ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

36

 

فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُواْ

بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ

 

36. Bunun üzerine şeytan, onları oradan kaydırıp içinde bulundukları halden çıkardı. Biz de dedik ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde sizin için bir süreye kadar duracak bir yer ve faydalanacak şeyler vardır."

 

Bu buyruğun: "Bunun üzerine şeytan, onları ordan kaydırıp içinde bulundukları halden çıkardı" bölümüne dair açıklamalarımızı on başlık halinde ele alacağız:

 

1- Şeytanın Kaydırması:

2- Cennetten Çıkış:

3- Yılanı Öldürmek:

4- Yılanı Öldürmenin Hükmü:

5- Yılanları Öldürme Emrinin Mahiyeti:

6- Evlerde Bulunan Yılanların Öldürülmesi:

7- Öldürülmeyecek Yılan Var mıdır?:

8- Uyarma Şekli:

9- Cinlerin Grupları:

10- Doğrudan Öldürülebilen Hayvanlar:

 

* * *

[ - ] "Biz de dedik ki: ''Kiminiz kiminize düşman olarak inin"

 

1- inenler Kimlerdir, Nerelere inmiştir?:

2- ''Birbirinize Düşman Olarak ininiz''

3- Cennetten Çıkarılmak Hz. Adem için Bir Ceza mıydı?:

4- Yeryüzünde Yerleşmek:

5- "Faydalanacak Şeyler'':

6- "Bir Süreye Kadar'':

7- Dilcilerin Ayrı Kanaatlerinin Fukahanın Farklı Kanaatlerine Etkisi:

 

1- Şeytanın Kaydırması:

 

"Bunun üzerine şeytan onları oradan kaydırıp" buyruğunda yeralan ve "onları kaydırdı" anlamına gelen (...) kelimesini çoğunlukla günah anlamına gelen ''zelle" kökünden türeyen bir kelime olarak ve elif'siz okumuşlardır. Yani şeytan onları yanılttı, ayaklarını kaydırıp o günaha düşmelerini sağladı. Hamza ise, bu kelimeyi uzaklaştırmak anlamını ifade eden kökten elif'li olarak (...) şeklinde okumuştur. Bu, onları oradan uzaklaştırdı, izale etti demektir. İbn Keysan der ki: Onları izale etti, anlamındaki okuyuş zevalden gelir. Onları içinde bulundukları itaatten alıkoydu, masiyete yöneltti demek olur.

 

Derim ki: O vakit bu iki okuyuş da aynı anlamı ifade eder. Ancak çoğunluğun okuyuşu mana itibariyle daha sağlamdır. Şu iki ayet-i kerimenin ifade ettiği anlam da bunun delilidir: "Onları) kazandıklarının bir kısmı yüzünden ancak şeytan kaydırmak istemiştir. '' (Al-i İmran, 155); "Şeytan onlara vesvese verdi.'' (el-A'raf, 20; Ta-ha, 12). Burada sözü geçen vesvese ise masiyeti işlemelerini sağlayarak onların ayaklarını kaydırmaktır. Yoksa şeytanın bizatihi herhangi bir kimseyi bir yerden başka bir yere izale etme gücu yoktur. Onun gücü ancak o kimseyi yanıImanın çerçevesine sokmaktan ibarettir. Bu ise kişinin günahı sebebiyle bir yerden bir başka yere izale edilmesine sebep teşkil eder. Bunun anlamı ile ilgili olarak şöyle de denilmiştir: Burada onların zelle'ye düşürülmesi bir yerden ayrılmak halinde kulanılan kelimeden gelmektedir. O vakit mana Hamza'nın kıraatinde olduğu gibi zevalden gelir. Nitekim İmriu'l-Kays da şu beyitte bu kelimeyi aynı anlamda kullanmıştır: "(At) ağır olmayan genç(i), sırt tarafındaki yelesinin yakınından kayar (kaydırır) Ata binmesini beceremeyen ağır kimsenin ise elbisesi uçar, gider."

 

Yine İmriu'l-Kays (bu kelimeyi aynı anlama kullanarak) şöyle demektedir: "Ve kırmızı bir at ki sırtından eyeri kayar Dümdüz kaya parçası üzerinde ayağı kayanın kaydığı gibi."

 

2- Cennetten Çıkış:

 

"İçinde bulundukları halden çıkardı" buyruğuna gelince, eğer bundan önceki ifadeyi bir yerden izale etmek şeklinde anlayacak olursak "onları çıkardı" ifadesi bu izale edilişi te'kid etmekte ve açıklamaktadır. Çünkü cennette bulundukları yerden (yine cennette) bir başka yere çıkarılmış olmaları şeklinde anlaşılması da mümkündür. Oysa durum böyle değildir. Onlar cennetten çıkartılıp yere indirildiler. Çünkü oradan yaratılmışlardır. Diğer taraftan Adem'in yeryüzünde halife olması için yere indirilmişlerdir. İblis -Allah'ın laneti üzerine olsun- Hz. Adem'i cennetten çıkartmak kastında değildi. Onun maksadı Hz. Adem'i yüksek mertebesinden düşürmek ve kendisi uzaklaştırıldığı gibi onun da uzaklaştırılmasını sağlamaktı. Ancak maksadına ulaşamadı, muradı gerçekleşmedi. Aksine emelini yitirdi, kini arttı ve hesapları boşa çıktı. Nitekim şanı Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: "Sonra Rabbi onu seçtı: tevbesini kabul etti ve hidayete erdirdi. "(Ta-Ha, 122) Bunun sonucunda Hz. Adem, cennet yurdunda Yüce Allah'a komşu iken arzında Allah'ın halifesi oldu. Halbuki komşu ile halife arasında çok büyük bir fark vardır. Allah'ın salat ve selamı üzerine olsun.

Adem'in cennetten çıkartılmasının İblise nisbet ediliş sebebi, bunun İblisin sebebi ve aldatması dolayısıyla olduğundandır. Tefsir alimleri ile başkaları arasında, İblisin Hz. Adem'i aldatmayı üstlendiği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Ancak bunun keyfiyeti ile ilgili farklı görüşler vardır. İbn Mes'ud, İbn Abbas ve alimlerin çoğunluğuna göre, onları aldatması karşılıklı konuşma ile olmuştur. Bunun delili ise, Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Bir de onlara: Şüphesiz ki ben size öğüt verenlerdenim diye yemin etti." (el-A'raf, 21) Onlara yemin etmesi, ifadesinin zahirinden anlaşılan, bunun karşılıklı konuşarak olduğudur. Bazıları da -ki bunu Abdürrezzak, Vehb b. Münebbih'ten nakletmektedir- şöyle demektedir: İblis, yılanın ağzında cennete girdi. O sırada yılan dört ayaklı deveyi andıran ve Yüce Allah'ın yarattığı en güzel hayvanları andıran bir şekilde idi. Daha önce İblis, aynı teklifi birçok hayvana yaptığı halde yılandan başka onu içeri sokma teklifini kabul eden olmamıştı. Yılan İblis'i cennete sokunca, İblis, karnından dışarı çıktı ve Hz. Adem ile eşine yasak kılınan ağaçtan meyve alıp Havva'ya getirdi ve şöyle dedi: Şu ağaca bir bak. Kokusu ne kadar hoş, ne kadar lezzetli, rengi ne kadar güzel. İblis bu aldatmalarını Havva, o meyveyi alıp yeyinceye kadar devam ettirdi. Arkasından Adem'i aldattı. Havva Adem'e de şöyle dedi: Ye, ben ondan yedim, bana herhangi bir zararı dokunmadı. Adem onu yeyince her ikisinin de avret yerleri açığa çıktı ve böylelikle günahı işlemenin cezasına çarpıldılar. Adem ağacın içine girdi, Rabbi ona: Neredesin? diye nida edince, Buradayım Rabbim, dedi. Niye çıkmıyorsun? diye sorunca; Senden utanıyorum Rabbim, dedi. Yüce Allah, bunun üzerine şöyle buyurdu: Haydi kendisinden yaratılmış olduğun yeryüzüne in. Daha sonra yılana lanet okundu, ayakları karnına doğru çekildi, kendisiyle Ademoğlu arasında düşmanlık halkedildi. Bundan dolayı -ileride de açıklanacağı üzere- onu öldürmemiz de emredildi.

 

Havva'ya da şöyle denildi: Sen bu ağacı kanattığın (meyvesini keserek yaraladığın gibi) sen de her ay bu şekilde kanama göreceksin. Zorluk ve sıkıntı ile gebe kalacak ve doğumunu yapacaksın. Defalarca ölmek noktasına kadar geleceksin.

 

Taberi ve en-Nekkaş şunu da eklerler: Daha önce vakur ve ağırbaşlı olduğun halde bu sefer hafif olacaksın.

 

Bir grup da şöyle demiştir: İblis, cennetten çıkartıldıktan sonra Adem'in yanına cennete girebilmiş değildir. O şeytanlığı ile bu konuda kendisine verilen imkan ile Yüce Allah'ın kendisine verdiği vesvese gücü ile bunu yapmıştır. Nitekim Peygamber efendimiz de şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz şeytan kanın akması gibi insanın içinde akar." İleride A'raf süresinde de geleceği üzere, Hz. Adem çıplak kalınca ve kendisini örtecek birşeyler arayınca, ağaçlar ondan uzaklaştı ve günahı sebebiyle onu azarladı. İncir ağacı ona merhamet etti, o da incir yaprağından alıp kendisini örttü. Ve bu şekilde Hz. Adem ağaçların önünde çıplak kalmak ile mübtela oldu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Hz. Adem'in cennetten çıkartılma hikmetinin yeryüzünü imar etmek olduğu da söylenmiştir.

 

3- Yılanı Öldürmek:

 

Nakledildiğine göre yılan cennette Adem (a.s.)'in hizmetçisi idi. Allah'ın düşmanı İblise böyle bir imkan vererek cennette Hz. Adem'e karşı düşmanlığını açıkça ortaya koyarak Hz. Adem'e ihanet etmiştir. Cennetten yeryüzüne indirilmeleri üzerine aralarındaki düşmanlık pekişti ve rızık olarak ona toprak verildi. Ona şöyle denildi: Sen Ademoğlunun düşmanısın, onlar da senin düşmanındır. Onlardan seni kim görürse başını ezer.

 

İbn Ömer Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Beş (haşere) vardır ki onları ihramlı olan da ihramsız olan da öldürür..." Bunlar arasında yılanı da zikreder.

 

Rivayete göre İblis, yılana şöyle demiş: Sen beni cennete sok, buna karşılık seni himayeme alacağım. O bakımdan İbn Abbas şöyle derdi: İblisin verdiği ahid ve emanı bozunuz.

 

Sakine bint el-Ca'd, Serra bint Nebhan el-Ganeviye'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.)'i şöyle derken dinledim: "Küçük olsun büyük olsun, siyah olsun beyaz olsun yılanları öldürünüz. Çünkü kim yılan öldürürse bu onun cehennemden kurtulmalık fidyesi olur. Ve her kim yılan tarafından öldürülürse o da şehid olur."

 

Mezhep alimlerimiz der ki: Yılanın onu öldüren için cehennemden kurtulmalık fidyesi oluş sebebi İblis ile ortak hareket etmesi ve Adem'e ve onun çocuklarına zarar vermek üzere onunla yardımlaşmasıdır. Bundan dolayı bir yılanı öldüren bir kimse bir kafir öldürmüş gibidir. Nitekim Resulullah (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Bir kafir ve onun katili cehennemde ebediyyen bir araya gelmezler." Bunu Müslim ve başkaları rivayet etmiştir.

 

4- Yılanı Öldürmenin Hükmü:

 

İbn Cüreyc, Amr b. Dinar'dan, o Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Mes'ud'dan dedi ki: Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Mina'da bulunuyorduk. Yanımızdan bir yılan geçti. Resulullah (s.a.v.): "Onu öldürünüz" diye buyurdu. Ancak biz onu öldüremeden bir delik bulup girdi. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kuru hurma yaprakları ve ateş getiriniz ve bu delikte yılanın üzerinde ateş yakınız."

 

Mezhebimize mensup ilim adamları der ki: Bu hadis-i şerif, Hz. Peygamberin müsleyi (savaşta azaların kesilmesi) ve herhangi bir kimsenin Yüce Allah'ın azabı türünden azap yapmasını yasaklayan hadis-i şerifleri tahsis etmektedir. Devamla derler ki: Bu hadis-i şerif bu düşmanın saygı duyulmaya değer bir tarafının kalmadığını belirtmektedir. Çünkü bu düşmana güç yetirilen her bakımdan, onu helak edip yok etmenin her türlü yolu denenmiş olmaktadır. Denilse ki, İbrahim en-Nehai'nin akreplerin ateşte yakılmasından hoşlanmadığı ve: Bu bir müsledir, dediği rivayet edilmiştir. Şu cevap verilir:

 

Peygamber (s.a.v.)'dan gelen bu rivayetin ona ulaşmamış olması ve bundan dolayı da "Allah'ın azabı ile azaplandırmayınız" şeklindeki rivayet gereğince amel etmiş olması muhtemeldir. Buna göre onun öngördüğü uygulama bu rivayete uygun olur.

 

Denilse ki: Müslim'de Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) ile bir mağarada bulunuyorduk. üzerine: "Yemin olsun peyderpey gönderilenlere" (el-Mürselat, 1) suresi nazil oldu. Ve biz henüz bunu taptaze haliyle Hz. Peygamber'den öğreniyorken bulunduğumuz yerde bir yılan görünüverdi. Bize: "Onu öldürünüz" dedi. Onu öldürmek için hareket ederken bizden önce deliğine kaçtı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah sizi onun şerrinden koruduğu gibi, onu da sizin şerrinizden korumuştur." Görüldüğü gibi bu rivayette ateş yakıldığından da onu öldürmek için herhangi bir çareye başvurulduğundan da söz edilmiyor. Bu itiraza şu şekilde cevap verilir. Ateş bulamamış olması muhtemeldir. O bakımdan onu bırakmıştır. Veya yılanın girdiği deliğin ateşin fayda sağlayamayacağı, dumanın zarar veremeyeceği ve hayvana ulaşamayacağı bir şekilde olması da muhtemeldir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Hz. Peygamber'in:

"Allah onu sizin şerrinizden korumuştur" buyruğundan kastettiği, sizin onu öldürmenize karşı o yılanı korumuştur, demektir. "Sizi onun şerrinden koruduğu gibi" ifadesi, onun sizi sokmasına karşı sizi korumuştur demektir.

 

5- Yılanları Öldürme Emrinin Mahiyeti:

 

Yılanları öldürme emri, yılanlardan gelmesinden korkulan zararı bertaraf etmeye irşad etmek türündendir. Eğer onlardan gelecek olan zarar kesinlik kazanırsa, o yılanın öldürülmesi için elin çabuk tutulması vaciptir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yılanların hepsini öldürünüz. Bilhassa engerek ve kısa kuyruklu olanlarını öldürünüz. Çünkü bunlar gözleri kör eder ve gebe kadınlara düşük yaptırır."

 

Bu iki türün yılanların kapsamına girmelerine rağmen özellikle onları sözkonusu edip buna dikkat çekmesi, zararlarının büyüklüğünden dolayıdır. Evlerin dışında kalan yerlerde, zarar verecekleri muhakkak olmayanlar da konu ile ilgili genel emrin zahirinden anlaşılan hüküm dolayısıyla yine öldürülürler. Çünkü tür olarak yılanlar, çoğunlukla zarar verirler. O bakımdan bu zararlılık hepsinde (istishab yoluyla) var kabul edilir. Çünkü şekli ve görünüşü itibariyle bütün yılanlar, kalbe korku verir. Ayrıca insanın nefsinde onlara karşı bir tiksinti vardır. Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak Allah, bir yılanı öldürmeye karşı dahi olsa kahramanlığı sever." Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, yılanı öldürmeyi teşvik etmiştir. Ebü Davud'un, Abdullah b. Mes'ud'dan merfu olarak yaptığı rivayette de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur. "Bütün yılanları öldürünüz. Onların intikam alacağından korkan kişi benden değildir." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

6- Evlerde Bulunan Yılanların Öldürülmesi:

 

Evlerde bulunan yılanlar, üç gün kendilerine bu konuda ilan yapılmadıkça öldürülmezler. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Gerçek şu ki, Medine'de İslam'a girmiş cinler vardır. Onlardan herhangi bir şey görecek olursanız üç gün süreyle onailanda bulununuz." 

 

Bazı ilim adamları, bu hadis-i şerifi cinlerin orada İslam'a girmeleri sebebiyle yalnızca Medine-i Münevvere ile ilgili kabul etmişler ve şöyle demişlerdir: Bizler, Medine-i Münevvere dışında bulunan şehirlerdeki cinlerden İslam'a giren var mıdır yok mudur bilemiyoruz. İmam Malik de şöyle demektedir: Bu buyruk, bütün şehirlerde bulunup evlerde görülen küçük (zehirsiz) ve "el-can" diye bilinen yılanların öldürülmesini yasaklamaktadır. Doğru olan görüş de budur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hani cinlerden bir taifeyi Kur'an işitsinler diye sana doğru yöneltmiş idik. ''(el-Ahkaf, 29). Müslim'in Sahih'inde de Abdullah b. Mes'ud'dan Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Cinlerin davetçisi yanıma geldi. Onlarla birlikte gittim ve onlara Kur'an-ı Kerim okudum." Bu hadis-i şerifte şu ifadeler de yer almaktadır: Hz. Peygamber'den azık istediler. Bunlar Cezire cinlerinden idiler. Bu hadis-i şerif, Yüce Allah'ın izniyle bütünüyle kaydedilecektir.

 

Bu husus sabit olduğuna göre, konu ile ilgili sakındırma yapılmadıkça ve uyarılmadıkça, yılanın öldürülemeyeceği sabit olur. Nitekim Yüce Allah'ın izniyle buna dair ek açıklamalar gelecektir.

 

7- Öldürülmeyecek Yılan Var mıdır?:

 

(Hadis) İmamlarının, Hişam b. Zühre'nin azatlısı Ebu's-Saib'den rivayet ettiklerine göre, bir seferinde, evinde bulunan Ebu Said el-Hudri'nin yanına girer. Ebu's-Saib der ki: Ebu Said el-Hudri'nin namaz kılmakta olduğunu gördüm. Namazını bitirinceye kadar beklemek üzere oturdum. Evin bir tarafında bulunan hurma salkımları arasında bir kıpırdanma sesi işittim. Dönüp baktığımda bir yılan ile karşılaştım. Onu öldürmek üzere atıldım. Bana "otur" diye işaret edince oturdum. Namazını bitirince evde bulunan bir odaya işaret edip şöyle dedi: Şu odayı görüyor musun? Evet dedim. Şöyle dedi: Orada bizden henüz yeni evlenmiş bir genç delikanlı vardı. ResuluIlah (s.a.v.) ile birlikte Hendek gazasına çıktık. Bu genç, ResuluIlah (s.a.v.)'den günün ortalarında izin alır ve evine gelirdi. Bir gün ondan izin alınca ResuluIlah (s.a.v.) ona şöyle dedi: Beraberine silahını al, Kurayzalıların sana bir zarar vermelerinden korkuyorum. Adam silahını aldı ve (evine) döndü. Hanımının iki kapı arasında ayakta dikildiğini görünce, ona saplamak üzere mızrağıyla yürüdü. Bu esnada kıskançlığı harekete gelmişti. Hanım ona: Mızrağını yerinde tut. İçeriye gir de benim dışarıya çıkmama sebebin ne olduğunu sen de gör, dedi. Delikanlı içeriye girince yatak üzerinde toplu vaziyette, büyük bir yılanın olduğunu gördü. Mızrağıyla üzerine atılıp mızrağını ona sapladı. Evden çıkınca mızrağını avlunun ortasına sapladı yılanda çırpınıp onun üzerine atıldı. Yılan mı yoksa genç delikanlı mı daha çabuk öldü bilinemiyor. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.)'ın yanına vardık, ona durumu anlattık ve dedik ki: Allah'a dua et de onu bizim için diriltsin. Hz. Peygamber: "Kardeşinize Allah'tan mağfiret isteyiniz" dedikten sonra şöyle devam etti: "Gerçek şu ki, Medine'de İslam'a girmiş cinler vardır. Onlardan birşey görecek olursanız üç gün süreyle ona mühlet verip ilan ediniz. Şayet bundan sonra bir daha onları görecek olursanız onu öldürünüz, çünkü o bir şeytandır." Hadisin başka yoldan gelen bir rivayetinde Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Bu evlerde yaşayan birtakım yılanlar vardır. Bunlardan herhangi birisini görecek olursanız, üç gün süreyle onu uyarıp mühlet veriniz. Eğer giderse mesele yok, değilse onu öldürünüz. Çünkü o kafir (bir cin)dir." Devamla onlara: "Haydi gidiniz, arkadaşınızı defnediniz" diye buyurdu. 

 

Mezhebimize mensup ilim adamları -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle derler: Bu hadis-i şeriften, bu gencin öldürdüğü (yılan suretindeki) cinnin müslüman olduğu ve onun kabilesi olan diğer cinlerin de o genci kısas yoluyla öldürdükleri manası çıkmaz. Çünkü eğer bizim ile cinler arasında kısasın meşru olduğu kabul edilecek olsa dahi, bu kısas ancak katıksız kasten öldürmelerde sözkonusu olur. Bu genç ise, müslüman bir canı kasten öldürmek istememiştir. Çünkü o, bunun durumunu bilmiyordu. Aksine o, sadece şer'an öldürülmesi meşru kılınan bir varlığı öldürmeyi kastetmiştir. O takdirde bu (öldürülen yılan eğer müslüman cinlerden ise) hata yoluyla öldürme olur. Hata yoluyla öldürmelerde ise kısas yoktur. O bakımdan, daha uygunu şöyle demektir: Cinlerin kafirleri veya fasıkları, kendilerinden birisi öldürüldüğü için haksızca ve intikam almak için genç delikanlıyı öldürmüşlerdir. Nitekim bunların Sa'd b. Ubade'yi öldürdükleri de rivayet edilmektedir. Çünkü Sa'd b. Ubade, banyo yaptığı yerde ölü olarak ve cesedi morarmış halde bulundu. Onun yakınları, herhangi bir kimseyi görmeksizin şu beyideri okuyan birisinin sesini işitinceye kadar öldüğünü farketmemişlerdi: "Öldürdük Hazreclilerin efendisi Olan Sa'd b. Ubade'yi Ona iki ok attık Ve kalbine isabet ettirdik."

 

Diğer taraftan Peygamber: "Medine'de İslam'a girmiş birtakım cinler vardır" buyururken, bizlere onların müslüman olanlardan herhangi bir kimseyi öldürmekten sakınmanın bir yolunu beyan etmektedir. Aynı zamanda cinlerden kafir olanları öldürmenin yolunu da bize göstermektedir.

 

Peygamber (s.a.v.)'ın hanımı Hz. Aişe'den değişik yollardan rivayet edildiğine göre o, küçük bir yılanı öldürmüş idi. Rüyasında birisinin ona: Sen müslüman birisini öldürdün, denilince şu cevabı verir: Eğer o, müslüman biri olsaydı, Peygamber (s.a.v.)'ın hanımlarının yanına girmezdi. Ona şu cevap verilir: O, senin yanına sen ancak elbiseli iken girmiştir. Sabah olunca Hz. Aişe, on iki bin dirhemin Allah yolunda dağıtılmasını emretti. Bir rivayete göre de ona şöyle denilmiştir: O ancak sen tesettür içerisinde iken bulunduğun yere girmiştir. Bunun üzerine Hz. Aişe sadakalar verdi ve birkaç köle azad etti. er-Rabi' b. Bedr der ki: Peygamber (s.a.v.)'ın öldürülmelerini emrettiği küçük yılanlar (canan) dosdoğru yürüyen ve yürürken sağa sola bükülmeyen yılandır. Alkame'den de buna benzer bir rivayet gelmiştir.

 

8- Uyarma Şekli:

 

Şehirde görülen yılanların uyarılma şekliyle ilgili olarak İmam Malik şöyle demiştir: üç gün süreyle uyarılmalarını daha çok tercih ederim. Aynı zamanda İsa b. Dinar da bu görüştedir. İsterse bir günde defalarca görülsün. Aynı günde üç defa uyarmakla yetinilmez. Uyarı üç gün süreyle yapılır. üç defa uyarmanın yeterli olacağı da söylenmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) "onu üç defa uyarsın" diye buyurmuştur. Bir başka hadiste de: "Ona üç defa uyarıda bulununuz" buyurmuştur. Bundan da maksadın üç defa uyarma olduğu anlaşılmaktadır. Ancak İmam Malik'in görüşü daha uygundur. Çünkü Peygamber efendimiz: "üç gün" ifadesini de kullanmıştır. Bu ise sahih bir nas olup diğer mutlak rivayetleri kayıtlamaktadır. "üç" ifadesi ile de üç günün gecesinin kastedildiği şeklinde de yorumlanabilir. Çünkü Araplar genelde gün ile tarih verdikleri zaman "gece" kelimesini çoğunlukla kullanırlar. Malik der ki: Uyarmak için şöyle demek yeterlidir: Allah adına ve ahiret günü hakkı için seni uyarıyorum, bize gözükmeyiniz, bizi rahatsız etmeyiniz.

 

Sabit el-Bunanı'nin, Abdurrahman b. Ebi Leyla'dan naklettiğine göre, Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın huzurunda evlerde bulunan yılanlar sözkonusu olunca şöyle der: Evlerinizde bunlardan herhangi birisini görecek olursanız şöyle deyiniz: Nuh (a.s)'ın sizden aldığı sözü, Süleyman (s.a.v.)'ın sizden aldığı sözü hatırlatıyorum. Yine onları görecek olursanız artık gördüğünüzü öldürünüz.

 

Derim ki: Bu ifadenin zahiri bir defa uyarmanın yeterli olduğunu göstermektedir. Hadis-i şerif ise bunu reddeder. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

İbn Habib, Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Süleyman (a.s)'ın sizden aldığı ahdi size hatırlatıyorum ki, bizlere herhangi bir şekilde eziyet vermeyiniz, bizlere hiçbir şekilde gözükmeyiniz."

 

9- Cinlerin Grupları:

 

Cübeyr b. Nufeyr, Ebu Sa'lebe el-Huşeni -ki adı Cursum'dur-den rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cinler üç bölüktür. Bunların üçte birinin kanatları vardır, havada uçarlar. Diğer üçte biri yılan ve köpektir. Diğer üçte biri ise konar ve göçerler." 

 

Ebu'd-Derda'nın (adı Umeymir'dir) rivayetine göre de Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cinler, üç bölük halinde yaratılmıştır. üçte biri köpek, yılan ve yer haşereleridir. üçte biri hızlı esen rüzgardır, üçte biri de Ademoğulları gibidir. Onlar hakkında sevap sözkonusudur (kusurları için) cezalandırılmaları sözkonusudur. Diğer taraftan Allah, insanları da üç bölük halinde yaratmıştır. Onların üçte birinin kalpleri vardır fakat onlarla birşey anlamazlar, gözleri vardır fakat onlarla birşey görmezler, kulakları vardır onlarla birşey işitmezler. Bunlar ancak hayvanlar gibidirler, hatta yolca onlardan da sapıktırlar. Diğer üçte birinin Ademoğulları gibi vücutları vardır, fakat kalpleri şeytan kalbidir. Öbür üçte biri ise, gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde Allah'ın gölgesi altında olacaklardır." 

 

10- Doğrudan Öldürülebilen Hayvanlar:

 

Aslı itibariyle eziyet veren, insanı rahatsız eden hayvanlar bir uyarı sözkonusu olmakszın doğrudan öldürülür. Buna sebep ise eziyet verici oluşlarıdır. Yılan, akrep, fare, keler ve benzeri hayvanlar böyledir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Beş bozguncu (fevasık) vardır ki, bunlar ihramlı iken de ihramsız iken de öldürülürler ... " 

 

Yılan, İblisi çeneleri arasına alıp cennete sokmak suretiyle Hz. Adem'e ihanet ettiğinde asıl karakterini ortaya koymuştur. Eğer İblisi içeri sokarken açığa çıkarmış olsaydı, cennetin bekçisi olan Rıdvan, onu sokmasına imkan vermezdi. İblis bu sırada yılan: Ben seni himayeme alıyorum demişti. O bakımdan Resulullah (s.a.v.) yılanın öldürülmesini emretmiş ve: "Namazda olsanız dahi onu öldürünüz" diye buyurmuştur. Bununla Hz. Peygamber, yılanı ve akrebi kastetmektedir.

 

Keler ise diğer bütün canlı hayvanlar arasında Hz. İbrahim'in içine atıldığı ateşi üflemiştir. O bakımdan, ona lanet edilmiştir. Bu konudaki rivayet de yapılan rivayet kabilindendir. Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim bir keler öldürürse, sanki bir kafir öldürmüş gibidir."

 

Müslim'in Sahih'inde yer alan rivayete göre Ebu Hureyre Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Her kim ilk darbede bir keler öldürürse ona yüz hasene yazılır. İkincisinde öldürürse daha az, üçüncüsünde öldürürse daha az (hasene) yazılır." Bir rivayette de: "İlk darbede öldürürse yetmiş hasene yazılır" diye buyurmuştur. 

 

Fare ise, Hz. Nuh'un gemisinin iplerini kemirip kesmek suretiyle gerçek karakterini ortaya koymuştur. Abdurrahman b. Ebi Nu'm'un Ebu Said el-Hudri'den rivayetine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İhramlı kişi yılanı, akrebi, çaylağı, saldırgan yırtıcı hayvanı, kuduz köpeği ve fasıkçığı (fareyi) öldürür." Resulullah (s.a.v.), farenin yanan kandilin ipini sürüklerken evi yakmak üzere olduğunu uyanıp görmüş, bunun üzerine de farenin öldürülmesini emretmiştir.

 

Karga ise, Allah'ın peygamberi Nuh'un, onu yeryüzünde durumun ne şekilde olduğunu görüp haber vermek üzere gemiden salıverdiğinde Hz. Nuh'un verdiği emri yerine getirmeyi bir kenara itmiş ve bir leşe konmak suretiyle karakterinin ne olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bütün bunlar bir bakıma yılan gibidirler. İşte bundan dolayı onları burada sözkonusu ettik. Bu hususa dair ve onların öldürülmelerinin mübah kılınması sebebine dair ek açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle Maide suresinde ve başka yerlerde gelecektir.

 

 

[ - ]

"Biz de dedik ki: ''Kiminiz kiminize düşman olarak inin" bölümüne dair açıklamalarımızı da yedi başlık halinde vereceğiz:

 

1- inenler Kimlerdir, Nerelere inmiştir?:

2- ''Birbirinize Düşman Olarak ininiz''

3- Cennetten Çıkarılmak Hz. Adem için Bir Ceza mıydı?:

4- Yeryüzünde Yerleşmek:

5- "Faydalanacak Şeyler'':

6- "Bir Süreye Kadar'':

7- Dilcilerin Ayrı Kanaatlerinin Fukahanın Farklı Kanaatlerine Etkisi:

 

1- inenler Kimlerdir, Nerelere inmiştir?:

 

Yüce Allah'ın: "Biz de dedik ki: ''Kiminiz kiminize düşman olarak inin" buyruğunda hitap, İbn Abbas'ın görüşüne göre Adem'e, Havva'ya, yılana ve şeytanadır. el-Hasen der ki: Burda hitap Adem'e, Havva'ya ve vesveseyedir. Mücahid ve yine el-Hasen der ki: Hitap Ademoğullarına ve İblisin oğullarınadır.

 

inmek (hubut), yukarıdan aşağıya doğru inmektir. Hz. Adem Hint'te, Serendib'deki Buz adındaki bir dağa indirildi. Hz. Adem üzerinde cennetin kokusunu taşıyordu. Bu koku oranın ağaçlarına ve vadilerine de bulaştı, orada bulunan ne varsa hoş koku ile doldu. İşte oradan gelen hoş ve güzel kokular Adem (a.s)'ın kokusundandır. Bulutlar, Hz. Adem'in başına sürtünüyordu. O bakımdan kafasının üst tarafındaki saçlar döküldü. Onun soyundan gelenlere de bu kalıtım yoluyla geçti.. Buhari'de, Ebu Hureyre'den, Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Allah, Adem'i altmış zira' boyunda yaratmıştır." Bu hadisi Müslim de rivayet etmiştir. İleride gelecektir.

 

Hz. Havva ise Cüdde'ye, İblis Ubulle'ye, yılan Beysan'a indirildi. Sicistan'a indirildiği de söylenmiştir. Sicistan Allah'ın arzında yılanı en bol olan bir yerdir. Eğer bu yılanları yiyen pek çoğunu yok eden ve (üfürmekle birlikte insanlara zarar vermeyen) el-İrbed adındaki tür olmasaydı, yılanlardan dolayı Sicistan boşaltılırdı. Bunu Ebu'l-Hasen el-Mes'udi zikretmiştir.

 

2- ''Birbirinize Düşman Olarak ininiz''

 

Yüce Allah'ın: "Khniniz kiminize düşman olarak" buyruğu (mealde de gösterildiği gibi) hal konumundadır. Yani, bu halde ininiz, demektir.

 

Düşman (aduv), dostun zıddıdır. Zulmetmek halinde kullanılan (...)'den türemiştir. İnsanlara saldırıp hücum eden kurt hakkında da (...) tabiri kullanılır. Udvan da apaçık zulüm ve haksızlık demektir. Bu kelimenin aynı kökten ve haddi aşmak anlamına geldiği de söylenmiştir. Karşı tarafın hoşuna gitmeyecek işlerde haddi aştığından dolayı düşmana "aduv" adı verilmiştir. Ayakla koşmak için de bu kelimenin kullanılış sebebi, koşarak bir şeyin aşılması dolayısıyladır. Her iki anlam birbirine yakındır. Çünkü haksızlık yapan, zulmeden bir kimse haddi aşmış demektir.

 

Kimi ilim adamı, Yüce Allah'ın: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin" buyruğunu insanın kendisi hakkındadır, diye yorumlamışlardır. Ancak bu, anlam itibariyle doğru olmakla birlikte uzak bir ihtimaldir. Buna delil Peygamber Efendimizin şu buyruğudur: "Kul sabahı ettiğinde azaları diline şöyle der: Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Çünkü sen doğru olduğun takdirde biz de doğru oluruz. Sen eğrilirsen biz de eğriliriz."

 

Eğer: Neden "düşmanlar" denilmeyip de "düşman" denilmiştir, diye sorulacak olursa buna iki şekilde cevap verilebilir:

 

Birinci cevap: Arapçada "bazı" ve "kül (bütün)" kelimeleri hakkında hem lafız itibariyle hem mana itibariyle tekil kelimeler ile haber verilebilir. Kur'an-ı Kerim'de bu görülen birşeydir. Mesela Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: "Onların hepsi Kıyamet gününde Ona yalnız gelir. "(Meryem, 95) buyruğunda lafıza uygun olarak "gelir" fiili tekil gelmiştir. Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Hepsi de Ona hor ve hakir olarak geleceklerdir" (en-Neml, 87) buyruğunda da anlam göz önünde bulundurularak "gelirler" kelimesi çoğul gelmiştir.

 

İkinci cevap: "Düşman (aduv)" kelimesi çoğul kullanılan yerde tekil gelebilir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar sizin için düşmandır. Zalimler için ne çirkin bir değiş-tokuştur bu. "(el-Kehf, 50) Burada "düşmanlar" anlamındadır. Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Asıl düşman onlardır. "(el-Münafıkun, 4) İbn Faris der ki: "Aduv" kelimesi aynı zamanda hem bir kişiyi hem iki kişiyi hem üç kişiyi, hem de dişi olanı bir arada ifade eder, bazan çoğul olarak da gelebilir.

 

3- Cennetten Çıkarılmak Hz. Adem için Bir Ceza mıydı?:

 

Yüce Allah'ın Hz. Adem'i cennetten çıkartması ve onu yeryüzüne indirmesi bir ceza değildi. Çünkü tevbesini kabul ettikten sonra, yeryüzüne indirmiştir. Hz. Adem'i yeryüzüne indirmesi, ya onu te'dip içindi veya sıkıntısını (mihnetini) ağırlaştırmak için idi. Hz. Adem'in yeryüzüne indirilmesi ve oraya yerleştirilmesi ile ilgili doğru açıklama şekli budur: Bunda Yüce Allah'ın ezeli hikmeti açıkça ortaya çıkmıştır. Bu ise, soyundan gelecek olanları şeriati ile mükellef kılmak, onları sınamak kastı ile, soyunun üremesidir. Bu teklif ve sınamaya bağlı olarak, onlar, ahirette ecir veya ceza ile karşı karşıya kalacaklardır. Çünkü cennet ile cehennem teklif yurdu değildirler. O bakımdan Hz. Adem'in cennetten indirilişine sebep onun yasak ağaçtan yemesi olmuştur. Ve Allah, dilediğini yapmak hakkına sahiptir. Diğer taraftan Yüce Allah: "Muhakkak Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" diye buyurmuştu. İşte bu Hz. Adem için büyük bir menkıbe (övülecek olay), büyük bir fazilet ve üstün bir ikramdır. Hz. Adem'in yeryüzünden yaratıldığına dair işaret de daha önceden geçmişti. Bizim, Hz. Adem'in Yüce Allah tarafından tevbesinin kabul edilişinden sonra yeryüzüne indirildiğini söylememizin sebebi ise, ileride de geleceği üzere ikinci olarak "hepiniz oradan inin'' (ayet, 38) diye buyurulmuş olmasıdır.

 

4- Yeryüzünde Yerleşmek:

 

Yüce Allah'ın: "yeryüzünde sizin için bir süreye kadar duracak bir yer ... vardır." Yani sizler, orada belli bir süre kalacaksınız, karar bulacaksınız. Bu açıklamayı Ebu'l-Aliye ve İbn Zeyd yapmıştır. es-Süddi de der ki: "Duracak bir yer"den kasıt kabirlerdir.

 

Derim ki: Yüce Allah'ın: "Yeri sizin için bir karar (yerleşme mekanı) kılmıştır. ''(el-Mü'min, 64) buyruğunda bu kelime her iki manaya da gelebilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

5- "Faydalanacak Şeyler'':

 

Meta)(faydalanılan şey); kendisi ile faydalanılan yiyecek, giyecek, hayat, söz, ünsiyet ve buna benzer hususlardır. Nikahlandıktan sonra boşanan kadına verilen şey ile yararlanıldığı için de "mut'atü'n-nikah" adı verilir. Süleyman b. Abdülmelik defnedildikten sonra oğlu Eyyub'un kabri başında durarak şu beyitleri söylemişti: "Kurak bir yerde yabancı bir kabrin başında durdum Ayrılan bir sevgiliden çok az bir fayda (meta'ı gördüm,"

 

6- "Bir Süreye Kadar'':

 

Tefsir alimleri ayet-i kerimede geçen "bir süreye kadar" anlamını ifade eden (...) buyruğunu değişik şekillerde açıklamışlardır. Bir kesime göre bundan kasıt ölüme kadar demektir. Bu: "Duracak bir yer (mustakar)" kelimesini, dünyada ikamet süresi olarak kabul edenlerin görüşüdür.

 

"Bir süreye kadar"dan, kasıt Kıyametin kopacağı zamana kadardır da denilmiştir. Bu ise: "Duracak bir yer" den kasıt kabirlerdir, diyenlerin görüşüdür, er-Rabi' der ki: "Bir süreye kadar" demek tayin edilen bir vakte kadar demektir. Bu kelime (...) ise uzun süre anlamına gelir.. Nitekim "O vakit," kelimesi "elan: şimdi"kelimesinin, uzak zaman için kullanılan şeklidir. Huveylid der ki:

 

(Çokça ziyafet verenden kinaye olarak:) "Külü bol tencere ve kazanları çok, büyük kimse gibi Kış süresince tıpkı alt tarafları genişleyen havuzla! gibi."

 

Bu kelimenin baş harfine "te" getirilerek (...) şeklinde söylendiği de olur, Şair Ebu Vecze (şu beyitinde), böyle kullanmıştır:

 

"Şefkat gösterecek kimse olmadığında şefkat gösterenler (dir onlar); Nerde yemek yediren, (denildiği bir) zamanda da yemek yedirenler (dir)."

 

(...) kelimesi, aynı şekilde süre anlamındadır, Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "insan üzerinden uzun devirden öyle bir süre geçti ki ... " (el-İnsan, 1)

 

Yine bu kelime, kısa süre (saat) anlamına gelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Veya azabı göreceği anda ... diyecektir. " (ez-Zümer, 58)

 

İbn Arefe der ki: "Hin: Süre" kısa bir an ve daha fazlası türünden bir zaman dilimidir. Şanı Yüce Allah'ın: "Şimdi sen onları sapıklıklarında bir süreye kadar bırak" (el-Mü'minun, 54) buyruğundan kasıt ecelleri gelene kadar onları bırak demektir, "Her süre (hin) yemişini verir. "(İbrahim, 25) buyruğundan kasıt ise her senedir. Hayır, her altı ayda bir de denildiği gibi, sabah akşam yemişini verir de denilmiştir.

 

el-Ezheri der ki: "Bin" kelimesi "vakit" kelimesi gibidir, Uzun yahut kısa olsun bütün zaman süreleri hakkında kullanılmaya elverişli bir kelimedir. Bu (İbrahim, 25) ayet; onun yemişlerinden her vakit faydalanılır ve onun faydası hiçbir şekilde kesintiye uğramaz, demektir. Yine el-Ezheri der ki: Bu kelime, Kıyamet günü anlamına da gelir, sabah akşam anlamına da kullanılır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Akşamı ve sabahı ettiğiniz vakitlerde Allah'ı tesbih ediniz. " (Rum, 17) Belli bir yerde bir süre ikamet edildiği takdirde: "o yerde bir süre ikamet ettim" denilir. Herhangi bir şeyin vakti yaklaştığı zaman (...) denilir. Buseyne der ki:

 

"Gerçek şu ki Cemil'den ayrılıktan sonra bir an dahi teselli bulduğum Bir vakit geçmedi ve onun geçeceği zaman da yaklaşmadı."

 

7- Dilcilerin Ayrı Kanaatlerinin Fukahanın Farklı Kanaatlerine Etkisi:

 

Dilciler ''hin: süre''kelimesinin kapsamı hakkında farklı görüşlere sahip olduklarından dolayı bizim mezhep alimlerimiz ile başkaları arasında bu konuda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. el-Ferra der ki: Hin iki türlüdür. Birincisinin sınırı sözkonusu değildir. Yüce Allah'ın: "Rabbinin izniyle her süre yemişini verir. "(İbrahim, 25) buyruğunda sözkonusu ettiği hin: süre, altı aydır. İbnu'l-Arabi der ki: Süresi bilinmeyen hin (süre) lafzına herhangi bir hüküm taalluk etmez. Hükümlerin kendisine taalluk ettiği ve mükellefiyetlerin alakalı olduğu hin ise süresi belli olandır. Bunun azami süresi ise bir yıldır. İmam Malik, hükümlerde ve yeminlerde isimlerin ve zamanın en kapsamlı olanın esas alınacağı görüşündedir. Şafii ise asgarisinin alınacağı görüşünü kabul eder. Ebu Hanife ise, orta yolu tutarak altı aylık sürenin muteber olacağı görüşündedir. Ancak bu görüşün anlamı yoktur. Çünkü ona göre miktarları tesbit edilen şeyler kıyas ile sabit olmaz. Şeriat sahibinden (Peygamber'den) ise bu konuda herhangi bir nas yoktur. Bu hususta esas alınacak olan ise, kelimenin sözlükteki anlamı bilindikten sonraki manadır. Buna göre bir kimse bir süre (hin) namaz kılmayı adayacak olursa, Şafii'ye göre bu bir rek'at kabul edilir. Çünkü nafilenin asgari miktarı -vitirdeki tek rek'ate kıyasen- bir rek'attir. İmam Malik ve mezhebine menbsup ilim adamlarına göre ise, nafilenin en az miktarı iki rek'attir. O bakımdan buna dair süre böyle bir fiilin (yani iki rek'at namaz kılmanın) süresi esas alınarak tesbit edilir. İbn Huveyzimendad ''Ahkam(u'l-Kur'an)" adlı eserinde şunu kaydeder: Filan kimse ile bir süre (hin) konuşmamaya veya bir süre şu işi yapmamaya yemin eden kimsenin sözünü ettiği "hin" bir senedir. Devamla der ki:

 

Fukaha, ahkam ile ilgili hususlarda şu işi bir süre yapmamak üzere veya filan ile bir süre konuşmamak üzere yemin eden kimsenin bir seneden fazla bir sürenin yemininin kapsamına girmeyeceği hususu üzerinde ittifak etmişlerdir.

 

Derim ki: Sözünü ettiği bu ittifak mezhebimizdeki (Maliki mezhebindeki) ittifaktır. Malik der ki: Herhangi bir kimse hin: zaman yahut dehr boyunca birşeyi yapmamak üzere yemin ederse bütün bu şekildeki ifadeleri bir sene için geçerli kabul edilir. İbn Vehb'in Malik'den rivayetine göre: O, dehrin bir sene olup olmayacağı hususunda şüphe etmiştir.

 

İbnu'l-Münzir'in, Yakub ile İbnu'l-Hasen'den nakline göre ise "dehr" altı aylık bir süredir. İbn Abbas ile rey sahiplerinden, İkrime, Said b. Cübeyr, Amir eş-Şa'bi ve Abide'den ise Yüce Allah'ın: "Rabbinin izniyle her süre yemişini verir" (İbrahim, 25) buyruğunda geçen "hin" kelimesinin altı ay olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir.

 

el-Evzai ve Ebü Ubeyd ise, hin altı aylık bir süredir, demişlerdir. İmam Şafii'ye göre ise, bu kelime ile ilgili belli bir süre takdiri sözkonusu değildir, bunun nihai süresi de belli değildir. Ona göre "hin" kelimesi, dünya kaldığı sürece devam edebilir. İmam Şafii der ki: Böyle birkimsenin hanis (yeminini bozan) olduğuna ebediyyen hükmedemeyiz. Ancak takvaya uygunhareket bir gün geçmeden önce onun yemininin keffaretini yerine getirmesidir.

 

Ebü Said ve başkaları ise şöyle der: Hin ve zaman kelimeleri dilin ihtimal verdiği manalara göre açıklanır. Mesela: Ben sana bir süreden (hin)den beri geldim derken, belki de yarım günlük bir süreden beri gelmemiş de olabilir. Şafii mezhebine mensup el-Kiya et-Taberi der ki: genel olarak "hin" kelimesi değişik şekillerde yorumlanabilir.

 

Ancak Şafii, bu yorum şekillerinden herhangi birisini tayin etmek gerektiği görüşünde olmamıştır. Çünkü bu kelime mücmel, bir kelimedir ve dilde muayyen bir manayı kastetmek üzere kullanılmamıştır. Kimi ilim adamı da der ki: Yüce Allah'ın: "Bir süreye kadar" buyruğunda şöyle bir anlam vardır: Bununla Adem'e, onun yeryüzünde ebediyyen kalmayacağına dair ve kendisine döneceği vadolunan cennete geçeceğine dair bir müjde vardır. Adem'den başka kimseler için ise bu ifade, yalnızca öldükten sonra dirilmek şartına bağlıdır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 37

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR