AL-İ İMRAN 41 |
قَالَ
رَبِّ
اجْعَل
لِّيَ آيَةً قَالَ
آيَتُكَ
أَلاَّ
تُكَلِّمَ
النَّاسَ ثَلاَثَةَ
أَيَّامٍ
إِلاَّ
رَمْزاً
وَاذْكُر رَّبَّكَ
كَثِيراً
وَسَبِّحْ
بِالْعَشِيِّ
وَالإِبْكَارِ |
41. "Rabbim, bana
bir alamet ver" dedi. "Alametin üç gün süreyle işaretten başka hiçbir
şekilde insanlarla konuşamamandır. Bununla birlikte Rabbini çok an ve akşam
sabah tesbih et" buyurdu.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
1- Alamet:
2- İşaretle Konuşmak:
3- Hukuki Bakımdan işaretin Değeri:
4- Kur'an'ın Sünnet ile Nesholunacağını
Kabul Edenler:
1- Alamet:
Şanı Yüce Allah'ın:
"Rabbim, bana bir alamet ver dedi" buyruğundaki (...) kelimesi burada
iki mef'ule geçiş yaptığı için "kıldı" anlamındadır. (...):
"Bana" kelimesi de ikinci mef'ul mahallindedir.
Hz. Zekeriyya'ya çocuk
sahibi olacağı müjdesi verilince Yüce Allah'ın kudretinin bunu gerçekleştireceğine
dair kanaati onun için uzak bir ihtimal olmamakla birlikte, Allah'tan bu emrin
doğruluğunu ve bunun Allah'tan olduğuna dair kendisi vasıtasıyla anlayacağı bir
ayet veya bir alamet gelmesini istedi. Yüce Allah da onu melekler doğrudan doğruya
kendisiyle konuştuktan sonra, böyle bir alameti istediği için, üç gün süreyle
insanlarla konuşamaması ile cezalandırdı. Müfessirlerin çoğu bunu böyle
açıklamış ve şöyle demişlerdir: İşte, eğer dilsizlik ve buna benzer bir
hastalık olmamakla birlikte, böyle bir durum olursa, her halükarda bu bir çeşit
cezadır.
İbn Zeyd der ki:
Zekeriyya (a.s)'ın hanımı kendisinden Yahya'ya hamile kalınca hiç kimse ile
konuşamaz bir halde sabahı etti. Bununla birlikte Tevrat'ı okuyabiliyor Yüce
Allah'ı zikredebiliyordu. Fakat herhangi bir kimseyle konuşmak istedi mi buna
güç yetiremiyordu.
2- İşaretle Konuşmak:
Yüce Allah'ın:
"İşaretten başka" buyruğundaki (işaret anlamına gelen:)
"er-remz" kelimesi sözlükte dudaklarla ima etmek, işaret etmek
demektir. Kaş, göz ve el ile işaret anlamına da kullanılabilir. Kelimenin asıl
anlamı harekettir. Bir açıklamaya göre Hz. Zekeriyya bu alameti itmi'nanının
artması için istemiştir. Buna göre anlamı şöyle olur: Sen bana bir alamet
vermekle ni'metini tamamla. O takdirde böyle bir alamet ek bir nimet ve bir
lütuf (keramet) olur.
Bunun üzerine ona:
"Alametin üç gün süreyle işaretten başka hiçbir şekilde insanlarla
konuşamamandır" diye cevap verildi. Yani üç gün süreyle senin konuşmana
engel olunacaktır.
Bu görüşün delili de
Yüce Allah'ın, meleklerin kendisine bu müjdeyi vermesinden sonra ona:
"Nitekim sen daha önce birşey değılken ben seni yarattım'' (Meryem, 9)
diye buyurmuş olmasıdır. Yani Ben seni önceden kudretimle var ettiğim gibi;
yine kudretimle senden bir evlat var edeceğim.
en-Nehhas da bu görüşü
tercih ederek der ki: Katade'nin, Zekeriyya (a.s) konuşamamakla cezalandırıldı
şeklindeki açıklaması, kabul edilmemiş bir açıklamadır. Çünkü Yüce Allah bize,
onun günah işlediğini haber vermediği gibi, böyle birşeyi istemeyi kendisine
yasakladığını da bildirmemiştir. Bu bakımdan söylenecek söz şu olur: Bunun
anlamı şöyledir: Rabbim, Sen bana çocuğun var olduğuna delalet edecek bir
alameti yarat. Çünkü ben onun olup olmadığını bilemem, benim için bu bir
gaybdır.
"İşaret"
anlamına gelen (...) kelimesi, munkati' istisna olarak nasbedilmiştir. Bunu
el-Ahfeş söylemiştir. el-Kisai der ki: Bu kelime (...) şekillerinde gelir.
Ayrıca "mim" harfi üstün olmak üzere (...) şeklinde, yine hem
"mim" harfi hem de "ra" harfi ötreli olmak üzere (...) diye
de okunmuştur. Bunun tekili (...) şeklinde gelir.
3- Hukuki Bakımdan
işaretin Değeri:
Bu ayet-i kerimede,
işaretin söz söyleme seviyesinde değerlendirildiğine dair bir delil vardır.
Ayrıca sünnet-i seniyyede de böyle değerlendirildiğini gösteren pek çok rivayet
vardır. İşaretler arasında en pekiştirici ifade Peygamber (s.a.v.)'ın kendisine
dayanarak siyah bir cariyenin durumu hakkındaki hükmüdür. Hz. Peygamber ona
"Allah nerededir?" diye sorunca, cariye başıyla semayı işaret etmiş,
bunun üzerine Hz. Peygamber: "Sen onu azad et, çünkü o mü'mine bir
cariyedir'' diye buyurmuştur.
Böylelikle İslam dini
kendisi ile cennete hak kazanılıp ateşten korunulabilen diyanetin esası
hakkında işareti geçerli kabul etmiştir ve Hz. Peygamber, imanı belirten sözleri
bizzat diliyle söyleyenin hükmü gibi o cariyenin mü'min olduğuna hüküm
vermiştir. O bakımdan işaretin dinin diğer hususları hakkında da geçerli ve
etkili olması gerekir. genel olarak fukahanın kabul ettiği görüş budur.
ibnu'l-Kasım'ın,
Malik'ten rivayet ettiğine göre dilsiz bir kimse hanımını boşadığını işaretle
ifade ederse bu boşama onun aleyhine geçerli kabul edilir.
Şafii de hastalanıp da
dili tutulan bir erkeğin karısına ric'at yapmak ve onu boşamak hususunda dilsiz
gibi olduğunu belirtmiştir.
Ebu Hanife ise der ki:
Bu, eğer yaptığı işaretin ne anlama geldiği biliniyor ise böyledir. Şayet bu
işaretin anlamı hususunda şüphe sözkonusuysa batıldır. Ancak onun bu sözü kıyas
değil, istihsan yoluyla söylenmiştir. Bütün bu hususlarda kıyasa göre hüküm
verilecek olursa, batıldır, demek gerekir. Çünkü dilsiz bir kimse ne konuşur,
ne de onun işaretinin anlamı akıl ile kavranılabilir.
Ebu'l-Hasen b. Battal
der ki: Ebu Hanife'yi bu sözü söylemeye iten, onu dine dair çeşitli hükümler hakkında
işaretlerin caiz olduğunu belirten sünnetteki rivayetleri bilemeyişidir.
Muhtemelen Buhari "Talak ve Benzeri işlerde işaret'' diye bir başlık
açmakla onun görüşünü reddetmek istemiştir.
Ata da der ki: Yüce
Allah: "İnsanlarla konuşamamandır" buyruğundan kasıt, üç gün süreyle
oruç tutmasıdır. Çünkü onlar oruç tuttukları vakit ancak işaret ile
konuşurlardı. Fakat böyle bir açıklama uzak bir ihtimaldir. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
4- Kur'an'ın Sünnet
ile Nesholunacağını Kabul Edenler:
Kur'an'ın Sünnet ile
neshedilebileceğini kabul eden bazıları şöyle demektedir: Zekeriyya (a.s) güç
yetirebildiği halde konuşmaktan alıkonuldu. Bu ise Hz. Peygamber (s.a.v.)'ın:
"Bir gün boyunca akşama kadar susup konuşmamak yoktur'' hadis-i şerifi ile
neshedilmiştir.
Bununla birlikte ilim
adamlarının çoğunluğu burada nesh bulunmadığını ve Hz. Zekeriyya'nın kendisini
konuşmaktan alıkoyan bir hastalık sebebiyle konuşamaz hale geldiğini
söylemişlerdir. Sözkonusu bu rahatsızlık ise, sağlıklı olmakla birlikte konuşamama
halidir. Müfessirler de böyle demişlerdir. ilim adamlarının önemli bir
çoğunluğu ise: "Akşama kadar bir gün boyunca susmak yoktur" hadisinin
Allah'ı zikretmekten uzak olunmaz anlamında olduğunu söylemişlerdir. Anlamsız
ve faydasız şeyler söylemeye gelince; elbette ki bunları söylemeyip konuşmamak
daha güzeldir.
Yüce Allah'ın:
"Bununla beraber Rabbini çok an ve akşam sabah tesbih et" buyruğuna
gelince, birinci görüşe göre Yüce Allah, dilinin tutulmuş olmasına rağmen,
kalbinde Allah'ı zikretmeyi terketmemesini emretmektedir. Bundan önce Bakara
Suresi'nde (40. ayette) zikrin anlamına dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Muhammed b. Ka'b
el-Kurazi der ki: Eğer Allah'ı zikretmeyi terk hususunda herhangi bir kimseye
ruhsat verilmiş olsaydı elbette Yüce Allah'ın şu buyruğunda Hz. Zekeriyya'ya
ruhsat verilmeli idi. Çünkü: "Alametin üç gün süreyle işaretten başka
hiçbir şekilde insanlarla konuşamamandır. Bununla birlikte Rabbini çok an"
diye buyurulmuştur. Yine savaşta bulunan kimseye Yüce Allah'ın şu buyruğu ile
zikirde bulunmama hususunda izin verilmesi gerekirdi: "Bir topluluk ile
karşılaştığınız zaman sebat gösterin ve Allah'ı çokça zikredin.
"(el-Enfal, 45). İbn Ka'b'ın bu görüşünü Taberi nakletmiştir.
"Tesbih et"
namaz kıl, anlamındadır. Namaza: "Sübha" denilmesinin sebebi, namazda
Yüce Allah'ın her türlü kötülükten tenzih edilmesidir. "Akşam"
kelimesi (...) kelimesinin çoğuludur. Bunun tekil olduğu -da söylenmiştir.
Akşam ise güneşin zeval vaktinden batacağı vakte kadarki süredir. Bu açıklama
Mücahid'den nakledilmiştir.
Muvatta'da el-Kasım b.
Muhammed'den şöyle dediği nakledilmektedir: Ben yetiştiğimde insanlar öğlen
namazını aşıy vaktinde (akşam, yani güneşin zevalinden sonra) kılmakta idiler.
"Sabah" ise
tan yerinin ağardığı vakitten, kuşluk vaktine kadar olan süredir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN