BAKARA 73 |
فَقُلْنَا
اضْرِبُوهُ
بِبَعْضِهَا
كَذَلِكَ
يُحْيِي
اللّهُ
الْمَوْتَى
وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ
لَعَلَّكُمْ
تَعْقِلُونَ |
73. "Onun bir
parçasıyla ona vurun" dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir ve size
ayetlerini gösterir. Akıl erdiresiniz diye."
"Onun bir
parçasıyla ona vurun dedik." Bu parçanın, konuşma aracı olduğundan dolayı
ineğin dili olduğu söylenmiştir. Kuyruk sokumu olduğu da söylenmiştir. Çünkü
insanın hilkati onda terkip edilmiştir. "Baldırı ile kemiklerinden bir
kemik ile" de söylenmiştir. Kesinlikle söylenebilecek şey ineğin
organlarından bir organ ile vurulduğudur. Bu şekilde ona vurulunca canlandı, kendisni
öldüreni haber verdi ve eskisi gibi ölü düşüverdi.
Maktulun Sözüne, Kasamede itibar Edilir
mi?:
Maktulun Sözüne, Kasamede itibar Edilir
mi?:
Kasamenin Hükmü:
Kasame ile Kısas Gerekir mi?:
Kasamenin Gereği için Levs ve Mahiyeti:
Kasame için Levsi Gerekli Görenler:
Bu Kıssa ve Bizden Öncekilerin Şeriati:
Ölüleri Dirilten Allah:
Maktulun Sözüne,
Kasamede itibar Edilir mi?:
Maktülün: "kanım
filandadır" yahut "filan kişi beni öldürdü" demesi ile kasame
yapmanın sahih olacağına, İbn Vehb ile İbnu'l -Kasım'dan gelen rivayete göre
İmam Malik -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- (bunu) delil göstermiştir. Şafii ve
ilim adamlarının çoğunluğu ise bunu kabul etmemekte ve doğru görüşün aksi
olduğunu ileri sürmektedirler. Çünkü onlara göre maktulün: Kanım filandadır
veya filan kişi beni öldürdü, demesi doğru da yalan da olabilen bir haberdir.
Aleyhinde iddiada bulunulan şahısın kanının koruma altında olduğu, kesin delil
olmadıkça o kanı dökmenin mübah olamayacağı hususunda görüş ayrılığı yoktur.
Kesin kanaatin bulunduğu yerde ise ihtimal ile amel edilmez. Dolayısıyla
maktulün, "kanım filandadır" demesine itibar etmek batıldır.
İsrailoğulları arasında öldürülen şahısın bunu söylemesi ise bir mucize idi ve
Yüce Allah, onu dirilteceğini haber vermişti. Bu aynı zamanda ihtimalin
sözkonusu olmayacağı şekilde kesin olarak katilinin kim olduğunu da haber
vereceğini ihtiva etmektedir. Dolayısıyla bu iki husus arasında fark vardır.
İbnu'l-Arabi der ki:
Mucize maktulün diriltilmesindedir. O hayat bulunca onun söylediği söz, kabul
veya reddedilmek açısından bütün insanların sair sözlerine benzer. İşte bu,
Malik dışında kimsenin farkına varamadığı ilimin oldukça incelikli bir
meselesidir. Kur'an-ı Kerim'de ise bu kişi haber verdiği takdirde doğru
söylemesi gerekir, diye bir ifade yoktur. Bununla birlikte Allah Teala'nın
onlara kasame yapmalarını emretmiş olma ihtimali de vardır. Ancak Buhari, Şafii
ve bir grup ilim adamı bunu uzak bir ihtimal görerek şöyle demişlerdir: Böyle
bir kimsenin bir dirheme dair yapacağı açıklama kabul edilmezken kan ile ilgili
(katili hakkında) söyleyeceği söz nasıl kabul edilir?
Kasamenin Hükmü:
İlim adamları, kasame
ile hüküm verme hususunda farklı görüşlere sahiptir. Salim, Ebu Kılabe, Ömer b.
Abdülaziz, el-Hakem b. Uyeyne'den kasameye dayanarak hüküm verme hakkında
herhangi bir kanaat belirtmedikleri rivayet edilmiştir. Buhari de buna
meyyaldir. Çünkü o, ilgili olmayan yerinde Kasame hadisini de kaydetmiştir.
Cumhur ise şöyle demiştir: Kasameye dayanarak hüküm vermek Peygamber
(s.a.v.)'dan sabittir. Daha sonra kasameye dayanarak hüküm vermenin keyfiyeti
hakkında farklı görüşler ortaya atmışlardır. Bir kesim şöyle der: Önce iddia
sahipleri yemin ederler. Eğer yemin ederlerse (diyeti) hak ederler. Şayet iddia
sahipleri yemin etmezlerse bu sefer aleyhlerinde iddiada bulunulan kimseler
elli yemin ederler ve ibd olurlar. Bu Medinelilerin, Leys'in, Şafii'nin,
Ahmed'in ve Ebu Sevr'in görüşüdür. Huveyyisa ve Muhayyisa'nın durumunu nakleden
hadis de bunu gerektirir. Sözkonusu bu hadisi hadis imamları olan Malik ve
başkaları rivayet etmiştir.
Bir başka kesim, önce
haklarında iddiada bulunulan kimselerin yemine başlayacaklarını ve yemin edip
ibd olacaklarını söylemişlerdir. Bu görüş de Ömer b. el-Hattab, Şa'bi ve
Nehai'den rivayet edilmiştir. Sevri ve Kufeli fakihler de bu görüştedir. Delil
olarak da Şu'be b. Ubeyd b. Buşeyr b. Yesar'dan gelen rivayet gösterirler. Bu
rivayette şöyle denilmektedir: Yemine, aleyhlerinde iddiada bulunulan kimseler olan
yahudiler başladılar. Yine bunlar Ebu Davud'un ez-Zühri'den, onun Ebu Seleme b.
Abdurrahman'dan, onun ensardan birtakım kimselerden yaptığı şu rivayeti delil
gösterirler: Buna göre Peygamber (s.a.v.) önce yahudilere: "Sizden elli
erkek yemin eder mi?" demiş, onlar bunu kabul etmeyince ensara:
"Haydi siz hakkınızı elde ediniz" demiş, bu sefer onlar da şöyle
dediler: Ey Allah'ın peygamberi biz, gayba dair yemin mi edelim? Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v.) yahudiler tarafından diyet ödenmesi hükmünü verdi. Çünkü
maktul aralarında bulunmuştu.
Bu görüşün sahipleri ile
Hz. Peygamber'in: "Fakat yemin müddea aleyhe aittir" buyruğunu da
delil gösterirler. İşte bu hadis-i şerif ile müddea aleyhlerin yemin edecekleri
tayin edilmektedir. Bu görüşün sahipleri devamla şöyle derler: İşte bu,
davalarda kesin olarak kabul edilen asli bir ilkedir. Şeriat da bunun hikmetine
Hz. Peygamber'in şu buyruğu ile dikkat çekmiştir: "Eğer insanlara iddiada
bulundukları için (istedikleri) verilecek olursa birtakım kimseler birtakım
erkeklerin kanlarını, mallarını iddia eder. Şu kadar var ki yemin etmek müddea
aleyhe düşer."
Birinci görüşün
savunucuları, bunların görüşlerini reddederek şöyle derler: Sa'id b.Ubeyd'in,
yahudilere diyet ödetildiğini belirten hadisi, hadis ehline göre bir vehimdir.
en-Nesai, bu hadisi rivayet etmiş ve şöyle demiştir:
Bildiğim kadarıyla
(başka raviler) bu rivayette Said'e uygun şekilde rivayette bulunmamışlardır.
Diğer taraftan Buşeyr'in Sehl'den rivayet ettiği ve Peygamber (s.a.v.)'ın iddia
sahipleriyle yemine başladığını belirten hadis-i şerifi Yahya b. Said, İbn
Uyeyne, Hammad b. Zeyd, Abdulvahhab es-Sakafi, İsa b. Hammad ve Bişr b.
el-Mufaddal da kesintisiz bir senet ile rivayet etmişlerdir. İşte bu hadisi, bu
şekilde rivayet edenlerin sayısı yediyi bulmaktadır. Bu hadisi her ne kadar
Malik mürsel olarak rivayet etmiş ise de hadis hafızları bunu mevsul olarak
rivayet etmiştir. Ayrıca bu Said b. Ubeyd'in rivayet ettiği hadisten da daha
sahihtir.
Ebu Muhammed el-Asill
der ki: Vahid bir haber ileri sürülerek topluluğun rivayet ettiği habere,
itiraz etmek caiz değildir. üstelik Said b. Ubeyd naklettiği hadisinde şöyle
demiştir: Resulullah (s.a.v.) zekat develerinden yüz deve vererek onun diyetini
ödemiştir. Halbuki zekat, diyetler için verilmez. Ve zekat alma ehliyetine
sahip olmayan kimselerle bu konuda sulh yoluna gidilmez. Ebu Davud'un rivayet
ettiği hadis ise mürseldir. Dolayısıyla muttasıl (senedinde kesinti bulunmayan)
sahih hadislere o hadisle karşı çıkılmaz. Yine bu birinci görüşün sahipleri konu
ile ilgili asıl kaideye sarılmak hususunda şöyle cevap verirler: Bu hüküm
(kasameye dair yeminlerin bu şekilde yapılacağı hükmü) kanların dökülmesinin
haram olması dolayısıyla başlı başına bir asıldır. İbnu'l-Münzir de şöyle
demektedir:
Resulullah (s.a.v.)'ın
beyyineyi müddaiye (davacıya) yemini de müddea aleyhe (davalıya) ait olarak
tesbit ettiği sabittir. Bunun zahirine göre hüküm vermek icabeder. Bundan şanı
Yüce Allah'ın Kitab-ı Kerim'inde veya Peygamber (s.a.v.) vasıtasıyla herhangi
birşey hakkında özel bir hüküm koyması istisna edilir. O vakit hakkında özel
hüküm bulunan şey bu konudaki haberin verdiği genel kapsamdan istisna edilir.
Kitabın konu ile ilgili delil olduğu hususlardan birisi de zina iftirasında
bulunan kimseye, eğer iftirada bulunduğu kişinin hakkında doğru söylediğine
dair lehine şahitlik edecek dört şahidi bulunmuyor ise, o takdirde iftira edene
had vurulması gereğini ifade eder. Yine kendi hanımına zina isnad eden kişinin
özel hükmü ise şöyledir: Eğer dört defa doğru söylediğine dair şahitlik ederse,
ona uygulanacak olan had düşer. Sünnetin bu konuda özel olarak tahsis ettiği
hüküm ise Peygamber (s.a.v.)'ın kasameye dayanarak hüküm vermesi olayıdır. İbn
Cüreyc'in Ata'dan, onun Ebu Hureyre'den rivayetine göre Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Beyyine, iddiada bulunan kimseye, yemin de inkar edene
düşer. Kasame bundan müstesnadır." Bu hadisi de Darakutni rivayet
etmiştir. (Darakutni, IV, 218)
İmam Malik, bu mes'eleye
dair Muvatta adlı eserinde yeterince delil göstermiş bulunmaktadır. Konuyu
oradan dikkatle takib edebilirsiniz.
Kasame ile Kısas
Gerekir mi?:
Kasame yoluyla kısasın
gerekip gerekmeyeceği hususunda da ilim adamları farklı görüşlere sahiptir.
Bazıları kasame ile kısasın gerekeceğini kabul etmişlerdir. Bu, Malik, Leys,
Ahmed ve Ebu Sevr'in görüşüdür. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Huveyyisa, Muhayyisa
ve Abdurrahman'a: "Yemin eder ve adamınızın kanına hak kazanır
mısınız?" diye söylemiştir. Ebu Davud'un da Amr b. Şuayb'den, onun
babasından, onun dedesinden rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) Nadr b.
Malikoğullarından bir kişiyi kasame sonucunda öldürmüştür. Darakutni der ki:
Amr b. Şuayb'ın babasından onun dedesinden yoluyla rivayet ettiği nüshası
(hadis mecmuası) sahihtir. Aynı şekilde Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr de Amr b. Şuayb'ın
hadisini sahih kabul eder ve onu delil gösterir. Buharı der ki: Ben Ali b,
el-Medinı'nin, Ahmed b. Hanbel'in, Humeydı'nin, İshak b. Raheveyh'in onu delil
gösterdiklerini gördüm. Bunu Darakutni Sünen'inde kaydeder.
Bir başka kesim ise
kasame sonucu kısas gerekmediği görüşündedir. Onlara göre, gereken sadece
diyettir. Bu görüş Hz. Ömer ve İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. en-Nehai ve
el-Hasen'in görüşü de budur. es-SevrI, Kufeliler, Şafii ve İshak da bu
kanaattedir. Bunlar Malik'in, İbn Ebi Leyla b. Abdullah'tan, onun Sehl b. Ebu
Hasme'den, onun da Peygamber (s.a.v.)'den en sara dediği şu sözleri delil
göstermişlerdir: "Ya onlar adamınızın diyetini verirler veya onlara karşı
savaş ilan edildiğini bilsinler." Bu görüşü savunanlar derler ki: İşte bu
diyete delildir, kısas yapılacağına delil değildir. Hz. Peygamber'in az önce
geçen ve Huveyyisa, Muhayyisa ve Abdurrahman'a söylediği belirtilen
"adamınızın kanına hak kazanırsınız" buyruğu, sizin maktulünüzün
kanının diyetini hakedersiniz, demektir. Çünkü yahudiler, onların adamları
(arkadaşları) değildir. Adamının diyetine hak kazanan kimse ise onun kanına hak
kazanmış demektir. Çünkü diyet kasten öldürme halinde de alınabilir. O bakımdan
bu da kana (onun diyetine) hak kazanmak demek olur.
Kasamenin Gereği için
Levs ve Mahiyeti:
Kasameyi gerektiren
husus olan "levs"in bulunması kaçınılmazdır. Levs; öldürme iddiasında
bulunanın doğru söylediğine dair galip bir zan uyandıran bir emaredir.
Öldürmeyi gördüğüne dair adil bir kişinin şehadette bulunması yahut öldürülen
kimsenin kanına bulanmış bir şekilde görülürken itham edilen kişinin de
çevresinde veya onun yakınında, üzerinde öldürme izleri taşıyarak görülmesi
gibi.
Levs ve ona dayanarak
hüküm vermek hususunda da farklı görüşler vardır. Malik der ki: Levs maktulün:
Kanım filandadır, demesidir. Adaletli bir şahit de levstir. İbnu'l-Kasım'ın
ondan (Malikten) yaptığı rivayette de böyle denilmektedir. Eşheb ise Malik'ten
adil olmayan şahit ile ve kadın ile birlikte yemin ettirileceği görüşünü
rivayet etmektedir. İbn Vehb de kadınların şahitliğinin de levs olduğunu
rivayet etmiştir. Muhammed İbnu'l-Kasım'ın zikrettiğine göre tek bir kadının
şehadeti değil de iki kadının şehadeti bir levstir. Kadı Ebu Bekr İbnu'l-Arabı
der ki: Levs hakkında pek çok ihtilaf edilmiştir. Mezhepte meşhur olan görüş
levsin adaletli bir şahid olduğudur. Muhammed (İbnu'l-Kasım) der ki: Bu benim
için daha uygun görülmektedir. (İbnu'l-Arabl) der ki: İbnu'l-Kasım ve İbn
Abdu'l-Hakem de bu görüşü kabul etmişlerdir.
Abdülmelik b. Mervan'dan
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Yaralı veya vurulmuş bir kimse kanım filan
kişidedir, deyip ölse kasame yapılır. İşte Malik ve Leys b. Sa'ad da bu
görüştedir. Malik görüşüne delil olarak İsrailoğulları arasında öldürülen
kişinin: Beni filan kişi öldürdü, demesini delil göstermiştir.
Şafii de der ki: Levs
adaletli şahittir veya adil olmasalar bile bir beyyine getirmektir. es-Sevrı ve
Küfeliler ise sadece maktulün (bölgede) bulunması ile kasamenin yapılmasını
öngörmüşler ve bu konuda maktulün söz söylemesine veya şahide ihtiyaç
görmemişlerdir. Şöyle derler: Maktul, bir kavmin bulunduğu mahallede bulunacak
olur ve onun üzerinde öldürme izi varsa o yerde bulunan ahali onu
öldürmediklerine dair yemin ederler ve o takdirde de onun diyetini öderler.
Eğer üzerinde öldürme izleri bulunmuyor ise belli bir kişinin aleyhine beyyine
ortaya konulmadıkça akilenin herhangi birşey ödemesi gerekmez.
Süfyan da der ki: İşte
bu bize göre üzerinde icma'a varılan hususlardandır. Ancak bu zayıf bir
görüştür. Bu görüşleriyle ilim ehline muhalefet etmişlerdir. Bu konuda onlardan
önce böyle bir görüş ortaya atan olmamıştır. Ve bu Kur'an'a ve sünnete de
aykırıdır. Çünkü bu görüş ile aleyhlerine sabit olmuş bir beyyine ve onlar
tarafından yapılmış bir ikrar bulunmaksızın akileye bir mal ödeme mükellefiyeti
getirilmektedir.
Malik ve Şafii ise şu
görüştedir: Maktul eğer bir topluluğun kaldığı mahallede bulunacak olursa onun
kanı hederdir. Onun bulunduğu yere evi en yakın olan kişi sorumlu tutulmaz.
Çünkü maktul bir başka yerde öldürülüp ondan sonra başkasını bu işe bulaştırmak
kastıyla başkalarının kapısı önünde bırakılabilir. Böyle birşey dolayısıyla
kimse sorumlu tutulamaz. Kasamenin gereğine dair şart gördükleri sebepler oluşmadıkça,
böyle birşey dolayısıyla kimse sorumlu tutulamaz. Ömer b. Abdülaziz de şöyle
demiştir: İşte bu, hakkında kıyamet gününde Yüce Allah hükmünü verinceye kadar
hüküm vermenin erteleneceği hususlardan bir tanesidir.
Kasame için Levsi
Gerekli Görenler:
el-Kasım b. Mes'ade der
ki: Nesai'ye şöyle dedim: Malik, levs ile olmadıkça kasameyi kabul etmiyor.
Peki kasame ile ilgili hadisi orada levs sözkonusu edilmediği halde ne diye
Kitabında kaydetmiştir. Nesai şöyle dedi: Malik onlarla yahudiler arasında
bulunan düşmanlığı levs gibi değerlendirmiş ve levsi de ölenin sözlerini de
düşmanlık seviyesinde değerlendirmiştir.
İbn Ebi Zeyd der ki:
Bunun asıl delili, İsrailoğulları kıssasında şanı Yüce Allah'ın ineğin bir
parçasıyla vurulup da maktulü diriltmesi, onun da: Beni filan kişi öldürdü
demesi ile düşmanlığın bir levs olarak kabul edilmesidir.
Şafii der ki: Biz
-önceden de geçtiği üzere- maktulün söylediği sözü levs olarak görmüyoruz. Yine
Şafii der ki: Eğer ensar ile yahudiler arasında olduğu gibi açık bir düşmanlık,
iki ayrı topluluk arasında varsa ve öldürülen kişi bu iki kesimin bulunduğu
yerden birisinde bulunur, orada da onlardan başka kimse oturmuyor ise o maktul
hakkında kasame vacip olur.
Kira ile Oturulan Bir
Mahallede Maktul Bir Kimse Bulunursa:
Sahipleri tarafından
başkalarına kiraya verilen bir mahallede maktulün bulunması hususunda fukahanın
farklı görüşleri vardır.
Re'y ashabı şöyle der:
Maktülün diyeti hıtta ehline (o mahallenin kurucusu olan asıl sahiplerine)
aittir. Mahallede sakin olan (kiracılar) üzerinde herhangi bir sorumluluk
yoktur. Eğer bunlar evlerini sattıktan sonra orada bir maktul bulunursa, o
takdirde diyet satın alana düşer, sakinlere birşey ödemek düşmez. Şayet evin
asıl sahipleri orada bulunmuyor ve evlerini kiraya vermiş iseler kasame ve
diyet hazır bulunmayan ev sahiplerine düşer. Maktulün aralarında bulunduğu
sakinlere birşey düşmez.
Ancak aralarından Ya'kub
(b. İbrahim, yani Ebü Yusuf) bu görüşten vazgeçerek şöyle der: Kasame ve diyet
evlerde sakin olanlara düşer. Bu görüş İbn Ebi Leyla'dan da nakledilmiştir. O
bu görüşüne Hayber halkının Hayber'de işçi olarak sakin olduklarını, orada
çalıştıklarını ve maktulün onlar arasında bulunduğunu belirterek delil
gösterir.
es-Sevrı der ki: Biz de
şöyle deriz: O (kasame ve diyet) asıl sahiplerine yani o evlerin sahiplerine
aittir. Ahmed der ki: Doğru görüş diyette değil de kasame hususunda İbn Ebi
Leyla'nın görüşüdür. Şafii de der ki: Bütün bunların hepsi arasında fark
yoktur. Ortaya konulacak bir beyyine ile olmadıkça yahut da kasame yapmayı
gerektirip de veliler yemin etmedikçe kısas da olmaz, diyet de olmaz.
İbnu'l-Münzir der ki: Bu en sahih görüştür.
Kasamede Yemin Sayısı:
Kasamede elli yeminden
daha aşağı yemin edilmez. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Huveyyisa ve Muhayyisa ile
ilgili hadis-i şerifte: "Sizden elli kişi onlardan bir kişi aleyhine yemin
eder" demiştir. Eğer hak sahibi olanlar elli kişi iseler onlardan her
birisi bir tek yemin eder. Bundan daha az iseler veya yeminden affedilmesi caiz
olmayan kimse yemin etmek istemese sayılarına göre (elli yemin buluncaya kadar)
herkes yemini tekrar eder. Kasten öldürmede ise erkek iki kişiden daha aşağısı
yemin etmez. Tek bir erkek veya tek bir kadın bu durumda yemin etmez. Maktulün
velileri ve velilerin kendilerinden yardım aldığı asabeden olan kimseler
(toplam) elli yemin ederler. Bu Malik, Leys, Sevri, Evzai, Ahmed ve Davud'un
görüşüdür.
Mutarrif'in Malik'ten
yaptığı rivayete göre ise, müddea aleyh ile birlikte kimse yemin etmez. Bizzat
kendileri -tek veya daha fazla kişi olmaları halinde olduğu gibi- elli yemin
ederler ve böylelikle kendilerini ibra ederler. Bu Şafii'nin de görüşüdür.
Şafii der ki: Mirasçıdan başkası yemin etmez. Öldürme, ister kasten olsun ister
hata yoluyla olsun farketmez. Bizatihi mülk kendisinin olan ve Allahu Teala'nın
mirastan kendisine mülk tesbit ettiği kimse dışındakiler de bir mal hakkında
yemin edip o mala hak kazanamaz. Mirasçılar da mirastaki payları oranında yemin
ederler. Ebu Sevr de bu görüştedir. İbnu'I-Münzir de bu görüşü tercih etmiştir.
Sahih olan da budur. Çünkü aleyhinde iddiada bulunulmayan bir kimsenin yemin
etmesini gerektiren bir sebebin de ona yöneltilmesi sözkonusu değildir. Diğer
taraftan bu yeminlerin maksadı davadan ibra olmaktır. Aleyhinde iddiada bulunulmayan
bir kimse ise zaten beridir.
İmam Malik, hataen
öldürme hakkında da şöyle der: Bu hususta tek bir erkek ve tek bir kadın yemin
eder. Onlardan herhangi birisinin veya daha fazla sayıdaki kişinin yaptıkları
yemin sayısı elliye tamamlandı mı yemin eden kendi mirastaki payına hak
kazanır. Yemin etmeyi kabul etmeyen kimse ise birşey hak etmez. Yemin esnasında
hazır bulunmayan kimse daha sonradan gelecek olursa, hazır bulunduğu takdirde
mirasına uygun olarak, etmesi gereken yeminleri, geldikten sonra eder. Bu,
Malik'ten nakledilen meşhur görüştür. Onun hata yoluyla öldürmede kasame
yapılacağı görüşünde olmadığına dair rivayet de vardır.
Kasame ile ilgili
mes'elelerin tamamı, bunun fer'i mes'eleleri ve bunlara dair hükümler fıkıh
kitaplarıyla mezhepler arası görüş ayrılıklarını ele alan kitaplarda bütünüyle
ele alınmıştır. Bu konuda bizim sözünü ettiklerimiz ise yeterlidir. Başarıya
ulaştıran Allah'tır.
Bu Kıssa ve Bizden
Öncekilerin Şeriati:
Burada geçen Bakara
kıssası bizden öncekilerin şeriatinin de bizim için şeriat olduğunun delilidir.
Kelamcılardan birçok taife ve fukahadan bir grup bu görüştedir. el-Kerhi de
bunu tercih etmiş, bizim Maliki mezhebine mensup Kadı İbn Bukeyr de bunu açıkça
ifade etmiştir. Kadı Ebu Muhammed Abdülvehhab da şöyle der: Malik'in hüküm
çıkarma usulü ve kitaplarında görüldüğü şekliyle delil çıkarma yöntemi de bunu
gerektirir. Şafii de buna meyletmiştir. ''işte onlar Allah'ın kendilerine
hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların hidayetlerine uy"
(el-En'am, 190) ayet-i kerimesi açıklanırken bu hususa dair etraflı bilgiler
-yüce Allah'ın izniyle- orada verilecektir.
Ölüleri Dirilten
Allah:
"İşte Allah ölüleri
böyle diriltir." Bu kişiyi ölümünden sonra nasıl dirilttiyse, işte ölen
herkesi Allahu Teala böylece diriltecektir. "Ve size ayetlerini"
alametlerini ve kudretini "gösterir. Akıl erdiresiniz diye." Akıl
edesiniz diye. Buna dair açıklamalar daha önce (el-Bakara, 21'in tefsirinde)
geçmişti. Yani O'na isyan etmekten uzak olasınız diye. Akıl, birşeyden alıkonmak
anlamındadır. Koruyucu kalelere de "me'akil (tekili ma'kil)" adı
verilir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN