BAKARA 29 |
هُوَ الَّذِي
خَلَقَ
لَكُم مَّا
فِي
الأَرْضِ جَمِيعاً
ثُمَّ
اسْتَوَى
إِلَى السَّمَاء
فَسَوَّاهُنَّ
سَبْعَ
سَمَاوَاتٍ
وَهُوَ بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَلِيمٌ |
29. Yerde ne varsa
hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe yönelip de onları yedi gök halinde
düzenledi. O her şeyi bilendir.
"Yerde ne varsa
hepsini sizin için yaratan O'dur,.." buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı on
başlık halinde ele alacağız:
1- Yaratma'nın Anlamı:
2- ''Eşyada Asıl Mübahlıktır''
3- Mahlukat ibret içindir:
4- İnfak Eden, Cimrilik Eden:
5- "istiva" ve Müteşabihler:
6- Önce Yaratılan Yer midir, Gök müdür?
7- Yaratıkların Aslı:
8- Gökler:
9- Sema:
10- Herşeyi Yaratan, Herşeyi Bilen:
1- Yaratma'nın Anlamı:
"Yaratmak",
yokluktan sonra icad etmek, meydana getirmek, var etmek demektir. Bazan
herhangi bir işi yapması halinde insan hakkında da "yarattı"
kullanıldığı olur. Şairin şu sözlerinde olduğu gibi: "Söylediğini yaratan
kimseye karşı Benim yapabileceğim çok azdır." Buna dair açıklamalar daha önceden de
yapılmıştı.
İbn Keysan der ki:
"Sizin için yaratan" buyruğu sizden dolayı, size sebep yaratan
demektir. Bunun anlamı şudur: Yeryüzünde her ne varsa sizin için bir nimettir,
o bakımdan bunlar sizin içindir. Aynı zamanda bunlar, tevhide ve ibrete
delildir, şeklinde de açıklama yapılmıştır.
Derim ki: İleride de
açıklayacağımız üzere doğru olan açıklama şekli budur. Bununla insanların ihtiyaçları
olan herşeyi kastetmiş olması da mümkündür.
2- ''Eşyada Asıl
Mübahlıktır''
Haramlığına dair delil
bulunmadıkça, kendileri ile yararlanılan eşyada asl olan mübahlıktır, diyenler
bu ve buna benzer diğer ayetleri delil gösterirler. Yüce Allah'ın şu buyruğu
gibi: ''Göklerde ve yerde bulunan şeylerin hepsini de kendi nezdinden size
müsahhar kılmıştır. "(el-Casiye, 13) Bu kanaati ortaya atanlar, şu
sözleriyle de delillerini desteklerler: İnsanın hoşuna giden, canının çektiği
güzel yiyeceklerin yaratılmaması mümkün olmakla birlikte yaratılmıştır. O halde
bunlar boşuna yaratılmış olamazlar. Dolayısıyla bunların bir faydasının olması
da kaçınılmazdır. Bu faydanın Yüce Allah hakkında sözkonusu olması ise doğru
olamaz. Çünkü O, bizatih! müstağnidir. Yani böyle şeye de başka şeye de muhtaç
değildir. Dolayısıyla sözü geçen bu fayda bize aittir. Bizim bunlardan fayda
sağlamamız; ya bunlardan lezzet almak şeklindedir veya bu yolla denenmemiz için
onlardan kaçınmamız şeklinde ortaya çıkar yahut bizim bunlardan gereken şekilde
ibret almamız ile gerçekleşir. Bütün bu hususların elde edilmesi ancak bu güzel
ve lezzetli şeylerin tadına bakmakla mümkün olur. O bakımdan bunların mübah
olması gerekmektedir.
Fakat bu iddia,
tutarsızdır. Çünkü bizler, bir menfaat için yaratılmadıkları takdirde boşu
boşuna yaratılmış olmaları gereğini kabul etmiyoruz. O bunları bu şekilde
yaratmıştır. Çünkü asıl olarak menfaatlerini yaratmak, O'nun için vacip
değildir. Aksine vacip kılan O'dur. Diğer taraftan sözü geçen menfaatin belirttikleri
hususlara münhasır olmasını da kabul etmiyoruz ve bu gibi menfaatlerden
herhangi birisinin yiyeceklerin tadına bakmadıkça meydana gelemeyeceği tezini
de reddediyoruz. Aksine bazan, tabiat ve karakterler üzerinde araştırma
yapanlarca bilindiği gibi, tadları ne şekilde olduğunu başka birtakım
hususlarla da anlamak mümkündür. Bu iddiaya karşı bu tadına bakılacak şeyin
öldürücü zehirler olmasından korkulması ile de görüşleri reddedilir. Diğer
taraftan bunların haram olduklarını kabul eden kimselerin ileri sürdükleri
birtakım şüpheler de bunların tezlerine karşıdır.
Başkaları bu konuda
hüküm vermeyip şöyle demişlerdir: Bizim kendisinin, güzel veya çirkin (hasen
veya kabih) olduğunu idrak edebildiğimiz her bir fiilin aynı zamanda bizatihi
güzel olması da mümkündür. Bunun ne olduğunu şer'i hüküm gelmedikçe tayin
edecek bir delilimiz yoktur. O halde bu konuda şer'i hüküm gelmedikçe durmak ve
karar vermemek gerekir. Bu üç görüş de
Mu'tezileye aittir.
Şeyh Ebu'l Hasen
(el-Eş'ari) ve onun mezhebini kabul edenlerle Maliki mezhebine mensup ilim
adamlarının çoğunluğu ile es-Sayrafi bu mes'ele ile ilgili olarak hüküm
vermemeyi (tevakkufu) mutlak olarak kabul etmişlerdir. Onlara göre, tevakkufun
(karar ve hüküm vermemenin) anlamı şudur: Böyle bir durumda eşya hakkında hüküm
verilemez. Şeriat (şer'i hüküm geldiği takdirde) onlarla ilgili dilediği hükmü
verebilir. Akıl, vücup ve benzeri bir hükmü (değer yargısını) veremez. Aklın bu
konudaki payı; işleri ve eşyayı olduğu gibi tanımaya çalışmaktan ibarettir.
İbn Atiyye der ki: İbn
Furek, İbnu's-Saiğ'den şöyle dediğini nakletmektedir: Akıl hiçbir şekilde sem'i
(peygamber vasıtasıyla gelen) delilden uzak kalmamıştır. Hakkında sem'i delil
bulunmayan hiçbir olay yoktur. Eğer sem'i delil doğrudan doğruya onunla ilgili
değilse, dolaylı olarak onunla ilgilidir veya o olayın sem'i delil hükmünü
alacak kendisine göre uygun bir hali vardır. İşte bu konularda bu hususa
güvenip dayanmak gerekir. Bu ise, bir şeyin mahzur (haram) veya mübah olduğunu
tetkik etmeye, düşünmeye veya bu konuda hiçbir hüküm belirtmeyip kararsız
kalmaya ihtiyaç bırakmaz.
3- Mahlukat ibret
içindir:
"Yerde ne varsa
hepsini sizin için yaratan O'dur." buyruğunun anlamı hakkında doğru
açıklama şekli, bunları ibret için yarattığıdır. Buna delil daha önce gelen buyruklar
ile daha sonra gelen çeşitli ibretli durumların sözkonusu edilmiş olmasıdır:
Hayat vermek, öldürmek, yaratmak, göğe yönelmek ve orayı düzenlemek gibi. Yani
sizleri diriltmeye, yaratmaya, gökleri ve yeri yaratmaya kadir olanın tekrar
sizi diriltmeye kadir olması, aklın kabul edemeyeceği bir iş değildir.
Eğer "sizin
için" denilmesinin anlamı yararlanmaktır; yani bütün bunlarla
yararlanmanız için bunları yaratmıştır, denilecek olursa cevabımız şu olur:
Yararlanmaktan kasıt, açıkladığımız gerekçeler dolayısıyla ibret almaktır.
Eğer: Akreplerin, yılanların yaratılışında ibret alınacak taraf neresidir?
denilecek olsa şöyle deriz: İnsan görmüş olduğu eziyet verici bir takım
varlıklar sebebiyle Allah'ın cehennemde kafirler için hazırlamış olduğu bir takım
cezaları hatırlayabilir. Bu, iman etmesine ve masiyetleri de terketmesine sebep
teşkil edebilir. Bu ise ibretin en büyüğüdür.
İbnu'l-Arabi der ki:
Yüce Allah'ın bu buyruk ile bu kudretini bizlere haber vermesinde haramlığı, mübahlığı
veya bu konuda kararsızlığı gerektiren herhangi bir durum yoktur. Bu ayet-i
kerime sadece, Allah'ın vahdaniyetine delil olarak görülsün diye dikkat çekmek
ve yol göstermek sadedinde zikredilmiştir.
Meani (el-Kur'an'a dair
eser yazmış) ilim adamları da Yüce Allah'ın: "Yerde ne varsa hepsini sizin
için yaratan O'dur." buyruğu hakkında şu açıklamayı yapmışlardır: Bunlarla
O'na itaat etmek için güç sahibi olasınız diye yaratmıştır, yoksa O'na isyan
yollarında sizin için bu yaratılan şeyleri tüketesiniz diye değil. Ebu Osman
der ki: Herşeyi sana bağışladı, herşeyi sana müsahhar kıldı ki, o herşeyi O'nun
uçsuz bucaksız cömertliğine delil göresin ve böylelikle ahirette sana
vereceğini va'dettiği uçsuz bucaksız şeylere kendini kaptırasın, O'nun yaptığı
çokça iyilikleri karşısında azıcık amellerini çok görmeyesin diye. O, sana
herhangi bir amelde bulunmadan önce, ilk olarak nimetlerin en büyüğü olan
tevhidi vermiş bulunmaktadır.
4- İnfak Eden,
Cimrilik Eden:
Zeyd b. Eslem,
babasından, o da Ömer b. el-Hattab (r.a)'dan şunu rivayet etmektedir: Adam'ın
birisi Resulullah (s.a.v.)'e geldi ve kendisine birşeyler vermesini istedi.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu; "Yanımda herhangi birşey yok. Fakat
git, benim adıma birşeyler satın aL. Ödeyecek birşeyler bize gelince o
borcumuzu öderiz." Bunun üzerine Hz. Ömer ona şöyle dedi: Hadi yanında
birşeyler varken veriyorsun. Allah seni güç yetiremeyeceğin şeylerle mükellef
tutmamış ki. Resulullah (s.a.v.) Hz. Ömer'in bu sözünden hoşlanmadı. Ensardan
birisi: Ey Allah'ın Resulü dedi ve: "İnfak et ve Yüce Arş sahibinin
azaltacağından korkun olmasın" anlamında bir mısra okudu. Resulullah
(s.a.v.) bunun üzerine gülümsedi. Ensardan olan bu kişinin söylediği bu söz
dolayısıyla sevindiği yüzünden anlaşıldı. Daha sonra Resulullah şöyle buyurdu:
"Ben, böyle davranmakla emrolundum."
İlim adamlarımız
-Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle demişlerdir: Mal azlığı korkusu,
Allah'a karşı sui zan beslemektendir. Çünkü Yüce Allah içindekilerle birlikte,
arzı Ademoğulları için yaratmıştır. Ayrıca Kitab-ı keriminde de şöyle
buyurmuştur: "Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur." Bir
başka ayet-i kerimede de şöyle buyurmaktadır. "Göklerde veyerde
bulunanların hepsini kendi nezdinden size müsahhar kılmıştır. "(el-Casiye,
13) Bu gördüğümüz herşey Ademoğluna müsahhar kılınmıştır, Böylelikle onun
mazeretine son verilmek istenmiş, ona karşı delil ortaya konulmuştur, Ta ki
Allah'a, kendilerini kul olarak yarattığı gibi kul olsunlar diye, Eğer kul,
Allah'a karşı hüsnü zan besliyor ise, malının azalacağından korkmaz, Çünkü
verdiğinin yerine başkası gelir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Her ne harcarsanız, O bunun yerine verir. O, rızık verenlerin en
hayırlısıdır. "(Sebe, 39) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz
ki benim Rabbim ganidir (muhtaç olmayandır), kerimdir (bol bol verendir)"
(Neml, 40)
Resulullah (s.a.v.) da
şöyle buyurmaktadır: Yüce Allah buyurdu ki: "Benim rahmetin gazabımı
geçmiştir. Ey Ademoğlu, infak et ki Ben de sana infak edeyim. Allah'ın sağ eli
bol bol verir ve dopdoludur. Gece ve gündüz hiçbir şey onu eksiltmez."
Bir başka hadisinde Yüce
Resul şöyle buyurmaktadır: "Kulların sabah ettiği her bir günde mutlaka
iki melek (dünya semasına) iner. Onlardan birisi: Allah'ım infak edene infak
ettiğinin yerine geçecek servet ver, der, diğeri de: Allah'ım cimrilik edenin
de servetini telef et," der.
Aynı şekilde bu
melekler, güneşin batımı esnasında da böylece seslenirler. Bütün bu hadisler
sahihtir ve hadis imamları tarafından rivayet edilmiştir. Hamd yalnız
Allah'adır.
Her kimin kalbi,
aydınlığı bulur ve Rabbinin zenginlik ve keremini bilir ise, infak eder,
servetinin azalacağından korkmaz. Dünyaya karşı arzuları ölen ve kendisini
hayatta tutacak kadar azıcık bir gıdayı almakla yetinen, kendi adına talepte
bulunmayan bir kimse zenginken de fakir iken de verip durur, vermekle
servetinin azalacağı korkusunu duymaz. Servetinin azalacağından korku duyan,
sadece eşyayı isteyen ona talip olan kimselerdir. Bugün birşeyler verirken,
yarın onunla birtakım şeyleri yapmak istiyor ise (verdiği takdirde) o şeyi
yarın yapamayacağından korkar. O bakımdan azalacağından korktuğu için bugünkü
infakında (harcamasında) elini sıkı tutar.
Müslim'in rivayetine
göre Hz. Ebu Bekir'in kızı Hz. Esma şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) bana
şöyle dedi: "Ver, yahut bağışla veya infak et. Fakat verdiğini sayma. O
vakit Allah da senin bu saymana karşı sayar. Cimrilik edip de malını kaplarda
doldurma. O vakit sana karşı da cimrilik edilir."
Nesai'nin rivayetine
göre Hz. Aişe de şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.)'in yanımda bulunduğu bir
sırada yanıma bir dilenci geldi. Ben ona birşeyler verilmesini emrettim. Sonra
da ona verilen şeyin yanıma getirilmesini istedim. Ona baktım. Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sen, senin bilgin olmadıkça evine birşeyin
girmesini ve çıkmasını istemiyor musun yoksa?" Ben: Evet, deyince Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: "Yavaş ol, ey Aişe, sen sayma (sayarak verme). O
takdirde Yüce Allah da sana karşı sayarak verir (az verir)."
5- "istiva"
ve Müteşabihler:
"Sonra göğe yönelip
de ... " Buyruğunda "sonra" kelimesi haber verilen şeyin
sıralaması dolayısıyla gelmiştir. Yoksa bizzat işin yapılış sırasını anlatmak
için değildir.
istiva (yönelmek): Dilde
bir şeyin üstüne çıkmak ve üzerine yükselmek demektir. Nitekim Yüce Allah (aynı
kökten kelimeler ile) şöyle buyurmaktadır: "Sen ve seninle birlikte
olanlar gemiye bindiğinizde (isteveyte). .. " (el-Mu'minun, 28);
"Sonra onların sırtları üzerine binip yerleşince (isteveytum). ..
"(ez-Zuhruf, 13) Şair de şöyle demektedir: "Ipıssız bir çölde onları
bir su başında götürdüm Güney (Yemen) yıldızı alabildiğine yükselmiş idi
(isteva)"
Güneş başımın üzerinde
istiva etti, kuş tepeme istiva etti, tabirleri ile anlatılmak istenen bunların
yükseldiğidir.
Bu ayet-i kerime müşkil
(anlaşılması zor) ayetlerdendir. İlim adamları bu ve benzeri ayetlerde üç ayrı
görüş ortaya atmışlardır. Kimisi: Biz bunları okur, bunlara iman eder ve tefsir
etmeyiz, derler. İmamların pekçoğu bu görüştedir. Bu, İmam Malik'ten gelen şu
rivayete benzemektedir: Adamın birisi ona Yüce Allah'ın: "Rahman (olan
Allah) Arşa istiva etti. "(Ta-ha, 5) buyruğu hakkında soru sormuş, İmam
Malik de şöyle demiştir: - İstiva bilinmeyen birşey değildir. Ancak keyfiyeti
akıl ile bilinemez. Buna iman ise farzdır. Bunun nasıl olduğuna dair soru
sormak bid'attir. Ben senin kötü bir adam olduğunu görüyorum. Hadi bunu buradan
çıkartınız.
Bir kısım ilim adamı da
şöyle demiştir: Bu ayetleri okuruz ve dildeki zahiri anlamına uygun düşecek
şekilde yorumlarız. Bu Müşebbihe'nin görüşüdür.
Kimisi de şöyle
demiştir: Bu gibi ayetleri okuruz, te'vilini yaparız ve bunları zahirlerine
hamlederiz.
el-Ferra, Yüce Allah'ın:
"Sonra göğe yönelip de onları yedi gök halinde düzenledi" buyruğu ile
ilgili olarak şöyle demiştir: İstiva Arap dilinde iki anlama gelir: Birincisi:
Kişinin olgunlaşması, gençliğinin ve gücünün son noktasına ermesi demektir.
Yahut eğrilikten kurtulup düzelmesi demektir. İşte bu Arap dilindeki iki
anlamıdır. üçüncü bir anlamı da şöyle olur: Filan kişi, filana doğru gidiyor
iken daha sonra bana (...) yöneldi ve bana sövmeye koyuldu. Burada bu kelime
(istiva) bana doğru yönelmek, bana karşı gelmek anlamında kullanılmıştır. İşte
Yüce Allah'ın: "Sonra göğe yönelip de ... " buyruğunun anlamı budur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
İbn Abbas şöyle
demiştir: "Sonra semaya yöneldi:" Yükseldi. Bu konuşma esnasında:
Önce oturuyor iken ayağa kalktı, doğruldu (istiva) ve önce ayakta iken dosdoğru
oturdu (istiva) demene benzer. Bütün bu kullanış şekilleri arap dilinde uygun
ve yerindedir.
el-Beyhaki Ebu Bekr
Ahmed b. Ali b. el-Huseyn şöyle demiştir: "İstiva etti (yöneldi)"
buyruğuna yönelmek anlamını vermek, doğru ve yerindedir. Çünkü yönelmek göğü
yaratmayı kastetmektir. Kastetmek de irade etmek, dilemek demektir. Allah için
de bu sıfatlar caizdir.
"Sonra"
kelimesi iradeye değil yaratmaya taalluk etmektedir. İbn Abbas'tan (iradeye
taalluk ettiğine dair) rivayette bulunan kişi aslında bu rivayeti el-Kelbi'nin
Tefsir'inden almıştır. el-Kelbi ise zayıf bir ravidir.
Süfyan b. Uyeyne ve İbn
Keysan, Yüce Allah'ın: "Sonra göğe yönelip de ... " buyruğu, orayı
kastetti, yani yaratmak ve varetmek kasdıyla oraya yöneldi demektir,
demişlerdir. Bu da bir görüştür.
Şöyle de denilmiştir:
Allah oraya yöneldi, ancak bu konuda herhangi bir keyfiyet veya sınırlandırma
sözkonusu değildir. Bu görüşü Taberi tercih etmiştir. Ebu'l-Aliye er-Reyahi'den
bu ayet-i kerime hakkında şöyle denilebileceği nakledilmektedir: İstiva etti,
yükseldi anlamındadır. el-Beyhaki der ki:
Bundan kastı -doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır- emrinin yücelmesi, yükselmesidir. Bu da kendisinden
semanın yaratıldığı suyun buharıdır.
İstiva edenin
(yükselenin) duman olduğu da söylenmiştir. İbn Atiyye der ki: Ancak kullanılan
ifadeler buna uygun değildir. Bunun anlamının istila etmek, kuşatmak olduğu da
söylenmiştir. Şairin şu sözlerinde olduğu gibi: "Bişr Irak'ı istila etti
(istiva) Kılıçsız ve kan akıtmaksızın."
İbn Atiyye der ki: Böyle
bir açıklama Allah'ın: ''Rahman (olan Allah) Arşın üzerine istiva etti"
(Taha, 5) buyruğu hakkında uygundur.
Ben derim ki: Bundan
önce el-Ferra'nın görüşünü açıklarken (...) edatlarının aynı anlama geldiğine
işaret edilmişti.
Bu konuya dair daha
fazla bilgiler Yüce Allah'ın izniyle A'raf suresinde gelecektir.
Bu ve benzeri ayetlerde
kural, hareketin ve bir yerden başka bir yere intikalin sözkonusu olmamasıdır.
(Yani hareket ve intikal anlamını verecek şekilde açıklamalarda bulunmamaktır.)
6- Önce Yaratılan Yer
midir, Gök müdür?
Bu ayet-i kerimeden Yüce
Allah'ın yeri gökten önce yarattığı anlamı çıkmaktadır. Aynı şekilde Ha-Mim
es-Secde süresinden de anlaşılan budur. (bk. Fussilet, 9-12) en-Naziat
süresinde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 'Sizi yaratmak mı daha zordur,
yoksa gök mü; onu bina etmiştir .. "(en-Naziat, 27) buyruğunda önce
semanın yaratılışını sözkonusu etti, daha sonra da yer hakkında şöyle buyurdu:
"Bundan sonra da yeri yayıp döşedi. "(en-Naziat, 30) Bu buyruklara
göre de gök sanki yerden önce yaratılmış gibidir. Yüce Allah bir başka yerde de
şöyle buyurmaktadır: "Hamd gökleri ve yeri yaratan ... Allah'ındır.
"(el-En'am, 1) Katade'nin görüşünce sema yaratılmıştır. Bu görüşü Taberi
ondan nakletmektedir. Mücahid ve onun dışındaki diğer müfessirler ise şöyle
demiştir: Yüce Allah Arşının üzerinde bulunduğu suyu kuruttu. Orayı yer olarak
halketti. Bu sudan bir duman çıktı ve yükseldi. Bunu da sema (gök) olarak
yarattı. Böylelikle yerin yaratılması gökten önce gerçekleşmiş oldu. Daha sonra
emrini semaya yönelterek onları yedi sema halinde düzenledi. Bundan sonra ise,
yeryüzünü yayıp genişletti. Çünkü ilk yarattığında henüz yayılmış ve
genişletilmiş bir halde değildi.
Derim ki: Yüce Allah'ın
izniyle Katade'nin görüşünün doğruluğu açıkça ortadadır. Bu görüşe göre Yüce
Allah, önce semanın dumanını, sonra da yeri halketti, sonra da göğe -henüz
duman halinde iken- yöneldi ve orayı düzenledi. Bundan sonra da yeri genişletip
yaydı.
Dumanın yerden önce
yaratılmış olduğunu gösteren hususlardan birisi de es-Süddi'nin Ebu Malik ve
Ebu Salih'ten, onun İbn Abbas'tan, ayrıca Murre el-Hemdani'nin İbn Mesud'dan ve
Resulullah (s.a.v.)'ın bir grup ashabından, Yüce Allah'ın: "Yerde ne varsa
hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe yönelip de onları yedi gök halinde
düzenledi" buyruğu ile ilgili açıklamalarını aktararak dedi ki: Şanı Yüce
Allah'ın Arşı su üstünde idi. Sudan önce hiçbir şey yaratmadı. Allah
yaratıkları yaratmayı murad edince sudan bir duman çıkarttı ve bu duman suyun
üstünde yükseldi (sema). O bakımdan ona 'sema" adını verdi. Daha sonra suyu
kuruttu, onu tek bir arz halinde yarattı. Sonra bu arzı birbirinden ayırarak
iki günde, pazar ve pazartesi günlerinde yedi arz haline getirdi. Arzı balık
üstüne koydu. -Balık ise, şanı Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de: ''Nun. Ve
Kalemle, yazmakta olduklarına yemin olsun" (el-Kalem, 1) buyruğunda sözü
geçen "nun "dur. Balık su içerisindedir, su da dümdüz bir kayalık
üstündedir. Dümdüz kayalık da bir meleğin sırtı üzerindedir. Melek bir başka
kayanın üstündedir. Kaya ise, rüzgara maruzdur. Burada sözü geçen kaya, Lukman
süresinde kendisinden söz edilen ve yerde de gökte de olmayan kayadır. (Bk.
Lukman, 16) Balık harekete geçti ve kıpırdadı. O bakımdan yer de sarsıldı.
Allah yere dağları bırakınca yer kararını buldu. O bakımdan dağlar yere karşı
öğünür. İşte Yüce Allah'ın şu buyruğunda kastedilen budur: "O sizi
çalkalayıp sallar diye yeryüzünde sağlam dağlar .... bıraktı. "(en-Nahl,
15; Lukman, 10)
Allah yerde dağları,
orada yaşayacak olanların gıdalarını yerin ağaçlarını ve orası için gerekli
olanları da iki günde, yani salı ve çarşamba günlerinde yarattı. İşte Yüce
Allah şu buyruklarında bunu anlatmaktadır: "De ki: Siz ikigünde
yeriyaratan Allah'ı inkar ediyor ve O'na ortaklar koşuyor musunuz? işte O
alemlerin Rabbidir. Ve orda üstünden sabit dağlar yarattı. Orda bereketler
kıldı ve gıdalarını takdir etti. Bütün bunları soranlar için müsavi olarak dört
günde yaptı. "(Fussilet, 9-10) Yani soran kimseler bilsin ki durum işte
böyledir. "Sonra semaya yöneldi. O vakit o duman halinde idi.
"(Fussilet, 11) Sözü geçen bu duman ise, suyun teneffüs etmesi ile
(buharlaşması) ile meydana gelmiştir. Allah ondan sonra (buharın yükselmesi
sonucu) bir tek sema halinde göğü yarattı. Sonra onu ayırarak iki günde,
Perşembe ve Cuma günlerinde yedi sema haline getirdi. Cuma gününe bu ismin
veriliş sebebi ise, göklerin ve yerin yaratılışının bu günde tamamlanmasıdır.
"Ve her bir gökte
de ona ait olan emri vahyetti." (Fussilet, 12) Yani her bir sema da oraya
has olan melekleri yarattı. Yerde de bulunan dağları, denizleri, dolu ve
bilinmeyen daha pek çok şeyleri varetti. Sonra dünya semasını yıldızlarla
süsledi. Bu yıldızları hem bir süs hem de şeytanlara karşı bir koruma aracı
kıldı. Yüce Allah dilediğini yaratmayı bitirdikten sonra bu sefer Arşa istiva
etti. İşte buna da Yüce Allah'ın şu buyruğu işaretetmektedir:
"Gökleri ve yeri
altıgünde yarattı. "(el-A'raf, 54; Yunus, 3 ... ) Yine Yüce Allah bir
başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Göklerle yer bitişik idi de Biz onları
ayırdık. "(el-Enbiya, 30) Daha sonra (ravi) Adem (a.s)'ın yaratılışını
yine bu sürede Yüce Allah'ın izniyle açıklanacak şekilde zikretti.
Veki:, el-A'meş'ten, o
Ebu Zabyan'dan, o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Yüce
Allah'ın ilk yarattığı şey "kalem"dir. Ona: Yaz, diye buyurdu. Kalem:
Rabbim neyi yazayım? diye sordu. Yüce Allah: Kaderi yaz, diye buyurdu. Kalem o
günden Kıyamet gününe kadar meydana gelecek herşeyi yazdı. Bundan sonra Yüce
Allah "Nun"u yarattı ve onun üzerinde arzı yayıp döşedi. Suyun buharı
yükseldi ve ondan semavatı ayırdı. Nun, çalkandı, bunun üzerine yer de
sarsıldı, dağlarla sağlamlaştırıldı, yere sebat verildi. O bakımdan dağlar
Kıyamet gününe kadar yere karşı övünürler.
Bu rivayette ise, yerin
yaratılışı (ayet-i kerimede) duman diye ifade edilen su buharının yükselişinden
önce sözkonusu edilmektedir. Ancak yine İbn Abbas'tan ve başkalarından gelen
ilk rivayet daha uygundur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bundan
sonra da yeri yayıp döşedi" (en-Naziat, 30) Allah neyi nasıl yarattığını
en iyi bilendir. Konu ile ilgili görüşler farklı farklı bize kadar gelmiştir.
Ve bu konuda ictihada yer yoktur.
Ebu Nuaym'ın Ka'b
el-Ahbar'dan naklettiğine göre İblis, bütün arzı sırtında taşıyan balığın içine
doğru nüfuz etti, onun kalbine vesvese verdi, dedi ki: Ey Lusiya, senin
sırtında ne kadar ümmet, ne kadar ağaç, ne kadar canlı hayvan, ne kadar insan,
ne kadar dağ bulunduğunu biliyor musun? Eğer sen onları bir silkeleyecek
olursan bunların hepsini sırtından bırakırsın. Bunun üzerine Lusiya bunu yapmak
istedi. Allah bir hayvan varetti ve bu onun burun deliğine girdi. Bundan dolayı
Allah'a dua etti yalvardı ve bu hayvan burun deliğinden çıktı. Ka'b der ki:
Nefsim elinde olana yemin ederim. Bu hayvan balığın önünde durmakta o ona öteki
buna bakmaktadır. Eğer balık böyle birşey yapmak isteyecek olursa tekrar o yere
geri gider.
7- Yaratıkların Aslı:
Bütün eşyanın asıl
yaratıldıkları şey sudur. Çünkü İbn Mace'nin Sünen'inde ve Ebu Hatim
el-Büsti'nin Sahih Müsned'inde kaydettiğine göre, Ebu Hureyre şöyle demiştir:
Ey Allah'ın Resulü dedim, seni görünce nefsim hoş olur, gözüm aydın olur. Sen
bana herşeyin haberini ver. Hz. Peygamber: "Herşey sudan yaratıldı."
diye buyurdu. Ben: İşlediğim takdirde kendisi vasıtasıyla cennete girmeme sebep
olacak birşeyi bana bildir, dedim. Şöyle buyurdu: "Yemek yedir, selamı
yaygınlaştır, akrabalık bağlarını gözet, insanlar uyurken sen kalk (namaz kıl),
esenlikle cennete girersin."
Ebu Hatim dedi ki: Ebu
Hureyre: "Bana herşeyden haber ver" sözü ile: Sudan yaratılmış her
şeye dair haber ver, demek istemiştir. Bunun doğruluğuna delil ise, -henüz
yaratılmamış olsa dahi-: "herşeyi sudan yaratmıştır" şeklinde cevap
vermesidir.
Said b. Cübeyr'in
rivayetine göre İbn Abbas, Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu naklederdi:
"Yüce Allah'ın ilkyarattığı şey kalemdir. Ona emir verdi, o da olacak
herşeyi yazdı." Aynı buyruk, Ubade b. es-Samit'den merfu olarak da rivayet
edilmektedir. el-Beyhaki der ki: İlk yarattığı şeyden kastı -doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır ya- su, rüzgar ve Arştan sonra ilk yarattığı şey "kalemdir"
şeklinde olmalıdır. Bu ise İmran b. Husayn'ın rivayet ettiği hadisten açıkça
anlaşılan bir husustur. Kalemin yaratılmasından sonra ise gökleri ve yeri
yaratmıştır.
Abdürrezzak b. Ömer b.
Habib el-Mekki, Humeyd b. Kays el-A'rec'den, o Tavus'tan rivayetle dedi ki:
Adamın biri Abdullah b. Amr b. el-As'a gelip:
Yaratıklar neden
yaratılmıştır? diye sordu, o da şöyle dedi: Sudan, aydınlıktan, karanlıktan,
rüzgar ve topraktan. Peki bunlar neden yaratıldı? Abdullah:
Bilmiyorum, dedi. Tavus der
ki: Daha sonra aynı adam Abdullah b. ez-Zübeyr'e gitti, ona da aynı şeyleri
sordu. O da Abdullah b. Amr'ın söylediklerinin benzerini söyledi. Bu sefer adam
Abdullah b. Abbas'a gitti. Ona da aynı soruyu sorarak: Yaratıklar neden
yaratıldı? diye sordu. Abdullah b. Abbas şöyle dedi: Sudan, aydınlıktan,
karanlıktan, rüzgar ve topraktan. Adam yine:
Peki bütün bunlar neden
yaratıldı? diye sorunca Abdullah b. Abbas ona şu ayet-i kerimeyi okudu:
"Göklerde ve yerde bulunanların hepsini kendi (rahmeti)nden size müsahhar
kılmıştır. "(el-Casiye, 43) Bunun üzerine adam şöyle dedi: Böyle bir
cevabı ancak Peygamber (s.a.v.)'ın Ehl-i Beytinden olan bir adam verebilirdi.
el-Beyhaki der ki: (İbn
Abbas) bununla herşeyin O'nun tarafından yaratıldığını anlatmak istemiştir.
Yani herşeyi O yaratmış, O yoktan varetmiş ve O icad etmiştir. Önce suyu
yarattı. Veya suyu ve yaratmak istediği şeyleri yarattı. Bunları herhangi bir
asli madde veya malzemeden yaratmadığı gibi önceden herhangi bir örneğe göre de
yaratmış değildir. Daha sonra da suyu bilahare yaratılan şeylerin aslı kıldı.
Yoktan vareden O'dur. Herşeyin yaratıcısı O'dur. O'ndan başka ilah yoktur.
O'ndan başka yaratıcı yoktur. O her türlü eksiklikten münezzehtir, yücedir,
azizdir.
8- Gökler:
"Onları yedi gök
halinde düzenledi" buyruğunda Yüce Allah, göklerin yedi tane olduğunu
sözkonusu etmektedir. Kur'an-ı Kerim'de yerin sayısı ile ilgili olarak tevil
ihtimali bulunmayan açıkça yerin sayısını belirten sadece Yüce Allah'ın şu
buyruğudur: ''Allah yedi göğü ve yerden de onlar gibisini yaratandır.
"(et-Talak, 12) Ancak bu buyruk hakkında da farklı görüşler vardır.
"Yerden onlar gibisi"nden kasıt sayıca gökler gibi demektir,
denilmiştir. Çünkü, keyfiyet ve niteliklerin birbirlerinden farklı olduğu hem
gözlem ile hem de konu ile ilgili gelen haberlerde ortadadır. O halde buradan
kasıt, sayıca onlar gibi demektir. "Yerden de onlar gibi" buyruğundan
kasıt, yani kabalık ve sertlikleri itibariyle, oralarda bulunanlar itibariyle
onlar gibi, demek olduğu da söylenmiştir.
Bir başka görüşe göre
yerlerin sayısı yedi tanedir. Şu kadar var ki bunlar biribirlerinden
ayrılmamışlardır. Bu görüş ed-Davudi'ye nisbet edilmiştir. Doğrusu birinci
görüştür ve yerlerin de gökler gibi yedi tane olduğu şeklindedir. Müslim'in
rivayetine göre Said b. Zeyd şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle
buyururken dinledim: "Her kim haksızca yerden bir karış alacak olursa yedi
(kat) arza kadar olan kısmı onun boynuna dolanır." Hz. Aişe'den de bunun
benzeri bir hadis rivayet edilmiştir, ancak o hadiste "(...) ....a
kadar" yerine "(-min-) den" ifadesi yer almaktadır.
Ebu Hureyre'den gelen
rivayette ise şöyle denilmektedir: "Herhangi bir kimse hakkı olmayarak
yerden bir karış alacak olursa, mutlaka Yüce Allah Kıyamet gününde- yedi (kat)
arza kadar olan kısmını boynuna dolayacaktır. "
Nesai'nin rivayetine
göre, Ebu Said el-Hudri, Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu
nakletmektedir: Musa (a.s) dedi ki: Rabbim, bana kendisini söyleyerek Seni
anacağım ve kendisiyle sana dua edeceğim birşey öğret. Yüce Allah buyurdu ki:
"Ey Musa, la ilahe illallah" de. HZ. Musa dedi ki: Rabbim, Senin
bütün kulların bunu söylüyor. O zaman Yüce Allah şöyle buyurdu: "Sen la
ilahe illallah" de. Yine HZ. Musa şöyle buyurdu: Senden başka hiçbir ilah
yoktur, ancak ben bana özel birşey vermeni istiyorum. Yüce Allah şöyle buyurdu:
"Ey Musa, eğer yedi gök ve Benden başka onlarda bulunanlar ve yedi (kat)
arz bir kefeye konsa la ilahe illallah da öteki kefeye konsa la ilahe illallah
onlardan daha ağır basacaktır."
Tirmizi'nin rivayetine
göre de Ebu Hureyre şöyle demiştir: Allah'ın peygamberi ve ashab-ı kiram
birlikte otururlarken bir bulutun geldiğini görürler. Allah'ın peygamberi
(salat ve selam ona) şöyle buyurdu: "Bunun ne olduğunu biliyor
musunuz?" Ashab-ı kiram: Allah ve Resulu daha iyi bilir deyince Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: "Bu bulut, işte bunlar yerin sulayıcılarıdırlar.
Allah, bu bulutu kendisine şükretmeyen, kendisine de dua etmeyen bir topluluğun
bulunduğu yere sürükler. -Devamla Hz. Peygamber şöyle buyurdu-: üstünüzde neyin
olduğunu biliyor musunuz?" Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "üstünüzdeki
er-raki' (dünya seması)dır. Bu korunmuş bir tavan ve etrafı birleştirilmiş bir
dalgadır. Daha sonra şöyle sordu: Sizinle bu sema arasındaki uzaklığın ne kadar
olduğunu biliyormusunuz?" Ashab-! kiram: Allah ve Resulü daha iyi bilir,
dediler. Hz. Peygamber şöyle bUYHdu: "Sizinle bu sema arasında beşyüz
yıllık bir mesafe vardır." Sonra şöyle sordu: "Bunun da üstünde ne
olduğunu biliyor musunuz?" Ashab-ı kiram yine: Allah ve Resulü daha iyi
bilir dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bunun üstünde aralarında
beşyüzer yıllık mesafe bulunan iki sema daha vardır." Hz. Peygamber bu
şekildeki açıklamalarını yedi semaya kadar sürdürdü. Ve her iki sema arasındaki
uzaklık gök ile yer arasındaki uzaklık kadardır. Hz. Peygamber daha sonra şöyle
sordu: "Bunun da üstünde neyin olduğunu biliyor musunuz?" Onlar:
Allah ve Resulü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
"Bunun da üstünde Arş vardır. Arş ile sema arasında ise her iki sema
arasındaki uzaklık kadar vardır." Daha sonra şöyle buyurdu: "Peki
altınızda ne olduğunu biliyor musunuz?" Ashab-ı kiram: Allah ve Resulü
daha iyi bilir dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Altında bulunan
yerdir. Sonra şöyle dedi: Bunun da altında neyin olduğunu biliyor
musunuz?" Ashab-ı kiram: Allah ve Resulü daha iyi bilir, dediler. Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: Arzın altında diğer arz vardır ve ikisi arasında
beşyüz yıllık bir mesafe vardır." Hz. Peygamber bu şekilde yedi arz
sayıncaya kadar sözlerine devam etti ve her iki arz arasındaki uzaklığın beşyüz
yıllık olduğunu beyan buyurdu. "Muhammed'in canını elinde bulunduran
Allah'a yemin ederim. Eğer sizler en aşağı arza doğru bir iple sarkıtılacak
olursanız Allah'ın üzerine düşer" diye buyurduktan sonra Hz. Peygamber şu
ayet-i kerimeyi okudu: "O, hem ilktir, hem ahirdir. hem zahirdir, hem de
batındır. O, herşeyi en iyi bilendir.'' (el-Hadid, 3)
Ebu İsa (Tirmizi) der
ki: Resulullah (s.a.v.)'ın bu ayet-i kerimeyi okuması onun (düşmek ile)
Allah'ın ilmi, kudreti ve sultanı (O'nun egemenliği altında bulunan alanı)
üzerine düşmesini kastettiğini göstermektedir. Yani, Allah'ın ilmi, kudreti ve
sultanı her yerdedir. O Kitab-ı Kerim'inde kendi zatını nitelendirdiği şekilde
Arşı üzerindedir. (Yine Tirmizi) dedi ki: Bu hadis garib bir hadistir. el-Hasen
(hadisin ravilerinden birisİ), Ebu Hureyre'den hadis dinlememiştir.
Yerlerin sayısının yedi
olduğuna dair rivayetler pek çoktur. Bizim kaydettiğimiz bu rivayetler bu
konuda yeterlidir.
Ebu'd-Duha (ki adı
Müslim'dir) İbn Abbas'tan rivayet etmektedir: "Allah yedigöğü ve yerden de
onlar gibisiniyaratandır.'' (et-Talak, 12) buyruğu hakkında dedi ki: Yedi arz
yaratmıştır. Her birisinde sizin peygamberiniz gibi bir peygamber ve Adem gibi
bir Adem, Nuh gibi bir Nuh, İbrahim gibi bir İbrahim ve İsa gibi bir İsa
vardır. el-Beyhakı der ki: Bu rivayetin İbn Abbas'tan gelen senedi sahihtir.
Ancak bu başından itibaren şaz bir rivayettir.
Ebu'd-Duha'nın lehine
buna dair bir delil bilmiyorum. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
9- Sema:
"Yerde ne varsa
hepsini sizin için yaratan O'dur" anlamındaki buyruk, mübteda ve haberdir.
"ne" nasb mahallindedir. "hepsini'' Sibeveyh'e göre hal olarak
nasb edilmiştir. "sonra yönelip'' buyruğunu Necidliler kelimenin "yai"
olduğuna delalet etsin diye imale ile okurlar. Hicazlılar ise tefhim ile
okurlar. "yedı" kelimesi, "onları düzenledi" buyruğundaki
zamirden bedeldir. Yedi gök düzenledi, anlamındadır. "Aralarında yedi sema
düzenler" takdiri ile mef'ul olması da caizdir. Yüce Allah'ın: "Musa
kavmini(n arasından) yetmiş adam seçti" (el-A'raf, 155) buyruğunda olduğu
gibi. Bu açıklamaları en-Nehhas yapmıştır. el-Ahfeş ise hal olarak masb
edilmiştir, der. "O, herşeyi bilendir." Mübteda ve haberdir."O"
zamirinde asl olan "he" harfinin harekeli okunmasıdır. Sakin olunması
daha hafif olduğundandır.
''Sema" kelimesi
tekil ve müennes gelir. Onun müzekker bir kelime olarak gelmesi, istisnaidir.
el-Ahfeş'in görüşüne göre "semave" kelimesinin, ez-Zeccac'ın görüşüne
göre ise "semae" kelimesinin çoğuludur. Çoğulun çoğulu (cem'u'l-cem')
ise semavat ve semaat gelir. Buna göre "onları .. düzenledi" buyruğu
ya sema kelimesi çoğul olduğu için gelmiştir veya tekil olmakla birlikte cins
isim olduğundan dolayı bu şekilde çoğul gelmiştir. "Onları ....
düzenledi" buyruğu ise, satıhlarını pürüzsüz yaptı demektir. Onları
birbirine eşit ve eş kıldı, anlamında olduğu da söylenmiştir.
10- Herşeyi Yaratan,
Herşeyi Bilen:
"O, herşeyi
bilendir." Yani neyi yarattığını bilir ve herşeyi de O yaratmıştır. O
bakımdan O'nun herşeyi bildiğini kabul etmek gerekir. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Yaratan (Allah) bilmez mi?" (el-Mülk, 14) O ezeli,
tek ve kendi zatı ile kaim, kadim, ilmi ile bilgiye konu olan herşeyi bilendir
(alimdir) ve herşeyi bütün incelikleriyle bilendir (alimdir). Bu konuda
Mu'tezile Allah'ın alim olduğunu kabul edip bize uygun görüş belirtmekle
birlikte, alim olduğunu, herşeyi bütün incelik ve teferruatıyla bildiğini kabul
etmek konusunda bize muvafakat etmemişlerdir.
el-Cehmiyye der ki:
Allah herhangi bir yer ile kaim olmayan bir bilgi ile bilendir. Ancak Yüce
Allah bu sapık ve dalalet ehlinin görüşlerinden yücedir. Bu gibi kimselerin
görüşlerinin reddine dair açıklamalar "ed-Diyanat"a (çeşitli mezhep
ve fırkaların görüşlerine) dair yazılmış kitaplarda yer almaktadır. Diğer
taraftan Yüce Allah, kendi zatını ilim sahibi olmakla nitelendirirken şöyle
buyurmaktadır: "Fakat Allah sana indirdiğini kendi ilmiyle indirdiğine
dair şahitlik eder. Melekler de (buna) şehadet ederler. "(en-Nisa, 166);
"Bilin ki, muhakkak
o, Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. "(Hud, 14); "Ve Biz onlara karşı
herhalde bir bilgi ile anlatacağız. "(A'raf, 7) "O'nun ilmi dışında
hiçbir dişi ne hamile kalır ne de doğurur." (Fatır, 11); "Gaybın
anahtarları O'nun nezdindedir, O'ndan başka bunları kimse bilmez.
"(el-En'am, 59) ...
Şanı Yüce Allah'ın
ilminin ve diğer sıfatlarının sübutunu bu surede yer alan: "Allah size
kolaylık diler, güçlük dılemez" (el-Bakara, 185) buyruğunu açıklarken
-inşaallah- delilleriyle birlikte göstereceğiz.
el-Kisai ve Kalun,
Nafi'den eğer daha önce fa, yahut vav veya lam ya da (...): sonra bulunuyor
ise, (huve ve hiye) O (erkek ve dişi için) kelimelerinde yer alan
"ha" harfini sakin okumuştur. Ebu Amr da (...) dışındaki hallerde
böyle okumuştur. Ebu Avn el-Hulvani'den, o Kalun'dan bunlara ayrıca (...)
(Bakara, 282) buyruğundaki he'yi de sakin okumuştur. Diğerleri ise, bu
zamirlerdeki (erkek ve dişi "için o" zamirlerindeki) he'leri harekeli
okumuşlardır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN