ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

63

/

64

 

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُواْ مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ {63}

 

 ثُمَّ تَوَلَّيْتُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ فَلَوْلاَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنتُم مِّنَ الْخَاسِرِينَ {64}

 

 

63. Hani sizden sapasağlam söz almış, Tur'u da üstünüze kaldırmıştık. "Size verdiğimizi kuvvetle alın ve içindekileri hatırlayın, olur ki sakınırsınız. "

64. Siz bundan sonra yüz çevirdiniz. Eğer üzerinizde Allah'ın lütuf ve rahmeti olmasaydı muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz.

 

Hani sizden sapasağlam söz almış, Tur'u da üstünüze kaldırmıştık. 

Tur Dağının Kaldırılış Sebebi:

Kitapların indiriliş Maksadı:

Ve Sonra Yüzçevirdiniz:

 

Hani sizden sapasağlam söz almış, Tur'u da üstünüze kaldırmıştık. 

 

"Hani sizden sapasağlam söz almış, Tur'u da üstünüze kaldırmıştık."  Bu ayet-i kerime ileride gelecek olan: "Biz, bir zaman dağı üzerlerine bir göl gelikmiş gibi kaldırmıştık." (el-A'raf, 171) buyruğunu açıklamaktadır. Ebu Ubeyde der ki: Anlamı şudur: Biz dağı yerinden oynatmış ve yerinden koparmış idik. Yerinden kopartıp attığın herşey hakkında: ''onu koparıp attım" tabiri kullanılır. Bunun, onu kaldırdık, anlamına geldiği de söylenmiştir. İbnu'l-Arabi der ki: Kaldıran, yayan ve açıp ayıran, söken anlamında "natik" kelimesi kullanılır. Çokça doğuran kadın hakkında da "natik ve mintak" tabiri kullanılır. el-Kutebi der ki: Bu tabir içindeki tereyağı çıkartılıncaya kadar kırbanın, tulumun vs. silkelenmesini ifade etmek üzere kullanılan (...) tabirinden alınmıştır. Yüce Allah'ın: ''Biz, bir zaman dağı üzer lerine sanki bir gölgelikmiş gibi çekip ayırmıştık. "(el-A'raf, 171) buyruğunda onu kökünden koparmıştık, anlamı vardır.

 

"Tur"un mahiyeti hakkında farklı görüşler vardır. Tur, Yüce Allah'ın Müsa (a.s) ile üzerinde konuştuğu ve üzerinde Tevrat'ın Hz. Musa'ya indirildiği dağdır, başkası değildir. Bunu İbn Cüreyc, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. ed-Dahhak'ın da İbn Abbas'tan rivayetine göre Tur, üzerinde bitkilerin yeşerdiği dağın adıdır. Bitki yeşermeyen dağa "tur" denmez. Mücahid ve Katade ise her türlü dağın adı olabilir, demişlerdir. Şu kadar var ki Mücahid:

 

Tur, Sihyanice her türlü dağa verilen isimdir. Ebu'l-Aliye de bu görüşü kabul etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Arap olmayan kimselerin dilinden alınıp arapçalaştırılmaksızın bağımsız tek lafızların bulunup bulunmadığına dair açıklamalar bu eserin mukaddimesinde yapılmış bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.

 

el-Bekri'nin iddiasına göre ise bu dağa Hz. İsmail'in oğlu Tur'un adı verilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Yüce Allah'tır.

 

Tur Dağının Kaldırılış Sebebi:

 

Müsa (a.s), Allah'tan aldığı ve üzerinde Tevrat'ın yazılı olduğu levhaları, İsrailoğullarına getirince onlara: "Bu Tevrat'ı alınız ve onda yazılı olan emirlere uyunuz" dedi. Onlar, hayır Allah seninle nasıl konuştu ise bizimle de konuşmadıkça yapmayız, dediler. Bundan ötürü baygın düştüler, sonra da diriltildiler. Hz. Musa yine onlara, bu Tevrat'ı alınız dediyse de onlar yine: Hayır, dediler. Bu sefer Yüce Allah meleklere emrederek onlar da eni boyu bir fersah olan Filistin dağlarından bir dağı kopardılar. Bu dağ, onların tepelerinde bir gölge gibi tutuldu. Arkalarından da bir deniz, önlerinden yüzlerine doğru ise bir ateş getirildi, onlara: "Bu Tevrat'ı alınız, hükümlerine uyunuz ve onun hükümlerini zayi etmemek üzere sizden söz alıyoruz. Ya bunu kabul edersiniz veya dağ üzerinize düşecektir" denilince Yüce Allah'a tevbe ile secdeye kapandılar ve bu söz ile Tevrat'ı aldılar.

 

Taberi, kimi ilim adamlarından naklederek şöyle demiştir: Eğer ilk emir ile birlikte Tevrat'ı almış olsalardı onlardan bu konuda herhangi bir söz alınmazdı. Onlar yanları üzere secdeye kapandılar, çünkü korkuları dolayısıyla dağa doğru bakıyorlardı. Allah onlara merhamet buyurunca şöyle dediler:

 

Şanı Yüce Allah'ın kabul buyurduğu ve kendisi sayesinde kullarına merhamet ettiği secdeden daha faziletli bir başka secde şekli olamaz, O bakımdan tek yanları üzerine secde etmelerini sürdürdüler.

 

İbn Atiyye der ki: Başka hiçbir görüşün sahih olamayacağı konu ile ilgili sahih biricik görüş şudur: Şanı Yüce Allah, secde ettikleri vakit kalplerinde imanı yarattı. Yoksa onların kalplerinden huzur ve mutmainlik olmaksızın zor ve baskı altında kalarak iman etmiş değillerdir.

 

Biz de onlara "size verdiğimizi kuvvetle" tam bir cehd ve gayret ile "alınız" demiştik Burada "demiştik" ifadesi hazfedilmiştir. Bu açıklamayı İbn Abbas, Katade ve es-Süddı yapmıştır. "Kuvvetle alınız" buyruğunun, ihlaslı bir niyetle alınız, anlamına geldiği de söylenmiştir. Mücahid der ki: Burada sözü geçen "kuvvetle almak" onda yer alan hükümler gereğince amel etmek demektir. Bir başka görüşe göre ise kuvvetle almak onu çokça okuyup öğrenmekle olur. "Ve içindekileri hatırlayın" emirlerini, tehditlerini iyice düşünün, belleyin, onu asla unutmayın, zayi etmeyin.

 

Kitapların indiriliş Maksadı:

 

İşte kitapların indirilmesinden gözetilen maksat budur: Dil ile onları okuyup tertil etmek değil, onların gereğince amel etmektir. Çünkü sadece dil ile okuyup tertil etmek, eş-Şa'bı ve İbn Uyeyne'nin de belirttikleri gibi, o kitabı bir kenara atmak demektir. Yüce Allah'ın: "Kitap verilenlerden bir fırka .. Allah'ın Kitabını arkalarına attılar'' (el-Bakara, 101) buyruğunu açıklarken onların bu konuda söyledikleri de gelecektir. Nesai'nin Ebü Said el-Hudrı'den kaydettiği rivayete göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar arasında en kötü kimse, Kur'an-ı Kerim'i okuyup da onun hiçbir yasağından çekinmeyen fasık bir kimsedir."

 

Böylelikle Peygamber (s.a.v.) de maksadın -açıkladığımız gibi- amel etmek olduğunu beyan buyurmuştur. İmam Malik der ki: Bazen hiçbir hayır bulunmayan bir kimse de Kur'an'ı okuyor olabilir. Buna göre bizden öncekilerin yerine getirmekle yükümlü oldukları hususlar ve onlardan alınmış olan sözler bizim için de bir yükümlülüktür, bizim için de bir görevdir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ve Rabbinizden size indirilenin en güzeline tabi olun.'' (ez-Zumer, 55) Yüce Allah, bizlere Kitabına uymayı, onun gereğince amel etmeyi emretmiştir. Fakat yahudiler ve hıristiyanlar bunu terkettiği gibi biz de bunu terkettik Geriye hiçbir fayda vermeyen kitapların şekilleri ve mushaflar kaldı. Çünkü cahillik üstünlük sağlamış, başkanlık talebi, hevalara uymak öne geçmiştir. Tirmizi'nin Cübeyr b. Nufeyr'den rivayetine göre Ebu'd-Derda şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) ile birlikte idik. Gözünü semaya doğru kaldırıp baktı, sonra şöyle buyurdu: "Bunlar öyle anlardır ki bunlarda ilim insanlardan farkında olmadan çekip alınır ve nihayet hiçbir şeye güç yetiremezler." Ensar'dan olan Ziyad b. Lebid: Kur'an'ı okuyup öğrendikten sonra bizden nasıl farkında olmadan alınabilir? dedi. Allah'a yemin ederim, hem biz onu okuyacağız, hem kadınlarımıza ve çocuklarımıza okutup öğreteceğiz. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Anan seni kaybedesice ey Ziyad! Ben de seni Medine'nin fakihlerinden birisi sayıyordum. İşte yahudilerle hıristiyanların elinde bulunan Tevrat ve İncil. Onlara faydası ne?" dedi ve hadisin geri kalan kısmını zikretti. İleride de gelecektir. Bu hadisi Nesai de yine Cübeyr b. Nufeyr'den, o Amr b. Malik el-Eşcai'den sahih bir rivayet yoluyla nakletmiş, Peygamber (s.a.v.)'ın Ziyad'a şöyle dediğini zikretmiştir: "Annen seni kaybedesice ey Ziyad, işte Tevrat ve İncil yahudilerin ve hıristiyanların ellerinde bulunuyor."

 

Muvatta'da ise Abdullah b. Mes'ud'dan gelen rivayete göre Hz. Peygamber birisine şöyle demiş: "Sen fukahası bol, kurrası (Kur'an'ı bilip okuyanı) az bir çağdasın. Bu çağda Kur'an'ın sınırları korunmakta fakat harfleri kaybedilmektedir. İsteyeni az verileni çok bir zamandır bu. (İnsanları) uzun uzun namaz kılarlar hutbeleri kısa keserler. Bu zamanda hevalarından önce amellerini işlerler. Fakat insanlar üzerinde pek yakında öyle bir zaman gelecektir ki fukahası az kurrası çok olacaktır. Kur'an'ın harfleri gereği gibi muhafaza edilecek fakat sınırları zayi edilecektir. İsteyeni çok, verileni az olacaktır. Hutbeyi uzun okuyacak namazı kısa keseceklerdir. Amellerinden önce o zamanda hevalarına göre iş yapacaklardır."

 

İşte bunlar bizim değindiğimiz hususa delalet eden birtakım naslardır. Yahya dedi ki: Ben İbn Nafi'e: "Amellerinden önce hevalarıyla başlayacaklardır" sözünün ne anlama geldiğini sordum şöyle dedi: Yani hevalarına uyacaklar fakat kendilerine farz kılınan ameli terkedeceklerdir.

 

"Olur ki sakınırsınız" buyruğuna dair açıklamalar daha önceden (21. ayetin sonunda) geçmiştir, tekrarlamaya gerek yoktur.

 

Ve Sonra Yüzçevirdiniz:

 

"Siz bundan sonra" yani bu delilden sonra -ki o da sözün alınması ve dağın kaldırılmasıdır- "yüZçevirdiniz." Yüzçevirmek (tevelli) aslında birşeyden Vücudu ile çevirilmek ve ona arkasını dönmektir. Daha sonra emirlerden, dinlerden, inançlardan yüzçevirmek anlamında -kelimenin anlamı genişletilerek ve mecaz olarak- kullanılmaya başlamıştır.

 

"Eğer üzerinizde Allah'ın lütuf ve rahmeti olmasaydı"; yani şayet Allah'ın lütuf ve rahmeti, yani onun lütfu ve size mühlet vermesi yetişmemiş olsaydı "muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz."

 

"Zarara uğramak (hüsran)" noksanlık, eksiklik demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden (27. ayetin sonlarında) yapılmıştır. Onun lütfunun tevbeyi kabul etmek, rahmetinin de affetmek olduğu da söylenmiştir.

 

Lütuf (fadl): Gerekenden fazlasını vermek demektir. İfdal ise gerekmeyeni yapmak demektir. İbn Faris, el-Mücmel'de şöyle der: Fadl fazlalık ve hayır'dır, ifdal ise ihsanda bulunmaktır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 65)

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR