BAKARA 40 |
يَا
بَنِي
إِسْرَائِيلَ
اذْكُرُواْ
نِعْمَتِيَ
الَّتِي
أَنْعَمْتُ
عَلَيْكُمْ وَأَوْفُواْ
بِعَهْدِي أُوفِ
بِعَهْدِكُمْ
وَإِيَّايَ
فَارْهَبُونِ |
40. Ey İsrailoğulları!
Size verdiğim nimetimi hatırlayın ve ahdime bağlı kalın ki Ben de size olan
ahdimi yerine getireyim ve yalnız Benden korkun.
İsrail Adı ve israiloğulları:
Allah'ın Nimetini Anmak:
Ahde Bağlılık:
Yalnız Allah'tan Korkmak:
İsrail Adı ve
israiloğulları:
"Ey
İsrailoğulları" buyruğundaki: "Ey ... oğullar" ifadesi izafet
halinde bir nida olup bundaki nasb alameti "Beni: oğullar" sonundaki
"ya" harfidir. İzafet dolayısıyla da sonundan "nun" hazf
edilmiştir. Tekili: "İbn: oğul" dur. Aslı: (benii) dir. (beneu)
olduğu da söylenmiştir. Sonundan hazfedilen harfin "vav" olduğunu
söyleyenler Arapların: "e ö"HI): oğulalmaklık" ifadesini delil
gösterirler. Ancak bunun delil olacak bir tarafı yoktur. Çünkü Araplar yine
aslı "ya"lı olmakla birlikte "fütüvvet" diye kullanırlar.
ez-Zeccac der ki: Bana göre hazfedilen harf "ya" dır. Bu kelime
sanki: "Bina ettim"den geliyor gibidir. el-Ahfeş de der ki: Ben ise
bunun sonundan hazfedilen harfin "vav" olduğu görüşünü tercih
ediyorum. Çünkü - ağırlığı dolayısıyla bu harfin hazfedilmesi daha çok
rastlanılan bir haldir. Mesela, "oğulluğu açıkça belli olan bir
oğul," denireken hazfedilenin "vav" olduğu anlaşılmaktadır).
Ancak: "(buneyye): oğulcağızım" diye de kullanılır. (...) ile (...):
babacığım, gibi (...) ile (...) diye iki şekilde kullan"ılır. Bu iki
şekilde okunmuştur. Bu kelime (ibn: oğul), bir şeyi bir şeyin üstüne koymak
demek olan "bina" kelimesinden türetilmiştir. İbn, babanın fer'i olup
onun üzerine konulur. (Ona izafe edilir; bu bakımdan ona bu isim verilmiştir).
isra il, İbrahim'in oğlu İshak'ın oğlu Hz. Ya'kub'un kendisidir. Ebü'I-Ferec
el-Cevzi der ki: Bizim peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)'ın dışında, ondan başka
iki ismi bulunan bir peygamber yoktur. Hz. Muhammed'in ise isimleri pek çoktur.
el-Cevzı bunu "Fuhumu'l-Asar" adlı eserinde zikreder.
Derim ki:
"Mesih" adı aynı zamanda Hz. İsa'nın başka bir kökten türetilmemiş
özel bir adıdır, denilmiştir. Ayrıca Yüce Allah onu "ruh ve kelime"
diye adlandırmıştır. Onun kavmi ona "Ebilu'l-ebılın" adını
verirlerdi. Bunu el-Cevheri es-Sıhah'ta zikretmiştir. Beyhakı'nin
Deldilü'n-Nübüvve adlı eserinde Halil b. Ahmed'den nakletiğine göre iki ismi
olan beş tane peygamber vardır: Bizim peygamberimizin adları Muhammed ve Ahmed'dir;
Hz. İsa'nın diğer adı Mesih'tir; Hz. Ya'kub'un diğer adı İsrail'dir, Hz.
Yunus'un diğer adı Zü'n-Nün'dur; Hz. İlyas'ın diğer adı Zü'l-kifil'dir. Yüce
Allah'ın selamı hepsine olsun.
Derim ki: Hz. İsa'nın
dört adının bulunduğuna az önce işaret ettik. Bizim Peygamberimizin ise
isimleri pek çoktur. Bunların sayımı ilgili yerlerinde yapılmıştır.
"İsrail"
kelimesi arapça olmayan bir kelimedir. O bakımdan bu kelime munsarif (çekimli
fiil) değildir. Yedi türlü söylenişi vardır. Birincisi Kur'anı Kerim'de
kullanılan şekil olan İsrail'dir. Bu ise hafif hemze şeklinde medli
"İsrail" şeklinde söylenir. Bunu Şennebüz, Verş'ten nakletmiştir.
Diğer bir okuyuş şekli hemzesiz olarak ya'dan sonra medli "İsrayil"
şeklinde, A'meş ve İsa b. Ömer bu şekilde okumuştur. Hasen ve Zühri ise
hemzesiz ve medsiz olarak (İsrail şeklinde) okumuşlardır. Ya'sız fakat esreli
bir hemze ile "İsrail" şeklinde, üstünlü bir hemze ile
"İsrael" şeklinde. Temimliler ise "İsrain" şeklinde nün'lu
okurlar.
İsrail kelimesinin
anlamı Allah'ın kulu (Abdullah)tır. İbn Abbas der ki: İbranicede ''İsra'' kul
demektir. ''il'' de Allah demektir. "İsra" kelimesinin Allah'ın
seçtiği, "il" kelimesinin ise Allah demek olduğu söylendiği gibi
"isra" kelimesinin sağlam yapmak ve bağlamaktan geldiği de
söylenmiştir. Buna göre İsrail, Allah tarafından sağlam bir şekilde güçlü
olarak yaratılmış gibi bir anlam ifade eder. Bunu el-Mehdevı zikretmektedir.
es-Süheyli der ki:
Hz. Ya'kub'a İsrail
adının verilmesi, onun Yüce Allah için hicret ettiği vakit bir gece
yürümesinden dolayıdır. Bundan dolayı ona "israil" adı verilmiştir,
yani: Yüce Allah'a geceleyin giden ve yürüyen, anlamındadır. Bu son açıklamaya
göre ismin bir bölümü ibranice bir bölümü de Arapların söyleyişine uygun olur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Allah'ın Nimetini
Anmak:
"Size verdiğim
nimetimi hatırlayın" buyruğunda hatırlamak (zikir) müşterek bir isimdir.
Kalpte hatırlamak, demek olup unutmanın zıddıdır. Dilde hatırlamak (zikr) ise,
dinlemenin zıddıdır. O bakımdan bir şeyin hem dilde hem de kalp te hatırlanması
sözkonusudur. "Zükr" ise unutmamak demektir. el-Kisa'i der ki: Kalpte
olanı anlatmak için "zukr" kelimesi kullanılır; dilde olanı anlatmak
için ise "zikr" kelimesi kullanılır. Başkaları ise, bunların iki ayrı
şive olduğu ve aynı anlama geldiklerini söylemişlerdir. Zikir aynı zamanda
şeref anlamına gelir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Şüp hesiz
ki o (Kuı"an) hem senin için hem kavmin için büyük bir şeref (zikr) dir.
" (ez-Zuhruf, 44)
İbnu'l-Enbar'i der ki:
Ayet-i kerimedeki anlamı Benim nimetime karşılık şükretmeyi hatırlayın
demektir. Nimet zikredilerek şükrün ayrıca zikredilmesine gerek görülmemiştir.
Bu buyrukta kalp ile
hatırlama kastedilmiştir, istenen de budur, şeklinde de açıklanmıştır. Yani,
Benim size verdiğim nimetimden yana gafil olmayın, onu unutmayın. Bu da güzel
bir açıklamadır.
''Nimet" burada bir
cins ismidir. Tekil olmakla birlikte çoğul anlamını ifade eder. Yüce Allah bir
başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Eğer Allah'ın nimetini birer birer
saymak isterseniz, onları sayamazsınız. " (İbrahim, 34) Burada da
"nimet" kelimesi tekil olarak Zikredilmekle birlikte kastedilen çoğul
olarak "nimetler''dir.
Yüce Allah'ın, onların
üzerindeki nimetlerinin bir kısmını şöylece sayabiliriz: Fir'avn hanedanından
onları kurtarması, aralarından peygamberler göndermesi, üzerlerine semadan
kitapları, men ve selva'yı indirmesi, taştan onlar için su fışkırtması ve diğer
taraftan Muhammed (s.a.v.)'ın vasıf, nitelik ve risaletini beyan eden Tevrat'ı
korumayı onlardan istemesidir... Atalara yapılan nimetler ise evlatlara yapılan
nimetlerdir. Çünkü çocuklar da atalarının şerefi ile şereflenirler.
Diğer ümmetlerin ve
Muhammed ümmetinin Hatırlaması:
Meani bilginleri der ki:
Şanı Yüce Allah, burada İsrailoğullarına Allah'ın nimetini hatırlamaları emrini
vermekte, ancak Muhammed (s.a.v.) ümmetine ise nimetini hatırlamalarını değil
de bizzat kendisini anıp hatırlamalarını emrederek şöyle buyurmaktadır:
"Siz Beni anın, Ben de sizi anayım. "(el-Bakara, 152) Böylelikle
diğer ümmetler nimetlere bakıp o nimetleri verene yönelsinler, Muhammed
(s.a.v.)'ın ümmeti ise nimetleri verene bakıp üzerlerindeki nimetin büyüklüğünü
anlasınlar.
Ahde Bağlılık:
"Ve ahdime bağlı
kalın ki Ben de size olan ahdimi yerine getireyim."
Bu ahdin mahiyeti
hakkında, farklı kanaatler ortaya atılmıştır. el-Hasen der ki: Allah'ın ahdi,
Yüce Allah'ın şu buyruklarında dile getirilmektedir: "Size ver diğimi
kuvvetle alın .. " (el-Bakara, 63); "Andolsun Allah, İsrailoğullarından
bir ahid almıştı ve biz onların arasından on iki nakib (kefil) dikmiş tik.
"(el-Maide, 12)
Sözü geçen bu ahdin,
Yüce Allah'ın şu buyruğunda dile getirildiği de söylenmiştir: "Hani Allah,
kendilerine kitap verilenlerden onu muhakkak insanlara saklamaksızın açıklayıp
anlatacaksınız diye teminat almıştı." (Ali imran, 187)
ez-Zeccac der ki:
"Ahdime bağlı kalın." Benim Tevrat'ta size emretmiş olduğum
Muhammed'e tabi olmak emrine uyun. "Ben de size olan ahdimi yerine
getireyim." Buna karşılık size kesinlikle vereceğimi belirttiklerimi
vereyim: Siz Benim ahdime bağlı kalırsanız, size cennet vardır.
Bir diğer görüşe göre
"ahdime bağlı kalın" farzları, sünnete uygun ve ihlas ile yerine
getirin, Ben de onları sizden kabul etmek ve onlara karşılık sizleri
mükafatlandırmak suretiyle "sizlere olan ahdimi yerine getireyim."
Bazıları da şöyle
açıklamıştır: ibadetler hususunda "ahdime bağlı kalın ki Ben de size olan
ahdimi yerine getireyim." Yani sizleri himayeme alıp yüksek basamaklarda
ilerleteyim.
Bir diğer görüşe göre de
''ahdime bağlı kalın" zahir hedefleri korumak suretiyle emirlerimi yerine
getirin, "Ben de" sizin iç aleminizi süsleyerek "size olan
ahdimiyerine getireyim."
Bir başka görüşe göre,
bu ahid, onun bütün emir, yasak ve tavsiyeleridir.
Bunun kapsamına
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin, Tevrat'ta sözünün geçmesi ve benzeri hususlar
da girer. ilim adamlarının çoğunun görüşü budur, doğrusu da budur. Şanı Yüce
Allah'ın buna karşılık onlara olan ahdi ise onları cennete koymaktır.
Derim ki: Onlardan
yerine getirmeleri istenen ahid, aynı şekilde bizden de istenmiş bulunmaktadır.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ahid leriyerine getirin.
"(el-Maide, 1); "Ahidleştiğiniz zaman da Allah'ın ahdini yerine
getirin." (Nahl, 91) Bu tür buyruklar pek çoktur.
Allah'ın ahdine vefa
gösterip onu yerine getirmeleri, şanı Yüce Allah'ın da onlara olan ahdini
yerine getireceğinin alametidir. Onun sebebi ve gerekçesi değildir. Çünkü Yüce
Allah'ın onlara olan ahdini yerine getirmesi O'nun onlar üzerindeki bir
lütfudur.
Yalnız Allah'tan
Korkmak:
"Ve yalnız Benden
korkun." Böyle bir emrin gelmesi tehdit manasını da ihtiva etmektedir.
"Benden korkun" kelimesinin sonunda nundan sonra yer alması gereken
"ya" harfinin düşmesi, ayetin sonu olduğundan dolayıdır. İbn Ebi
İshak ise, bu ya'yı aslına uygun olarak (...) şeklinde okumuştur. Sonraki
ayetin son kelimesi olan: (...) kelimesini de böylece okumuştur.
"Benden" kelimesinin" sonu mukadder bir fiil ile nasb
edilmiştir. Emir, nehiy ve istifham (soru) kipleri hakkında tercih edilen görüş
budur. Konuşma dilinde ifadenin - mübteda ve haber olmak üzere (...) şeklinde
kullanılması da mümkündür. "Benden korkun" un haber kabul edilmesi,
hazif bulunduğu takdirine göre olabilir. Buyruk: Ben sizin Rabbinizim, o
bakımdan yalnız benden korkun, demektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN