ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

AL-İ İMRAN

169

/

170

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتاً بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ {169}

 

 فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُواْ بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ {170}

 

169. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayasın. Bilakis onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanırlar.

170. Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerine sevinerek, arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara: "Kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini" müjdelemek isterler.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

 

1- Ayetler Arası ilişki, Ayetlerin Nüzul Sebebi ve Şehitlerin Diri Olmalarının Anlamı:

2- Şehidlerin Yıkanması:

3- Şehidin Cenaze Namazı Kılınır mı?

4- Hangi Hallerde Şehidin Namazı Kılınabilir.?

5- Düşman Baskını Sırasında Öldürülenlerin Hükmü:

6- Allah Yolunda Şehid Olmanın üstünlüğü:

7- Kişiyi Cennete Girmekten Alıkoyan Borcun Mahiyeti:

8- Rableri Nezdinde Rızıklanırlar:

 

1- Ayetler Arası ilişki, Ayetlerin Nüzul Sebebi ve Şehitlerin Diri Olmalarının Anlamı:

 

Yüce Allah, Uhud günü meydana gelen olayları, münafıkları sadıklardan ayırd eden bir imtihan olduğunu beyan ettikten sonra, kaçmayıp sebat göstererek öldürülen kimseler için de İlahı lütuf ve Yüce Rabbin nezdinde hayat bahşedildiğini beyan etmektedir.

 

Ayet-i kerime Uhud şehidleri hakkındadır. Bir'i Maune şehidleri hakkında indiği söylendiği gibi, hayır bu buyruk, bütün şehidler hakkında umumıdir, de denilmiştir.

 

Ebu Davud'un Musennef (Sünen)'inde sahih bir sened ile İbn Abbas'tan şöyle dediği nakledilmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kardeşleriniz Uhud'da isabet alınca, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına koydu. Bu kuşlar cennetteki nehirlere gidiyor, cennet meyvelerinden yiyor ve Arş'ın gölgesinde asılı bulunan altından kandillere tünüyor. Orada yediklerinin, içtiklerinin, dinlendikleri yerlerin hoş olduğunu görünce, bizim cennette diri olduğumuzu ve rızıklanmakta olduğumuzu kardeşlerimize kim haber verecek? Ta ki, cihad hususunda gayretlerini esirgemesinler ve savaş esnasında verdikleri sözlerini bozmasınlar. Şanı Yüce Allah, sizin adınıza onlara Ben bildireceğim, diye buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayasın" diye başlayan ayetleri indirdi.

 

Bakiy b. Mahled de Cabir'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) benimle karşılaştı, şöyle buyurdu: "Ey Cabir, ne diye seni başını önüne eğiyor ve kederli görüyorum?" Ey Allah'ın Resülü dedim, babam şehid oldu. Bakıma muhtaç çoluk çocuk bıraktı. üzerinde de ödenmesi gereken borçları vardı. Şöyle buyurdu: "Aziz ve celil olan Allah'ın babanı ne şekilde karşıladığını sana müjdeleyeyim mi?" Müjdele! Ey Allah'ın Resulü dedim. Şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah, senin babanı diriltti ve onunla yüzyüze (aracısız) konuştu. Halbuki, arada bir hicab bulunmaksızın hiçbir kimseyle de konuşmuş değildir. Babana dedi ki: Ey kulum temenni et, Ben de sana vereyim. Rabbim dedi, beni tekrar dünyaya geri gönder de senin uğrunda ikinci bir defa daha öldürüleyim. Şanı Yüce ve Mübarek olan Rab buyurdu ki: Gerçek şu ki, Ben ezelden beri onlar bir daha oraya dönmeyecekler diye hüküm verdim. O halde, Rabbim, geride bıraktıklarıma (durumumu) bildir, dedi. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah da: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayasın" ayetini indirdi. Bu hadisi, İbn Mace, Sünen'inde, Tirmizı de Cami'inde rivayet etmiş olup, Tirmizı: Bu hasen, garip bir hadistir, demiştir.

 

Veki'de Salim b. el-Eftas'dan rivayet ettiğine göre, Said b. Cübeyr: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayasın. Bilakis onlar, Rableri katında diridirler" ayeti hakkında şöyle demiştir: Hamza b. Abdulmuttalib ile Mus'ab b. Umeyr şehid edilip de kendilerine verilen bol rızıkları görünce şöyle dediler: Keşke kardeşlerimizin cihada rağbetleri daha bir artsın diye, bizim elde ettiğimiz hayırları bilseler. Bunun üzerine Yüce Allah, bunu Ben sizin yerinize onlara bildireceğim, diye buyurdu ve: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayasın" buyruğunu: "Ve Allah'ın mü'minlerin mükafatını zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinirler" (AI-i İmran, 171) buyruğuna kadar indirdi.

 

Ebu'd-Duha der ki: Bu ayet-i kerime özel olarak Uhud şehidleri hakkında nazil olmuştur. Birinci görüş de bu görüşün sahih olmasını gerektirmektedir.

 

Kimisi de şöyle demektedir: Bu ayet-i kerime Bedir şehidleri hakkında nazil olmuştur. Bunlar da ondört kişi idiler. Sekizi Ensar'dan, altısı da Muhacirlerdendi.

 

Ayetin, Biri Maune şehidleri hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Onların başından geçenler, ünlüdür. Bu olayı, Muhammed b. İshak ve başkaları zikretmiştir.

 

Başkaları da şöyle demiştir: Şehidlerin yakınları, bir nimet elde edip sevinç duymalarını gerektirecek bir durumla karşılaştıklarında, hasret çeker ve biz nimet ve sevinç içerisinde bulunuyoruz, buna karşılık babalarımız, oğullarımız, kardeşlerimiz kabirlerdedir, diyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, bu ayet-i kerimeyi, hem onları rahatlatmak, hem de kendilerinden öldürülen şehidlerin durumunu haber vermek üzere indirdi.

 

Derim ki: Özetle her ne kadar bütün bu sebepler dolayısıyla buyrukların nazil olması ihtimal dahilinde ise de, şanı Yüce Allah, bu ayet-i kerimede, şehidlerin cennette diri olduklarını, rızıklanmakta olduklarını haber vermektedir. Şüphesiz onlar, ölmüş bulunuyorlar ve cesedleri de topraktadır. Bununla birlikte ruhları, diğer mü'minlerin ruhları gibi de diridir. Ayrıca onlara öldürülme anından itibaren dünya hayatı onlar için ebedi imişcesine cennette rızıklandırılmakla da üstün kılınmışlardır.

 

Bu hususun mahiyeti hakkında ilim adamları farklı görüşlere sahiptir. Büyük çoğunluğun kabul ettiği görüş, bizim belirttiğimiz şekildedir. Ve şehidlerin hayatta olduklarının muhakkak olduğunu kabul etmektedirler. Ancak kimileri şöyle demektedir: Şehidlere kabirlerinde ruhları geri verilir ve onlar nimete mazhar kılınırlar. Tıpkı kafirlerin kabirlerinde diriltilip azap gördükleri gibi.

 

Mücahid de der ki: Şehidlere cennet meyvelerinden rızık verilir. Yani onlar, cennette olmadıkları halde onun kokusunu alırlar. Bazıları da bunun mecazi bir ifade olduğu kanaatine sahib olmuştur. Yani onlar, cennette Allah'ın hükmü gereğince nimet görmeye hak kazanmış kimselerdir. Bu da: Filan kişinin anılışı devam etmektedir anlamında, filan kişi ölmedi, deyimini andırmaktadır. Nitekim şöyle denilmiştir: "Takva sahibinin ölümü sonsuz bir hayattır Pek çok kişi ölmüş ama, insanlar arasında diridirler."

 

Yani onlara, güzel şekilde anılma nimeti ihsan edilmiştir.

 

Başkaları da şöyle demiştir: Ruhları, yeşil kuşların kursaklarındadır. Onlar, cennette rızıklanırlar, yerler ve nimetlere mazhar olurlar. Bu konudaki görüşler arasında sahih olan görüş de budur. Çünkü naklin sahih olarak belirttiği husus, aynen vaki olan şeydir. İbn Abbas yoluyla rivayet edilen hadis de bu konudaki ayrılıkları ortadan kaldıran açık bir nassdır. Aynı şekilde Müslim tarafından rivayet edilen İbn Mes'ud hadisi de böyledir. Biz bu hususu, "et-Tezkire bi Ahvali'l-Mevta ve Umuri'l-Ahire" adlı kitabımızda genişçe açıklamış bulunuyoruz. Yüce Allah'a hamdolsun. Orada şehidlerin kaç türlü olduklarını ve durumlarının birbirinden farklı olduğunu da belirttik.

 

Şehidlerin hayatta oluşlarını, onların ileride diriltilecekleri şeklinde yorumlayanlara gelince, böyle bir yorum, Kur'an ve sünnetin reddettiği uzak bir yorumdur. Çünkü, Yüce Allah'ın: "Bilakis onlar ... diridirler" buyruğu, onların hayatta olduklarına ve rızıklandırıldıklarına açık bir delildir. Rızık ise ancak hayatta olana verilir.

 

Şöyle de denilmiştir: Her yıl onlara bir gaza sevabı yazılır ve Kıyamet gününe kadar kendilerinden sonra yapılan bütün cihadların sevabına ortak edilirler. Çünkü cihad çığırını açanlar onlardır. İşte Yüce Allah'ın şu buyruğu da -ileride Yüce Allah'ın izniyle orada açıklanacağı üzere- buna benzemektedir: "işte bundan dolayı Biz de israil oğullarına şunu yazdık: Her kim bir canı öldürürse ..." (Maide, 32).

 

Şöyle de denilmiştir: Çünkü onların ruhları Kıyamet gününe kadar Arş'ın altında rüku yapar, secde eder. Tıpkı abdestli olarak uyuyan, hayatta bulunan mü'minlerin ruhları gibidir.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Çünkü şehid, kabrinde çürümez ve yer onu yemez. Biz bu hususu, 'et-Tezkire"de sözkonusu ettik ve toprağın, peygamberleri, şehidleri, ilim adamlarını, Allah için müezzinlik yapanları ve Kur'an hafızlarını yemediğini belirttik.

 

2- Şehidlerin Yıkanması:

 

Şehid, hükmen hayatta olduğuna göre, fiilen dünyada hayatta olan gibi namazı kılınmaz. İlim adamları, şehidlerin yıkanıp namazlarının kılınması hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Malik, Şafii, Ebu Hanife ve es-Sevri, bütün şehidlerin yıkanacakları ve namazlarının kılınacağı görüşünü kabul ederler. Bundan tek istisna ise, özellikle düşmanla savaş esnasında savaş meydanında öldürülen kişidir. Bu hükmün gerekçesi ise, Hz. Cabir yoluyla rivayet edilen şu hadistir. Peygamber (s.a.v.): "Onları kanlarıyla defnediniz" diye buyurdu. Uhud günü şehid düşenleri kastetmektedir. Hz. Peygamber onları yıkamadı. Bunu Buhari rivayet etmiştir.

 

Ebü Davüd da İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet eder: Rasülullah (s.a.v.) Uhud günü öldürülenlerin üzerindeki silahların, deri giyeceklerin çıkartılmasını, kanlarıyla ve elbiseleriyle gömülmelerini emretti.

 

Ahmed, İshak, Evzai, Davüd b. Ali ve çeşitli bölgelerin fukahasından, hadis ehlinden bir topluluk ile İbn Uleyye de böyle demiştir. Said b. el-Müseyyeb ile el-Hasen ise, şehidlerin yıkanmaları gerektiğini ifade etmişlerdir. Onlardan birisi de şöyle demiş; Uhud şehidlerinin yıkanmayış sebepleri, sayıca çok olmaları ve başka meşguliyetler dolayısıyla bunlarla uğraşma imkanının bulunamayışıdır.

 

Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki: Ancak, Said ve el-Hasen'in bu görüşünü, değişik bölge fukahasından Ubeydullah b. el-Hasen el-Amberi'den başkası kabul etmiş değildir. Onların sözünü ettikleri "Uhud şehidlerini yıkamakla uğraşacak vakitleri yoktu" şeklindeki gerekçe ise, gerekçe olamaz. Zira, bu şehidlerin her birisinin onu yıkamakla uğraşacak bir velisi (yakını) ve işini görecek bir akrabası vardı. Onların yıkanmayışlarının illeti (gerekçesi) ise, -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- hadis-i şerifte kanları ile ilgili olarak kullanılan şu ifadedir: "Kıyamet günü onların bu yaraları misk kokusu gibi gelecektir.'' Böylelikle onların yıkanmayışlarının illetinin bu hususta bu görüşü belirtenlerin ileri sürdükleri gibi başka işlerle meşguliyet olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu meselenin kıyas ve mantık yürütmekle de bir ilgisi yoktur. Bu mesele, sadece ve sadece herkesin Uhud'da öldürülen şehidlerin yıkanmadıklarına dair nakletmiş oldukları rivayetlere tabi olmak meselesidir.

 

el-Hasen'in görüşünü kabul eden müteahhir (sonraki) ilim adamlarından kimisi de, Hz. Peygamber'in Uhud şehidleri hakkında söylemiş olduğu:

 

"Ben, Kıyamet gününde bunlara şahidim" sözünü delil göstermiştir ve şöyle demiştir: İşte bu, onların özel bir durumlarının olduğuna ve bu hususta başkalarının onlara ortak olmadığına delil teşkil etmektedir. Ancak Ebu Ömer şöyle demektedir: Bu görüş, hemen hemen garip bir görüştür. Onların (şehidlerin) yıkanmayacaklarını söylemek daha uygundur Çünkü bu husus, Peygamber (s.a.v.)'ın Uhud şehidleri ile diğer şehidler hakkındaki uygulamasıyla sabit olmuştur. Ebü Davüd da Hz. Cabir'den şöyle dediğini rivayet eder:

 

Bir adama atılan bir ok göğsüne veya boğazına isabet etti. Bunun sonucunda öldü. O da olduğu gibi elbiseleri ile birlikte gömüldü. Devamla der ki: Biz de Resulullah (s.a.v.) ile birlikte bulunuyorduk.

 

3- Şehidin Cenaze Namazı Kılınır mı?

 

Şehidlerin cenaze namazının kılınması hususunda da ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Malik, Leys, Şafii, Ahmed, Davüd (ez-Zahirl) namazlarının kılınmayacağı görüşündedirler. Çünkü Hz. Cabir şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) Uhud şehidlerinden iki kişiyi aynı elbisede (kefende) bir araya getiriyor, sonra: "Bunların hangisi daha çok Kur'an ezbere biliyordu?" diye soruyordu. Eğer onlardan birisine işaret edilecek olursa, lahde onu öne alır ve şöyle derdi: "Kıyamet gününde bunlara karşı ben şahid olacağım." Şehidlerin kanlarıyla defnedilmelerini emretti. Şehidler yıkanmadılar ve namazları da kılınmadı.

 

Küfe, Basra ve Şam fakıhleri ise şöyle demişlerdir: Namazları kılınır. Onlar, bu hususta çoğu mürsel olan Peygamber (s.a.v.)'ın Hz. Hamza ile sair Uhud şehidlerinin namazını kıldığına dair bir takım rivayetler de kaydederler.

 

4- Hangi Hallerde Şehidin Namazı Kılınabilir.?

 

İlim adamları, icma ile şunu kabul etmişlerdir: Şehid, canlı olarak savaş meydanından alınıp yaşayacak ve yemek yiyecek olursa, onun namazı kılınır. Nitekim Ömer (r.a)'a yapılan uygulama budur.

 

Bununla birlikte HaricIler, yol kesicileri ve buna benzer kimseler tarafından zulmen öldürülen kişi hakkında farklı görüşlere sahiptirler.

 

Ebu Hanife ve es-Sevri der ki: Zulmen öldürülen herkes yıkanmaz. Fakat böyle birisinin ve her şehidin namazı kılınır. Diğer Irak alimlerinin görüşü de budur. Bunlar, sahih pek çok yoldan Zeyd b. Suhan'dan Cemel günü öldürüldüğü vakit: üzerimden herhangi bir elbiseyi çıkarmayın ve kanımı yıkamayın, dediğini rivayet ederler.

 

Ammar b. Yasir'in de Zeyd b. Sühan gibi bir söz söylediği de sabittir. Ammar b. Yasir ise, Sıffin'de öldürülmüş, Hz. Ali de onu yıkamamıştır.

 

Şafii'nin iki görüşü vardır. Birisine göre, diğer bütün ölüler gibi yıkanır.

 

Bundan tek istisna, harp ehli kimselerin öldürdükleridir. Malik'in de görüşü budur. Malik der ki: Kafirler tarafından öldürülüp, çarpışma meydanında ölen yıkanmaz. Bunun dışında yani, kafirler tarafından savaş alanında öldürülenlerin dışındaki bütün maktuller yıkanır ve namazları kılınır. Aynı zamanda bu, Ahmed b. Hanbel'in de -Allah ondan razı olsun- görüşüdür.

 

Şafii'nin diğer görüşüne göre ise, bağiler tarafından öldürülen yıkanmaz.

Malik'in görüşü ise, daha sahihtir. Çünkü, ölülerin yıkanması. icma ile ve genel bir nakil ile sabit olmuştur. O halde, icmaın yahut sabit bir sünnetin dışarıda bıraktıkları kimseler müstesna, her ölenin yıkanması vaciptir. Başarı Allah'tandır.

 

5- Düşman Baskını Sırasında Öldürülenlerin Hükmü:

 

Bir toplum evlerinde bulunup da, kendilerinin haberi bulunmaksızın, düşman onlara sabahleyin bir baskın düzenleyip, onlardan bir takım kimseleri öldürücek olursa, bu öldürülenlerin hükmü, savaş meydanında öldürülenlerinki gibi mi olur, yoksa diğer ölülerin hükmünde mi olur?

 

Bu sorun, -yüce Allah'ın tekrar bize iade etmesini niyaz ettiğimiz- Kurtuba'da bizim başımıza geldi. Allah kahredesice düşman, 627 yılı Ramazan ayının üçüncü günü sabahında, herkes hiçbir şeyden habersiz, tarlasında işiyle meşgul iken, düşman baskın yaptı, kimisini öldürdü, kimisini esir aldı. Öldürülenler arasında rahmetlik babam da vardı.

 

Hocamız kıraat alimi Ebu Hucce diye bilinen üstad Ebu Cafer Ahmed'e durumunu sordum bana, onu yıka ve namazını kıl, dedi. Çünkü baban, müslüman ve kafir saflar arasındaki meydan savaşında öldürülmüş değildir.

 

Daha sonra, hocamız Rabi' b. Abdurrahman b. Ahmed b. Rabi' b. Ubeyy'e sordum, O da: O, meydan savaşında öldürülenler hükmündedir, dedi.

 

Arkasından kadı el-Cemaa diye bilinen Ebu'l-Hasen Ali b. Katral'a -etrafında bir gurup fukaha da bulunduğu halde- durumu sordum, bunlar da; Onu yıka, kefenle ve namazını kıl, dediler, ben de böyle yaptım. Bundan sonra ise, bu meseleyi Ebu'l-Hasen el-Lahi'nin et-Tabsira adlı eserinde ve başka kitaplarda gördüm. Eğer, bunu daha önce görmüş olsaydım, onu yıkamaz, kanıyla ve elbiseleriyle onu defnederdim.

 

6- Allah Yolunda Şehid Olmanın üstünlüğü:

 

Bu ayet-i kerime, Allah yolunda öldürülüp, O'nun uğrunda şehid düşmenin sevabının büyüklüğüne delildir. O kadar ki, bu yolda şehid düşmek, günahları siler. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Allah yolunda öldürülmek, -borç müstesna- herşeye keffarettir. Az önce Cebrail (a.s) bana böyle dedi. ''

 

İlim adamlarımız derler ki: Burada borcun sözkonusu edilmesi, borç hükmünde olan ve kişinin zimmetine taalluk eden diğer haklara da dikkat çekmektir. Gasb, batıl yolla malı almak, kasten öldürmek, yaralamak ve buna benzer diğer sorumluluklar da böyledir Çünkü, bütün bunların cihad dolayısıyla mağfiret edilmemeleri borca nisbetle daha uygundur. Çünkü bunlar borçtan daha ağır sorumluluklardır Bütün bunlar da sabit sünnette varid olduğuna göre, haseneler ve seyyiatlar ile karşılıklı kısas (takas) ile gerçekleşir.

 

Abdullah b. Uneys der ki: Ben, Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Allah, kulları" -ya da insanları diye buyurdu. Bu şüphe (hadis ravilerinden birisi olan) Hemmam b. Yahya'nın şüphesidir -böyle derken eliyle de Şam tarafına işaret ederek; "çıplak, sünnetsiz ve hiçbir şeysiz olarak haşredecektir." Biz: "Hiçbir şeysiz olmaları ne demektir? diye sorunca, şöyle buyurdu: "Beraberlerinde hiçbir şey bulunmaksızın (haşredilecekler). Onlara yakının da uzakta bulunanın da işiteceği bir sesle şöylece seslenir: Ben Melik olanım, Ben Deyyanım. Cennet ehlinden herhangi bir kimsenin, cehennemliklerden birisinin ondan yaptığı herhangi bir haksızlığın karşılığını talep ettiği halde cennete girmemesi gerekir. Cehennem ehlinden herhangi bir kimsenin de cennet ehlinden herhangi bir kimseye yaptığı bir haksızlığı karşılığını kendisinden taleb ettiği halde -bir tokat olsa dahi- girmemesi gerekir." Biz, şöyle dedik: Biz, Allah'ın huzuruna çıplak ayaklı, elbisesiz ve sünnetsiz olarak varacağımıza göre bu nasıl olacak? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Hasenat ile ve seyyiat ile (takas yapılarak)" diye buyurdu. Bu hadisi el-Haris b. Usame rivayet etmiştir.

 

Müslim'in Sahih'inde de Ebu Hureyre'den rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müflis kimdir, bilir misiniz?" Şöyle dediler: Aramızda müflis, bir dirhemi ve hiçbir eşyası bulunmayana denir. Şöyle buyurdu: "ümmetimden müflis, Kıyamet günü namaz, oruç ve zekat (sevapları) ile birlikte gelir, diğer taraftan şuna sövmüş, buna iftira etmiş, diğerinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir diğerini vurmuş olarak gelir Bu sefer buna da, ötekine berikine de hasenatından verilir Eğer üzerindeki haklar ödenip bitirilmeden önce hasenatı tükenecek olursa, bu sefer diğerlerinin (haksızlık ettiği kimselerin) günahlarından alınıp onun üzerine bırakılır, sonra da o cehenneme atılır ''

 

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, bir kimse, Allah yolunda öldürülür, sonra diriltilir, sonra tekrar öldürülür, sonra bir daha diriltilir, sonra yine öldürülecek olursa, eğer üzerinde borç kalırsa, onun bu borcu ödenmedikçe cennete giremeyecektir.''

 

Ebu Hureyre rivayetle der ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Mü'minin canı, üzerinde borç bulunduğu sürece muallaktadır."

 

Ahmed b. Zuheyr dedi ki: Yahya b. Vail'e bu hadis hakkında soruldu, O sahih bir hadistir, diye cevap verdi

 

Denilse ki: Bu, bazı şehidlerin öldürülme sırasında cennete girmediklerine, ruhlarının da belirttiğimiz gibi kuşların kursaklarında olmadıklarına delalet etmektedir. Kabirlerinde de olmayacaklarına göre nerede olacaklardır?

 

Deriz ki: Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Şehidlerin ruhları cennet kapısının önünde ve Barik diye anılan bir nehrin kıyısındadır. Sabah ve akşam cennetten rızıkları onlara çıkartılıp getirilir.'' Burada sözü edilenlerin bu kimseler olmaları muhtemeldir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

İşte bundan dolayı İmam Ebu Muhammed b. Atiyye şöyle demiştir: Bunlar (şehidler) tabaka tabakadırlar ve durumları farklı farklıdır. Hepsinin ortak özelliği ise, "rızıklandırılmaları"dır.

 

İmam Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid b. Mace el-Kazvinı Sünen'inde Süleym b. Amir'den şöyle bir rivayet nakletmektedir: Süleym dedi ki: Ben, Ebu Umame'yi şöyle derken dinledim: Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Denizde şehid düşen, karada şehid düşen iki kişi gibidir. Denizin tuttuğu kimse ise, karada öldürülerek kanına bulanmış kimsedir. İki dalga arası (denizde duran kimse) ise, Allah'a itaat uğrunda bütün dünyayı kateden kimse gibidir. Muhakkak aziz ve celil olan Allah, ölüm meleğini ruhları kabzetmekle görevlendirdi. Denizde şehid olanlar ise bundan müstesnadır. Bunların ruhlarını kabzetmeyi şanı yüce'nin kendisi üstüne almıştır. Karada şehid düşenin borç müstesna bütün günahlarını bağışlar, denizde şehid düşenin de bütün günahlarını ve borcunu dahi bağışlar. "

 

7- Kişiyi Cennete Girmekten Alıkoyan Borcun Mahiyeti:

 

-Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- kişiyi cennete girmekten alıkoyan borç, kişinin o borcu ödeyecek mal bırakmakla birlikte ödenmesini vasiyet etmediği, yahut da ödeme gücü olduğu halde ödemediği ya da israf, yahut da beyinsizce harcama uğrunda borç alıp da ödemeden ölmesi sonucu bıraktığı borçlardır. Fakirliği, elinin darlığı dolayısıyla yerine getirilmesi gereken bir hakkı ifa etmek için borç alıp da borcunu ödeyecek bir şey de geri bırakmayana gelince, şüphesiz böyle birisini -inşaallah- cennete girmekten alıkoymayacaktır. Çünkü, İslam devlet yöneticisinin, böyle birisinin borcunu ödemesi farzdır. Bunu ya genel olarak zekattan yahut zekatta borca batmışların payından yahut da yine müslümanlara harcanması gereken ganimet paylarından öder. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kim bir borç, yahut da bakıma muhtaç çoluk çocuk bırakırsa, bunların sorumluluğu Allah ve Resulünedir. Kim de bir mal bırakacak olursa, o da mirasçılarınadır. ''

 

Bu hususa dair daha geniş açıklamaları, "et-Tezkire" adlı eserimizde kaydetmiş bulunuyoruz. Cenab-ı Allah'a hamdolsun.

 

8- Rableri Nezdinde Rızıklanırlar:

 

Yüce Allah'ın: "Rableri katında diridirler, rızıklanırlar" buyruğunda şu takdirde hazfedilmiş bir muzaf vardır: Rablerinin kerem ve lütufları nezdinde ... rızıklanırlar, demektir. Burada yer alan: "Katında" kelimesi, son derece yakın olmayı gerektirir. Sibeveyh'e göre bu kelimenin küçültme ismi yapılmaz. O halde buradaki indiyyet (katında, nezdinde olmak), bir ikram ifade eder. Yoksa, yakınlık ve mesafe anlamını ifade etmez.

 

"Rızıklanırlar" buyruğundan anlaşılan ise, adeten bilinen rızıktır. Burada sözü geçen hayattan kasıt, anılış itibariyle bir hayattır, diyen kimseler ise, buradaki rızkı da güzel övgü onlara rızık olarak verilir, diye açıklamışlardır. Ancak birinci açıklama hakikat anlamına göredir.

 

Şöyle de denilmiştir: Şüphesiz ki, istedikleri gibi uçup kondukları o hallerinde ruhlar, cennet kokularını, hoş şeylerini, nimetlerini ve sevindirici hususlarını ruhlara yakışan bir şekilde -ona rızık olarak verilen şeylerde- idrak eder ve bunlarla zevklenir, lezzet alır. Cismani lezzetlere gelince, bu ruhlar, bedenlerine iade edileceği vakit, Allah'ın kendileri için hazırlamış olduğu bütün nimetleri de tamamıyla alır ve tadar. Bu güzel bir açıklamadır. Her ne kadar bir çeşit mecaz! bir açıklama ise de, bizim tercih ettiğimiz görüşe de uygun bir açıklamadır. Başarıyı ihsan eden Yüce Allah'tır.

 

"Sevinerek" kelimesi, "rızıklanırlar"daki zamirden hal mevkiindedir. Bununla birlikte "diri olanlar"ın sıfatı olmak üzere günlük konuşma esnasında; "Sevinirler," şeklinde kullanmak da mümkündür.

 

Buradaki sevinç (ferah) sürur manasınadır. Bu ayet-i kerimedeki lütuf ve keremden kasıt ise, sözü geçen nimetlerdir. İbn es-Semeyka bu kelimeyi (...) şeklinde "fe" harfinden sonra elif ile okumuştur ki, bunlar da iki ayrı söyleyiştir. en-Nehhas der ki: Bu kelimenin Kur'an dışında merfu' olarak okunması caizdir ve o takdirde "diriler"e sıfat olur.

 

Yüce Allah'ın: "Arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara ... müjdelemek isterler" buyruğunun anlamı şudur: Yani onlar -kendileri de fazilet sahibi olmakla birlikte- fazilet itibariyle kendilerine kavuşamayan kimselere müjdelemek isterler, demektedir.

 

Müjdelemek (istibşar), asıl itibariyle (...): Ten kelimesinden gelmektedir. Çünkü, insanın sevinmesi halinde, bu sevincin etkileri yüzünde görülür. es-Süddi der ki: Şehide, kardeşlerinden yanına gelecek olan kimselerin sözkonusu edildiği bir kitap getirilir. O da, tıpkı çoktandır görmedikleri bir kimsenin geliş müjdesi dolayısıyla dünyadaki kimselerin sevinci gibi sevinir.

 

Katade, İbn Cüreyc, er-Rabi' ve başkaları da derler ki: Onların sevinmeleri, şöyle demeleridir: Dünyada geride bıraktığımız kardeşlerimiz, peygamberleriyle birlikte Allah yolunda çarpışmaktadırlar.

 

Onlar da şehid düşecekler ve bizim içinde bulunduğumuz bu büyük lütufların bir benzerine nail olacaklardır. Bundan dolayı onlar adına sevinir ve mesrur olurlar.

 

Şöyle de denilmiştir: Burada henüz kendilerine katılmamış olanlar dolayısıyla sevinmek ile, öldürülmeseler dahi bütün mü'minlere işaret vardır. Çünkü onlar, Allah'ın mükafatının vuku bulduğunu yakinen görünce, İslam dininin, Allah'ın kendisine bağlanılması sebebiyle kullarını mükafatlandırdığı hakkın kendisi olduğunu da görürler. İşte bundan dolayı, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu lütufları dolayısıyla kendileri için sevindikleri gibi, mü'minlere de kendileri için bir korku bulunmadığı ve üzülmeyecekleri müjdesini vermek isterler. ez-Zeccac ve İbn Fürek, bu anlamı kabul etmişlerdir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Al-i İmran 171

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR