ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

AL-İ İMRAN

185

الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ

 

185. Her nefs ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz verilecektir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır da, cennete sokulursa, artık o kurtulmuştur. Zaten dünya hayatı aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

 

1- Cimriler Dahil Herkes Ölecektir:

2- Bir Kıraat Farkı:

3- Ölümün Belirtileri ve Ölümü Yaklaşanlara Karşı Görevler:

Ölünün Yıkanması (Gaslı):

4- Ölünün Kefenlenmesi:

5- Ölünün Mezara Götürülmesi:

6- Cenaze Namazı:

7- Ölünün Gömülmesi:

 

1- Cimriler Dahil Herkes Ölecektir:

 

Şanı Yüce Allah cimrilik edenlerin halini ve onların: ''Gerçekten Allah fakirdir, bizler zenginiz" deyip küfre saptıklarını bize haber verdikten sonra mü'minlere de(bundan bir sonraki ayette): ''Andolsun ki ... deneneceksiniz" buyruğu ile sabretmelerini emr etmekte ve bu arada bu halin geçip giden ve devam etmeyen bir hal olduğunu beyan etmektedir. Çünkü dünya hayatı süresi pek kısadır, Kıyamet günü de amellerin karşılığının görüleceği gündür.

 

"Her nefs ölümü tadacaktır." Buradaki (tadacaktır anlamına gelen): "Zaika" kelimesi zevk'den gelmektedir. Bu insan için kaçınılmaz şeylerdendir. Hiçbir canlı bunsuz yapamaz. Ümeyye b. Ebi's-Salt şöyle demiştir: "Her kim, sağlıklı bir gençken ölmeyecek olsa dahi yaşlı iken ölür. Ölümün bir yudumu vardır ki, kişi onu mutlaka tadacaktır."

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "Ölüm bir kapıdır, herkes o kapıdan girecektir. Keşke o kapıdan sonra nasıl bir ev vardır, bir bilebilsem."

 

2- Bir Kıraat Farkı:

 

genel olarak; "Ölümü tadıcıdır" ifadesini izafe ile okumuşlardır. Ancak el-A'meş, Yahya ve İbn Ebi İshak ise birinci kelimeyi tenvinli, ikinci kelime olan "ölüm" anlamındaki "el-mevt" kelimesini de esreli olarak; (...) diye okumuşlardır. Ve bunu, çünkü henüz ölümü tadabilmiş değildir, diye açıklarlar. Çünkü ism-i fail iki türlüdür. Birincisi geçmişteki durumu ifade eden bir anlamı ihtiva eder, ikincisi ise gelecekte olacağı ihtiva eder. Şayet birinci anlamı kastetmek istiyor isek, bunda ancak ismi faili kendisinden sonrakine izafe etmek sözkonusudur.

 

Mesela: "Bu dün Zeydi vurandır. Bekri öldürendir:" demek gibi.' Zira 'burada ism-i fail camid olan özel isim hükmü nde dir. "Sahibu Bekrin (Bekr'in arkadaşı)" demek gibi. Şair de der ki; "Onlar ki aşireti tehlikelere karşı koruyanlardır. Arkalarından onlara herhangi bir kusur gelip erişmez."

 

Şayet ikincisini kast ediyorsa (yani gelecekte olacağı kastediyorsa) bu sefer cer, nasb ve tenvin caiz olur. Bu kabilden olanlarda asl olan işte budur. Çünkü böyle bir ism-i fail -muzari fiil gibidir. Şayet fiil müteaddi değil ise ism-i faili de te addi etmez. (...); Ayakta duran Zeyd, gibi. Eğer fiili de müteaddi olursa, sen de ism-i faili müteaddi yapıp onunla sonraki kelimeyi nasb edersin ve dersin ki; "Zeyd Amr'ı vurucudur (yani vuracaktır)." Bu durumda hafifletmek maksadı ile tenvinin ve izafenin de hafz edilmesi caizdir. el-Merrar'ın şu beyitlerinde olduğu gibi: "(Sana) boyun eğen, rengi beyaz-kırmızıya çalan Her bir deve(nin sırtına binip gitmek sureti) ile kederlerini teselli ettir; İpleri (karnı büyük olduğundan) ancak yeterli gelen; boynu da oldukça uzun olan; İleriye atılan ve oldukça güçlü olan.."

 

Görüldüğü gibi burada ism-i faillerdeki tenvinleri hafifletmek üzere nasb etmiş bulunmaktadır. Bunun aslı (mesela) tenvin ve nasb ile; (...) şeklinde olması gerekirdi.

 

Yine Yüce Allah'ın Kitab-ı Kerim'indeki;''Onlar onun zararını giderebilecekler midir?" (ez-Zümer, 38) buyruğu ile bunun benzeri diğer buyruklar da bunu andırmaktadır. 

 

3- Ölümün Belirtileri ve Ölümü Yaklaşanlara Karşı Görevler:

 

Şunu bil ki, ölümün bir takım sebeb ve emareleri (belirtileri) vardır. Mümin kimsenin ölüm belirtilerinden bir tanesi alnının terlemesidir. Bunu Nesai Hz. Bureyde yolu ile gelen bir hadis-i şerifte zikretmektedir. Bureyde dedi ki Resulullah (s.a.v.) şöyle buyururken dinledim: "Mümin alnı terleyerek ölür."

 

Biz bunu (et-Tezkire" adlı eserimizde açıklamıştık. Müminin ölüm saati yaklaştığında ona şehadet kelimesi telkin edilir. Çünkü Hz, Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ölülerinize la ilahe illallah'ı telkin ediniz. '' Bundan maksat ise kelime-i şehadetin söyleyeceği son söz olması ve böylelikle son ameli olarak onun kaydedilmesidir. Ölüye usanç gelmemesi için bu kelime ona fazlaca tekrar edilmez. Bu esnada Yasin Suresi'ni okumak da müstehabdır. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ölülerinize (ölüm döşeğinde olanlarınıza) Yasin Suresi'ni okuyun." Bunu da Ebu Davud rivayet etmiştir.

 

el-Acurri de ''Kitabu'n-Nasiha'' adlı eserinde Um ed-Derda yoluyla naklettiği şu hadis-i şerifi zikretmektedir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Yanında Yasin'in okunduğu her bir ölüye ölüm mutlaka hafifletilir.''

 

Ölüm gerçekleştiği ve göz ruhun arkasına takıldığı vakit - Peygamber (s.a.v.)ın -Müslim'in Sahih'inde bize haber verdiği gibi - artık ibadet mükellefiyeti ortadan kalkar, teklif son bulur. Bundan sonra ise hayatta kalanların yerine getirmesi gereken bir takım işler vardır.

 

Bunlardan birisi ölenin gözlerini kapatmak, salih kardeşlerine öldüğünü haber vermektir.

 

Bazıları ise bunu mekruh görür ve derler ki: Bu (şeriatte nehyedilen) naiy (ölünün arkasından feryad ve figan) kabilindendir. Ancak birincisi daha sahihtir. Biz bu hususu bundan başka yerde açıklamış bulunuyoruz. Yapılacak işlerden birisi de onu yıkamak, defnetmek ve techizi için gereken hazırlıkları yapmaktır. Böylelikle onun bedeninin değişmesi önlenmiş olur. Peygamber (s.a.v.) da ölülerini gömmeyi geciktiren bir topluluğa: "Siz, size ait olan cesetlerinizi defnetmekte acele ediniz'' diye buyurmuştur. Bir başka hadis-i şerifte: "Cenazeyi (kabre götürmekte) acele ediniz" diye buyurmuştur. İleride gelecektir.

 

Ölünün Yıkanması (Gaslı):

 

Ölünün yıkanması, önceden de geçtiği gibi -şehid dışında bütün müslümanlar için bir sünnettir. Vacip (farz) olduğu da söylenmiştir. Bunu Kadı Abdülvehhab nakletmektedir. Birincisi el-Kitab'da (asıl nüshalarda da böyle) belirtilen görüştür. Sair ilim adamları da bu iki görüşten birisini benimsemişlerdir. Konu ile ilgili görüş ayrılığının sebebi ise Peygamber (s.a.v.)ın kızı Zeyneb'i yıkaması hususunda Um Atiyeye'ye -Müslim'in kitabında belirtildiği üzere- söylediği sözlerdir. Bir görüşe göre bu kızının adı Um Gülsümdür. Ebu Davüd'un eserindeki ifadeye göre Hz. Peygamber: "Siz onu üç veya beş defa yahut uygun görür iseniz daha fazla yıkayınız." diye buyurmuştur.

 

İlim adamlarına göre ölülerin yıkanması hakkında asıl delil budur. Bir görüşe göre buradaki emirden kasıt, ölüyü yıkamanın hükmünü açıklamaktır, o taktirde hüküm vacip olur.

 

Bir başka görüşe göre ise bundan kasıt, ölünün nasıl yıkanacağını öğretmektir. O taktirde hadis-i şerifte vücuba delalet eden herhangi bir şeyolmaz. Bu görüşün savunucuları derler ki: Bunun nasıl yıkanacağını öğretmeye dair olduğunun delili de: "Eğer uygun görürseniz" ifadesinin hadis-i şerifte yer almasıdır. Bu ise emrin zahirinin vücub ifade ettiği hususunun dışına çıkmayı gerektirir. Çünkü o bunu görüşlerine havale etmiştir.

 

Ancak bu görüşü savunanIara şöyle cevap verilmiştir: Sizin yaptığınız bu açıklamanın doğru olma ihtimali uzaktır. Çünkü: "Uygun görürseniz" ifadesini, emir ile alakalı olarak görmemiz ilk anda insanın hatırına gelen bir şey değildir. Aksine insanın hatırına ilk gelen şey, bu şartın en yakın sözü edilen şey hakkında olmasıdır. O da "yahut bundan fazla" sözü ile ilgili olmasıdır. Yani bu yıkama sayısı ile ilgili olarak bir seçimde bulunmaları ile onları muhayyer bırakmayı ifade eder.

 

Genel olarak ölünün yıkanmasının meşru, şeriatte kendisi ile amel olunan ve terk olunmayan bir iş olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur.

 

Ölüyü yıkama şekli, bilinen şekli ile cünubluktan yıkanma şekli gibidir.

 

Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr)'in naklettiğine göre ölü icma ile yediden fazla yıkanmaz. Eğer yedi defa yıkandıktan sonra ondan bir şeyler çıkacak olursa yalnızca o yer yıkanır. Böyle bir şeyin de hükmü yıkandıktan sonra cünubun hadeste bulunması (abdestini bozması) hükmündedir. Ölünün yıkanması bitirildikten sonra kefenlenmesine geçilir. Bu da bir sonraki başlıkta ele alınacaktır:

 

4- Ölünün Kefenlenmesi:

 

Bütün ilim adamlarına göre ölünün kefenlenmesi vaciptir. Eğer ölünün bir malı varsa bütün ilim adamlarına göre kefeni malından alınır. Bundan tek istisna Tavus'tan nakledilen şu sözüdür: Ölünün bıraktığı mal az olsun çok olsun onun malının üçte birinden yapılır. Şayet ölü hayatta iken nafakası başkası tarafından karşılanması gereken bir kimse ise, kölenin kefen masraflarını efendisi tarafından karşılanacağı ittifakla kabul edilmiştir. Ancak geçimi babasına, kocasına yahut oğluna ait olana gelince; bunların kefeni karşılamaları hususu ihtilaflıdır. Bundan sonra kefeni karşılamak ise beytülmale yahut müslüman cemaate (kifaye yoluyla) vaciptir. Kefenin muayyen olarak yerine getirilmesi gereken miktar, setredilmesi farz olan avret kadarıdır.

 

Eğer bundan fazla kefen bulunur da cesedin tümünü kapatamayacak kadar ise, yüzüne ikram olsun diye ve değişen güzelliklerinin açığa çıkan kısmı orada olduğundan dolayı, başı ve yüzü örtülür. Bunda asıl dayanak ise Mus'ab b. Umeyr kıssasıdır. Mus'ab b. Umeyr, Uhud günü çizgili bir aba bırakmıştı. Bu aba ile başı örtüldüğü taktirde ayakları dışarda kalır, ayakları örtüldüğü taktirde de başı dışarda kalırdı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Onun bu abasını baş tarafından itibaren örtünüz, ayakları üzerine de bir miktar izhir otu bırakınız." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

 

Kefen (parçaların) ın da tek sayıda olması bütün ilim adamlarınca müstehab görülmüştür. Hepsi de kefen hususunda belli bir sayı olmadığını icma ile kabul etmişlerdir. Kefenin beyaz renkli olması müstehab görülmüştür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Elbiselerinizi beyaz renkliler arasından tercih ediniz. Çünkü beyazlar en iyi elbiselerinizdir. Ölülerinizi de onlarla kefenleyiniz." Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. Peygamber (s.a.v.) pamuktan sahull (beyaz elbise yahut Yemendeki bir kasabaya mensub bir kumaş)dan üç kumaş parçası ile kefenlenmiştir. Beyazdan başka renkle kefen de caizdir. Ancak ipek olmamalıdır. Şayet mirasçılar kefen hususunda cimrilik gösterecek olurlarsa, Cuma ve bayrama gittiği vakit giydiği elbiselere benzer bir kumaştan kefenini yapmaları şeklinde haklarında hüküm verilir.

 

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse kardeşini kefenleyecek olursa onun kefenini güzelinden yapsın." Bunu da Müslim rivayet etmiştir. Şu kadar var ki vefat eden kimse bundan daha az olanını vasiyet eder. Eğer israfa gidecek bir şekilde vasiyette bulunmuş ise fazlası batıl olur. üçte birden yapılacağı da söylenmiştir. Ancak birinci görüş daha sahihtir. Çünkü Yüce Allah: ''İsraf etmeyiniz" (el-En'am, 141) diye buyurmuştur. Hz. Ebu Bekir de: "Kefen dediğiniz şey, vücudun kan ve irini içindir" demiştir.

 

Ölünün yıkanması, kefenlenmesi bitirilir, sediri üzerine yatırılıp da yakınları tarafından mezara götürülmek üzere taşınması ise bir sonraki başlığın konusudur:

 

5- Ölünün Mezara Götürülmesi:

 

Ölüyü mezara götürmek üzere taşınması halinde çabucak yürümek gerekir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Cenazeyi acele götürünüz eğer salih bir cenaze ise onu kendisi için hazırlanmış bir hayra götürüyorsunuz, eğer böyle değilse o boynunuzdan çıkaracağınız bir kötülüktür.''

 

Yoksa bugün cahillerin yavaş yavaş yürüyerek götürdükleri gibi ardı arkasına cenazeyi durdurmak, nağmeli bir şekilde Kur'an okumak ve buna benzer Mısır halkının ölülerine yaptıkları şekilde helal ve caiz olmayan şeyleri yapmaktan kaçınmak gerekir.

 

Nesai rivayet ediyor: Bize Muhammed b. Abdul Ala haber verdi. Bize Halid anlattı, dedi ki: Bize Uyeyne b. Abdurrahman bildirerek dedi ki: Bana babam anlatarak dedi ki: Ben Abdurrahman b. Semura'nın cenazesinde hazır bulundum. Ziyad da dışarı çıkmış ve naaşının önünden yürüyordu. Abdurrahman'ın ailesinden ve onların mevalilerinden bazı kimseler önce naşı önden karşılıyor, sonra da geri geri yürüyerek: Yavaş olun, yavaş olun Allah size bereket ihsan etsin, diyorlardı. Böylelikle ağır ağır yürüyorlardı. Nihayet el-Mirbet yolunun bir bölümünü katetmişken Ebu Bekir (r.a) bir katır üzerinde gelerek bize yetişti. Onların bu yaptıklarını görünce katırı üstünde olduğu halde onlara hamle yaptı ve kamçısını üzerlerine indirerek şöyle dedi: Bu işi bırakın, Ebu'l-Kasım (s.a.v.)ın yüzünü şereflendirene yemin ederim ki, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte biz cenazeyi alelacele adeta koştururcasına götürüyorduk. Bunlar cenazedekileri rahatlattı.

 

Ebu Macide de İbn Mes'ud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir. Bizler Peygamberimize (salat ve selam ona) cenaze ile birlikte yürümeye dair soru sorduk da şöyle dedi: "Koşmadan daha yavaş olsun, eğer (cenazenin karşılaşacağı) bir hayır ise o hayra acilen götürülmüş olur. Karşılaşacağı bundan başkası ise cehennem ehli de uzaklaştırılsın. ''

 

Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki: İlim adamlarırün bu hususta çoğunlukla kabul ettiği, normal yürüyüşten biraz daha hızlı götürmektir. Acele götürmek ilim adamları tarafından ağır davranmaktan daha müstehab görülmüştür. Bununla birlikte cenaze arkasından gelen zayıflara ağır gelecek kadar çabuk yürümek de mekruhtur. İbrahim en-Nahai der ki: Onu azıcık ağır götürünüz. Bununla birlikte yahudi ve hristiyanların yaptıkları gibi de ağır ağır yürümeyiniz, Bazıları da Ebu Hureyre yoluyla gelen hadis-i şerifte sözü edilen acele ve çabukluk defnetmekle ilgilidir; yürürken acele etmek değildir. Ancak yaptığımız bu rivayetler dolayısıyla bu açıklamaların bir kıymeti yoktur. Başarı Allah'tandır.

 

6- Cenaze Namazı:

 

Cenaze namazı cihad gibi kifaye yoluyla vacip (farz)dır. Malik ve diğer ilim adamlarının mezhebinde meşhur olan görüş budur. Çünkü Hz. Peygamber Necaşi hakkında: "Haydi kalkın onun, namazını kılın" diye buyurmuştur.

 

Esbağ ise, cenaze namazı sünnettir, demiştir. Bu görüş Malik'den de rivayet edilmiştir. Bu hususa dair daha fazla açıklamalar ileride Tevbe Süresi'nde (84, ayette, 5. başlık ve sonrasında) gelecektir.

 

7- Ölünün Gömülmesi:

 

Ölünün toprağa gömülmesi toprağın içine bırakılması ve üstünün kapatılmasına gelince bu da vacip (farz)dır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Daha sonra Allah ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi ... ''(el-Maide, 31) Orada kabir binasının hükmü ve bunun müstehab olan bölümü ile ölünün kabre nasıl gömüleceğine dair açıklamalar gelecektir. Kehf Süresi'nde de (21. ayetin tefsirinde) kabir üzerine mescid bina etmenin hükmüne dair açıklamalar gelecektir, Yüce Allah'ın izni ile.

 

İşte bunlar ölülere dair ve ölülerin hayattakiler üzerindeki haklarına dair bir takım hükümlerdir. Aişe (r.anha) dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Ölülere sövmeyiniz. Çünkü artık onlar önden gönderdiklerine kavuşmuş bulunuyorlar." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

 

Nesai'nin Sünen'inde de yine Hz. Aişe'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (s.a.v.)dan ölen birisinden kötülükle söz edildi. Şöyle buyurdu: "Ölülerinizi hayırdan başkası ile yad etmeyiniz. ''

 

"Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz verilecektir." Müminin ecri sevaptır, kafirin ecri ise cezadır. Dünya hayatında karşı karşıya kalınan nimet ve bela dolayısıyla ecir veya mükafat sözkonusu değildir. Çünkü dünya bir yok oluş meydanıdır. "O vakit kim ateşten uzaklaştırılır, cennete sokulursa artık o kurtulmuştur." Umduğunu elde etmiştir, korktuğundan da kurtulmuştur.

 

el-A'meş'in Zeyd b. Vehb'den rivayetine göre, Abdurrahman b. Abdi Rabi'l-Ka'be, Abdullah b. Amr'dan, o Peygamber (s.a.v.)dan şöyle buyurduğumı rivayet etmektedir: "Ateşten uzaklaştırılmayı ve cennete konulmayı arzu eden bir kimse Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik ederken, ölümü gelip onu bulsun ve kendisine yapılmasını istediği şeyleri de başkalarına yapsın.''

 

Ebu Hureyre'den gelen rivayete göre de Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cennette bir kamçılık kadar bir yer, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır. Arzu ederseniz: "Kim. ateşten uzaklaştırılır cennete sokulursa artık o kurtulmuştur" ayetini okuyunuz.

 

"Zaten dünya hayatı aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir." Yani mü'mini aldatıp kandırır, o da orada çok uzun bir süre kalacağını sanır. Halbuki o fanidir.

 

Meta' (geçimlik),' kendisi ile faydalanılan ve yararlanılan şey demektir, balta, tencere, kap-kacak gibi. Sonra da bu yok olur ve mülkiyeti kalmaz. Müfessirlerin çoğu bunu böyle tefsir etmişlerdir.

 

el-Hasen der ki: Bu bitkinin yeşilliği, çocukların oyuncağı gibi bir şeydir.

Bundan bir netice elde edilmez. Katade der ki: Dünya terkedilmiş bir metadır. Fazla zaman geçmeden ehli ile birlikte yok olup gidecektir. O bakımdan insana yakışan şey bu metadan gücü yettiğince Allah'a itaat olan şeyleri almaktır. Şu beyitleri söyleyen şair ne güzel söylemiş:

 

"Bu dünya yurdu, eziyet ve pislik yurdudur. Yok oluş ve değişip duran haller yurdudur. Sen onu her şeyi ile elde edecek olsan dahi; Yine ondan muradını alamaksızın öleceksin. Ebediyyen yaşamak, aleyhine bir zarar olduğu halde; Ebediyyen yaşayacağı umuduna kapılan kişi! Saçların ağarır ve bu aklık ortaya çıkınca, Şunu bil ki yaşlandıktan sonra yaşamakta bir hayır yok."

 

(Aldanış anlamına gelen:) Gurur'un "ğayn" harfi üstün olarak "el-Garur" diye söylenişi şeytan anlamındadır. Şeytan yalan vaatlerde bulunmakla ve umutlandırmakla insanı aldatır.

 

İbn Arefe der ki: Gurur zahiren görüp de sevdiğin fakat onun hoşa gitmeyen yahut bilinmeyen bir iç yüzü de bulunan şeydir. Şeytan da ğarur'dur. Çünkü o insanı nefsin sevdiği şeylere iter. Halbuki bunun ötesinde insanın kötülüğüne olan şeyler vardır. Yine der ki: İşte ğarar satışı da buradan gelmektedir. Garar satışı ise zahiren insanı aldatan ve iç yüzü bilinmeyen satış şeklidir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Al-i İmran 186

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR