AL-İ İMRAN 144 |
وَمَا
مُحَمَّدٌ إِلاَّ
رَسُولٌ
قَدْ خَلَتْ
مِن
قَبْلِهِ الرُّسُلُ
أَفَإِن
مَّاتَ أَوْ
قُتِلَ انقَلَبْتُمْ
عَلَى
أَعْقَابِكُمْ
وَمَن يَنقَلِبْ
عَلَىَ
عَقِبَيْهِ
فَلَن يَضُرَّ اللّهَ
شَيْئاً
وَسَيَجْزِي
اللّهُ
الشَّاكِرِينَ |
144. Muhammed ancak
bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi ölür
veya öldürülürse, ökçeleriniz üzerinde (geriye) mi döneceksiniz? Kim ökçeleri üzerinde
dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlerin mükafatını
verecektir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Ayetin Nüzul Sebebi:
2- Hz. Peygamberin Vefatı ve Hz. Eba
Bekir ile Hz. Ömer'in Tavırları:
3- Resulullah (s.a.v.)'in Defni:
4- Hz. Peygamberin Cenaze Namazı:
5- Hz. Peygamberin Vefatından Sonraki
Durum Değişikliği:
1- Ayetin Nüzul
Sebebi:
Rivayet edildiğine göre
ayet-i kerime, Şeytan: Muhammed öldürüldü, diye bağırdığı vakit müslümanların geri
dönüp kaçışmaları sebebiyle nazil olmuştur.
Atiyye el-Avfi der ki:
Bunun üzerine kimisi şöyle dedi: Muhammed öldürüldü, haydi artık bunlara
elinizi uzatınız. Ne de olsa onlar kardeşlerinizdir. Kimisi de şöyle dedi: Eğer
Muhammed öldürülmüş ise ne diye siz de ona kavuşuncaya kadar Peygamberiniz ne
uğurda can verdiyse siz de canınızı vermiyorsunuz? İşte bunun üzerine şanı Yüce
Allah: "Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler
gelip geçmiştir" buyruğundan itibaren "BuyüzdenAllah onlara dünya
nimetini de ... verdi" (Al-i İmran, 148) buyruklarını indirdi.
(...) Nefy edatıdır.
Ondan sonra gelen ifadeler ise, müpteda ve haber olup amel etmemiştir. İbn
Abbas: "peygamberler" anlamındaki kelimeyi "elif-lam" sız olarak
(...) diye okumuştur.
Yüce Allah bu ayet-i
kerimede peygamberlerin kavimleri arasında ebediyyen kalmayacaklarını, bununla
birlikte Peygamber eğer ölür veya öldürülerek yitirilecek olursa,
peygamberlerin getirdiklerine sımsıkı yapışma gerektiğini anlatmaktadır. Şanı
Yüce Allah, Peygamberi ve seçkin kuluna, Muhammed ve Ahmed olmak üzere kendi
isminden müştak iki isim lütfederek şereflendirmiştir. Araplar, bir kimsenin
övülmeye değer bir kimsenin hasletlerinin çokluğunu anlatmak üzere Mahmud ve
Muhammed derler. Nitekim şair şöyle demiştir: "O çok şerefli ta'zim olunan
efendi cömert ve övülen kimseye ... "
Bu mısra, daha önce
Fatiha Süresi'nde de (2. ayet, 4. başlıkta) geçmiş idi. Abbas b. Mirdas da der
ki: "Ey Peygamberlerin sonuncusu, sen (Allah tarafından) hayır ile
gönderilmiş bir Peygambersin Bütün doğru yolları gösteren sensin O, mutlak ilah
senin hakkında mahlukatı arasında bir sevgi takdir etmiş ve Sana Muhammed
(çokça övülen) adını vermiştir."
Bu ayet-i kerime
(Uhud'da) bozguna uğrayanlara serzenişin tamamlayıcı bir bölümüdür. Yani,
Muhammed (s.a.v.) öldürülecek olsa dahi, onlar bozguna uğramakta haklı
olamazlar. Peygamberlik ölüm ile sona ermez. Dinler peygamberlerin ölümü ile
zeval bulmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
2- Hz. Peygamberin
Vefatı ve Hz. Eba Bekir ile Hz. Ömer'in Tavırları:
Bu ayet-i kerime, Ebu
Bekir es-Sıddik'ın kahramanlığına ve cesaretine en açık delillerden birisidir.
Kahramanlık ve cesaretin sınırı ise musibetlerin gelip çatması esnasında kalbin
sebat göstermesiyle ortaya çıkar. Daha önceden de Bakara Suresi'nde (156-157.
ayet, 3. başlıkta) açıklandığı gibi Peygamber (s.a.v.)'ın vefatından daha büyük
bir musibet olamaz. İşte Ebu Bekir'in kahramanlığı ve bilgisi, bu musibet
esnasında açıkça ortaya çıkmıştır. Zira insanlar, Resulullah (s.a.v.) ölmedi,
dediler.
Ömer de bunlardan
birisiydi. Hz. Osman'ın dili tutulmuş, Hz. Ali evinde kalmıştı. İş, içinden
çıkılmaz bir hal almışken, Ebu Bekir es-Sıddik ise, (Medine'nin) es-Sunh diye
bilinen yerindeki evinden geldiği sırada bu ayet-i kerimeyi okumakla durumu
açıklığa kavuşturmuştu. Nitekim Buhari'de de bu durum böylece açıklanmıştır.
İbn Mace'nin Sünen'inde
Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilmektedir: Resulullah (s.a.v.)'ın ruhu kabz
edildiğinde Ebu Bekir de el-Avali denilen yerde hanımı Harice kızının yanında
bulunuyordu. Herkes, Peygamber (s.a.v.) ölmedi. O, sadece vahiy geldiği zaman
karşı karşıya kaldığı hallerden bir hal içerisindedir, diyordu. Ebu Bekir
geldi. Resulullah (s.a.v.)'in yüzünü açtı ve gözleri arasından (alnından) öpüp
şöyle dedi: Senin Allah nezdindeki değerin canını iki defa almayacak kadar
büyüktür. Allah'a yemin ederim, Resulullah vefat etmiş iken Ömer de Mescid'in
bir tarafında şöyle diyordu: Allah'a yemin olsun, Resulullah (s.a.v.) ölmedi.
O, pek çok münafık kimsenin el ve ayaklarını koparmadan ölmeyecektir. Bunun
üzerine Ebu Bekir ayağa kalkıp mi mbere çıktı ve şöyle dedi: Kim Allah'a ibadet
ediyor idiyse, şüphesiz Allah diridir, ölmez. Kim de Muhammed'e ibadet ediyor
ise, gerçek şu ki Muhammed ölmüştür. "Muhammed ancak bir Peygamberdir.
Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse,
ökçeleriniz üzerinde (geriye) mi döneceksiniz? Kim ökçeleri üzerinde dönerse
Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenlerin mükafatını verecektir."
Ömer dedi ki: Ben bu ayeti o güne kadar hiç okumamış gibi idim.
Ebu Nasr Ubeydullah el-
Vaili'nin el-İbane adlı eserinde de belirttiği gibi, daha sonra Hz. Ömer
söylediği bu sözden vazgeçtiğini ifade etmiştir: Enes b. Malik'ten rivayete göre
o, Ebu Bekir (r.a)'a Resulullah (s.a.v.)'ın Mescidinde bey'atte bulunulup da
Resulullah (s.a.v.)'ın minberine çıktığı sırada, Ömer b. el-Hattab (r.a)'ın Hz.
Ebu Bekir'den önce davranarak şehadet kelimesi getirdikten sonra şöyle dediğini
işitmiş:
Şimdi gerçekten ben dün
size bir söz söyledim. Fakat durum benim dediğim gibi değildir. Allah'a yemin
ederim, dün size söylediğim sözü destekleyen herhangi bir delili ne Allah'ın
indirdiği Kitabında buldum, ne de ResuluIlah (s.a.v.)'ın bana özel olarak
söylediği bir söz gördüm. Ancak ben, ResuluIlah (s.a.v.)'ın hepimizden en son
ölecek şekilde uzun bir ömür süreceğini umuyor idim. Ancak, aziz ve celil olan
Allah, Resulü için kendi nezdindekini sizin yanınızda bulunana tercih edip
seçti. İşte Allah'ın kendisi vasıtasıyla Resulüne hidayet verdiği bu Kitap; Onu
alınız, siz de Allah'ın Resulünün kendisine çağırmış olduğu hidayeti bulmuş
olursunuz.
Ebu Nasır der ki: Ömer
(r.a)'ın söyleyip de vazgeçtiği sözü şudur: "Peygamber (s.a.v.) ölmedi. Ve
o, bir takım kimselerin el ve ayaklarını kesme dikçe asla ölmeyecektir"
sözüdür. O, bu sözlerini karşı karşıya kaldığı işin büyüklüğü dolayısıyla
söylemiş, fitnenin başgösterip münafıkların üstünlük sağlamasından korkmuştu.
Fakat, en büyük Sıddik Ebu Bekir'in yakininin gücünü görünce ve o da Yüce
Allah'ın: ''Her can ölümü tadacaktır" (Al-i İmran, 185) ile:
''"Muhakkak sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir" (ez-Zümer, 30)
ile, o gün söylediği diğer sözlerini de işitince uyandı, ona da sebat geldi ve:
Ben sanki bu ayeti o anda Ebu Bekir'den duymadan önce duymamış gibi idim. Bunun
üzerine ashab da çıkıp Medine yollarında bu ayetleri okuyarak yollarına devam
ettiler. Adeta o güne kadar bu ayet inmemiş gibiydi.
Resulullah (s.a.v.)'ın
vefat ettiği günün, pazartesi günü olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Kuşluk
vaktinin ilerlediği bir vakitte Medine'ye hicretinde girdiği vakitte vefat
etmiş, salı günü defnedilmişti. Çarşamba gecesi defnedildiği de söylenmiştir.
Abdulmuttalib'in kızı
Safiyye, Resulullah (s.a.v.) için söylediği mersiyesinde şöyle demişti:
"Ey Allah'ın
Resulü, bizim umudumuzdun sen Bize karşı iyi davranan birisiydin, hiç katı
değildin Çok merhametliydin, doğruya ileten ve bir öğretici idin Artık bugün
ağlasınlar senin için ağlayacak olanlar Yemin olsun Peygamberi yitirdiğim için
ağlamıyorum Fakat gelmekte olduğundan korktuğum, o kan dökmelerden dolayı
ağlıyorum. Muhammed'i andığımdan ötürü Bir de Peygamber'den sonra olacaklardan
korkumdan dolayı Adeta yüreğimin üzerinde dağlayıcılar vardır. Ey Fatıma,
Muhammed'in Rabbi salat getirsin
Yesrib'te yatmakta olan
O mübarek na'şa Feda olsun Allah Resulüne annem ve teyzem Amcam, babalarım,
canım ve malım.
Doğru söyledin, risaleti
tebliğ ettin doğru olarak Gücün, kuvvetin yerinde iken vefat ettin ve
apaydınlık arı duru Eğer insanların Rabbi Peygamberimizi hayatta bırakmış
olsaydı mutlu olurduk. Fakat O'nun emri mutlaka tahakkuk eder. Selam olsun sana
Allah'tan bir selam Ve hoşnut kılınmış olarak Adn cennetlerine girdirilesin,
Görüyorum ki Hasan'ı yetim bırakıp gittin; Ağlatıyor bizleri ve bugün, vefat
eden dedesini ağlayarak çağırıyor."
3- Resulullah
(s.a.v.)'in Defni:
Resulullah (s.a.v.)
ölülerini defnetmeyi geciktiren bir aile halkına: "Bu ölünüzü defnetmekte
elinizi çabuk tutunuz ve onu geciktirmeyiniz" demiş olduğu halde,
kendisinin defni niye böyle geciktirildi, diye sorulacak olursa, buna üç
şekilde cevap verilebilir:
1. Ashab-ı kiram'ın onun
vefat ettiği hususu üzerinde sözünü ettiğimiz şekilde ittifak etmemiş olmaları.
2. Çünkü onu nerede
defnedeceklerini bilemiyorlardı. Kimisi, Baki de defne delim derken, başkaları
Mescidde, diğer başkaları atası İbrahim'in yanına götürüleceği vakte kadar
alıkonulsun, demişti. Nihayet o en büyük ilim adamı (Hz. Ebu Bekir'i
kastediyor) ben onu şöyle buyururken dinledim dedi: "Her bir peygamber
mutlaka öldüğü yerde defnedilegelmiştir." Bu hadisi de İbn Mace, Muvatta
ve başkaları zikretmiştir.
3. Ashab-ı kiram, bey'at
hususunda muhacirlerle ensar arasında ortaya çıkan görüş ayrılığı ile
uğraştılar ve bu hususta mesele kesinlik kazanıncaya, düzen yerleşinceye ve
durum sağlam bir hal alıp hilafet olması gereken yerde karar kılıncaya kadar
uğraştılar; sonunda Ebu Bekir'e bey'at ettiler. Daha sonra ertesi gün herkesin
gözü önünde ve rızala-rı ile ona bir defa daha bey'at ettiler. Yüce Allah, onun
vasıtası ile irtidat edenlerin sebep oldukları sıkıntıları açıp giderdi, onunla
din dimdik ayakta kaldı. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. Bundan sonra
da Peygamber (s.a.v.)'ın durumunu ele aldılar, onun defnedilmesi, yıkanması ve
kefenlenmesi işine baktılar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
4- Hz. Peygamberin
Cenaze Namazı:
Peygamber (s.a.v.)'ın
cenaze namazının kılınıp kılınmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Kimi ilim
adamı şöyle demiş: Kimse onun cenaze namazını kılmadı. Bunun yerine herkes
huzurunda durup dua etti. Çünkü o, namazı kılınmayacak kadar şerefli idi.
İbnü'I-Arabi ise der ki:
Bu zayıf bir görüştür. Çünkü sünnet, ona dua esnasında salat ve selam
getirilmek suretiyle yerine getirildiği gibi, cenaze namazı esnasında yine ona
salat ve selam getirilmek suretiyle yerine getirilir. Kişi: Allah'ım, Kıyamet
gününe kadar Muhammed'e salat ve selam getir, der ve bu bizim için bir
menfaattir. Onun namazının kılınmadığı da söylenmiştir. Çünkü o vakit imam. olacak
kimse yoktu. Ancak bu görüş de zayıftır. Zira, onlara farz namazı kıldıran kim
idiyse, cenaze namazında da onlara o imam olup kıldırırdı. Bir diğer görüşe
göre, herkes tek başına onun cenaze namazını kıldı. Çünkü bu, onunla son bir
karşılaşma idi. O bakımdan herkes bu hususta başkasına tabi olmamak suretiyle
yalnızca kendisine has olarak onun bereketini almak istemişti. Bunun da
doğruluğunu en iyi bilen Allah'tır.
Derim ki: İbn Mace,
hasen hatta sahih bir isnad ile İbn Abbas'tan bir hadis rivayet etmektedir. Bu
hadiste şu ifadeler yer alır: Salı günü Hz. Peygamber'in techizini bitirmeleri
üzerine evinde divanı üzerine konuldu. Sonra insanlar, Resulullah (s.a.v.)'ın
bulunduğu yere guruplar halinde girip üzerine namaz kıldılar. Erkekler
bittikten sonra kadınları içeri aldılar. Kadınlar da bitirdikten sonra
çocukları içeri aldılar. Resulullah (s.a.v.)'a kılınan namazda kimse cemaate
imam olmadı. İbn Mace bunu, Nasr b. Ali el-Cehdami'den rivayet etmektedir. Nasr
dediki: Bize, Vehb b. Cerir haber verdi, bize babam anlattı. O, Muhammed b.
İshak'tan dedi ki: Bana Hüseyn b. Abdullah anlattı. O, İkrime'den, O, İbn
Abbas'tan diyerek; hadisi bütünüyle kaydetmektedir.
5- Hz. Peygamberin
Vefatından Sonraki Durum Değişikliği:
Peygamber (s.a.v.)'ın
vefatından sonraki değişiklikler hususunda Enes'den şöyle dediği
nakledilmektedir: Resulullah (s.a.v.)'ın Medine'ye girdiği günü, bu girişi
dolayısıyla her şey aydınlanmıştı. Onun vefat ettiği gün ise, bundan dolayı da
her şey kararmıştı. Peygamber (s.a.v.)'ın defin işini bitirir bitirmez
kalplerimizi tanımaz olduk. Bu hadisi İbn Mace rivayet etmiştir.
Yine İbn Mace der ki:
Bize Muhammed b. Beşşar anlattı. Bize, Abdurrahman b. Mehdi haber verdi. Bize,
Süfyan anlattı. O, Abdullah b. Dinar'dan, o, İbn Ömer'den, dedi ki: Resulullah
(s.a.v.) hayatta iken hakkımızda Kur'an iner korkusuyla kadınlarımız ile uzun
uzun konuşup, gülüp şakalaşmaktan çekinirdik. Resulullah (s.a.v.) vefat edince
konuşur olduk.
Yine İbn Mace, Peygamber
(s.a.v.)'ın hanımı, Ebu Umeyye kızı Um Seleme'den senedini kaydederek şöyle
dediğini nakletmektedir: Resulullah (s.a.v.) döneminde insanlardan birisi
namaza kalktı mı, onlardan herhangi birisinin gözü ayaklarını koyduğu yerden
ötesini görmüyordu. Fakat Resulullah (s.a.v.) vefat edip de Ebu Bekir (halife) olunca,
insanlardan herhangi birisi namaza kalktı mı, gözü alnını koyduğu yerin ötesini
görmüyordu. Ebu Bekir vefat edip, Ömer (halife) olunca, bu sefer insanlardan
herhangi birisi namaza kalktı mı, onun da gözü kıble yerinden başkasını
görmüyordu. Osman b. Affan (halife) olunca, bu sefer fitne başgösterdi ve
insanlar namazda sağa sola bakar oldular.
"Şimdi O ölür veya
öldürülürse, ökçeleriniz üzerinde (geriye) mi döneceksiniz?" buyruğundaki:
"Şimdi O ölür" ifadesi şarttır. "Veya öldürülürse" buyruğu
da ona atfedilmiştir. Cevabı ise: "...döneceksiniz?" buyruğudur.
İstifham harfi (hemze)'nin ceza (cevap) harfi (fa)'nın başına gelmesi ise,
şartın ona bağlı olması ve artık şartın tek bir cümle ve tek bir haber halinde
oluşundan dolayıdır. Yani: Eğer ölür yahut öldürülürse, siz ökçeleriniz
üzerinde gerisin geri mi döneceksiniz demektir. Bu şekilde ceza harfi başına
gelen her türlü istifhamın takdiri de böyledir. Bu ceza harfi olması gereken
yerde kullanılmaz. Onun yeri ise, şartın cevabından önce olmasıdır.
Yüce Allah'ın:
"Ökçeleriniz üzerinde (geriye) mi döneceksiniz" buyruğu temsili bir
ifadedir. Yani: İman ettikten sonra kafirler olarak mı geriye döneceksiniz? Bu
açıklamayı Katade ve başkaları yapmıştır. Önceki haline geri dönen kimseye:
Ökçeleri üzerinde (geriye) döndü denilir. Yüce Allah'ın: "İki ökçesi
üzerine kaçıp dönerek ... "(el-Enfal, 48) buyruğu da bu kabildendir.
Burada "geri
dönmek''ten kastın, bozguna uğramak olduğu da söylenmiştir. O takdirde bu ifade
mecazi bir ifade değil, hakikat anlamında kullanılmış olur. Mananın: -Bu
irtidad olmasa dahi- Mürtedlerin yapacağı işi mi yapacaksınız? şeklinde olduğu
da söylenmiştir.
"Kim ökçeleri
üzerinde geriye dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez."
Aksine kendisine zarar
verir ve Allah'ın emirlerine aykırı hareketi dolayısıyla kendisini cezaya maruz
bırakır.
Yüce Allah'a itaat'in
faydası olmadığı gibi, masiyetin de bir zararı olmaz. Çünkü O, hiçbir şeye
muhtaç olmayan (Gani)dir.
"Allah
şükredenlerin mükafatını verecektir." Yani, sabreden, cihad eden ve şehid
düşenleri mükafatlandıracaktır. Burada "Allah şükredenlerin mükafatını
verecektir" buyruğunun "Allah'a hiçbir zarar veremez"
buyruğundan sonra gelmesi suretiyle tehditten hemen sonra ilahi bir mükafat
va'di gelmiş olmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN