AL-İ İMRAN 123 / 125 |
وَلَقَدْ
نَصَرَكُمُ
اللّهُ
بِبَدْرٍ
وَأَنتُمْ أَذِلَّةٌ
فَاتَّقُواْ
اللّهَ
لَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ
{123} إِذْ
تَقُولُ
لِلْمُؤْمِنِينَ أَلَن
يَكْفِيكُمْ
أَن
يُمِدَّكُمْ
رَبُّكُم
بِثَلاَثَةِ
آلاَفٍ
مِّنَ
الْمَلآئِكَةِ مُنزَلِينَ
{124} بَلَى
إِن تَصْبِرُواْ
وَتَتَّقُواْ
وَيَأْتُوكُم
مِّن فَوْرِهِمْ هَـذَا
يُمْدِدْكُمْ
رَبُّكُم
بِخَمْسَةِ
آلافٍ مِّنَ
الْمَلآئِكَةِ
مُسَوِّمِينَ {125} |
123.
Andolsun ki siz, düşkünler iken Bedir'de Allah size zafer vermişti. Allah'tan
korkun ki, şükretmiş olasınız.
124.
Hani sen, mü'minlere: "İndirilmiş üçbin melekle Rabbinizin size yardım
etmesi size yetmez mi?" diyordun.
125. Evet,
sabreder, sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize bu cihetlerinden gelirlerse,
Rabbiniz size nişanlı beşbin melekle yardım edecektir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:
1- Resulullah (s.a.v.)'in Gazaları ve Bunlar
Arasında Bedir'in Yeri:
2- Melek indirmenin Hikmeti:
3- Yardımcı Melekler:
4- Askeri Birliklerin Nişan ve
işaretleri:
5- Yün Giymek:
6- Meleklerin Atlarının Şekli ve
Mücahid'in ifadeleri:
1- Resulullah
(s.a.v.)'in Gazaları ve Bunlar Arasında Bedir'in Yeri:
Şanı Yüce Allah'ın:
"Andolsun ki siz, düşkünler iken Bedir'de Allah size zafer vermişti"
buyruğunda sözünü ettiği Bedir gazvesi, hicretin onsekizinci ayında, Ramazan
ayının onyedisine rastlayan cuma günü cereyan etmişti. Bedir, bir suyun bulunduğu
ve o suyun bölgeye adını verdiği bir yerdir. Şa'bı der ki: Bu su, Bedir adında
Cüheyne'li bir adama aitti. O yere de bu ad verilmişti. Ancak birinci görüşü
kabul edenler daha çoktur. Vakidi ve başkaları derler ki: Bedir, belli bir
yerin adıdır. Başka bir şeyden aktarılmış (nakledilmiş) bir isim değildir.
İleride Yüce Allah'ın izniyle Enfal Süresi'nde (11. ayet-i kerimenin
tefsirinde) Bedir'e dair açıklamalarda da bu husus gelecektir.
"Düşkünler"
kelimesinin buradaki anlamı, sayıca az kimseler demektir. Çünkü, o sırada
müslümanların sayısı üçyüz onüç yahut üçyüz ondört kişi idi. Düşmanları ise,
dokuzyüz ile bin kişi idi.
"Düşkünler"
kelimesi, (...)'in çoğuludur. Burada bu (düşkünlük; zül) istiare yoluyla
kullanılmış bir isimdir. Yoksa onlar, kendi özleri itibari ile aziz kimseler
idiler. Şu kadar var ki, düşmanlarına ve yeryüzünde bulunan bütün kafirlerin
toplamına nisbetle sayıları düşünülecek olursa, onların düşkün görülmeleri ve
yenilgiye uğramaları gerekirdi. Nasr, (mealde; zafer); yardım demektir. Allah,
Bedir günü onlara yardım etmişti. O günde müşriklerin ileri gelenleri
öldürülmüştü. Ve İslam, o günün temeli üzerine bina edilmişti. Peygamber
(s.a.v.)'ın ilk savaşı idi. Müslim'in Sahih'inde Büreyde'den şöyle dediği
nakledilmektedir: "Rasülullah (s.a.v.) onyedi gaza yapmış ve onların sekiz
tanesinde fiilen çarpışmıştır. ''
Yine Müslim'de İbn
İshak'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Ben, Zeyd b. Erkam ile karşılaştım,
ona şöyle sordum: Rasülullah (s.a.v.) kaç gazada bulundu? o: Ondokuz gaza yaptı,
dedi. Peki sen bunlardan kaçında onunla birlikte bulundun, diye sordum, bu
sefer: Onyedi gazada bulundum dedi. Yine: Hz. Peygamber'in yaptığı ilk gaza
hangisidir? diye sordum, o: Zatü'I-Useyre veya Zatü'I-Uşeyr dedi.
Bütün bunlar, tarih ve
siyer bilginlerinin kabul ettiklerine muhalif görülmektedir. Muhammed b. Sa'd,
Tabakat adlı eserinde şöyle demektedir:
Resulullah (s.a.v.)'ın
gazvelerinin sayısı yirmiyedidir. Seriyye sayısı ise elli altıdır. Bir başka
rivayette de kırk altıdır. Resulullah (s.a.v.)'ın savaştığı gazveler ise,
Bedir, Uhud, Mureysi', Hendek, Hayber, Kurayza, Feth (Mekke'nin fethi), Huneyn
ve Taif gazalarıdır. Yine İbn Sa'd der ki: Bize nakledenlerin icma ile
söyledikleri bunlardır. Kimi rivayetlerde de Hz. Peygamber, Nadiroğulları, Hayber
dönüşü, Va'di'l Kura ve el-Gabe gazvelerinde de savaşmıştır.
Bu husus böylece ortaya
çıktığına göre, şunları söyleyebiliriz: Zeyd de Bureyde de her biri kendi
bildiklerini veya tanık olduklarını anlatmıştır. Zeyd'in:
"Hz. Peygamber'in
ilk gazyesi Zutü'I-Useyre (el-Uşeyre) gazvesidir" şeklindeki sözü de aynı
şekilde tarih ve siyer bilginlerinin söylediklerine muhaliftir.
Muhammed b. Sa'd der ki:
Zatü'I-Uşeyre gazvesinden önce, Hz. Peygamber'in bizzat yaptığı üç tane gazve
daha vardır
İbn Abdi'l-Berr de;
"ed-Durer fi'l-Meğazi ve's-Siyer" adlı eserinde şöyle demektedir:
Rasülullah (s.a.v.)'ın
bizzat katıldığı ilk gazvesi, Safer ayındaki Ebva gazvesidir. Şöyle ki, Hz.
Peygamber Rebiül-evvel ayının onikisinde Medine'ye ulaştı. RebiüI-evvel ayının geri
kalan zamanını Medine'de geçirdiği gibi, o yılın geri kalan süresini ve
hicretin ikinci yılından da Safer ayına kadar olan süreyi Medine'de geçirdi.
Daha sonra sözü geçen yılın Safer ayında Medine'ye Saad b. Ubade'yi yerine
vekil bıraktı ve Veddan'a kadar gitti. Orada Damraoğulları ile bir barış
antlaşması yaptı. Oradan Medine'ye savaşmaksızın geri döndü. İşte Ebva'a
gazvesi diye bilinen gazve de budur. Sonra, Medine'de aynı yılın Rebiü'I-evvel
ayına kadar kaldı. Daha sonra, aynı yıl içerisinde Medine'ye es-Saib b. Osman
b. Maz'un'u yerine ve kil tayin edip, Medine'nin dışına çıktı ve Radva
tarafında Bavat denen yere kadar gitti. Ondan sonra da Medine'ye savaşmaksızın
geri döndü. Daha sonra Rebiu'l-ula ayının geri kalan süresi ile
Cumade'l-ula'nın bir miktarını Medine'de geçirdikten sonra Medine'nin dışına
gazada bulunmak üzere çıktı, Medine'ye de Ebu Seleme b. Abdülesed'i vekil
bıraktı. Milk yolu üzerinden Zatü'I-Useyre'ye doğru yola koyuldu.
Derim ki: İbn İshak,
Ammar b. Yasir'den şöyle dediğini nakletmektedir:
Ben ve Ali b. Ebi Talib,
Yenbu'un iç taraflarındaki Zatü'I-Uşeyre gazvesinde iki yol arkadaşı idik.
Resulullah (s.a.v.) oraya varıp konaklayınca, orada bir ay kadar bir süre ikame
etti. Orada Mudlicoğulları ile onların Damraoğullarından antlaşmalıları
olanlarla bir barış antlaşması akdetti. Ali b. Ebi Talib bana şöyle dedi: Ey
Ebu'l- Yakzan (Ammar'ın künyesi), ne dersin, şu kendilerine ait (hurmalıktaki)
pınar başında çalışan Mudlicoğullarına mensup bir topluluğun yanına gidip
onların nasıl çalıştıklarını bir görelim mi? Biz de onların bulundukları yere
gittik, bir süre onların çalışmalarını seyrettik. Daha sonra uyku bizi bürüdü.
Biz de toprağı bol bir yerde küçük arıların bulunduğu bir yere gittik ve orada
uyuduk. Allah'a yemin ederim ki, bizi Resulullah (s.a.v.) gelip ayağıyla
uyandırıncaya kadar uyanmadık. Resulullah bizi uyandırınca, o topraklardan
üstümüz başımız bulanmış olduğu halde kalkıp oturduk. İşte Resulullah (s.a.v.)
o gün Ali'ye: (toprağa bulanmış olduğundan dolayı) "Bu ne hal Ey Ebu Turab
(toprağın babası)! dedi. Biz de Hz. Peygambere durumumuzu anlatınca şöyle
buyurdu: "Ben sizlere insanlar arasında en bedbaht iki adamın kimler
olduğunu haber vereyim mi?" Biz: Bildir ey Allah'ın Rasulü deyince, şöyle
buyurdu: "Semud kavminden o dişi deveyi kesen Uhaymir ile ey Ali, sana
şuranın üzerine vuran -deyip Resulullah (s.a.v.) elini"" başına
koydu- ve bu darbesi dolayısıyla da senin şuranı kana bulayacak olan
kişidir" dedi ve elini de sakalının üzerine koydu.
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Rasülullah (s.a.v.) Cumadelüla'nın geri kalan süresi ile
Cumadeul-ahire'den bir kaç gün daha orada kaldı ve orada Mudlicoğulları ile
barış antlaşması yaptıktan sonra savaşmaksızın geri döndü. İşte bundan birkaç
gün sonra Bedir gazvesi meydana geldi. İşte, tarih ve siyer bilginlerinin
hakkında şüphe etmedikleri husus budur. Buna göre Zeyd b. Erkam, ancak kendi
bildiği bir hususu anlatmış olmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Zatü'l-Uşeyre'ye
"Zatü'l-Useyr ve Zatü'l-Uşeyr" de denilir.
İşte bundan sonra büyük
Bedir gazvesi olmuştur ki, bu da o gazvede bulunanlar için en üstün, en
faziletli ve en büyük gazvedir. İlim adamlarının büyük bir topluluğunun
kanaatine göre, Allah, melekleri ile Peygamberine ve mü'minlere bu gazvede
yardımcı olmuştur. Ayetin zahiri de buna delalet etmektedir. Yardım, Uhud'da
değil de bu gazvede olmuştur. Bu yardımın Uhud gününde olduğunu söyleyenler
ise, Yüce Allah'ın: "Andolsun ki ... Bedir'de Allah size zafer
vermişti" buyruğundan "şükretmiş olasınız" buyruğuna (yani, 123.
ayet-i kerimeye) kadar olan bölümü iki ifade arasında bir ara cümlesi olarak
kabul etmektedir. İşte Amir eş-Şa'bı'nin görüşü budur. Ancak, diğerleri ona
muhalefet etmişlerdir.
Diğer taraftan meleklerin
Bedir günü savaşta bulunduğu ve çarpıştıklarına dair rivayetler, ardı arkasına
gelmiş ve birbirini pekiştirmektedirler. Bunlardan birisi de Ebu Useyd Malik b.
Rabia'nın sözleridir. Ebu Useyd, Bedir günü hazır bulunanlardan idi. O şöyle
demiştir: Şu anda sizinle birlikte Bedir'de bulunsam ve gözlerim görseydi, ben
sizlere meleklerin çıkıp geldikleri dağ yolunu hiçbir şüphe ve tereddüde
kapılmaksızın gösterecektim. Ebu Useyd Malik b. Rabia'nın bu sözünü, Akil,
ez-Zührı'den, o, Ebu Hazım Seleme b. Dinar yoluyla rivayet etmiştir.
İbn Ebi Hatim der ki:
ez-Zühri'nin Ebu Hazım yoluyla bu tek hadisten başka yaptığı bir rivayeti
bilinmemektedir. Ebu Useyd ise, denildiğine göre Bedire katılanlar arasında en
son vefat eden kişidir. Bunu, Ebu Ömer el-istaib adlı eserinde ve başkaları da
ifade etmişlerdir.
Müslim'in Sahih'inde de
Ömer b. el-Hattab'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Bedir günü Resulullah
(s.a.v.) müşriklere baktı, onların bin kişi, ashabının ise üçyüz ondokuz kişi
olduğunu gördü. Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi -Allah'ın salat ve selamı
üzerine olsun- kıbleye yöneldi, sonra da ellerini uzatarak Rabbine şöylece
seslenmeye başladı:
"Allah'ım, bana
olan vadini gerçekleştir. Allah'ım, bana vadettiğini ver.
Allah'ım, eğer şu
müslümanlar topluluğu helak olursa, yeryüzünde sana ibadet
olunmayacaktır." Resulullah (s.a.v.) kıbleye yönelmiş, ellerini uzatmış
olarak Rabbine seslenmeye devam edip durdu, Sonunda ridası omuzlarının
üzerinden düştü. Ebu Bekir yanına varıp ridasını aldı ve tekrar omuzlarına
koydu. Daha sonra arkasında durup şöyle dedi: Ey Allah'ın Peygamberi, Rabbine
bu kadar niyaz ettiğin yeter. Şüphesiz ki O, sana verdiği vadini yerine
getirecektir. Bunun üzerine şanı Yüce Allah: "Hani siz Rabbinizden yardım
istiyordunuz da, O da: Şüphesiz Ben, size, meleklerden birbiri ardınca bin
melek ile yardım edeceğim; diyerek duanızı kabul buyurmuştu " (el-Enfal,
9) buyruğunu indirdi. Ve Yüce Allah, meleklerle Peygamberine yardım etti.
Ebu Zumeyl der ki: İbn
Abbas bana şunları anlattı: O gün müslümanlardan bir kişi önündeki müşriklerden
birisini hızlıca takip ederken, üst taraflardan bir kamçı darbesi sesi ve bir
suvarinin şöyle dediğini işitti: İleri ey Hayzüm! Önündeki müşrike baktı ve
sırt üstü yere yıkıldığını gördü. Yere düşen bu müşriğe bakınca da burnunun
kırılmış ve yüzünün de -bir kamçı yemişçesine- yarılmış ve yüzünün her
tarafının morarmış olduğunu gördü. Ensar'dan olan bu kişi gelip bunu Rasülullah
(s.a.v.)'a anlatınca, Hz. Peygamber de: "Doğru söyledin, bu üçüncü semadan
yardıma gelen meleklerdendir." O gün müslümanlar, yetmiş kişi öldürmüş,
yetmiş kişi de esir almışlardı... diyerek hadisin geri kalan bölümünü zikretti.
Bu hadisin geri kalan bölümleri de Yüce Allah'ın izniyle Enfal Süresi'nin
sonlarında (67. ayet 2. başlıkta) gelecektir. Böylelikle sünnet de, Kur'an-ı
Kerım de cumhürun dediğini destekler mahiyette varid olmuştur. Yüce Allah'a
hamd olsun.
Harice b. İbrahim'den o,
babasından rivayetle dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) Hz.
Cebrail'e: "Bedir
günü meleklerden ilerle ey Hayzum! diyen kimdi?" diye sorunca, Cebrail de:
"Ben semadakilerin hepsini tanımıyorum ki ey Muhammed" diye cevap
verdi.
Ali (r.a)'dan
nakledildiğine göre, insanlara irad ettiği bir hutbesinde şöyle demiş: Ben,
Bedir kuyusundan su çekmek isterken hiçbir şekilde benzerini görmediğim
şiddetli bir rüzgar gelip gitti. Daha sonra yine -ondan önce eseni müstesna-
benzerini görmediğim şiddetli bir rüzgar daha esti. (Hz. Ali'den bunu rivayet
eden kişi) dedi ki: Zannederim bir şiddetli rüzgardan daha söz etti.
Birinci rüzgar, Cebrail
idi. O, bin melek ile birlikte Rasülullah (s.a.v.)'ın yardımına geldi. İkinci
rüzgar ise, bin melek ile birlikte gelen Mikail idi. Bunlar da Rasülullah
(s.a.v.)'ın sağında yer aldılar. Ebu Bekr de onun sağında idi. üçüncü rüzgar
ise İsrafil idi. O da bin melek ile birlikte gelip Rasülullah (s.a.v.)'ın
solunda yerini aldı. Ben de sol kanatta idim.
Sehl b. Huneyf (r.a)'dan
dedi ki: Bedir günü, bizim herhangi birimizin kılıcı ile müşrikin kafasına
işaret etmekle birlikte kılıcımız daha başına ulaşmadan kafasının vücudundan
kopup düştüğünü görüyorduk. er-Rueyyi' b. Enes'den dedi ki: Bedir günü
insanlar, melekler tarafından öldürülenleri, kendilerinin öldürdüklerinden
boyunlar ve parmaklar üzerinde ateşle dağlanmışçasına bir alametten ayırt edebiliyorlardı.
Bütün bunları, Beyhaki -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- zikretmektedir.
Kimi ilim adamı da şöyle
demiştir: Melekler de fiilen çarpışıyorlardı. Kafirlere vurdukları darbelerin
alameti apaçık belli oluyordu. Çünkü, darbelerinin isabet ettiği her bir yerde
ateş alevi ortaya çıkıyordu. O kadar ki Ebü Cehil, İbn Mes'ud'a: Beni sen mi
öldürdün (sanıyorsun)? Hayır, beni bütün gayretlerime rağmen kılıcımın ucu
atının tırnağına dahi ulaşmayan bir kişi öldürdü, demiştir.
Meleklerin sayıca çok
oluşunun faydası ise, mü'minlerin kalbine sükün vermekti. Çünkü Yüce Allah, bu
melekleri Kıyamet gününe kadar cihad edecek melekler kılmıştır. Allah için
sabredip ec rini Allah'tan bekleyen herbir orduya melekler de katılır, onlarla
birlikte savaşırlar.
İbn Abbas ve Mücahid der
ki: Melekler ancak Bedir günü çarpışmışlardır.
Bunun dışındaki günlerde
ise, savaşta hazır bulunurlar, fakat savaşmazlar. Onlar, yalnızca bir sayı
çokluğu veya bir yardım gücü teşkil ederler.
Kimi ilim adamı da şöyle
demiştir: Meleklerin çokluğunun faydası, dua ve tesbih etmeleri ve o gün
savaşanların sayısını artırmalarıdır.
Bu görüşe göre melekler
Bedir günü çarpışmamışlar, sadece mü'minlere sebat verilmesi için dua etmek üzere
hazır bulunmuşlardır. Ancak birinci görüşü kabul edenler daha çoktur.
Katade der ki: Bu olay
Bedir günü olmuştu. Yüce Allah mü'minlere önce bin melek ile yardım göndermiş,
sonra da bunlar üçbin melek olmuşlardı. Daha sonra da beş bin melek oldular.
İşte Yüce Allah'ın: "Hani siz Rabbinizden yardım diliyordunuz da, O da:
Muhakkak Ben size, birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim, diyerek
duanızı kabul buyurmuştu "(el-Enfal, 9) buyruğu ile: "İndirilmiş
üçbin melekle Rabbinizin size yardım etmesi sizeyetmez mi" (Al-i İmran,
124) buyruğu ile: "Evet, sabreder sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize
bu elbetlerinden gelirlerse, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım
edecektir" (Al-i İmran, 125) buyruklarında anlatılanlar bunlardır.
Mü'minler, Bedir günü sabrettiler, Allah'tan korktular, sakındılar. Allah da
vadettiği üzere beş bin melek ile onlara yardım gönderdi. Bütün bunlar Bedir
günü olmuştu.
el-Hasen der ki: Bu
beşbin melek, Kıyamet gününe kadar mü'minler için yardımcı bir güç kalmaya devam
edecektir.
eş-Şa'bi der ki:
Peygamber (s.a.v.) ve ashabına Bedir günü şöyle bir haber ulaşmıştı:
Muhariboğullarından Kürz b. Cabir, müşriklere yardımcı olmak istiyor. Bu ise
hem Peygambere hem müslümanlara ağır gelmişti. Bunun üzerine de Yüce Allah:
"İndirilmiş üçbin melekle Rabbinizin size yardım etmesi yetmez mi?"
buyruğundan itibaren " ... nişanlı beşbin melekle yardım edecektir"
buyruğuna kadar olan bölüm nazil oldu. Kürz yolda iken müşriklerin bozguna
uğradıkları haberini alınca, onlara yardıma gelmedi ve geri döndü. Yüce Allah
da mü'minlere beşbin melek ile yardım göndermedi. Daha önceden ise, bin melek
ile onlara yardım edilmişti.
Şöyle de denilmiştir:
Allah, Bedir günü mü'minlere, itaati üzere sabreder ve haramlardan sakınacak
olurlarsa bütün savaşlarında da onlara yardımcı göndereceğini vadetmişti. Onlar
Ahzap günü dışında sabretmediler ve yasaklarından çekinmediler. Bunun için Yüce
Allah da (Ahzab Gazvesi'nde) Kurayzaoğullarını muhasara etmeleri üzerine onlara
yardımcılar göndermişti.
Şöyle de denilmiştir: Bu
yardım, Uhud günü gerçekleşmişti. Allah, sabrettikleri takdirde onlara
yardımcılar göndereceğini vadetmişti. Onlar ise sabretmediler, o da tek bir
melekle dahi onlara yardım etmedi. Eğer, onlara yardım gönderilmiş olsaydı
bozguna uğramazlardı. Bu açıklamayı da İkrime ve ed-Dahhak yapmıştır.
Sa'd b. Ebi Vakkas'dan
şöyle dediği sabit olmuştur: Ben, Bedir günü Rasülullah (s.a.v.)'ın sağ ve
solunda beyaz elbiseleri bulunan iki adam gördüm. Bunlar onun önünde
alabildiğine çetin bir şekilde savaşıyorlardı. Bu iki kişiyi ne önceden
görmüştüm, ne de sonra gördüm buna ne dersiniz? diyene şu şekilde cevap
verilir:
Belki de bu, Peygamber
(s.a.v.)'a has bir durumdu. Allah, özel olarak ona, onu savunmak üzere iki
melek göndermiş olabilir. Bu ise, Ashab-ı Kirama gönderilmiş bir yardım
değildir.
2- Melek indirmenin
Hikmeti:
Meleklerin inmesi, şanı
Yüce Rabbin bizzat muhtaç olmadığı yardım sebeplerinden bir sebeptir. Böyle bir
sebebe Yüce Rab değil, yaratıkların ihtiyacı vardır. O halde, kalbimiz yalnızca
Allah'a taalluk etmeli, yalnızca O'na güvenmelidir. Sebepli sebepsiz biricik
yardımcı O'dur. ''O, bir şeyi dilerse, O'nun emri sadece ona: Ol demesidir. O
da oluverir. "(Yasin, 82)
Ancak Yüce Allah bunu,
insanlar eskiden beri devam edegelen ve kendilerine emretmiş olduğu şekilde
sebeplere yapışsınlar diye haber vermektedir. ''Ve sen, Allah'ın sünnetinde
asla bir değişiklik bulamazsın. "(el-Ahzab, 62) Bunun da tevekküle aykırı
bir tarafı yoktur. Ayrıca bununla: Sebepler, ancak zayıflar için bir sünnet
olmuştur. Yoksa güçlüler için değil, diyenlerin görüşleri de reddedilmektedir.
Çünkü asıl güçlü olanlar Peygamber (s.a.v.) ve ashabı idi Onların dışındakiler
de zayıfların ta kendileridir.
Fiilin (...) şekli,
kötülüklerde yardım etmeyi, (...) şekli ise, hayırda, iyi hususlarda yardım
etmeyi ifade etmek için kullanılır ki, buna dair açıklamalar daha önce Bakara
Süresi'nde (15. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Ebu Hayve (...)
kelimesini, "z" harfi esreli ve şeddesiz olarak okumuştur. Yardımı beraberlerinde
indirenler olarak, demektir. İbn Amir ise "z" harfini şeddeli ve
üstün olarak, çokluk anlamı ifade edecek şekilde okumuştur.
Daha sonra Yüce Allah:
"Evet" diye buyurmakta ve ifade burada tamam olmaktadır.
"Sabreder"
ifadesi bir şarttır. Yani düşman ile karşılaşmanız halinde sabreder ve
"sakınırsana" demek olup, bu da ona atfedilmiştir. O'nun masiyetinden
sakınırsanız demektir. Cevabı da: ." ... Yardım edecektir"
buyruğudur.
"Bu
cihetlerinden" buyruğu, geldikleri bu taraftan demektir. Bu açıklama,
İkrime, Katade, el-Hasen, er-Rabi, es-Süddi ve İbn Zeyd'den rivayet edilmiştir.
Bunun; gazap ve öfkelerinden ... anlamına geldiği de söylenmiştir ki, bu
açıklama Mücahid ve ed-Dahhak'tan nakledilmektedir. Çünkü onlar, Uhud günü,
Bedir günü gördükleri ve çektiklerinden ötürü bayağı öfkelenmiş idiler. Ancak
bu kelimenin (mastar olarak) asıl anlamı, bir şeyi kast etmek ve ciddiyetle,
ısrarla, gayretle o işe yönelmek, koyulmak demektir. Bu da (...): Tencere
kaynayıp taştı, ifadesinden alınmıştır. (...) İse, öfkeyle dolup taştı,
demektir. (...): Duraksamadan ve derhal o işi yaptı, manasına gelir. (...)
ise-, tencereden taşan şey manasına gelir. Kur'an-ı Kerim'de de: "Ve
tandır kaynayıp taştı" (Hüd, 40) diye buyurulmaktadır. Şair de şöyle
demiştir: "Tencereleri taşar üzerimize, biz de (ona su ve benzeri şeyler
katarak) onun kaynayıp taşmasını önleriz."
3- Yardımcı Melekler:
Yüce Allah'ın:
"Nişanlı" kelimesi "vav" harfi üstün olarak ism-i
mef'üldür. İbn Amir, Hamze, el-Kisai ve Nafi'in kıraati bu şekildedir. Belli
birtakım alamet ve nişanları bulunanlar olarak, demektir (...): Şeklinde
"vav" harfi esreli okunursa; ism-i fail olur. Bu da Ebu Amr, İbn
Kesir ve Asım'ın kıraatidir. Önceki manaya gelme ihtimali de olabilir. Yani
bunlar, birtakım alametler ile hem kendilerini, hem de atlarını
nişanlamışlardı. Taberi ve başkaları da bu kıraati tercih etmiştir. çoğu
müfessir de şöyle demiştir:
Bu şekilde
"vav" harfinin esreli okunuşu, onlar baskın ve hücumda atlarını
serbest bırakmışlar olarak, salmışlar olarak demektir. el-Mehdevi, bu mananın
"vav" harfinin üstün okunuşu halinde sözkonusu olacağını
zikretmiştir. Yani Yüce Allah onları kafirler üzerine böylece göndermişti. İbn
Fürek de böyle açıklamıştır.
Birinci kıraat ile
ilgili olarak ilim adamları, meleklerin nişan ve alametleri hususunda farklı
görüşler ortaya atmışlardır. Ali b. Ebi Talib, İbn Abbas ve diğerlerinden
rivayet olunduğuna göre melekler, uçlarını omuzları arasına saldıkları beyaz
birtakım sarıklar sarmışlardı. Bunu, Beyhaki, İbn Abbas'tan naklettiği gibi,
el-Mehdevi de ez-Zeccac'dan nakletmiştir. Ancak Cebrail (a.s), ezZübeyr İbn
Avvam'ın sarığına benzer sarı bir sarık sarmıştı. İbn İshak da böyle demiştir.
er-Rabi der ki: Onların nişanları siyah beyaz renkli atlar üzerinde bulunmaları
idi.
Derim ki: el-Beyhaki,
Süheyl b. Amr (r.a.)'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Ben, Bedir günü siyah
beyaz renkli atlar üzerinde sema ile arz arasında nişanlı bir takım kimseler
gördüm. Bunlar, hem müşriklerden adam öldürüyor, hem esir alıyorlardı. Burada
Süheyl'in ayrıca "nişanlı" ifadesini kullanması, siyah beyaz renkli
atların ayet-i kerimede sözü geçen nişanın kendisi olmadığını gösterir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Mücahid de der ki: Meleklerin atlarının
kuyrukları ve yeleleri kesilmiş, alınlarında ve kuyruklarında renkli yünler ile
sade yünden alametler bulunuyordu.
İbn Abbas'tan rivayet
edildiğine göre melekler, Bedir günü atlarının alın ve kuyruklarına beyaz yün
ile nişan koymuşlardı. Abbad b. Abdullah b. ez-Zübeyr ile Hişam b. Urve ve
el-Kelbi de şöyle demişlerdir: Melekler, Zübeyr gibi üzerlerinde omuzları
arasına uçları sarkıtılmış sarı sarıklar giyinmiş oldukları halde indiler.
ez-Zübeyr'in iki oğlu Abdullah ve Urve de böyle demişlerdir. Abdullah der ki:
Zübeyr (r.a)'ın sarık olarak kullandığı, sarı bir çarşaftan ibaretti.
4- Askeri Birliklerin
Nişan ve işaretleri:
Derim ki: Ayet-i kerime,
kabile ve askeri birliklerin bir takım nişan ve işaretler edinmelerine delil
teşkil etmektedir. Bunları, sultan (halife veya komutan) onlar için tayin ve
tesbit eder. Böylelikle savaş esnasında her bir kabile ve birlik diğerlerinden
ayırt edilebilir.
Aynı şekilde ayet-i
kerime, meleklerin bu türden atlar sırtında gelmiş oldukları dolayısıyla, ablak
(siyah-beyaz renkli) atların faziletine de delildir.
Derim ki: Meleklerin bu
tür atlar üzerinde gelmeleri, el-Mikdad'ın atına benzemesi için olabilir. Çünkü
onun atı da ablak idi ve orduda başka bir at da yoktu. O bakımdan melekler
el-Mikdad'a ikram için ablak atlar üzerinde inmiş olabilirler. Nitekim Hz.
Cebrail de ez-Zübeyr gibi sarı bir sarık sarınmış olarak inmişti. Doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır.
5- Yün Giymek:
Ayet-i kerime yün
giyinmeye de delil teşkil etmektedir. peygamberler de salih kimseler de yün
giyinmişlerdir. Ebü Davüd ve -lafız kendisinin olmak üzere- İbn Mace, Ebü
Burde'den, o, babasından şöyle dediğini rivayet ederler: Babam bana dedi ki:
Biz, Rasülullah (s.a.v.) ile birlikte bulunduğumuz sırada yağmur üzerimize
yağdıktan sonra yanımızda bulunmuş olsaydın, bizim koyunlar gibi koktuğumuzu
görürdün.
Peygamber (s.a.v.) 'da
yenleri dar, yünden bir Bizans cübbesi giyinmiştir.
Bunu da hadis imamları
rivayet etmişlerdir.
Hz. Yunus da yün cübbe giyinmiştir.
Bunu da Müslim rivayet etmiştir. Bu hususa dair daha geniş açıklamalar, Yüce
Allah'ın izniyle Nahl Süresi'nde (80. ayet, 3. başlıkta) gelecektir.
6- Meleklerin
Atlarının Şekli ve Mücahid'in ifadeleri:
Derim ki: Mücahid'in
nakline göre, meleklerin atlarının kuyruklarının ve yelelerinin kesilmiş olma
ihtimali uzaktır. Çünkü, Ebü Davüd'un Musannef'inde (Sünen'inde) Utbe b. Abd
es-Sulemı'den, onun Rasülullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinlediği rivayet
edilmektedir: "Atların perçemlerini de yelelerini de kuyruklarını da
kesmeyiniz. Çünkü atların kuyrukları, onların kendilerini korudukları araçları,
yeleleri onların ısıtıcısıdır. Hayır ise onların alınlarında
düğümlenmiştir." Buna göre Mücahid'in bu sözünün kabul edilebilmesi için
meleklerin atlarının bu şekilde olduklarını ortaya koyan ayrıca bir nakli
gerektirmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Ayrıca ayet-i kerime
beyaz ve sarı renginin güzelliğine de delil teşkil etmektedir. Çünkü melekler
bu renkte sarıklar giyinmiş oldukları halde inmişlerdi. İbn Abbas der ki: Sarı
ayakkabı giyenin ihtiyacı giderilir.
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
"Beyaz elbise giyiniz. Çünkü o, giyindiğiniz elbiselerin en hayırlısıdır.
Ölülerinizi de beyaz renkli elbiselerle kefenleyiniz. Sarıklar ise Arapların
tacları ve elbiseleridir. ''
Rükine -ki, Peygamber
(s.a.v.) ile güreşmiş, Hz. Peygamber de onun sırtını yere yıkmıştı- şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Bizlerle müşrikler arasındaki fark başımızdaki berelerimizin üzerine
sarık sarmamızdır." Bunu Ebü Davüd rivayet etmiştir. Buhari der ki: Bu
hadisin senedinde meçhul raviler vardır. Ve onlardan kimin kimden hadis
işittiği bilinmemektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN