AL-İ İMRAN 146 / 147 |
وَكَأَيِّن
مِّن
نَّبِيٍّ
قَاتَلَ
مَعَهُ رِبِّيُّونَ
كَثِيرٌ
فَمَا
وَهَنُواْ
لِمَا أَصَابَهُمْ
فِي سَبِيلِ
اللّهِ
وَمَا
ضَعُفُواْ وَمَا
اسْتَكَانُواْ
وَاللّهُ
يُحِبُّ الصَّابِرِينَ
{146} وَمَا
كَانَ
قَوْلَهُمْ إِلاَّ
أَن
قَالُواْ
ربَّنَا
اغْفِرْ
لَنَا
ذُنُوبَنَا
وَإِسْرَافَنَا
فِي أَمْرِنَا
وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا
وانصُرْنَا
عَلَى
الْقَوْمِ
الْكَافِرِينَ
{147} |
146.
Beraberlerinde Rabbilerden çok kimsenin savaştığı nice peygamberler vardır.
Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, yılmadılar, boyun da
eğmediler. Allah, sabredenleri sever.
147.
"Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bize bağışla.
Ayaklarımıza sebat ver. Kafirler güruhuna karşı bize yardım et" demekten
başka bir söz söylemiyorlardı.
Yüce
Allah'ın:"Beraberlerinde Rabbilerden çok kimsenin savaştığı nice
peygamberler vardır" buyruğu ile ilgili olarak, ez-Zühri şöyle demektedir:
Şeytan, Uhud günü: Muhammed öldürüldü, diye bağırdı. Bu sebepten müslümanlardan
bir topluluk bozguna uğradı. Ka'b b. Malik der ki: Resulullah (s.a.v.)'ı ilk
tanıyan kişi ben olmuştum. Gözlerinin miğferin altında parladığını görünce
sesim çıkabildiği kadar: "İşte Resulullah (s.a.v.)!" diye bağırdım. O
da bana: Sus diye işaret etti. Bunun üzerine de aziz ve celil olan Allah:
"Beraberlerinde Rabbilerden çok kimsenin savaştığı nice peygamberler
vardır. Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler,
yılmadılar" ayetini indirdi.
(...) kelimesi,
"Nice" anlamındadır. el-Halil ve Sibeveyh der ki: Bu kelime aslında
(...) şeklinde olup, başına benzetme edatı olarak "kef" girmiş ve
onunla beraber mebni bir kelime haline gelerek konuşma dilinde:
"Nice" anlamına kullanılmıştır. Mushafta ise, (tenvİn)
"nun" olarak yazılmıştır. Zira bu, aslından nakledilen bir kelime
olup, anlamı değiştirildiğinden dolayı, lafzı da değiştirilmiş oldu. Daha sonra
bu kelime çokça kullanılır oldu. Araplar bu kelimenin şeklini değiştirip durdu
ve kalb ve hazf gibi yollarladeğişikliğe uğrattı. Bunun sonucunda da bu
kelimenin kıraatte de kullanılmış dört söyleyişi ortaya çıktı. İbn Kesir bu
kelimeyi, "Fail" vezninde (...) şeklinde okumuştur. Aslı da: (...)
şeklinde olup, buradaki "ya" elif'e kalb edilmiştir. Nitekim
(U""'Ç.) kelimesindeki "ya" harfi, elif'e kalb edilerek
(...): Umut keser, yese düşer, şeklinde kullanılmıştır. Şair de der ki: "Sel
yataklarında nice arkadaş vardır ki, Bana bir musibet geldiğini görecek olursa,
bizzat kendisi o musibeti tatmış olur."
Bir başkası da şöyle
demektedir: "Biz, size saldıran nice silah kuşanmış kimseyi geri çevirdik.
Kafilenin önünde gelen ve başı miğferli, silahlar kuşanmış ve böbürlenerek
yürüyen."
Bir diğeri de şöyle
demektedir: "Topluluklar arasında nice kimseler vardır ki, Kardeşleri
kendilerinden üstün, kendileri de keremlidirler."
İbn Muhaysın ise, medsiz
ve hemzeli olarak (...) şeklinde okumuştur. Bu da aslen: (...) den olup,
"elif"i hazf edilmiştir. Yine İbn Muhaysın'ın bu kelimeyi, (...)
şeklinde okuduğu da rivayet edilmiştir ki bu, şeddesiz (...) den kalb
edilmiştir. Diğerleri ise, (...) şeklinde okumuşlardır. asl olan şekil de
budur. Şair der ki: "Nice insanlar vardır ki, hala Kardeşleri
kendilerinden yukarıda ve kendileri de kerimdir."
Bir başka şair de;
"Biz gücümüzle nice düşmanı imha ettik Ve nice zayıf ve korkuya kapılmışı
da himaye ettik." diyerek, (...) şeklindeki iki söyleyişi bir arada
kullanmıştır. Bu kelimenin, beşinci bir kullanım şekli daha vardır ki, bu da:
(...) şeklindedir. Adeta bu, (...) dan kalbedilmiş bulunan (...)'ın şeddesizi
gibidir.
el-Cevherı ise, bunun
(...) ile (...) şeklindeki iki söyleyişinden başkasını sözkonusu etmemektedir.
Günlük konuşma esnasında: (...): Nice adamla karşılaştım, denilerek bu edattan
sonra gelen isim temyiz olarak nasb edilir. Aynı şekilde (...) diye de
kullanılır ve bu edattan sonra (...) harf-i cerri getirilir ki bu, ismin nasb
edilme halinden daha çok kullanılır ve daha da güzeldir. (...) ise, bu elbiseyi
kaça satarsın? anlamındadır. Şair Zu'r-Rimme der ki: "Nice yaban ineği ve
yaban öküzünden dehşete kapıldık ki, Düşmanların (evcillerinin) yurtları onlara
yurt olmaz."
en-Nehhas der ki: Ebu
Amr bu kelime üzerinde vakıf yaptığı takdirde (...) şeklinde "nun"
suz olarak vakıf yapardı. Çünkü bu kelimenin aslında tenvin yoktur. Bunu, Sevre
b. el-Mübarek, el-Kisai'den de rivayet etmiştir. Diğerleri ise, Mushaftaki
hatta tabi olarak "nun"u sakin okuyarak vakıf yapmışlardır.
Ayet-i kerimenin ifade
ettiği mana, mü'minlerde kahramanlık duygularını harekete getirmek ve daha önce
geçmiş bulunan peygamberlere tabi olan hayırlı kimselere uymalarını
emretmektedir. Yani, nice peygamberle birlikte nice "Ribiyyun"
öldürülmüştür. Yahut da pek çok peygamber öldürülmüş bulunduğu halde onların
ümmetlerinden kimse irtidat etmemiştir, diye iki farklı şekilde açıklanmıştır.
Birinci görüş, el-Hasen
ile Said b. Cübeyr'in görüşü olup el-Hasen şöyle demiştir: Hiçbir savaşta
herhangi bir peygamber öldürülmüş değildir. İbn Cübeyr de der ki: Biz, çarpışma
esnasında öldürülmüş bir peygamber işitmedik.
İkinci görüş ise, Katade
ve İkrime'den nakledilmiştir. Bu görüşe göre; (...): Savaştı, anlamındaki
kelime, (...): Öldürüldü, anlamında okunup üzerinde vakıf yapmak caiz olur.
Bu okuyuş ise Nafi', İbn
Cübeyr, Ebu Amr ve Yakub'un kıraatidir. İbn Abbas'ın kıraati de budur ve bunu
Ebu Hatim tercih etmiştir.
Bu kıraat de iki şekilde
açıklanır. Birincisine göre, (...): Öldürüldü, ifadesi yalnızca Peygamber
hakkında sözkonusu olur. O takdirde, "Öldürüldü" kelimesi ile ifade
tamam olur(1) Buna göre ifadede hazfedilmiş kelimeler olur ki; bu da, onunla
birlikte de pek çok Rabbi kimse vardı, manasına gelir. Nitekim
"beraberinde büyük bir ordu bulunuyorken kumandan öldürüldü" ifadesi
bunu andırır. Yine, beraberimde ticaret malı bulunduğu halde çıktım, ifadesi de
böyledir.
İkinci açıklama şeklinde
"öldürüldü" hem Peygamber hakkında, hem de onunla birlikteki Rabbiler
hakkında sözkonusu olmuştur. Bu da onunla birlikte bulunanların bir kısmı
öldürüldü, şeklinde anlaşılır. Nitekim Araplar, Temimoğullarını ve
Süleymoğullarını öldürdü, demekle birlikte onların sadece bir kısmının öldürmüş
olduklarını kast ederler. Buna göre Yüce Allah'ın: "Gevşemediler"
buyruğu da onlardan geri kalanlar hakkında sözkonusu olur.
Derim ki: Bu görüş,
(yani peygamberle birlikte olanların bir kısmının öldürüldüğü şeklindeki
açıklama) ayetin nüzulüne daha uygun ve daha yakın bir görüştür. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) öldürülmemiştir. Onunla birlikte bulunan ashabından bir
gurup öldürülmüştür.
Ancak, Küfeliler ile İbn
Amir (...): Savaştı, şeklinde okumuşlardır ki, bu da İbn Mes'ud'un kıraatidir.
Bunu Ebu Ubeyd tercih etmiş ve şöyle demiştir: Şanı Yüce Allah, savaşan kimseyi
övdüğü takdirde, öldürülen kimse de onun kapsamına girer. Ancak, öldürülenden
övgüyle sözedecek olursa, onların dışında kalanlar kapsamlarına girmezler. Bu
bakımdan; (...): Savaştı, ifadesinin hem daha genel bir anlamı vardır, hem de
daha çok övücü bir ifadedir.
"Rabbiler"
kelimesi, cumhur tarafından "ra" harfi esreli olarak okunmuştur. Ali
(r.a.) ise, "ra" harfini ötreli okumuştur. İbn Abbas ise üstün
okumuştur. Böylelikle bu kelimenin üç söyleyişi vardır. Rabbiler ise, pek çok
topluluklar anlamındadır. Bu açıklama, Mücahid, Katade, Dahhak ve İkrime'den
nakledilmiştir. Tekili ise (...) şeklinde "ra" harfi hem ötreli, hem
de üstünlü okunur. Bu kelime, yine "ra" harfi esreli ve ötreli
okunabilecek şekilde (...) )'e nisbet edilir ki, bu da topluluk anlamındadır.
Abdullah b. Mes'ud der
ki: Bu kelime binlerce anlamındadır. İbn Zeyd der ki: Bu kelime, tabi olan
kimseler manasınadır. Ancak, birinci açıklama sözlükte daha çok bilinen bir
şekildir. O bakımdan okların toplanıp bir araya getirilip bağlandığı bez
parçasına (veya) ok torbasına: (...) denilir. "Ribab" ise, bir araya
toplanmış kabileler manasınadır.
Eban b. Sa'leb der ki:
Ribbi, onbin kişi demektir. el-Hasen ise, bunlar sabreden alimler demektir. İbn
Abbas, Mücahid, Katade, er-Rabi ve es-Süddi: Çok büyük miktardaki topluluk,
diye açıklamışlardır. Şair Hassan (b. Sabit) der ki: "Ve eğer bir topluluk
haktan uzaklaşırsa Biz onların üzerlerine büyük toplulukları süreriz."
ez-Zeccac der ki; Burada
bu kelime, birisi "ra" harfi ötreli, diğeri de esreli olmak üzere iki
kıraat sözkonusudur. Ötreli okuyuşa göre, pek çok topluluklar anlamındadır.
Bunun onbin kişi olduğu da söylenmiştir.
Derim ki: İbn Abbas'tan
da "Rab"e nisbet edilmiş olarak, "Rabbiyyem" şeklinde
"r" harfi üstün olarak bir kıraat de rivayet edilmiştir. el-Halil der
ki: "Rıbbi" , peygamberlerle birlikte sabreden abidlerden tek kişi
demektir. Rabbaniler bunlardır. Ve bunlar kendilerini Allah'a vermeye, O'na
ibadete, Yüce Allah'ın Rubübiyetini bilmeye nisbet edilerek böyle
anılmışlardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Yüce Allah'ın:
"Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler"
buyruğundaki" gevşemediler" anlamındaki: (...); zayıf düşmediler,
anlamındadır. Buna dair açıklama daha önceden (139. ayetin tefsirinde)
geçmişti. 'Vehen'' ise, korku sebebiyle gayretin, azmin kırılması demektir.
el-Hasen ve Ebu Simmal ise bunu, "he" harfini esreli ve ötreli olarak
okumuşlardır ki, bu da Ebu Zeyd'den nakledildiğine göre iki ayrı söyleyiştir.
(Aynı kökten gelen) el- Vahine kaburga kemiklerinin en alttaki ve en kısa olan
kemiğidir. Develer hakkında vehen, kesif (zayıf) demektir. Vehn ise, gecenin
geçip giden kısa bir süresi demektir. Mevhin de aynı anlamdadır.
Buyruğun anlamına
gelince; onlar, Peygamberlerinin öldürülmesi, yahut da aralarından öldürülenler
dolayısıyla zaafa düşmediler, demektir. Bu da onlardan geriye kalanlar zaafa
düşmedi, manasına olup muzaf hazfedilmiştir.
"Yılmadılar"
yani, düşmanlarından korkup çekinmediler.
"Boyun da
eğmediler" buyruğu da cihadda başlarına gelen musibetten dolayı boyun
eğmediler, demektir. İstikane zillet göstermek ve boyun eğmek manasınadır. Bu
kelime aslında (...) şeklinde (...) veznindedir. "Kef" harfinin
fethası işba' ile okununca "elif" ortaya çıkar.
Bu kelimenin; (...):
Olmak fiilinden geldiğini kabul edenlere göre ise, bu kelimenin vezni: (...)
şeklinde olur. Ancak birinci açıklama ayet-i kerimenin anlamına daha uygundur.
"Gevşemediler,
yılmadılar" buyruğu (...) şeklinde, "he" ve "ayn"
harfleri sakin olarak da okunmuştur. el-Kisai ise; "Yılmadılar"
kelimesinin "ayn" harfi fethalı olarak da kullanıldığını
nakletmektedir.
Daha sonra Yüce Allah,
onlardan birtakım kimselerin yahut da (diğer görüşe göre) peygamberlerinin
öldürülmesinden sonra kendilerinin sabrettiklerini, kaçmadıklarını ve
kendilerini ölüme hazırladıklarını, kendilerine şehadet nasib olursa,
günahlardan tevbe etmiş olarak ölmek için de Allah'tan mağfiret dilediklerini,
düşmanları önünde bozulmamaları için de sebat vermesi ve düşmanlarına karşı
zafer nasib etmesi için dua ettiklerini haber vermektedir.
Diğer organlar arasında
özellikle ayaklara sebat verilmesinin sözkonusu edilmesi, ayaklara
dayanılmasından ötürüdür. Böylelikle Yüce Allah şöyle buyurmuş gibidir: Ey
Muhammed'in ashabı! Sizler de niçin böyle yapmadınız ve benzeri sözler
söylemediniz? Yüce Allah onların dualarını kabul buyurdu, onlara yardım ve
zafer verdi, dünyada ganimet, ahirete gittiklerivakit de onlara mağfiret verdi.
İşte şanı Yüce Allah tevbe eden samimi ve dinine yardım eden, düşmanları ile
karşılaştıklarında Allah'ın hak va'di üzere doğru sözüne bağlılık üzere sebat
gösteren ihlaslı kullarına böyle davranır.
"Allah sabredenleri
sever." Allah cihad üzere sabır ve sebat gösterenleri sever, demektir.
Kimisi de: "Başka
bir söz söylemiyorlardı" buyruğunu "lam" harfini ötreli olarak
okumuş ve "söylemek" den gelen fiili: (...) .. dı'nın ismi olarak
okumuşlardır. Buna göre ifadenin anlamı: Onların söyledikleri söz, sadece
"Rabbimiz, günahlarımızı ... bağışla" demekten ibaretti, şeklinde
olur. Ancak, bu kelimeyi nasb ile okuyanlar ise, " ...idi"
anlamındaki nakıs fiilin haberi olarak kabul etmişlerdir. İsmi ise,
"Rabbimiz, günahlarımızı bağışla demekten başka bir söz
söylemiyorlardı" anlamındaki buyruk olur ki, burada günahlardan kasıt da
küçük günahlardır.
"İşimizdeki
taşkınlığımızı" ile kastedilen de büyük günahlardır. Taşkınlık (israf):
Herhangi bir şeyde aşırıya kaçmak ve sınırı aşmak demektir. Müslim'in
Sahih'inde de Ebu Musa el-Eşarı'den nakledildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) şu
şekilde dua edermiş:
"Allah'ım, bana
günahımı, bilgisizliğimi, işimdeki taşkınlığımı ve Senin benden daha iyi
bildiğin yaptığım şeyleri bana bağışla'" diyerek hadisin geri kalan
bölümünü zikretmektedir.
O halde insana düşen
şey, Allah'ın Kitabı ile sahih sünnette yer alan duaları yapmak, onun dışında
kalanları da bir kenara bırakmaktır. Ben bu duayı tercih ediyorum, dememelidir.
Çünkü Yüce Allah, hem Peygamberi, hem gerçek dostları için yapacakları duaları
seçmiş, onlara nasıl dua edeceklerini öğretmiştir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN