topluluğa: "Siz, size ait olan cesetlerinizi defnetmekte
acele ediniz'' diye buyurmuştur. Bir başka hadis-i şerifte: "Cenazeyi
(kabre götürmekte) acele ediniz" diye buyurmuştur. İleride gelecektir.
Ölünün Yıkanması
(Gaslı):
Ölünün yıkanması,
önceden de geçtiği gibi -şehid dışında bütün müslümanlar için bir sünnettir.
Vacip (farz) olduğu da söylenmiştir. Bunu Kadı Abdülvehhab nakletmektedir.
Birincisi el-Kitab'da (asıl nüshalarda da böyle) belirtilen görüştür. Sair ilim
adamları da bu iki görüşten birisini benimsemişlerdir. Konu ile ilgili görüş
ayrılığının sebebi ise Peygamber (s.a.v.)ın kızı Zeyneb'i yıkaması hususunda Um
Atiyeye'ye -Müslim'in kitabında belirtildiği üzere- söylediği sözlerdir. Bir
görüşe göre bu kızının adı Um Gülsümdür. Ebu Davüd'un eserindeki ifadeye göre
Hz. Peygamber: "Siz onu üç veya beş defa yahut uygun görür iseniz daha
fazla yıkayınız." diye buyurmuştur.
İlim adamlarına göre
ölülerin yıkanması hakkında asıl delil budur. Bir görüşe göre buradaki emirden
kasıt, ölüyü yıkamanın hükmünü açıklamaktır, o taktirde hüküm vacip olur.
Bir başka görüşe göre
ise bundan kasıt, ölünün nasıl yıkanacağını öğretmektir. O taktirde hadis-i
şerifte vücuba delalet eden herhangi bir şeyolmaz. Bu görüşün savunucuları
derler ki: Bunun nasıl yıkanacağını öğretmeye dair olduğunun delili de:
"Eğer uygun görürseniz" ifadesinin hadis-i şerifte yer almasıdır. Bu
ise emrin zahirinin vücub ifade ettiği hususunun dışına çıkmayı gerektirir.
Çünkü o bunu görüşlerine havale etmiştir.
Ancak bu görüşü
savunanIara şöyle cevap verilmiştir: Sizin yaptığınız bu açıklamanın doğru olma
ihtimali uzaktır. Çünkü: "Uygun görürseniz" ifadesini, emir ile
alakalı olarak görmemiz ilk anda insanın hatırına gelen bir şey değildir.
Aksine insanın hatırına ilk gelen şey, bu şartın en yakın sözü edilen şey
hakkında olmasıdır. O da "yahut bundan fazla" sözü ile ilgili
olmasıdır. Yani bu yıkama sayısı ile ilgili olarak bir seçimde bulunmaları ile
onları muhayyer bırakmayı ifade eder.
Genel olarak ölünün
yıkanmasının meşru, şeriatte kendisi ile amel olunan ve terk olunmayan bir iş
olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur.
Ölüyü yıkama şekli,
bilinen şekli ile cünubluktan yıkanma şekli gibidir.
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr)'in naklettiğine göre ölü icma ile yediden fazla yıkanmaz. Eğer
yedi defa yıkandıktan sonra ondan bir şeyler çıkacak olursa yalnızca o yer
yıkanır. Böyle bir şeyin de hükmü yıkandıktan sonra cünubun hadeste bulunması
(abdestini bozması) hükmündedir. Ölünün yıkanması bitirildikten sonra
kefenlenmesine geçilir. Bu da bir sonraki başlıkta ele alınacaktır:
4- Ölünün
Kefenlenmesi:
Bütün ilim adamlarına
göre ölünün kefenlenmesi vaciptir. Eğer ölünün bir malı varsa bütün ilim
adamlarına göre kefeni malından alınır. Bundan tek istisna Tavus'tan nakledilen
şu sözüdür: Ölünün bıraktığı mal az olsun çok olsun onun malının üçte birinden
yapılır. Şayet ölü hayatta iken nafakası başkası tarafından karşılanması
gereken bir kimse ise, kölenin kefen masraflarını efendisi tarafından
karşılanacağı ittifakla kabul edilmiştir. Ancak geçimi babasına, kocasına yahut
oğluna ait olana gelince; bunların kefeni karşılamaları hususu ihtilaflıdır.
Bundan sonra kefeni karşılamak ise beytülmale yahut müslüman cemaate (kifaye
yoluyla) vaciptir. Kefenin muayyen olarak yerine getirilmesi gereken miktar, setredilmesi
farz olan avret kadarıdır.
Eğer bundan fazla kefen
bulunur da cesedin tümünü kapatamayacak kadar ise, yüzüne ikram olsun diye ve
değişen güzelliklerinin açığa çıkan kısmı orada olduğundan dolayı, başı ve yüzü
örtülür. Bunda asıl dayanak ise Mus'ab b. Umeyr kıssasıdır. Mus'ab b. Umeyr,
Uhud günü çizgili bir aba bırakmıştı. Bu aba ile başı örtüldüğü taktirde
ayakları dışarda kalır, ayakları örtüldüğü taktirde de başı dışarda kalırdı.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Onun bu abasını baş
tarafından itibaren örtünüz, ayakları üzerine de bir miktar izhir otu
bırakınız." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Kefen (parçaların) ın da
tek sayıda olması bütün ilim adamlarınca müstehab görülmüştür. Hepsi de kefen
hususunda belli bir sayı olmadığını icma ile kabul etmişlerdir. Kefenin beyaz
renkli olması müstehab görülmüştür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Elbiselerinizi beyaz renkliler arasından tercih ediniz. Çünkü beyazlar en
iyi elbiselerinizdir. Ölülerinizi de onlarla kefenleyiniz." Bu hadisi Ebu
Davud rivayet etmiştir. Peygamber (s.a.v.) pamuktan sahull (beyaz elbise yahut
Yemendeki bir kasabaya mensub bir kumaş)dan üç kumaş parçası ile
kefenlenmiştir. Beyazdan başka renkle kefen de caizdir. Ancak ipek olmamalıdır.
Şayet mirasçılar kefen hususunda cimrilik gösterecek olurlarsa, Cuma ve bayrama
gittiği vakit giydiği elbiselere benzer bir kumaştan kefenini yapmaları
şeklinde haklarında hüküm verilir.
Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse kardeşini kefenleyecek olursa onun
kefenini güzelinden yapsın." Bunu da Müslim rivayet etmiştir. Şu kadar var
ki vefat eden kimse bundan daha az olanını vasiyet eder. Eğer israfa gidecek
bir şekilde vasiyette bulunmuş ise fazlası batıl olur. üçte birden yapılacağı
da söylenmiştir. Ancak birinci görüş daha sahihtir. Çünkü Yüce Allah: ''İsraf
etmeyiniz" (el-En'am, 141) diye buyurmuştur. Hz. Ebu Bekir de: "Kefen
dediğiniz şey, vücudun kan ve irini içindir" demiştir.
Ölünün yıkanması,
kefenlenmesi bitirilir, sediri üzerine yatırılıp da yakınları tarafından mezara
götürülmek üzere taşınması ise bir sonraki başlığın konusudur:
5- Ölünün Mezara
Götürülmesi:
Ölüyü mezara götürmek
üzere taşınması halinde çabucak yürümek gerekir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle
buyurmaktadır: "Cenazeyi acele götürünüz eğer salih bir cenaze ise onu
kendisi için hazırlanmış bir hayra götürüyorsunuz, eğer böyle değilse o
boynunuzdan çıkaracağınız bir kötülüktür.''
Yoksa bugün cahillerin
yavaş yavaş yürüyerek götürdükleri gibi ardı arkasına cenazeyi durdurmak,
nağmeli bir şekilde Kur'an okumak ve buna benzer Mısır halkının ölülerine
yaptıkları şekilde helal ve caiz olmayan şeyleri yapmaktan kaçınmak gerekir.
Nesai rivayet ediyor:
Bize Muhammed b. Abdul Ala haber verdi. Bize Halid anlattı, dedi ki: Bize
Uyeyne b. Abdurrahman bildirerek dedi ki: Bana babam anlatarak dedi ki: Ben
Abdurrahman b. Semura'nın cenazesinde hazır bulundum. Ziyad da dışarı çıkmış ve
naaşının önünden yürüyordu. Abdurrahman'ın ailesinden ve onların mevalilerinden
bazı kimseler önce naşı önden karşılıyor, sonra da geri geri yürüyerek: Yavaş
olun, yavaş olun Allah size bereket ihsan etsin, diyorlardı. Böylelikle ağır
ağır yürüyorlardı. Nihayet el-Mirbet yolunun bir bölümünü katetmişken Ebu Bekir
(r.a) bir katır üzerinde gelerek bize yetişti. Onların bu yaptıklarını görünce
katırı üstünde olduğu halde onlara hamle yaptı ve kamçısını üzerlerine
indirerek şöyle dedi: Bu işi bırakın, Ebu'l-Kasım (s.a.v.)ın yüzünü
şereflendirene yemin ederim ki, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte biz cenazeyi
alelacele adeta koştururcasına götürüyorduk. Bunlar cenazedekileri rahatlattı.
Ebu Macide de İbn
Mes'ud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir. Bizler Peygamberimize (salat ve
selam ona) cenaze ile birlikte yürümeye dair soru sorduk da şöyle dedi:
"Koşmadan daha yavaş olsun, eğer (cenazenin karşılaşacağı) bir hayır ise o
hayra acilen götürülmüş olur. Karşılaşacağı bundan başkası ise cehennem ehli de
uzaklaştırılsın. ''
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: İlim adamlarırün bu hususta çoğunlukla kabul ettiği,
normal yürüyüşten biraz daha hızlı götürmektir. Acele götürmek ilim adamları
tarafından ağır davranmaktan daha müstehab görülmüştür. Bununla birlikte cenaze
arkasından gelen zayıflara ağır gelecek kadar çabuk yürümek de mekruhtur.
İbrahim en-Nahai der ki: Onu azıcık ağır götürünüz. Bununla birlikte yahudi ve
hristiyanların yaptıkları gibi de ağır ağır yürümeyiniz, Bazıları da Ebu
Hureyre yoluyla gelen hadis-i şerifte sözü edilen acele ve çabukluk defnetmekle
ilgilidir; yürürken acele etmek değildir. Ancak yaptığımız bu rivayetler
dolayısıyla bu açıklamaların bir kıymeti yoktur. Başarı Allah'tandır.
6- Cenaze Namazı:
Cenaze namazı cihad gibi
kifaye yoluyla vacip (farz)dır. Malik ve diğer ilim adamlarının mezhebinde
meşhur olan görüş budur. Çünkü Hz. Peygamber Necaşi hakkında: "Haydi
kalkın onun, namazını kılın" diye buyurmuştur.
Esbağ ise, cenaze namazı
sünnettir, demiştir. Bu görüş Malik'den de rivayet edilmiştir. Bu hususa dair
daha fazla açıklamalar ileride Tevbe Süresi'nde (84, ayette, 5. başlık ve
sonrasında) gelecektir.
7- Ölünün Gömülmesi:
Ölünün toprağa gömülmesi
toprağın içine bırakılması ve üstünün kapatılmasına gelince bu da vacip
(farz)dır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Daha sonra Allah ona
kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga
gönderdi ... ''(el-Maide, 31) Orada kabir binasının hükmü ve bunun müstehab
olan bölümü ile ölünün kabre nasıl gömüleceğine dair açıklamalar gelecektir.
Kehf Süresi'nde de (21. ayetin tefsirinde) kabir üzerine mescid bina etmenin
hükmüne dair açıklamalar gelecektir, Yüce Allah'ın izni ile.
İşte bunlar ölülere dair
ve ölülerin hayattakiler üzerindeki haklarına dair bir takım hükümlerdir. Aişe
(r.anha) dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Ölülere
sövmeyiniz. Çünkü artık onlar önden gönderdiklerine kavuşmuş
bulunuyorlar." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Nesai'nin Sünen'inde de
yine Hz. Aişe'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (s.a.v.)dan ölen
birisinden kötülükle söz edildi. Şöyle buyurdu: "Ölülerinizi hayırdan
başkası ile yad etmeyiniz. ''
"Kıyamet günü
ecirleriniz size eksiksiz verilecektir." Müminin ecri sevaptır, kafirin
ecri ise cezadır. Dünya hayatında karşı karşıya kalınan nimet ve bela
dolayısıyla ecir veya mükafat sözkonusu değildir. Çünkü dünya bir yok oluş
meydanıdır. "O vakit kim ateşten uzaklaştırılır, cennete sokulursa artık o
kurtulmuştur." Umduğunu elde etmiştir, korktuğundan da kurtulmuştur.
el-A'meş'in Zeyd b.
Vehb'den rivayetine göre, Abdurrahman b. Abdi Rabi'l-Ka'be, Abdullah b.
Amr'dan, o Peygamber (s.a.v.)dan şöyle buyurduğumı rivayet etmektedir:
"Ateşten uzaklaştırılmayı ve cennete konulmayı arzu eden bir kimse
Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna
şahitlik ederken, ölümü gelip onu bulsun ve kendisine yapılmasını istediği
şeyleri de başkalarına yapsın.''
Ebu Hureyre'den gelen
rivayete göre de Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cennette bir
kamçılık kadar bir yer, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır. Arzu
ederseniz: "Kim. ateşten uzaklaştırılır cennete sokulursa artık o
kurtulmuştur" ayetini okuyunuz.
"Zaten dünya hayatı
aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir." Yani mü'mini aldatıp
kandırır, o da orada çok uzun bir süre kalacağını sanır. Halbuki o fanidir.
Meta' (geçimlik),'
kendisi ile faydalanılan ve yararlanılan şey demektir, balta, tencere,
kap-kacak gibi. Sonra da bu yok olur ve mülkiyeti kalmaz. Müfessirlerin çoğu
bunu böyle tefsir etmişlerdir.
el-Hasen der ki: Bu
bitkinin yeşilliği, çocukların oyuncağı gibi bir şeydir.
Bundan bir netice elde
edilmez. Katade der ki: Dünya terkedilmiş bir metadır. Fazla zaman geçmeden
ehli ile birlikte yok olup gidecektir. O bakımdan insana yakışan şey bu metadan
gücü yettiğince Allah'a itaat olan şeyleri almaktır. Şu beyitleri söyleyen şair
ne güzel söylemiş:
"Bu dünya yurdu,
eziyet ve pislik yurdudur. Yok oluş ve değişip duran haller yurdudur. Sen onu
her şeyi ile elde edecek olsan dahi; Yine ondan muradını alamaksızın öleceksin.
Ebediyyen yaşamak, aleyhine bir zarar olduğu halde; Ebediyyen yaşayacağı
umuduna kapılan kişi! Saçların ağarır ve bu aklık ortaya çıkınca, Şunu bil ki
yaşlandıktan sonra yaşamakta bir hayır yok."
(Aldanış anlamına
gelen:) Gurur'un "ğayn" harfi üstün olarak "el-Garur" diye
söylenişi şeytan anlamındadır. Şeytan yalan vaatlerde bulunmakla ve
umutlandırmakla insanı aldatır.
İbn Arefe der ki: Gurur
zahiren görüp de sevdiğin fakat onun hoşa gitmeyen yahut bilinmeyen bir iç yüzü
de bulunan şeydir. Şeytan da ğarur'dur. Çünkü o insanı nefsin sevdiği şeylere
iter. Halbuki bunun ötesinde insanın kötülüğüne olan şeyler vardır. Yine der
ki: İşte ğarar satışı da buradan gelmektedir. Garar satışı ise zahiren insanı
aldatan ve iç yüzü bilinmeyen satış şeklidir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN