BAKARA 285 / 286 |
آمَنَ
الرَّسُولُ
بِمَا
أُنزِلَ إِلَيْهِ
مِن
رَّبِّهِ
وَالْمُؤْمِنُونَ
كُلٌّ آمَنَ
بِاللّهِ
وَمَلآئِكَتِهِ
وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ
لاَ
نُفَرِّقُ
بَيْنَ
أَحَدٍ مِّن
رُّسُلِهِ
وَقَالُواْ
سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا
غُفْرَانَكَ
رَبَّنَا
وَإِلَيْكَ
الْمَصِيرُ {285} لاَ
يُكَلِّفُ اللّهُ
نَفْساً
إِلاَّ
وُسْعَهَا
لَهَا مَا
كَسَبَتْ
وَعَلَيْهَا
مَا
اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا
لاَ
تُؤَاخِذْنَا
إِن
نَّسِينَا
أَوْ
أَخْطَأْنَا
رَبَّنَا
وَلاَ
تَحْمِلْ عَلَيْنَا
إِصْراً
كَمَا
حَمَلْتَهُ
عَلَى
الَّذِينَ
مِن
قَبْلِنَا
رَبَّنَا
وَلاَ تُحَمِّلْنَا
مَا لاَ
طَاقَةَ
لَنَا بِهِ وَاعْفُ
عَنَّا
وَاغْفِرْ
لَنَا
وَارْحَمْنَا أَنتَ
مَوْلاَنَا
فَانصُرْنَا
عَلَى
الْقَوْمِ
الْكَافِرِينَ
{286} |
285.
Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene iman etti. Mü'minler de. Her biri
Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti.
Peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız. "Dinledik, itaat ettik.
Rabbimiz! Senden mağfiret dileriz ve dönüş ancak Sanadır" dediler.
286.
Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Kazandığı
kendisine, yaptığı da onun aleyhinedir. Rabbimiz unuttuk yahut yanıldıysak bizi
sorguya çekme! Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağır yük
yükleme! Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükletme! Bizi affet, bize
mağfiret buyur ve bize merhamet eyle! Sensin bizim mevlamız. Kafirler
topluluğuna karşı da bize yardım et!
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:
1- Bu Ayetlerin Nüzul Zamanı, Şekli ve
Manaları:
2- iman:
3- Huzuruna Varılacak Olan Allah'ı
Dinleyip itaat Etmek:
4- Allah'ın insanlara Teklifi:
5- Teklif-i ma la yutak (Güçten Fazlasının
Teklif Edilmesı):
6- Kazandıklarınız Lehinize veya
Aleyhinizedir:
7- Kulların Fiilleri Hakkında
Kullanılması Gereken Uygun Tabir:
8- Bu Ayetten Kısasa Dair Çıkartılan
Hükümler:
9- Unuttuk ya da Yanıldıysak Bizi
Sorgulama:
10- Ağır Yük:
11- Gücümüzden Fazlasını Yükleme:
1- Bu Ayetlerin Nüzul
Zamanı, Şekli ve Manaları:
Yüce Allah'ın:
"Peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti" buyruğu
el-Hasen, Mücahid ve ed-Dahhak'tan rivayet edildiğine göre bu ayet-i kerime(nin
nüzıllü) Mirac kıssasında sözkonusu olmuştur. İbn Abbas'tan gelen bazı
rivayetlerde de böyle belirtilmiştir. Bazıları da şöyle demiştir:
Kur'an-ı Kerim'in
tamamını Cebrail (a.s) Muhammed (s.a.v.)'a indirmiştir. Ancak bu ayet
müstesnadır. Peygamber (s.a.v.) Mirac gecesinde bu ayet-i kerimeyi bizzat
işitmiştir. Bazıları da: Mirac kıssasında böyle birşey olmamıştır, derler.
Çünkü Mirac gecesi Mekke'de olmuştur, bu süre ise bütünüyle Medine'de inmiştir.
Bunun mirac gecesi vahyolunduğunu söyleyenler olayı şöyle anlatırlar: Peygamber
(s.a.v.) miraca çıkıp semavatta Hz. Cebrail ile birlikte oldukça yüksek biryere
ulaştı. Nihayet es-Sidretu'I-Münteha'yı da geçince Cebrail ona: Ben ileri
geçemem. Senden başka da bu yeri geçme emri kimseye verilmiş değildir, dedi
Peygamber (s.a.v.) Yüce Allah'ın dilediği yere ulaşıncaya kadar orayı aşıp
gitti.
Hz. Cebrail ona: Rabbine
selam ver, diye işarette bulununca Peygamber (s.a.v.): Bütün selamlar, salatlar
ve iyi ameller (tayyibat) yalnız Allah'ındır, dedi. Yüce Allah da: Selam sana
ey Peygamber, Allah'ın rahmeti ve bereketleride (üzerine olsun), diye buyurdu.
Peygamber (s.a.v.) ümmetinin de bu selamdan bir pay sahibi olmasını
istediğinden şöyle buyurdu: Selam bize ve Allah'ın salih kullarına. Bunun
üzerine Hz. Cebrail ve bütün semavat ehli şöyle dediler: Şehadet ederim ki
Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın
kulu ve Resulüdür. Yüce Allah da ameli mükafatla karşılayacağı anlamında:
"Peygamber Rabbinden kendisine indirilene iman etti" yani tasdik etti,
diye buyurdu.
Peygamber (s.a.v.) bu
şeref "e fazilete ümmetinin de ortak olmasını istediğinden şöyle buyurdu:
"Mü'minler de her biri Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine iman etti. Peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız."
Yani onlar biz bütün peygamberlere iman ettik, derler. Onlardan herhangi
birisini inkar etmeyiz. Yahudilerle hıristiyanların ayrım gözettiği gibi ayrım
gözetmeyiz. Bunun üzerine Rabbi Hz. Peygamber'e: İndirmiş olduğum bir ayeti
kabulleri (karşılamaları) nasıl oldu? diye sordu. Bununla kastettiği ise:
''içinizdekini açıklasanız da gizleseniz de ... " buyruğudur. Rasülullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Dinledik, itaat ettik. Rabbimiz, Senden mağfiret
dileriz ve dönüş ancak sanadır dediler." Bunun üzerine Yüce Allah şöyle
buyurdu: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını
yüklemez." Yani takatinden başkasını yüklemez. Takatinden aşağısı diye de
açıklanmıştır. Hayır kabilinden "kazandığı kendisine" şer kabilinden
"yaptığı da onun aleyhinedir."
Bu sırada Cebrail şöyle
dedi: Dile, dileğin sana verilecektir. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Rabbimiz, unuttuk" yani bilmedik "yahut
yanıldıysak" yani kasten kötülük işlediysek "bizi sorguya
çekme."
Şöyle bir açıklama da
yapılmıştır: Eğer bizler unutarak veya hata işleyerek amel edersek bizi sorumlu
tutma. Cebrail ona: Bu, isteğin sana verilmiştir. ümmetinden hata ve unutma(nın
sorumluluğu) kaldırılmıştır. Başka birşey iste.
Hz. Peygamber şöyle
buyurdu: "Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağır yük
yükleme." Daha öncekilere Allah zulümleri sebebiyle hoş ve temiz şeyleri
haram kılmıştı.. Onlar geceleyin bir günah işledikleri vakit bunun kapıları
üzerine yazıldığını görürlerdi. üzerlerindeki namaz vakti sayısı elli idi.
Allah bu ümmetin yükünü hafifletti ve elli vakit namazı farz kıldıktan sonra
daha da aşağıya indirdi.
Daha sonra Hz. Peygamber
şöyle buyurdu: "Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme."
Şöyle demek istiyor: Altından kalkamayacağımız amelleri bizden isteyerek bize
ağırlık verme, o takdirde Sen bize azap edersin. Bize zor gelecek ameller
yükleme, anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü elli vakit namaz kılmaları
emrolunmuş olsaydı bunu yapabilirlerdi, fakat onlara zor ve ağır gelirdi. Bunu
devamlı kılmak gücüne sahip olamazlardı.
"Bize" bütün
bunlardan "günahlarımızı bağışla." Şu şekilde de açıklanmıştır:
"Bizi" meshten (başka yaratıklara dönüştürülmekten) "affet.
Bize" hasften (yerin dibine geçirilmekten) "mağfiret buyur. Ve bize"
kazften (gökten gelen azaptan) "merhameteyle." Çünkü geçmiş
ümmetlerin kimisine mesh, kimisine hasf, kimisine de kazf isabet etmişti.
Daha sonra şöyle
buyurmaktadır: "Sensin bizim mevlamız." Gerçek dostumuz ve
koruyucumuz. "Kafirler topluluğuna karşı da bize yardım et." Ve Hz.
Peygamber'in bu duası kabul buyuruldu.
Peygamber (s.a.v.)'dan:
"Bir aylık mesafeden korku ile bana yardım olundu" dediği rivayet
edilmiştir. Denildiğine göre gaziler ihlaslı bir niyet ile yurtlarından çıkıp
savaş davullarını vurduklarında dört bir yandan bir aylık mesafe uzaklıkta
kafirlerin kalplerine korku ve heybet düşer. Onların savaşa çıktıklarını ister
bilsinler, ister bilmesinler.
Daha sonra Peygamber
(s.a.v.), miracdan geri dönünce ümmetine bunu bildirsin diye bu ayet-i
kerimeleri Yüce Allah vahiy yoluyla indirdi.
Bu ayet-i kerimenin bir
başka tefsiri daha vardır. ez-Zeccac der ki: Yüce Allah bu sürede namazın ve
zekatın farz olduğunu zikredip haccın hükümlerini, ay halinin, boşamanın,
ila'nın hükümlerini beyan edip peygamberlerin kıssalarını anlatıp faizin de
hükmünü açıkladıktan sonra: "Göklerde ne var yerde ne varsa Allah
indır" diyerek kendi azametini sözkonusu etti. Daha sonra Peygamberinin
tasdikini, arkasından da mü'minlerin bütün bunları tasdikini sözkonusu ederek:
"Ve Peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti ... " diye
buyurdu. Yani Allah'ın Rasülü sözü geçen bütün bunları tasdik etti. Aynı
şekilde mü'minlerin hepsi de Allah'ı, meleklerini, kitaplarını ve rasullerini
tasdik etti.
Bu Ayetin Nüzul
Sebebi:
Denildiğine göre bu
ayet-i kerimenin nüzul sebebi, ondan önce yer alan:
"Göklerde ne var
yerde ne varsa (hepsi) Allah'ındır. içinizdekini açıklasanız da gizleseniz de
Allah onunla sizi hesaba çeker. Kime dilerse mağfiret eder, kimi dilerse de
azaplandırır. Allah herşeye kadirdir" (mealindeki) ayeti kerimesidir. Bu
buyruk, Peygamber (s.a.v.)'a indirilince durum Resulullah (s.a.v.)'ın ashabına
çok ağır geldi. Resulullah (s.a.v.)'ın yanına gelip dizleri üstüne çöktüler ve:
Ey Allah'ın Resulü dediler. Namaz, oruç, cihad, sadaka gibi gücümüzün yettiği
amellerle mükellef tutulduk. Allah bize bu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu. Biz
bunun altından kalkamıyoruz. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Sizler de sizden önceki iki kitap ehli gibi dinledik ve isyan ettik, mi
demek istiyorsunuz? Bunun yerine: Dinledik itaat ettik. Rabbimiz, Senden
mağfiret dileriz. Ve dönüş ancak Sanadır" deyiniz. Onlar da: Dinledik,
itaat ettik, Rabbimiz senden mağfiret dileriz ve dönüş ancak sanadır"
dediler. Bu buyrukları okumaya başlayınca dilleri buna alıştı. (İtaate boyun
eğdi). Bunun akabinde de Yüce Allah: "O peygamber kendisine Rabbinden
indirilene iman etti. Mü'minler de. Her biri Allah'a, O'nun meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine iman etti. Peygamberlerinden hiç birini diğerinden
ayırmayız. Dinledik itaat ettik. Rabbimiz Senden mağfiret dileriz ve dönüş
ancak Sanadır, dediler" buyruğunu indirdi. Onlar bunu yapınca Yüce Allah
(az önce sözü geçen) o ayeti neshederek şu buyruğu inzal buyurdu: "Allah
hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Kazandığı kendisine
yaptığı da onun aleyhinedir. Rabbimiz, unuttuk ya da yanıldıysak bizi sorguya
çekme." Yüce Allah: "Evet, (öyle yapacağım)" diye buyurdu.
"Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağıryükyükleme!"
Yüce Allah: "Evet (öyle yapacağım)" diye buyurdu. "Rabbimiz, güç
yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme" Yüce Allah: "Evet (öyle
yapacağım)" diye buyurdu. "Bizi affet, bize mağfiret buyur ve bize
merhamet eyle. Sensin bizim mevlamız, kafirler topluluğuna karşı da bize yardım
et." Yüce Allah: "Evet (yapacağım)" diye buyurdu. Bu hadisi
Müslim, Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir.
İlim adamlarımız der ki:
Hadisin bundan önce kaydedilen rivayetinde "evet yaptım" (el-Bakara,
284. ayet 1. başlıkta) denilmesi, burada ise "evet" diye buyurulması
hadis-i şerifin mana yoluyla nakledilebileceğine delildir. Buna dair
açıklamalar önceden geçmiştir.
Nihayet ashab: Dinledik
ve itaat ettik, demeye koyulunca Yüce Allah bu ayet-i kerimede onları övdü ve
güzel bir şekilde onlardan söz etti. İçlerinden geçirecekleri düşünceler
hususundaki zorluğu da kaldırdı. İşte bu da itaatin ve yalnızca Allah'a
bağlanmanın meyvesidir. İsrailoğulları hakkında ise bunun tam zıddı sözkonusu
olmuştur. Onlar yerilmiş, zillet. miskinlik, topraklarından sürülme gibi
oldukça zorluklarla maruz bırakılmıştır. Çünkü onlar: İşittik ve isyan ettik
demişlerdi. İşte bu da isyanın Allah'a karşı diklenmenin sonucudur. Allah lütuf
ve keremiyle bizleri intikamından azabından, muhafaza buyursun.
Hadis-i şerifte
nakledildiğine göre Peygamber (s.a.v.)'a şöyle denilmiş: Sabit b. Kays b.
Şemmas'ın evi her gece kandillerle aydınlatılıyor. O: "Herhalde Bakara
Süresi'ni okuyor olmalıdır" diye buyurdu. Sabit'e durum sorulunca şöyle
dedi: Bakara Süresi'nden "Amenerrasülü ... "yü okudum. Bu buyruk,
Peygamber (s.a.v.)'ın ashab-ı kiramı, Allah'ın kendilerine vedettiği şekilde
içlerinde gizlediklerinden dolayı hesaba çekilecekleri bildirilince, bunun
kendilerine ağır gelmesi üzerine nazil oldu. Onlar bunun kendilerine ağır
geldiğinden Peygamber (s.a.v.)'a şikayette bulununca o da şöyle dedi:
"Galiba sizler İsrailoğullarının söylediği gibi işittik ve isyan ettik
diyeceksiniz." Onlar, hayır işittik ve itaat ettik, dediler. Bunun üzerine
Yüce Allah onları övmek üzere: "O peygamber kendisine Rabbinden indirilene
iman etti..." buyruğunu indirdi. Peygamber (s.a.v.) da; "Zaten onlara
iman etmek yaraşır" diye buyurdu. (Müstedrek, II, 315)
2- iman:
Yüce Allah'ın:
"İman etti" buyruğu tasdik etti, demektir. Buna dair açıklamalar
önceden geçmiştir.
İndirilen ise Kur'an-ı
Kerim'dir. İbn Mes'ud da: "Mü'minler de her biri Allah'a ... iman
ettiler" buyruğunu: "Mü'minler de iman etti, her biri Allah'a ....
iman etti" diye okumuştur. Bunun Kur'an-ı Kerim'den başka anlamına göre
"iman ettiler" diye çoğul olarak okunması caizdir. Nafi', İbn Kesir
ve Ebu Bekr'in rivayetinde Asım ile İbn Amir "Kitaplarına diye çoğul
olarak okumuşlardır. Ancak et- Tahrim Süresi'nde (12. ayette) tekil olarak
"kitabına" anlamında: (...) diye okumuşlardır. Ebu Amr ise, hem
burada hem de et-Tahrim Süresi'nde çoğul olarak "kitaplarına" diye
okumuştur. Hamza ve el-Kisai, her iki yerde de tekil olarak
"Kitabına" diye okumuşlardır.
Çoğul okuyan kimse
"kitap" kelimesinin çoğulunu kasteder. Tekil okuyan ise Allah
tarafından indirilmiş bulunan yazılı her şeyi ifade eden masdarı kastetmiş
olur. Yine tekil okuyanların okuyuşuna göre çoğulun kastedilmesi de mümkündür.
O takdirde "el-Kitap" cins ismi olur ve böylelikle her iki kıraat
birbirine eşit olur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah
peygamberleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdi ve beraberlerinde
... kitabı indirdi. "(el-Bakara, 213)
Çoğunluk "sin"
harfini ötreli olarak "Peygamberlerine" diye okumuşlardır. Kur'an-ı
Kerim'de geçen çoğul olarak: "Peygamberlerimiz, peygamberleriniz,
peygamberlerin" buyruğunu da bu şekilde (yani "sin" harfini
ötreli olarak) okumuşlardır. Ancak Ebu Amr'dan, onun "Peygamberlerimiz.
peygamberleriniz"i "sin" harfini sakin olarak okuduğu rivayet
edilmiştir.
"Peygamberlerin"
kelimesini ise hem ötreli hem de sakin olarak okuduğu rivayet edilmiştir.
Ebu Ali der ki:
"peygamberlerin" buyruğunu ötreli olarak okuyanların okuyuşu,
kelimenin aslına uygundur. Bunu sakin olarak okuyan kimse ise benzer şekilde
fakat tekil kelimeleri sakin okuduğu gibi okur. (...): Boyun, çadırı kazığa
bağlayan ip, kelimelerinde olduğu gibi. Tekil kelimeler bu şekilde sakin
okunduğuna göre daha ağır olan çoğul kelimelerin de böyle olması daha uygundur.
Mekki de bu anlamda
açıklamalarda bulunmuştur. İnsanların cumhuru (çoğunluğu) "nun" harfi
ile: "Ayırmayız" diye okumuşlardır. Yani ayırmayız derler, demektir.
Burada "demek" hazfedilmiştir. Bu kelimenin hazfi çokça rastlanılan
bir durumdur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Melekler de her kapıdan
onların yanına girip .. selam sizlere ...'' (er-Rad, 23) Yani selam sizlere
derler demektir. Yine: "Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler.
Rabbimiz Sen bunları boşuna yaratmadın. "(Al-i İmran, 191). Yani, Rabbimiz
.. derler, demektir. Ve buna benzer diğer buyruklarda da böyledir.
Said b. Cübeyr, Yahya b.
Ya'mer, Ebu Zür'a b. Amr b. Cerir ve Yakub ise "ya" harfiyle: (...):
Hiç biri ayırım gözetmez, anlamında okumuşlardır. Harun der ki: Bu kelime, İbn
Mes'ud'un kıraatinde (...): Ayrım gözetmezler" şeklindedir.
Yüce Allah'ın burada:
(...): Hiç birini diğerinden" diye tekil olarak "hiç birilerini"
anlamına gelecek şekilde: (...) diye çoğul buyurulmaması "hiçbir"in
aynı şekilde tekili de çoğulu da kapsaması dolayısıyladır. Nitekim Yüce Allah
bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "O zaman da sizden hiç bir kimse
ondan bunu engelleyiciler olamazsınız. "(el-Hakka, 47) Burada
"engelleyiciler" "kimse"nin sıfatıdır. Çünkü bu kelime
çoğul anlamını ifade etmektedir. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmaktadır:
"Ganimetler siyah başlı olup da sizden başka kimseye helal kılınmış
değildir'' diye buyurmuştur. Ru'be de şöyle demektedir: "insanların işleri
senin itaatine göre düzenlenirse Senden başka kimseden korkmazlar."
Bu ayet-i kerimenin
anlamı da şudur: Mü'minler bir kısmına iman edip bir kısmını inkar eden yahudi
ve hıristiyanlar gibi değildir.
3- Huzuruna Varılacak
Olan Allah'ı Dinleyip itaat Etmek:
Yüce Allah'ın:
"Dinledik, itaat ettik .. dediler" buyruğunda bir hazif vardır.
Bizler kabul edenlerin işitmesi gibi işittik, demektir. "işittik"
kelimesinin "kabul ettik" anlamında olduğu da söylenmiştir. Nitekim:
"Allah kendisine hamdedeni işitti" denildiği vakit "onun hamdini
kabul etti" denilmektedir. O takdirde bu buyrukta hazf sözkonusu değildir.
Kısacası, bu sözü söyleyenin öğülmüş olmasını gerektirmektedir. itaat, verilen
emri kabul etmek demektir.
"Senden mağfiret
dileriz": anlamındaki buyruğu "küfran ve hüsran" gibi bir
masdardır. Bu buyrukta amil olan ise mukadder bir fiildir. Bunun takdiri ise bize
mağfiretini ihsan et (anlamında: ''(...) şeklindedir. Bu açıklamayı ez-Zeccac
yapmıştır. Başkaları ise takdiri: Senden mağfiretini isteriz (anlamında: (...)
şeklindedir, derler.
"Dönüş ancak
Sanadır" buyruğu ise öldükten sonra dirilmeyi ve Yüce Allah'ın huzurunda
durmayı ikrar ve kabulü ifade eder. Bu ayet-i kerime nazil olunca Hz.
Cebrail'in Peygamber (s.a.v.)'e: "Allah sana ve ümmetine övgüde
bulunmaktadır. Dilekte bulun sana verilecektir" dedi, bunun üzerine
sürenin sonuna kadar bulunan buyruklarla dileğini ifade etti.
4- Allah'ın insanlara
Teklifi:
Yüce Allah'ın:
"Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez"
buyruğunda geçen teklif: insana zor ve ağır gelen şeyi emretmek, demektir. Tekellüf
zor olan bir işin altına girmek, onu omuzlamaya çalışmak demektir. Bu
açıklamaları el-Cevherı nakletmiştir.
Gücün yetmesi (el-Vus'):
Takat ve imkan anlamındadır.
Bu, kat'ı bir haberdir.
Yüce Allah, bu ayetin nüzülünden itibaren, ister kalbin ister azaların yerine
getireceği türden olsun, kullarını mükellef tutacağı her bir amelin, mutlaka
mükellefin gücü çerçevesinde, idrak ve bünyesinin kaldırabileceği boyutlarda
olacağını açıkça nassa bağlamaktadır. işte bu buyruk ile müslümanların içlerinden
geçip giden duygular ile ilgili kanaatlerinden dolayı içine düştükleri sıkıntı
açılmış oldu.
Ebu Hureyre (r.a)'ın
naklettiği de bu ayet-i kerimenin anlamını ifade eder. O der ki: Cafer b. Ebi
Talib müstesna hiçbir kimsenin annesinin beni doğurmuş olmasını arzulamış
değilim. Bir gün aç olduğum halde Cafer'in arkasından gidiyordum. Evine
,-arınca evinde etrafında ufak tefek artıklar kalmış bir yağ tulumundan başka
birşey bulamadı. Onu önümde yardı. Onda bulunan yağı ve kaynatılmış hurma
pekmezini sıyırmaya başladık. Bu arada şu beyiti okuyordu: "Allah hiçbir
kimseye gücünden fazlasını yüklememiştir Ve hiçbir kimse cömertlik edip elinden
bulunandan başkasını veremez."
5- Teklif-i ma la
yutak (Güçten Fazlasının Teklif Edilmesı):
İnsanlar dünya ahkamı
hususunda güç yetirilemeyen şeylerin teklif edilmesinin caiz olup olmadığı
hususunda farklı görüşlere sahiptir. Bununla birlikte şeriatte böyle bir
mükellefiyetin bulunmadığını ve bu ayet-i kerimenin de böyle bir teklifin
olmadığını ilan ettiğini ittifakla kabul ederler.
Ebu'l-Hasan el-Eş'ari ve
kelamcılardan bir topluluk şöyle demektedir: Güç yetirilemeyen teklif aklen
caizdir (mümkündür) ve bu şeriatin öngördüğü akaid esaslarından herhangi bir
şeye aykırı düşmez. Böyle bir teklif (olduğu takdirde) mükellefin azab
edilmesine ve bunun kat'ı olacağına bir emare olur. Buna benzer bir teklif ise
Suret yapanların (hadis-i şerifte belirtildiği şekilde) bir arpayı düğümlemekle
mükellef tutulması buna benzer.
Bunun caiz olduğunu
kabul edenler Muhammed (s.a.v.)'ın risaletinde vaki olup olmadığı hususunda
farklı görüşlere sahiptirler. Bir kesim bu Ebu Leheb olayında gerçekleşmiştir.
Çünkü ona şeriatin bütününe iman etme teklif edildiği halde; yine Şeriatin bir
hükmü ile onun iman etmeyeceği bildirilmiştir. Çünkü onun hakkında iki elinin
kuruması ve cehennemi boylaması hükmü verilmiştir. Bu ise onun iman etmeyeceği
anlamına gelir. Bir taraftan o iman etmekle mükellef tutulurken, diğer taraftan
etmemekle mükellef tutulmuştur.
Bir kesim de şöyle
demiştir: Böyle birşey katiyyen vaki olmamıştır. Bu konuda icma olduğu da
nakledilmiştir. Yüce Allah'ın: "Alevli bir ateşe girecektir" (Tebbet,
3) buyruğu eğer bu haliyle ölürse böyle olacaktır, anlamındadır. Bunu da İbn
Atiyye nakletmiştir.
"Teklif etmek"
fiili iki mef'ule taaddı eder (geçiş yapar). Bunlardan bir tanesi mahzuftur.
Bunun takdiri de bir ibadet veya bir şeyolabilir. Şanı Yüce Allah, bizim
üzerimizdeki lütuf ve in'amı ile bize tek kişinin on kişiye karşı sebat
göstermesi, insanın vatanından hicret edip çıkması, ailesinden vatan ve
alışkanlıklarından ayrılması gibi ağır ve zor şeylerle mükellef tutsa bile,
hiçbir zaman oldukça ağır gelen meşakkatli işlerle acı ve ıstırap veren
şeylerle -bizden öncekileri kendilerini öldürmek, elbise ve tenlerinde sidiğin
değdiği yerleri kesmek gibi mükellefiyetlerle- yüklü tutmamıştır Aksine bizim
için kolaylaştırmış, bize acımış, üzerimizden ağırlıkları ve bizden öncekilerin
boynuna koymuş olduğu prangaları kaldırmıştır. O bakımdan Allah'a hamdederiz,
minnet O'nadır, lütuf ve nimet O'ndandır
6- Kazandıklarınız
Lehinize veya Aleyhinizedir:
Yüce Allah'ın:
"Kazandığı kendisine yaptığı da onun aleyhinedir" buyruğunda hasenat
ve seyyiatı kastetmektedir Bu açıklamayı es-Süddi yapmıştır. Müfessirlerden bir
topluluk da bu görüştedir ve bu konuda aralarında görüş ayrılığı yoktur Bunu da
İbn Atiyye belirtmiştir. Bu buyruk, Yüce Allah'ın: ''Hiçbir yük yüklenici bir
diğerinin yükünü yüklenmez ... " (el-En'am, 164); ''Herkesin kazandığı
yalnız kendi aleyhinedir" (el-En'am, 164) buyruğuna benzemektedir.
İnsanın iradesi
olmaksızın içinden gelip geçen duygular ve benzeri şeyler ise, insanın
kazandığı şeyler arasında yer almaz. Hasenat ile ilgili tabir, onları kazanınca
insan sevinip neş'elendiğinden dolayı "Kendisine, lehine" diye gelmiştir.
Ve böylelikle bunlar adeta onun mülkiyetine izafe edilmektedir. Seyyiatı ifade
etmek için ise ağırlıklar, ağır yükler ve zor taşınabilir şeyler oldukları için
(...): Aleyhinedir" tabiri kullanılmıştır. Bu, kişinin; Benim malım vardır
ve üzerimde borç vardır" demesine benzer "Kazanmak" fiili
değişik kalıplarda kullanılmak suretiyle sözün akışına da güzellik
kazandırılmıştır Tıpkı: ''Bundan ötürü o kafirlere mühlet ver. Onlara azıcık
bir mühlet ver" (et-Tarık, 17) buyruğunda olduğu gibi
İbn Atiyye der ki; Bu
buyruktan ben şunu anlıyorum: Hasenat, herhangi bir zorlanma ve sıkıntı
olmaksızın kazanılan şeyler arasında yer alır Çünkü bunları kazanan kimse, Yüce
Allah'ın tesbit ettiği yolun ve şeriatinin çizgisi üzerindedir Seyyiat ise
mübalağa ifade eden bir kip ile kullanılarak, zorlukla kazanıldığına işaret
edilmek istenmektedir. Çünkü bu günahları kazanan kimse, Yüce Allah'ın yasak
perdesini delmekte, bu perdeyi aşarak günahlara ulaşmaktadır. İşte böyle bir
anlam dolayısıyla bu ayet-i kerimede aynı fiilin farklı şekilde gelmesi
gerçekten güzeldir.
7- Kulların Fiilleri
Hakkında Kullanılması Gereken Uygun Tabir:
Bu ayet-i kerimede
imamlarımızın, kulların fiilleri hakkında; ''Kesb ve iktisab" fiillerini
kullandığının doğru olduğuna delil vardır. Bundan dolayı fiilleri hakkında
"yarattı ve yaratıcı" kelimeleri kullanmamışlardır Bu konuda bu
kelimeleri kullanan cür'etkar bid'atçilere muhalif tutum izlemişlerdir.
İmamlarımız arasından
bunu kul hakkında kullanıp kulun fail olduğunu belirtenler ise, katıksız
mecazi: anlamıyla kullanmışlardır,
el-Mehdevi: ve başkası
der ki: Ayetin, kimse kimsenin günahından dolayı sorgulanmaz manasına olduğu da
söylenmiştir. İbn Atiyye ise der ki: Bu, aslında doğru bir sözdür. Fakat bu
ayet-i kerimeden değil, başkasından anlaşılan bir gerçektir.
8- Bu Ayetten Kısasa
Dair Çıkartılan Hükümler:
el-Kiya et-Taberi: der
ki: Yüce Allah'ın: "Kazandığı kendisine, yaptığı da onun aleyhinedir"
buyruğu başkasını ağır bir cisim ile yahut boğarak veya suda boğmak suretiyle
öldürenin, kısas ya da diyet ödeyerek cezalandırılacağına delildir. Ve bu,
böyle bir maktulün diyetini katilin akilesi öder, diyenlerin görüşlerine
muhaliftir. Çünkü bu görüş zahire aykırıdır. Ayrıca kısasın, babadan sakıt
olduğuna delildir. Ancak bu, katilin ortağından sakıt olmasını gerektirmez,
Ayrıca bu buyruk akıllı bir kadının, bir delinin kendisiyle zina etmesine
fırsat verdiği takdirde ona haddin uygulanması gerektiğine de delildir.
Kadı Ebu Bekr b, el-Ara
bi: der ki: "Bizim ilim adamlarımız, bu ayet-i kerimenin Ebu Hanife'ye
hilafen baba ile ortak bir şekilde cinayet işleyene kısas uygulanacağına delil
olduğunu zikretmişlerdir. Aynı şekilde hata yoluyla öldürenin ortağına da
-Şafii: ve Ebu Hanife'ye hilafen kısas uygulanacağını söylemişlerdir. Çünkü bunların
her birisi öldürme fiilini kazanmıştır. Derler ki: üzerine kısas düşmeyen
kimsenin, kısas düşen kimse ile ortaklaşa cinayet işlemesi, şüphe dolayısıyla
bertaraf edilmesi gereken hadlerin bertaraf edilmesi için şüphe teşkil
etmez,"
9- Unuttuk ya da Yanıldıysak
Bizi Sorgulama:
Yüce Allah'ın:
"Rabbimiz, unuttuk ya da yanıldıysak bizi sorguya çekme" buyruğunun
anlamı şudur: Bu iki halde veya birisine göre işleyeceğimiz günahları affet.
Hz, Peygamber'in şu buyruğunda olduğu gibi: "ümmetimden hata, unutma ve
yapmak için zorlandıkları şey(in sorumluluğu) kaldırılmıştır, ''
Burada kaldırıldığı
belirtilen şey, bu tür davranışların günahıdır, Günahın kaldırıldığı hususunda
görüş ayrılığı yoktur,
Ancak buna bağlı olarak
meydana gelen hükümler hakkında görüş ayrılığı vardır. Acaba bu hükümler de
kaldırılıp herhangi bir şey uygulamak gerekmez mi, yoksa bütün bunların
hükümlerini uygulamak gerekir mi? Bu konuda görüş ayrılığı vardır. Doğrusu
bunun olaylara göre farklılık arzedeceğidir. Tazminatlar, diyetler ve farz
namazlar gibi. Bir kısmı da ittifakla düşer, kabul edilmiştir. Kısas, küfür
sözünü söylemek gibi. Bir kısmı hakkında da ihtilaf sözkonusudur. Ramazan
ayında unutarak yemek yiyen yahut yanılarak yeminini bozan kimse ve buna benzer
yanılarak ve unutarak yapılan sair işler. Bunların hangilerinin ne türden
oldukları fürua dair (fıkıh) kitaplar(ın)dan öğrenilir.
10- Ağır Yük:
Yüce Allah'ın:
"Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize
ağıryükyükleme!" buyruğundaki: "Isr; ağıryük" ile ilgili olarak
Malik b. er-Rabi' der ki: Oldukça zor ve ağır emir demektir. Said b. Umeyr: Zor
amel demektir. İsrailoğullarına ağır gelen sidik vesair şeylere dair
hükümlerdir, der. ed-Dahhak der ki: Onlara oldukça zorlu işler yükletilirdi. Bu
da Malik ve erRabi'in açıklamalarına yakındır. en-Nabiğa'nın şu sözü de bu
kabildendir: "Ey zulmün ve zilletin kavmini örtmesine mani olan Ve onlar
suda boğulduktan sonra üzerlerinden ağır yüklerini kaldırıp taşıyan."
Ata der ki: Isr, maymun
ve domuzlara dönüştürülmektir. Bunu İbn Zeyd de söylemiştir. Yine İbn Zeyd'den
nakledildiğine göre, tevbe ve keffareti sözkonusu olmayan günahtır. Isr,
sözlükte söz ve ahid demektir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi:
"İkrar ettiniz mi ve buna dair ahdini aldınız mı (kabul ettiniz mi?)"
(Al-i İmran, 81)
Yine Isr, darlık, günah
ve ağırlık anlamındadır. İsar ise yüklerin ve benzerlerinin kendisiyle
bağlandığı ip demektir. Bu fiil aynı zamanda hapsetmek anlamında da kullanılır.
İşte ısr da buradan gelmektedir. el-Cevherı der ki: Bunun mekan ismi
"me'sır ve me'sar" gelir. Çoğulu da "measir"'dir. Ancak
halk bunu ("ayn" harfiyle) "me'asir" diye kullanır.
İbn Huveyzimendad der
ki: Bu ayet-i kerimenin zahiri, karşı görüşü savunanların ağır olduğu ileri
sürdükleri her ibadet hakkında karşı delil olarak kullanılabilir (o ibadetin
ağır olmadığı bununla isbatlanabilir). Bu, Yüce Allah'ın şu buyruğunu
andırmaktadır: "Dinde size güçlük vermedi" (el-Hacc, 78) Peygamber
(s.a.v.)'ın şu buyruğunu da andırmaktadır: "Din kolaylıktır, o halde
kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.'' Allah'ım, Muhammed (s.a.v.)'ın ümmetine
zorluk çıkartanlara sen de zorluk çıkart.
Derim ki: el-Kiya
et-Taberi de buna yakın ifadelerle şöyle demektedir: Bu buyruk, zahiri
itibariyle müsamahakar Hanif dinine aykırı olan zorluk ve darlığın reddedilmesi
hakkında delil olarak kullanılabilir ve bu açıkça anlaşılan bir husustur.
11- Gücümüzden
Fazlasını Yükleme:
Yüce Allah'ın:
"Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükletme" buyruğu ile
ilgili olarak Katade şöyle demektedir: Bunun anlamı şudur:
Bizden öncekilere işi
zorlaştırdığın gibi bize de zorlaştırma. ed-Dahhak der ki: Altından
kalkamayacağımız, güç yetiremeyeceğimiz amelleri işlemekle bizi yükümlü tutma.
İbn Zeyd de buna yakın bir açıklama getirmiştir. İbn Cüreyc der ki: Bizleri
maymun ve domuzlara çevirme. Selam b. Sabılr da der ki: Bizim takat
getiremeyeceğimiz iş, şehvetin aşırı derecede kabarmasıdır. en-Nekkaş da bunu
Mücahid ve Ata'dan nakletmiştir. Rivayet edildiğine göre Ebu'd-Derda duasında şöyle
dermiş: "Hazırlığı bulunmayan bir şehvet taşkınlığından Sana
sığınırım!" es-Süddi der ki: Burada kasıt, takat getirilmeyen şeyler,
İsrailoğullarına yükletilmiş bulunan ağır yükler ve prangalardır. (bk.
el-A'raf, 157)
"Bizi" yani
günahlarımızı "affet." Terkedip ceza verilmediği vakit bu kelime
kullanılır. "Bize mağfiret buyur." Yani günahlarımızı ört. Çünkü
el-ğafr: Örtmek demektir.
"Bize merhamet
eyle." Sen üzerimize lütfunla rahmetini gönder! "Sensin bizim
mevlamız" bizim velimiz, dostumuz, yardımcımız Sensin. Bu buyruklar
insanlara nasıl dua edeceklerini öğretmek sadedindedir. Muaz b. Cebel'den
rivayet edildiğine göre; o bu süreyi okumayı bitirdi mi "amin"
dermiş.
İbn Atiyye der ki: Böyle
söylemenin onun tarafından Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet edildiği
zannedilmektedir. Eğer böyle ise bu bir mükemmelliktir. Şayet değilse Fatiha
Suresi'ne kıyasen "amin" demektedir. Çünkü orada da dua vardır,
burada da dua vardır. O bakımdan (burada da amin demek) güzel birşeydir. Ali b.
Ebi Talib de der ki: Bu iki ayeti okumaksızın uyuyan bir kimsenin İslam'ı
akledip idrak etmiş olduğunu sanmıyorum.
Derim ki: Müslim bu
manada Ebu Mesud el-Ensari'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Her kim bir gecede Bakara Süresi'nin sonundaki şu
iki ayet-i kerimeyi okursa bu iki ayet ona yeter.'' Bunları okumak, gece
namazının yerini tutar şeklinde açıklanmıştır. Nitekim İbn Ömer'den şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Allah, üzerime bu iki ayeti cennet hazinelerinden indirdi ve bunlarla
Bakara Süresi'ni sona erdirdi. Rahman (olan Allah) bu iki ayeti bütün mahlukatı
yaratmadan bin yıl önce kendi eliyle yazdı. Her kim yatsı namazından sonra bu
iki ayeti iki defa okursa, gece namazı yerine ona kafi gelirler. Bunlar
"Amenerrasülu"den itibaren Bakara'nın sonuna kadar olan
ayetlerdir."
Bu iki ayetin şeytanın
şerrine karşı kişiye yeterli olacağı da söylenmiştir.
Şeytanın onun üzerinde
herhangi bir etkisi olmaz. Ebu Amr ed-Dani, Huzeyfe b. el-Yeman'dan isnadıyla
şöyle dediğini zikretmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Aziz ve
celil olan Allah gökleri ve yeri yaratmadan iki bin yıl önce bir kitap yazdı.
İşte o kitaptan, Bakara Süresi'ni kendileriyle sona erdirdiği üç ayet-i kerime
indirdi. Her kim evinde bunları okursa üç gün süreyle şeytan onun evine
yaklaşmaz.''
Peygamber (s.a.v.)'ın
şöyle buyurduğu da rivayet edilmektedir: "Bakara Süresi 'nin sonundaki bu
ayet-i kerimeler bana Arşın altındaki bir hazineden verilmiştir. Benden önce
bunlar hiçbir peygambere verilmiş değildir." Bu buyruk, sahihtir.
Fatiha Süresi'nin
tefsirinde, meleğin Fatiha ile birlikte bu ayetleri indirdiği belirtilmişti.
Hamd Allah'a mahsustur.
BAKARA SüRESİ'NİN SONU
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN