BAKARA 36 |
فَأَزَلَّهُمَا
الشَّيْطَانُ
عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا
مِمَّا
كَانَا
فِيهِ وَقُلْنَا
اهْبِطُواْ بَعْضُكُمْ
لِبَعْضٍ
عَدُوٌّ وَلَكُمْ
فِي
الأَرْضِ
مُسْتَقَرٌّ
وَمَتَاعٌ
إِلَى حِينٍ |
36. Bunun üzerine
şeytan, onları oradan kaydırıp içinde bulundukları halden çıkardı. Biz de dedik
ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde sizin için bir süreye
kadar duracak bir yer ve faydalanacak şeyler vardır."
Bu buyruğun: "Bunun
üzerine şeytan, onları ordan kaydırıp içinde bulundukları halden çıkardı"
bölümüne dair açıklamalarımızı on başlık halinde ele alacağız:
1- Şeytanın Kaydırması:
2- Cennetten Çıkış:
3- Yılanı Öldürmek:
4- Yılanı Öldürmenin Hükmü:
5- Yılanları Öldürme Emrinin Mahiyeti:
6- Evlerde Bulunan Yılanların
Öldürülmesi:
7- Öldürülmeyecek Yılan Var mıdır?:
8- Uyarma Şekli:
9- Cinlerin Grupları:
10- Doğrudan Öldürülebilen Hayvanlar:
* * *
[ - ] "Biz de dedik
ki: ''Kiminiz kiminize düşman olarak inin"
1- inenler Kimlerdir, Nerelere
inmiştir?:
2- ''Birbirinize Düşman Olarak ininiz''
3- Cennetten Çıkarılmak Hz. Adem için
Bir Ceza mıydı?:
4- Yeryüzünde Yerleşmek:
5- "Faydalanacak Şeyler'':
6- "Bir Süreye Kadar'':
7- Dilcilerin Ayrı Kanaatlerinin
Fukahanın Farklı Kanaatlerine Etkisi:
1- Şeytanın
Kaydırması:
"Bunun üzerine
şeytan onları oradan kaydırıp" buyruğunda yeralan ve "onları
kaydırdı" anlamına gelen (...) kelimesini çoğunlukla günah anlamına gelen
''zelle" kökünden türeyen bir kelime olarak ve elif'siz okumuşlardır. Yani
şeytan onları yanılttı, ayaklarını kaydırıp o günaha düşmelerini sağladı. Hamza
ise, bu kelimeyi uzaklaştırmak anlamını ifade eden kökten elif'li olarak (...)
şeklinde okumuştur. Bu, onları oradan uzaklaştırdı, izale etti demektir. İbn
Keysan der ki: Onları izale etti, anlamındaki okuyuş zevalden gelir. Onları
içinde bulundukları itaatten alıkoydu, masiyete yöneltti demek olur.
Derim ki: O vakit bu iki
okuyuş da aynı anlamı ifade eder. Ancak çoğunluğun okuyuşu mana itibariyle daha
sağlamdır. Şu iki ayet-i kerimenin ifade ettiği anlam da bunun delilidir:
"Onları) kazandıklarının bir kısmı yüzünden ancak şeytan kaydırmak
istemiştir. '' (Al-i İmran, 155); "Şeytan onlara vesvese verdi.''
(el-A'raf, 20; Ta-ha, 12). Burada sözü geçen vesvese ise masiyeti işlemelerini
sağlayarak onların ayaklarını kaydırmaktır. Yoksa şeytanın bizatihi herhangi
bir kimseyi bir yerden başka bir yere izale etme gücu yoktur. Onun gücü ancak o
kimseyi yanıImanın çerçevesine sokmaktan ibarettir. Bu ise kişinin günahı
sebebiyle bir yerden bir başka yere izale edilmesine sebep teşkil eder. Bunun
anlamı ile ilgili olarak şöyle de denilmiştir: Burada onların zelle'ye
düşürülmesi bir yerden ayrılmak halinde kulanılan kelimeden gelmektedir. O
vakit mana Hamza'nın kıraatinde olduğu gibi zevalden gelir. Nitekim
İmriu'l-Kays da şu beyitte bu kelimeyi aynı anlamda kullanmıştır: "(At)
ağır olmayan genç(i), sırt tarafındaki yelesinin yakınından kayar (kaydırır)
Ata binmesini beceremeyen ağır kimsenin ise elbisesi uçar, gider."
Yine İmriu'l-Kays (bu
kelimeyi aynı anlama kullanarak) şöyle demektedir: "Ve kırmızı bir at ki
sırtından eyeri kayar Dümdüz kaya parçası üzerinde ayağı kayanın kaydığı
gibi."
2- Cennetten Çıkış:
"İçinde
bulundukları halden çıkardı" buyruğuna gelince, eğer bundan önceki ifadeyi
bir yerden izale etmek şeklinde anlayacak olursak "onları çıkardı"
ifadesi bu izale edilişi te'kid etmekte ve açıklamaktadır. Çünkü cennette
bulundukları yerden (yine cennette) bir başka yere çıkarılmış olmaları şeklinde
anlaşılması da mümkündür. Oysa durum böyle değildir. Onlar cennetten çıkartılıp
yere indirildiler. Çünkü oradan yaratılmışlardır. Diğer taraftan Adem'in
yeryüzünde halife olması için yere indirilmişlerdir. İblis -Allah'ın laneti
üzerine olsun- Hz. Adem'i cennetten çıkartmak kastında değildi. Onun maksadı
Hz. Adem'i yüksek mertebesinden düşürmek ve kendisi uzaklaştırıldığı gibi onun
da uzaklaştırılmasını sağlamaktı. Ancak maksadına ulaşamadı, muradı
gerçekleşmedi. Aksine emelini yitirdi, kini arttı ve hesapları boşa çıktı.
Nitekim şanı Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: "Sonra Rabbi onu seçtı:
tevbesini kabul etti ve hidayete erdirdi. "(Ta-Ha, 122) Bunun sonucunda
Hz. Adem, cennet yurdunda Yüce Allah'a komşu iken arzında Allah'ın halifesi
oldu. Halbuki komşu ile halife arasında çok büyük bir fark vardır. Allah'ın
salat ve selamı üzerine olsun.
Adem'in cennetten
çıkartılmasının İblise nisbet ediliş sebebi, bunun İblisin sebebi ve aldatması
dolayısıyla olduğundandır. Tefsir alimleri ile başkaları arasında, İblisin Hz.
Adem'i aldatmayı üstlendiği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Ancak bunun
keyfiyeti ile ilgili farklı görüşler vardır. İbn Mes'ud, İbn Abbas ve alimlerin
çoğunluğuna göre, onları aldatması karşılıklı konuşma ile olmuştur. Bunun
delili ise, Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Bir de onlara: Şüphesiz ki ben
size öğüt verenlerdenim diye yemin etti." (el-A'raf, 21) Onlara yemin
etmesi, ifadesinin zahirinden anlaşılan, bunun karşılıklı konuşarak olduğudur.
Bazıları da -ki bunu Abdürrezzak, Vehb b. Münebbih'ten nakletmektedir- şöyle
demektedir: İblis, yılanın ağzında cennete girdi. O sırada yılan dört ayaklı
deveyi andıran ve Yüce Allah'ın yarattığı en güzel hayvanları andıran bir
şekilde idi. Daha önce İblis, aynı teklifi birçok hayvana yaptığı halde
yılandan başka onu içeri sokma teklifini kabul eden olmamıştı. Yılan İblis'i
cennete sokunca, İblis, karnından dışarı çıktı ve Hz. Adem ile eşine yasak
kılınan ağaçtan meyve alıp Havva'ya getirdi ve şöyle dedi: Şu ağaca bir bak.
Kokusu ne kadar hoş, ne kadar lezzetli, rengi ne kadar güzel. İblis bu
aldatmalarını Havva, o meyveyi alıp yeyinceye kadar devam ettirdi. Arkasından
Adem'i aldattı. Havva Adem'e de şöyle dedi: Ye, ben ondan yedim, bana herhangi
bir zararı dokunmadı. Adem onu yeyince her ikisinin de avret yerleri açığa
çıktı ve böylelikle günahı işlemenin cezasına çarpıldılar. Adem ağacın içine
girdi, Rabbi ona: Neredesin? diye nida edince, Buradayım Rabbim, dedi. Niye
çıkmıyorsun? diye sorunca; Senden utanıyorum Rabbim, dedi. Yüce Allah, bunun
üzerine şöyle buyurdu: Haydi kendisinden yaratılmış olduğun yeryüzüne in. Daha
sonra yılana lanet okundu, ayakları karnına doğru çekildi, kendisiyle Ademoğlu
arasında düşmanlık halkedildi. Bundan dolayı -ileride de açıklanacağı üzere-
onu öldürmemiz de emredildi.
Havva'ya da şöyle
denildi: Sen bu ağacı kanattığın (meyvesini keserek yaraladığın gibi) sen de
her ay bu şekilde kanama göreceksin. Zorluk ve sıkıntı ile gebe kalacak ve
doğumunu yapacaksın. Defalarca ölmek noktasına kadar geleceksin.
Taberi ve en-Nekkaş şunu
da eklerler: Daha önce vakur ve ağırbaşlı olduğun halde bu sefer hafif
olacaksın.
Bir grup da şöyle
demiştir: İblis, cennetten çıkartıldıktan sonra Adem'in yanına cennete girebilmiş
değildir. O şeytanlığı ile bu konuda kendisine verilen imkan ile Yüce Allah'ın
kendisine verdiği vesvese gücü ile bunu yapmıştır. Nitekim Peygamber efendimiz
de şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz şeytan kanın akması gibi insanın içinde
akar." İleride A'raf süresinde de geleceği üzere, Hz. Adem çıplak kalınca
ve kendisini örtecek birşeyler arayınca, ağaçlar ondan uzaklaştı ve günahı
sebebiyle onu azarladı. İncir ağacı ona merhamet etti, o da incir yaprağından
alıp kendisini örttü. Ve bu şekilde Hz. Adem ağaçların önünde çıplak kalmak ile
mübtela oldu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Hz. Adem'in cennetten
çıkartılma hikmetinin yeryüzünü imar etmek olduğu da söylenmiştir.
3- Yılanı Öldürmek:
Nakledildiğine göre
yılan cennette Adem (a.s.)'in hizmetçisi idi. Allah'ın düşmanı İblise böyle bir
imkan vererek cennette Hz. Adem'e karşı düşmanlığını açıkça ortaya koyarak Hz.
Adem'e ihanet etmiştir. Cennetten yeryüzüne indirilmeleri üzerine aralarındaki
düşmanlık pekişti ve rızık olarak ona toprak verildi. Ona şöyle denildi: Sen
Ademoğlunun düşmanısın, onlar da senin düşmanındır. Onlardan seni kim görürse
başını ezer.
İbn Ömer Resulullah
(s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Beş (haşere) vardır ki onları
ihramlı olan da ihramsız olan da öldürür..." Bunlar arasında yılanı da
zikreder.
Rivayete göre İblis,
yılana şöyle demiş: Sen beni cennete sok, buna karşılık seni himayeme alacağım.
O bakımdan İbn Abbas şöyle derdi: İblisin verdiği ahid ve emanı bozunuz.
Sakine bint el-Ca'd,
Serra bint Nebhan el-Ganeviye'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah
(s.a.v.)'i şöyle derken dinledim: "Küçük olsun büyük olsun, siyah olsun
beyaz olsun yılanları öldürünüz. Çünkü kim yılan öldürürse bu onun cehennemden
kurtulmalık fidyesi olur. Ve her kim yılan tarafından öldürülürse o da şehid
olur."
Mezhep alimlerimiz der
ki: Yılanın onu öldüren için cehennemden kurtulmalık fidyesi oluş sebebi İblis
ile ortak hareket etmesi ve Adem'e ve onun çocuklarına zarar vermek üzere
onunla yardımlaşmasıdır. Bundan dolayı bir yılanı öldüren bir kimse bir kafir
öldürmüş gibidir. Nitekim Resulullah (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Bir
kafir ve onun katili cehennemde ebediyyen bir araya gelmezler." Bunu
Müslim ve başkaları rivayet etmiştir.
4- Yılanı Öldürmenin
Hükmü:
İbn Cüreyc, Amr b.
Dinar'dan, o Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Mes'ud'dan dedi ki: Peygamber (s.a.v.)
ile birlikte Mina'da bulunuyorduk. Yanımızdan bir yılan geçti. Resulullah
(s.a.v.): "Onu öldürünüz" diye buyurdu. Ancak biz onu öldüremeden bir
delik bulup girdi. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kuru hurma
yaprakları ve ateş getiriniz ve bu delikte yılanın üzerinde ateş yakınız."
Mezhebimize mensup ilim
adamları der ki: Bu hadis-i şerif, Hz. Peygamberin müsleyi (savaşta azaların
kesilmesi) ve herhangi bir kimsenin Yüce Allah'ın azabı türünden azap yapmasını
yasaklayan hadis-i şerifleri tahsis etmektedir. Devamla derler ki: Bu hadis-i
şerif bu düşmanın saygı duyulmaya değer bir tarafının kalmadığını
belirtmektedir. Çünkü bu düşmana güç yetirilen her bakımdan, onu helak edip yok
etmenin her türlü yolu denenmiş olmaktadır. Denilse ki, İbrahim en-Nehai'nin
akreplerin ateşte yakılmasından hoşlanmadığı ve: Bu bir müsledir, dediği
rivayet edilmiştir. Şu cevap verilir:
Peygamber (s.a.v.)'dan
gelen bu rivayetin ona ulaşmamış olması ve bundan dolayı da "Allah'ın
azabı ile azaplandırmayınız" şeklindeki rivayet gereğince amel etmiş
olması muhtemeldir. Buna göre onun öngördüğü uygulama bu rivayete uygun olur.
Denilse ki: Müslim'de
Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.)
ile bir mağarada bulunuyorduk. üzerine: "Yemin olsun peyderpey
gönderilenlere" (el-Mürselat, 1) suresi nazil oldu. Ve biz henüz bunu
taptaze haliyle Hz. Peygamber'den öğreniyorken bulunduğumuz yerde bir yılan
görünüverdi. Bize: "Onu öldürünüz" dedi. Onu öldürmek için hareket
ederken bizden önce deliğine kaçtı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Allah sizi onun şerrinden koruduğu gibi, onu da sizin
şerrinizden korumuştur." Görüldüğü gibi bu rivayette ateş yakıldığından da
onu öldürmek için herhangi bir çareye başvurulduğundan da söz edilmiyor. Bu
itiraza şu şekilde cevap verilir. Ateş bulamamış olması muhtemeldir. O bakımdan
onu bırakmıştır. Veya yılanın girdiği deliğin ateşin fayda sağlayamayacağı,
dumanın zarar veremeyeceği ve hayvana ulaşamayacağı bir şekilde olması da
muhtemeldir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Hz. Peygamber'in:
"Allah onu sizin
şerrinizden korumuştur" buyruğundan kastettiği, sizin onu öldürmenize
karşı o yılanı korumuştur, demektir. "Sizi onun şerrinden koruduğu
gibi" ifadesi, onun sizi sokmasına karşı sizi korumuştur demektir.
5- Yılanları Öldürme
Emrinin Mahiyeti:
Yılanları öldürme emri,
yılanlardan gelmesinden korkulan zararı bertaraf etmeye irşad etmek türündendir.
Eğer onlardan gelecek olan zarar kesinlik kazanırsa, o yılanın öldürülmesi için
elin çabuk tutulması vaciptir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Yılanların hepsini öldürünüz. Bilhassa engerek ve kısa kuyruklu
olanlarını öldürünüz. Çünkü bunlar gözleri kör eder ve gebe kadınlara düşük
yaptırır."
Bu iki türün yılanların
kapsamına girmelerine rağmen özellikle onları sözkonusu edip buna dikkat
çekmesi, zararlarının büyüklüğünden dolayıdır. Evlerin dışında kalan yerlerde,
zarar verecekleri muhakkak olmayanlar da konu ile ilgili genel emrin zahirinden
anlaşılan hüküm dolayısıyla yine öldürülürler. Çünkü tür olarak yılanlar,
çoğunlukla zarar verirler. O bakımdan bu zararlılık hepsinde (istishab yoluyla)
var kabul edilir. Çünkü şekli ve görünüşü itibariyle bütün yılanlar, kalbe
korku verir. Ayrıca insanın nefsinde onlara karşı bir tiksinti vardır. Bundan
dolayı Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak Allah, bir yılanı
öldürmeye karşı dahi olsa kahramanlığı sever." Görüldüğü gibi Hz. Peygamber,
yılanı öldürmeyi teşvik etmiştir. Ebü Davud'un, Abdullah b. Mes'ud'dan merfu
olarak yaptığı rivayette de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur. "Bütün
yılanları öldürünüz. Onların intikam alacağından korkan kişi benden
değildir." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
6- Evlerde Bulunan
Yılanların Öldürülmesi:
Evlerde bulunan
yılanlar, üç gün kendilerine bu konuda ilan yapılmadıkça öldürülmezler. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Gerçek şu ki, Medine'de İslam'a
girmiş cinler vardır. Onlardan herhangi bir şey görecek olursanız üç gün
süreyle onailanda bulununuz."
Bazı ilim adamları, bu
hadis-i şerifi cinlerin orada İslam'a girmeleri sebebiyle yalnızca Medine-i
Münevvere ile ilgili kabul etmişler ve şöyle demişlerdir: Bizler, Medine-i
Münevvere dışında bulunan şehirlerdeki cinlerden İslam'a giren var mıdır yok
mudur bilemiyoruz. İmam Malik de şöyle demektedir: Bu buyruk, bütün şehirlerde
bulunup evlerde görülen küçük (zehirsiz) ve "el-can" diye bilinen
yılanların öldürülmesini yasaklamaktadır. Doğru olan görüş de budur. Çünkü Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Hani cinlerden bir taifeyi Kur'an işitsinler
diye sana doğru yöneltmiş idik. ''(el-Ahkaf, 29). Müslim'in Sahih'inde de
Abdullah b. Mes'ud'dan Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Cinlerin davetçisi yanıma geldi. Onlarla birlikte gittim ve onlara
Kur'an-ı Kerim okudum." Bu hadis-i şerifte şu ifadeler de yer almaktadır:
Hz. Peygamber'den azık istediler. Bunlar Cezire cinlerinden idiler. Bu hadis-i
şerif, Yüce Allah'ın izniyle bütünüyle kaydedilecektir.
Bu husus sabit olduğuna
göre, konu ile ilgili sakındırma yapılmadıkça ve uyarılmadıkça, yılanın
öldürülemeyeceği sabit olur. Nitekim Yüce Allah'ın izniyle buna dair ek
açıklamalar gelecektir.
7- Öldürülmeyecek
Yılan Var mıdır?:
(Hadis) İmamlarının,
Hişam b. Zühre'nin azatlısı Ebu's-Saib'den rivayet ettiklerine göre, bir
seferinde, evinde bulunan Ebu Said el-Hudri'nin yanına girer. Ebu's-Saib der
ki: Ebu Said el-Hudri'nin namaz kılmakta olduğunu gördüm. Namazını bitirinceye
kadar beklemek üzere oturdum. Evin bir tarafında bulunan hurma salkımları
arasında bir kıpırdanma sesi işittim. Dönüp baktığımda bir yılan ile
karşılaştım. Onu öldürmek üzere atıldım. Bana "otur" diye işaret
edince oturdum. Namazını bitirince evde bulunan bir odaya işaret edip şöyle
dedi: Şu odayı görüyor musun? Evet dedim. Şöyle dedi: Orada bizden henüz yeni
evlenmiş bir genç delikanlı vardı. ResuluIlah (s.a.v.) ile birlikte Hendek
gazasına çıktık. Bu genç, ResuluIlah (s.a.v.)'den günün ortalarında izin alır
ve evine gelirdi. Bir gün ondan izin alınca ResuluIlah (s.a.v.) ona şöyle dedi:
Beraberine silahını al, Kurayzalıların sana bir zarar vermelerinden korkuyorum.
Adam silahını aldı ve (evine) döndü. Hanımının iki kapı arasında ayakta
dikildiğini görünce, ona saplamak üzere mızrağıyla yürüdü. Bu esnada
kıskançlığı harekete gelmişti. Hanım ona: Mızrağını yerinde tut. İçeriye gir de
benim dışarıya çıkmama sebebin ne olduğunu sen de gör, dedi. Delikanlı içeriye
girince yatak üzerinde toplu vaziyette, büyük bir yılanın olduğunu gördü.
Mızrağıyla üzerine atılıp mızrağını ona sapladı. Evden çıkınca mızrağını
avlunun ortasına sapladı yılanda çırpınıp onun üzerine atıldı. Yılan mı yoksa
genç delikanlı mı daha çabuk öldü bilinemiyor. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.)'ın
yanına vardık, ona durumu anlattık ve dedik ki: Allah'a dua et de onu bizim
için diriltsin. Hz. Peygamber: "Kardeşinize Allah'tan mağfiret
isteyiniz" dedikten sonra şöyle devam etti: "Gerçek şu ki, Medine'de
İslam'a girmiş cinler vardır. Onlardan birşey görecek olursanız üç gün süreyle
ona mühlet verip ilan ediniz. Şayet bundan sonra bir daha onları görecek
olursanız onu öldürünüz, çünkü o bir şeytandır." Hadisin başka yoldan
gelen bir rivayetinde Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Bu evlerde
yaşayan birtakım yılanlar vardır. Bunlardan herhangi birisini görecek
olursanız, üç gün süreyle onu uyarıp mühlet veriniz. Eğer giderse mesele yok,
değilse onu öldürünüz. Çünkü o kafir (bir cin)dir." Devamla onlara:
"Haydi gidiniz, arkadaşınızı defnediniz" diye buyurdu.
Mezhebimize mensup ilim
adamları -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle derler: Bu hadis-i şeriften,
bu gencin öldürdüğü (yılan suretindeki) cinnin müslüman olduğu ve onun kabilesi
olan diğer cinlerin de o genci kısas yoluyla öldürdükleri manası çıkmaz. Çünkü
eğer bizim ile cinler arasında kısasın meşru olduğu kabul edilecek olsa dahi,
bu kısas ancak katıksız kasten öldürmelerde sözkonusu olur. Bu genç ise,
müslüman bir canı kasten öldürmek istememiştir. Çünkü o, bunun durumunu bilmiyordu.
Aksine o, sadece şer'an öldürülmesi meşru kılınan bir varlığı öldürmeyi
kastetmiştir. O takdirde bu (öldürülen yılan eğer müslüman cinlerden ise) hata
yoluyla öldürme olur. Hata yoluyla öldürmelerde ise kısas yoktur. O bakımdan,
daha uygunu şöyle demektir: Cinlerin kafirleri veya fasıkları, kendilerinden
birisi öldürüldüğü için haksızca ve intikam almak için genç delikanlıyı
öldürmüşlerdir. Nitekim bunların Sa'd b. Ubade'yi öldürdükleri de rivayet
edilmektedir. Çünkü Sa'd b. Ubade, banyo yaptığı yerde ölü olarak ve cesedi
morarmış halde bulundu. Onun yakınları, herhangi bir kimseyi görmeksizin şu
beyideri okuyan birisinin sesini işitinceye kadar öldüğünü farketmemişlerdi:
"Öldürdük Hazreclilerin efendisi Olan Sa'd b. Ubade'yi Ona iki ok attık Ve
kalbine isabet ettirdik."
Diğer taraftan
Peygamber: "Medine'de İslam'a girmiş birtakım cinler vardır"
buyururken, bizlere onların müslüman olanlardan herhangi bir kimseyi
öldürmekten sakınmanın bir yolunu beyan etmektedir. Aynı zamanda cinlerden
kafir olanları öldürmenin yolunu da bize göstermektedir.
Peygamber (s.a.v.)'ın
hanımı Hz. Aişe'den değişik yollardan rivayet edildiğine göre o, küçük bir
yılanı öldürmüş idi. Rüyasında birisinin ona: Sen müslüman birisini öldürdün,
denilince şu cevabı verir: Eğer o, müslüman biri olsaydı, Peygamber (s.a.v.)'ın
hanımlarının yanına girmezdi. Ona şu cevap verilir: O, senin yanına sen ancak
elbiseli iken girmiştir. Sabah olunca Hz. Aişe, on iki bin dirhemin Allah
yolunda dağıtılmasını emretti. Bir rivayete göre de ona şöyle denilmiştir: O
ancak sen tesettür içerisinde iken bulunduğun yere girmiştir. Bunun üzerine Hz.
Aişe sadakalar verdi ve birkaç köle azad etti. er-Rabi' b. Bedr der ki:
Peygamber (s.a.v.)'ın öldürülmelerini emrettiği küçük yılanlar (canan) dosdoğru
yürüyen ve yürürken sağa sola bükülmeyen yılandır. Alkame'den de buna benzer
bir rivayet gelmiştir.
8- Uyarma Şekli:
Şehirde görülen
yılanların uyarılma şekliyle ilgili olarak İmam Malik şöyle demiştir: üç gün
süreyle uyarılmalarını daha çok tercih ederim. Aynı zamanda İsa b. Dinar da bu
görüştedir. İsterse bir günde defalarca görülsün. Aynı günde üç defa uyarmakla
yetinilmez. Uyarı üç gün süreyle yapılır. üç defa uyarmanın yeterli olacağı da
söylenmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) "onu üç defa uyarsın" diye buyurmuştur.
Bir başka hadiste de: "Ona üç defa uyarıda bulununuz" buyurmuştur.
Bundan da maksadın üç defa uyarma olduğu anlaşılmaktadır. Ancak İmam Malik'in
görüşü daha uygundur. Çünkü Peygamber efendimiz: "üç gün" ifadesini
de kullanmıştır. Bu ise sahih bir nas olup diğer mutlak rivayetleri
kayıtlamaktadır. "üç" ifadesi ile de üç günün gecesinin kastedildiği
şeklinde de yorumlanabilir. Çünkü Araplar genelde gün ile tarih verdikleri
zaman "gece" kelimesini çoğunlukla kullanırlar. Malik der ki: Uyarmak
için şöyle demek yeterlidir: Allah adına ve ahiret günü hakkı için seni
uyarıyorum, bize gözükmeyiniz, bizi rahatsız etmeyiniz.
Sabit el-Bunanı'nin,
Abdurrahman b. Ebi Leyla'dan naklettiğine göre, Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın
huzurunda evlerde bulunan yılanlar sözkonusu olunca şöyle der: Evlerinizde
bunlardan herhangi birisini görecek olursanız şöyle deyiniz: Nuh (a.s)'ın
sizden aldığı sözü, Süleyman (s.a.v.)'ın sizden aldığı sözü hatırlatıyorum.
Yine onları görecek olursanız artık gördüğünüzü öldürünüz.
Derim ki: Bu ifadenin
zahiri bir defa uyarmanın yeterli olduğunu göstermektedir. Hadis-i şerif ise
bunu reddeder. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
İbn Habib, Peygamber
(s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Süleyman (a.s)'ın sizden
aldığı ahdi size hatırlatıyorum ki, bizlere herhangi bir şekilde eziyet
vermeyiniz, bizlere hiçbir şekilde gözükmeyiniz."
9- Cinlerin Grupları:
Cübeyr b. Nufeyr, Ebu
Sa'lebe el-Huşeni -ki adı Cursum'dur-den rivayet ettiğine göre Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cinler üç bölüktür. Bunların üçte birinin
kanatları vardır, havada uçarlar. Diğer üçte biri yılan ve köpektir. Diğer üçte
biri ise konar ve göçerler."
Ebu'd-Derda'nın (adı
Umeymir'dir) rivayetine göre de Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Cinler, üç bölük halinde yaratılmıştır. üçte biri köpek, yılan ve yer
haşereleridir. üçte biri hızlı esen rüzgardır, üçte biri de Ademoğulları
gibidir. Onlar hakkında sevap sözkonusudur (kusurları için) cezalandırılmaları
sözkonusudur. Diğer taraftan Allah, insanları da üç bölük halinde yaratmıştır.
Onların üçte birinin kalpleri vardır fakat onlarla birşey anlamazlar, gözleri
vardır fakat onlarla birşey görmezler, kulakları vardır onlarla birşey
işitmezler. Bunlar ancak hayvanlar gibidirler, hatta yolca onlardan da
sapıktırlar. Diğer üçte birinin Ademoğulları gibi vücutları vardır, fakat
kalpleri şeytan kalbidir. Öbür üçte biri ise, gölgesinden başka hiçbir gölgenin
bulunmadığı bir günde Allah'ın gölgesi altında olacaklardır."
10- Doğrudan
Öldürülebilen Hayvanlar:
Aslı itibariyle eziyet
veren, insanı rahatsız eden hayvanlar bir uyarı sözkonusu olmakszın doğrudan
öldürülür. Buna sebep ise eziyet verici oluşlarıdır. Yılan, akrep, fare, keler
ve benzeri hayvanlar böyledir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Beş
bozguncu (fevasık) vardır ki, bunlar ihramlı iken de ihramsız iken de
öldürülürler ... "
Yılan, İblisi çeneleri
arasına alıp cennete sokmak suretiyle Hz. Adem'e ihanet ettiğinde asıl
karakterini ortaya koymuştur. Eğer İblisi içeri sokarken açığa çıkarmış
olsaydı, cennetin bekçisi olan Rıdvan, onu sokmasına imkan vermezdi. İblis bu
sırada yılan: Ben seni himayeme alıyorum demişti. O bakımdan Resulullah
(s.a.v.) yılanın öldürülmesini emretmiş ve: "Namazda olsanız dahi onu
öldürünüz" diye buyurmuştur. Bununla Hz. Peygamber, yılanı ve akrebi
kastetmektedir.
Keler ise diğer bütün
canlı hayvanlar arasında Hz. İbrahim'in içine atıldığı ateşi üflemiştir. O
bakımdan, ona lanet edilmiştir. Bu konudaki rivayet de yapılan rivayet
kabilindendir. Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Her kim bir keler öldürürse, sanki bir kafir öldürmüş gibidir."
Müslim'in Sahih'inde yer
alan rivayete göre Ebu Hureyre Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu
nakletmektedir: "Her kim ilk darbede bir keler öldürürse ona yüz hasene
yazılır. İkincisinde öldürürse daha az, üçüncüsünde öldürürse daha az (hasene)
yazılır." Bir rivayette de: "İlk darbede öldürürse yetmiş hasene
yazılır" diye buyurmuştur.
Fare ise, Hz. Nuh'un
gemisinin iplerini kemirip kesmek suretiyle gerçek karakterini ortaya
koymuştur. Abdurrahman b. Ebi Nu'm'un Ebu Said el-Hudri'den rivayetine göre
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İhramlı kişi yılanı, akrebi,
çaylağı, saldırgan yırtıcı hayvanı, kuduz köpeği ve fasıkçığı (fareyi) öldürür."
Resulullah (s.a.v.), farenin yanan kandilin ipini sürüklerken evi yakmak üzere
olduğunu uyanıp görmüş, bunun üzerine de farenin öldürülmesini emretmiştir.
Karga ise, Allah'ın
peygamberi Nuh'un, onu yeryüzünde durumun ne şekilde olduğunu görüp haber vermek
üzere gemiden salıverdiğinde Hz. Nuh'un verdiği emri yerine getirmeyi bir
kenara itmiş ve bir leşe konmak suretiyle karakterinin ne olduğunu ortaya
çıkarmıştır. Bütün bunlar bir bakıma yılan gibidirler. İşte bundan dolayı
onları burada sözkonusu ettik. Bu hususa dair ve onların öldürülmelerinin mübah
kılınması sebebine dair ek açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle Maide suresinde ve
başka yerlerde gelecektir.
[ - ]
"Biz de dedik ki:
''Kiminiz kiminize düşman olarak inin" bölümüne dair açıklamalarımızı da
yedi başlık halinde vereceğiz:
1- inenler Kimlerdir,
Nerelere inmiştir?:
2- ''Birbirinize
Düşman Olarak ininiz''
3- Cennetten
Çıkarılmak Hz. Adem için Bir Ceza mıydı?:
4- Yeryüzünde
Yerleşmek:
5- "Faydalanacak
Şeyler'':
6- "Bir Süreye
Kadar'':
7- Dilcilerin Ayrı
Kanaatlerinin Fukahanın Farklı Kanaatlerine Etkisi:
1- inenler Kimlerdir,
Nerelere inmiştir?:
Yüce Allah'ın: "Biz
de dedik ki: ''Kiminiz kiminize düşman olarak inin" buyruğunda hitap, İbn
Abbas'ın görüşüne göre Adem'e, Havva'ya, yılana ve şeytanadır. el-Hasen der ki:
Burda hitap Adem'e, Havva'ya ve vesveseyedir. Mücahid ve yine el-Hasen der ki:
Hitap Ademoğullarına ve İblisin oğullarınadır.
inmek (hubut), yukarıdan
aşağıya doğru inmektir. Hz. Adem Hint'te, Serendib'deki Buz adındaki bir dağa
indirildi. Hz. Adem üzerinde cennetin kokusunu taşıyordu. Bu koku oranın
ağaçlarına ve vadilerine de bulaştı, orada bulunan ne varsa hoş koku ile doldu.
İşte oradan gelen hoş ve güzel kokular Adem (a.s)'ın kokusundandır. Bulutlar,
Hz. Adem'in başına sürtünüyordu. O bakımdan kafasının üst tarafındaki saçlar
döküldü. Onun soyundan gelenlere de bu kalıtım yoluyla geçti.. Buhari'de, Ebu
Hureyre'den, Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Allah, Adem'i altmış zira' boyunda yaratmıştır." Bu hadisi Müslim de
rivayet etmiştir. İleride gelecektir.
Hz. Havva ise Cüdde'ye,
İblis Ubulle'ye, yılan Beysan'a indirildi. Sicistan'a indirildiği de
söylenmiştir. Sicistan Allah'ın arzında yılanı en bol olan bir yerdir. Eğer bu
yılanları yiyen pek çoğunu yok eden ve (üfürmekle birlikte insanlara zarar
vermeyen) el-İrbed adındaki tür olmasaydı, yılanlardan dolayı Sicistan
boşaltılırdı. Bunu Ebu'l-Hasen el-Mes'udi zikretmiştir.
2- ''Birbirinize
Düşman Olarak ininiz''
Yüce Allah'ın: "Khniniz
kiminize düşman olarak" buyruğu (mealde de gösterildiği gibi) hal
konumundadır. Yani, bu halde ininiz, demektir.
Düşman (aduv), dostun
zıddıdır. Zulmetmek halinde kullanılan (...)'den türemiştir. İnsanlara saldırıp
hücum eden kurt hakkında da (...) tabiri kullanılır. Udvan da apaçık zulüm ve
haksızlık demektir. Bu kelimenin aynı kökten ve haddi aşmak anlamına geldiği de
söylenmiştir. Karşı tarafın hoşuna gitmeyecek işlerde haddi aştığından dolayı
düşmana "aduv" adı verilmiştir. Ayakla koşmak için de bu kelimenin
kullanılış sebebi, koşarak bir şeyin aşılması dolayısıyladır. Her iki anlam
birbirine yakındır. Çünkü haksızlık yapan, zulmeden bir kimse haddi aşmış
demektir.
Kimi ilim adamı, Yüce
Allah'ın: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin" buyruğunu insanın
kendisi hakkındadır, diye yorumlamışlardır. Ancak bu, anlam itibariyle doğru
olmakla birlikte uzak bir ihtimaldir. Buna delil Peygamber Efendimizin şu
buyruğudur: "Kul sabahı ettiğinde azaları diline şöyle der: Bizim
hakkımızda Allah'tan kork. Çünkü sen doğru olduğun takdirde biz de doğru
oluruz. Sen eğrilirsen biz de eğriliriz."
Eğer: Neden
"düşmanlar" denilmeyip de "düşman" denilmiştir, diye
sorulacak olursa buna iki şekilde cevap verilebilir:
Birinci cevap: Arapçada
"bazı" ve "kül (bütün)" kelimeleri hakkında hem lafız
itibariyle hem mana itibariyle tekil kelimeler ile haber verilebilir. Kur'an-ı
Kerim'de bu görülen birşeydir. Mesela Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır:
"Onların hepsi Kıyamet gününde Ona yalnız gelir. "(Meryem, 95) buyruğunda
lafıza uygun olarak "gelir" fiili tekil gelmiştir. Bir başka yerde de
şöyle buyurmaktadır: "Hepsi de Ona hor ve hakir olarak geleceklerdir"
(en-Neml, 87) buyruğunda da anlam göz önünde bulundurularak
"gelirler" kelimesi çoğul gelmiştir.
İkinci cevap: "Düşman
(aduv)" kelimesi çoğul kullanılan yerde tekil gelebilir. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Onlar sizin için düşmandır. Zalimler için ne çirkin bir
değiş-tokuştur bu. "(el-Kehf, 50) Burada "düşmanlar"
anlamındadır. Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Her
gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Asıl düşman onlardır.
"(el-Münafıkun, 4) İbn Faris der ki: "Aduv" kelimesi aynı
zamanda hem bir kişiyi hem iki kişiyi hem üç kişiyi, hem de dişi olanı bir
arada ifade eder, bazan çoğul olarak da gelebilir.
3- Cennetten
Çıkarılmak Hz. Adem için Bir Ceza mıydı?:
Yüce Allah'ın Hz. Adem'i
cennetten çıkartması ve onu yeryüzüne indirmesi bir ceza değildi. Çünkü
tevbesini kabul ettikten sonra, yeryüzüne indirmiştir. Hz. Adem'i yeryüzüne indirmesi,
ya onu te'dip içindi veya sıkıntısını (mihnetini) ağırlaştırmak için idi. Hz.
Adem'in yeryüzüne indirilmesi ve oraya yerleştirilmesi ile ilgili doğru
açıklama şekli budur: Bunda Yüce Allah'ın ezeli hikmeti açıkça ortaya
çıkmıştır. Bu ise, soyundan gelecek olanları şeriati ile mükellef kılmak,
onları sınamak kastı ile, soyunun üremesidir. Bu teklif ve sınamaya bağlı
olarak, onlar, ahirette ecir veya ceza ile karşı karşıya kalacaklardır. Çünkü
cennet ile cehennem teklif yurdu değildirler. O bakımdan Hz. Adem'in cennetten
indirilişine sebep onun yasak ağaçtan yemesi olmuştur. Ve Allah, dilediğini
yapmak hakkına sahiptir. Diğer taraftan Yüce Allah: "Muhakkak Ben
yeryüzünde bir halife yaratacağım" diye buyurmuştu. İşte bu Hz. Adem için
büyük bir menkıbe (övülecek olay), büyük bir fazilet ve üstün bir ikramdır. Hz.
Adem'in yeryüzünden yaratıldığına dair işaret de daha önceden geçmişti. Bizim,
Hz. Adem'in Yüce Allah tarafından tevbesinin kabul edilişinden sonra yeryüzüne
indirildiğini söylememizin sebebi ise, ileride de geleceği üzere ikinci olarak
"hepiniz oradan inin'' (ayet, 38) diye buyurulmuş olmasıdır.
4- Yeryüzünde
Yerleşmek:
Yüce Allah'ın:
"yeryüzünde sizin için bir süreye kadar duracak bir yer ... vardır."
Yani sizler, orada belli bir süre kalacaksınız, karar bulacaksınız. Bu
açıklamayı Ebu'l-Aliye ve İbn Zeyd yapmıştır. es-Süddi de der ki: "Duracak
bir yer"den kasıt kabirlerdir.
Derim ki: Yüce Allah'ın:
"Yeri sizin için bir karar (yerleşme mekanı) kılmıştır. ''(el-Mü'min, 64)
buyruğunda bu kelime her iki manaya da gelebilir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
5- "Faydalanacak
Şeyler'':
Meta)(faydalanılan şey);
kendisi ile faydalanılan yiyecek, giyecek, hayat, söz, ünsiyet ve buna benzer
hususlardır. Nikahlandıktan sonra boşanan kadına verilen şey ile yararlanıldığı
için de "mut'atü'n-nikah" adı verilir. Süleyman b. Abdülmelik
defnedildikten sonra oğlu Eyyub'un kabri başında durarak şu beyitleri
söylemişti: "Kurak bir yerde yabancı bir kabrin başında durdum Ayrılan bir
sevgiliden çok az bir fayda (meta'ı gördüm,"
6- "Bir Süreye
Kadar'':
Tefsir alimleri ayet-i
kerimede geçen "bir süreye kadar" anlamını ifade eden (...) buyruğunu
değişik şekillerde açıklamışlardır. Bir kesime göre bundan kasıt ölüme kadar
demektir. Bu: "Duracak bir yer (mustakar)" kelimesini, dünyada ikamet
süresi olarak kabul edenlerin görüşüdür.
"Bir süreye
kadar"dan, kasıt Kıyametin kopacağı zamana kadardır da denilmiştir. Bu
ise: "Duracak bir yer" den kasıt kabirlerdir, diyenlerin görüşüdür,
er-Rabi' der ki: "Bir süreye kadar" demek tayin edilen bir vakte
kadar demektir. Bu kelime (...) ise uzun süre anlamına gelir.. Nitekim "O
vakit," kelimesi "elan: şimdi"kelimesinin, uzak zaman için
kullanılan şeklidir. Huveylid der ki:
(Çokça ziyafet verenden
kinaye olarak:) "Külü bol tencere ve kazanları çok, büyük kimse gibi Kış
süresince tıpkı alt tarafları genişleyen havuzla! gibi."
Bu kelimenin baş harfine
"te" getirilerek (...) şeklinde söylendiği de olur, Şair Ebu Vecze
(şu beyitinde), böyle kullanmıştır:
"Şefkat gösterecek
kimse olmadığında şefkat gösterenler (dir onlar); Nerde yemek yediren,
(denildiği bir) zamanda da yemek yedirenler (dir)."
(...) kelimesi, aynı
şekilde süre anlamındadır, Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "insan
üzerinden uzun devirden öyle bir süre geçti ki ... " (el-İnsan, 1)
Yine bu kelime, kısa
süre (saat) anlamına gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Veya azabı
göreceği anda ... diyecektir. " (ez-Zümer, 58)
İbn Arefe der ki:
"Hin: Süre" kısa bir an ve daha fazlası türünden bir zaman dilimidir.
Şanı Yüce Allah'ın: "Şimdi sen onları sapıklıklarında bir süreye kadar
bırak" (el-Mü'minun, 54) buyruğundan kasıt ecelleri gelene kadar onları
bırak demektir, "Her süre (hin) yemişini verir. "(İbrahim, 25)
buyruğundan kasıt ise her senedir. Hayır, her altı ayda bir de denildiği gibi,
sabah akşam yemişini verir de denilmiştir.
el-Ezheri der ki:
"Bin" kelimesi "vakit" kelimesi gibidir, Uzun yahut kısa
olsun bütün zaman süreleri hakkında kullanılmaya elverişli bir kelimedir. Bu
(İbrahim, 25) ayet; onun yemişlerinden her vakit faydalanılır ve onun faydası
hiçbir şekilde kesintiye uğramaz, demektir. Yine el-Ezheri der ki: Bu kelime,
Kıyamet günü anlamına da gelir, sabah akşam anlamına da kullanılır. Nitekim
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Akşamı ve sabahı ettiğiniz vakitlerde Allah'ı
tesbih ediniz. " (Rum, 17) Belli bir yerde bir süre ikamet edildiği
takdirde: "o yerde bir süre ikamet ettim" denilir. Herhangi bir şeyin
vakti yaklaştığı zaman (...) denilir. Buseyne der ki:
"Gerçek şu ki
Cemil'den ayrılıktan sonra bir an dahi teselli bulduğum Bir vakit geçmedi ve
onun geçeceği zaman da yaklaşmadı."
7- Dilcilerin Ayrı
Kanaatlerinin Fukahanın Farklı Kanaatlerine Etkisi:
Dilciler ''hin:
süre''kelimesinin kapsamı hakkında farklı görüşlere sahip olduklarından dolayı
bizim mezhep alimlerimiz ile başkaları arasında bu konuda farklı görüşler
ortaya çıkmıştır. el-Ferra der ki: Hin iki türlüdür. Birincisinin sınırı
sözkonusu değildir. Yüce Allah'ın: "Rabbinin izniyle her süre yemişini
verir. "(İbrahim, 25) buyruğunda sözkonusu ettiği hin: süre, altı aydır.
İbnu'l-Arabi der ki: Süresi bilinmeyen hin (süre) lafzına herhangi bir hüküm
taalluk etmez. Hükümlerin kendisine taalluk ettiği ve mükellefiyetlerin alakalı
olduğu hin ise süresi belli olandır. Bunun azami süresi ise bir yıldır. İmam
Malik, hükümlerde ve yeminlerde isimlerin ve zamanın en kapsamlı olanın esas
alınacağı görüşündedir. Şafii ise asgarisinin alınacağı görüşünü kabul eder.
Ebu Hanife ise, orta yolu tutarak altı aylık sürenin muteber olacağı
görüşündedir. Ancak bu görüşün anlamı yoktur. Çünkü ona göre miktarları tesbit
edilen şeyler kıyas ile sabit olmaz. Şeriat sahibinden (Peygamber'den) ise bu
konuda herhangi bir nas yoktur. Bu hususta esas alınacak olan ise, kelimenin
sözlükteki anlamı bilindikten sonraki manadır. Buna göre bir kimse bir süre
(hin) namaz kılmayı adayacak olursa, Şafii'ye göre bu bir rek'at kabul edilir.
Çünkü nafilenin asgari miktarı -vitirdeki tek rek'ate kıyasen- bir rek'attir. İmam
Malik ve mezhebine menbsup ilim adamlarına göre ise, nafilenin en az miktarı
iki rek'attir. O bakımdan buna dair süre böyle bir fiilin (yani iki rek'at
namaz kılmanın) süresi esas alınarak tesbit edilir. İbn Huveyzimendad
''Ahkam(u'l-Kur'an)" adlı eserinde şunu kaydeder: Filan kimse ile bir süre
(hin) konuşmamaya veya bir süre şu işi yapmamaya yemin eden kimsenin sözünü
ettiği "hin" bir senedir. Devamla der ki:
Fukaha, ahkam ile ilgili
hususlarda şu işi bir süre yapmamak üzere veya filan ile bir süre konuşmamak
üzere yemin eden kimsenin bir seneden fazla bir sürenin yemininin kapsamına
girmeyeceği hususu üzerinde ittifak etmişlerdir.
Derim ki: Sözünü ettiği
bu ittifak mezhebimizdeki (Maliki mezhebindeki) ittifaktır. Malik der ki:
Herhangi bir kimse hin: zaman yahut dehr boyunca birşeyi yapmamak üzere yemin
ederse bütün bu şekildeki ifadeleri bir sene için geçerli kabul edilir. İbn
Vehb'in Malik'den rivayetine göre: O, dehrin bir sene olup olmayacağı hususunda
şüphe etmiştir.
İbnu'l-Münzir'in, Yakub ile
İbnu'l-Hasen'den nakline göre ise "dehr" altı aylık bir süredir. İbn
Abbas ile rey sahiplerinden, İkrime, Said b. Cübeyr, Amir eş-Şa'bi ve Abide'den
ise Yüce Allah'ın: "Rabbinin izniyle her süre yemişini verir"
(İbrahim, 25) buyruğunda geçen "hin" kelimesinin altı ay olduğunu
söyledikleri rivayet edilmiştir.
el-Evzai ve Ebü Ubeyd
ise, hin altı aylık bir süredir, demişlerdir. İmam Şafii'ye göre ise, bu kelime
ile ilgili belli bir süre takdiri sözkonusu değildir, bunun nihai süresi de
belli değildir. Ona göre "hin" kelimesi, dünya kaldığı sürece devam
edebilir. İmam Şafii der ki: Böyle birkimsenin hanis (yeminini bozan) olduğuna
ebediyyen hükmedemeyiz. Ancak takvaya uygunhareket bir gün geçmeden önce onun
yemininin keffaretini yerine getirmesidir.
Ebü Said ve başkaları
ise şöyle der: Hin ve zaman kelimeleri dilin ihtimal verdiği manalara göre
açıklanır. Mesela: Ben sana bir süreden (hin)den beri geldim derken, belki de
yarım günlük bir süreden beri gelmemiş de olabilir. Şafii mezhebine mensup
el-Kiya et-Taberi der ki: genel olarak "hin" kelimesi değişik
şekillerde yorumlanabilir.
Ancak Şafii, bu yorum
şekillerinden herhangi birisini tayin etmek gerektiği görüşünde olmamıştır.
Çünkü bu kelime mücmel, bir kelimedir ve dilde muayyen bir manayı kastetmek üzere
kullanılmamıştır. Kimi ilim adamı da der ki: Yüce Allah'ın: "Bir süreye
kadar" buyruğunda şöyle bir anlam vardır: Bununla Adem'e, onun yeryüzünde
ebediyyen kalmayacağına dair ve kendisine döneceği vadolunan cennete geçeceğine
dair bir müjde vardır. Adem'den başka kimseler için ise bu ifade, yalnızca
öldükten sonra dirilmek şartına bağlıdır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN