ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

285

/

286

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ {285}   لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْساً إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ {286}

 

285. Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene iman etti. Mü'minler de. Her biri Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. Peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız. "Dinledik, itaat ettik. Rabbimiz! Senden mağfiret dileriz ve dönüş ancak Sanadır" dediler.

286. Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Kazandığı kendisine, yaptığı da onun aleyhinedir. Rabbimiz unuttuk yahut yanıldıysak bizi sorguya çekme! Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağır yük yükleme! Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükletme! Bizi affet, bize mağfiret buyur ve bize merhamet eyle! Sensin bizim mevlamız. Kafirler topluluğuna karşı da bize yardım et!

 

Bu buyruklara dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:

 

1- Bu Ayetlerin Nüzul Zamanı, Şekli ve Manaları:

2- iman:

3- Huzuruna Varılacak Olan Allah'ı Dinleyip itaat Etmek:

4- Allah'ın insanlara Teklifi:

5- Teklif-i ma la yutak (Güçten Fazlasının Teklif Edilmesı):

6- Kazandıklarınız Lehinize veya Aleyhinizedir:

7- Kulların Fiilleri Hakkında Kullanılması Gereken Uygun Tabir:

8- Bu Ayetten Kısasa Dair Çıkartılan Hükümler:

9- Unuttuk ya da Yanıldıysak Bizi Sorgulama:

10- Ağır Yük:

11- Gücümüzden Fazlasını Yükleme:

 

1- Bu Ayetlerin Nüzul Zamanı, Şekli ve Manaları:

 

Yüce Allah'ın: "Peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti" buyruğu el-Hasen, Mücahid ve ed-Dahhak'tan rivayet edildiğine göre bu ayet-i kerime(nin nüzıllü) Mirac kıssasında sözkonusu olmuştur. İbn Abbas'tan gelen bazı rivayetlerde de böyle belirtilmiştir. Bazıları da şöyle demiştir:

 

Kur'an-ı Kerim'in tamamını Cebrail (a.s) Muhammed (s.a.v.)'a indirmiştir. Ancak bu ayet müstesnadır. Peygamber (s.a.v.) Mirac gecesinde bu ayet-i kerimeyi bizzat işitmiştir. Bazıları da: Mirac kıssasında böyle birşey olmamıştır, derler. Çünkü Mirac gecesi Mekke'de olmuştur, bu süre ise bütünüyle Medine'de inmiştir. Bunun mirac gecesi vahyolunduğunu söyleyenler olayı şöyle anlatırlar: Peygamber (s.a.v.) miraca çıkıp semavatta Hz. Cebrail ile birlikte oldukça yüksek biryere ulaştı. Nihayet es-Sidretu'I-Münteha'yı da geçince Cebrail ona: Ben ileri geçemem. Senden başka da bu yeri geçme emri kimseye verilmiş değildir, dedi Peygamber (s.a.v.) Yüce Allah'ın dilediği yere ulaşıncaya kadar orayı aşıp gitti.

 

Hz. Cebrail ona: Rabbine selam ver, diye işarette bulununca Peygamber (s.a.v.): Bütün selamlar, salatlar ve iyi ameller (tayyibat) yalnız Allah'ındır, dedi. Yüce Allah da: Selam sana ey Peygamber, Allah'ın rahmeti ve bereketleride (üzerine olsun), diye buyurdu. Peygamber (s.a.v.) ümmetinin de bu selamdan bir pay sahibi olmasını istediğinden şöyle buyurdu: Selam bize ve Allah'ın salih kullarına. Bunun üzerine Hz. Cebrail ve bütün semavat ehli şöyle dediler: Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve Resulüdür. Yüce Allah da ameli mükafatla karşılayacağı anlamında: "Peygamber Rabbinden kendisine indirilene iman etti" yani tasdik etti, diye buyurdu.

 

Peygamber (s.a.v.) bu şeref "e fazilete ümmetinin de ortak olmasını istediğinden şöyle buyurdu: "Mü'minler de her biri Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. Peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız." Yani onlar biz bütün peygamberlere iman ettik, derler. Onlardan herhangi birisini inkar etmeyiz. Yahudilerle hıristiyanların ayrım gözettiği gibi ayrım gözetmeyiz. Bunun üzerine Rabbi Hz. Peygamber'e: İndirmiş olduğum bir ayeti kabulleri (karşılamaları) nasıl oldu? diye sordu. Bununla kastettiği ise: ''içinizdekini açıklasanız da gizleseniz de ... " buyruğudur. Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Dinledik, itaat ettik. Rabbimiz, Senden mağfiret dileriz ve dönüş ancak sanadır dediler." Bunun üzerine Yüce Allah şöyle buyurdu: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." Yani takatinden başkasını yüklemez. Takatinden aşağısı diye de açıklanmıştır. Hayır kabilinden "kazandığı kendisine" şer kabilinden "yaptığı da onun aleyhinedir."

 

Bu sırada Cebrail şöyle dedi: Dile, dileğin sana verilecektir. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Rabbimiz, unuttuk" yani bilmedik "yahut yanıldıysak" yani kasten kötülük işlediysek "bizi sorguya çekme."

 

Şöyle bir açıklama da yapılmıştır: Eğer bizler unutarak veya hata işleyerek amel edersek bizi sorumlu tutma. Cebrail ona: Bu, isteğin sana verilmiştir. ümmetinden hata ve unutma(nın sorumluluğu) kaldırılmıştır. Başka birşey iste.

 

Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağır yük yükleme." Daha öncekilere Allah zulümleri sebebiyle hoş ve temiz şeyleri haram kılmıştı.. Onlar geceleyin bir günah işledikleri vakit bunun kapıları üzerine yazıldığını görürlerdi. üzerlerindeki namaz vakti sayısı elli idi. Allah bu ümmetin yükünü hafifletti ve elli vakit namazı farz kıldıktan sonra daha da aşağıya indirdi.

 

Daha sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme." Şöyle demek istiyor: Altından kalkamayacağımız amelleri bizden isteyerek bize ağırlık verme, o takdirde Sen bize azap edersin. Bize zor gelecek ameller yükleme, anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü elli vakit namaz kılmaları emrolunmuş olsaydı bunu yapabilirlerdi, fakat onlara zor ve ağır gelirdi. Bunu devamlı kılmak gücüne sahip olamazlardı.

 

"Bize" bütün bunlardan "günahlarımızı bağışla." Şu şekilde de açıklanmıştır: "Bizi" meshten (başka yaratıklara dönüştürülmekten) "affet. Bize" hasften (yerin dibine geçirilmekten) "mağfiret buyur. Ve bize" kazften (gökten gelen azaptan) "merhameteyle." Çünkü geçmiş ümmetlerin kimisine mesh, kimisine hasf, kimisine de kazf isabet etmişti.

 

Daha sonra şöyle buyurmaktadır: "Sensin bizim mevlamız." Gerçek dostumuz ve koruyucumuz. "Kafirler topluluğuna karşı da bize yardım et." Ve Hz. Peygamber'in bu duası kabul buyuruldu.

 

Peygamber (s.a.v.)'dan: "Bir aylık mesafeden korku ile bana yardım olundu" dediği rivayet edilmiştir. Denildiğine göre gaziler ihlaslı bir niyet ile yurtlarından çıkıp savaş davullarını vurduklarında dört bir yandan bir aylık mesafe uzaklıkta kafirlerin kalplerine korku ve heybet düşer. Onların savaşa çıktıklarını ister bilsinler, ister bilmesinler.

Daha sonra Peygamber (s.a.v.), miracdan geri dönünce ümmetine bunu bildirsin diye bu ayet-i kerimeleri Yüce Allah vahiy yoluyla indirdi.

 

Bu ayet-i kerimenin bir başka tefsiri daha vardır. ez-Zeccac der ki: Yüce Allah bu sürede namazın ve zekatın farz olduğunu zikredip haccın hükümlerini, ay halinin, boşamanın, ila'nın hükümlerini beyan edip peygamberlerin kıssalarını anlatıp faizin de hükmünü açıkladıktan sonra: "Göklerde ne var yerde ne varsa Allah indır" diyerek kendi azametini sözkonusu etti. Daha sonra Peygamberinin tasdikini, arkasından da mü'minlerin bütün bunları tasdikini sözkonusu ederek: "Ve Peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti ... " diye buyurdu. Yani Allah'ın Rasülü sözü geçen bütün bunları tasdik etti. Aynı şekilde mü'minlerin hepsi de Allah'ı, meleklerini, kitaplarını ve rasullerini tasdik etti.

 

Bu Ayetin Nüzul Sebebi:

 

Denildiğine göre bu ayet-i kerimenin nüzul sebebi, ondan önce yer alan:

"Göklerde ne var yerde ne varsa (hepsi) Allah'ındır. içinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker. Kime dilerse mağfiret eder, kimi dilerse de azaplandırır. Allah herşeye kadirdir" (mealindeki) ayeti kerimesidir. Bu buyruk, Peygamber (s.a.v.)'a indirilince durum Resulullah (s.a.v.)'ın ashabına çok ağır geldi. Resulullah (s.a.v.)'ın yanına gelip dizleri üstüne çöktüler ve: Ey Allah'ın Resulü dediler. Namaz, oruç, cihad, sadaka gibi gücümüzün yettiği amellerle mükellef tutulduk. Allah bize bu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu. Biz bunun altından kalkamıyoruz. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizler de sizden önceki iki kitap ehli gibi dinledik ve isyan ettik, mi demek istiyorsunuz? Bunun yerine: Dinledik itaat ettik. Rabbimiz, Senden mağfiret dileriz. Ve dönüş ancak Sanadır" deyiniz. Onlar da: Dinledik, itaat ettik, Rabbimiz senden mağfiret dileriz ve dönüş ancak sanadır" dediler. Bu buyrukları okumaya başlayınca dilleri buna alıştı. (İtaate boyun eğdi). Bunun akabinde de Yüce Allah: "O peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti. Mü'minler de. Her biri Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. Peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız. Dinledik itaat ettik. Rabbimiz Senden mağfiret dileriz ve dönüş ancak Sanadır, dediler" buyruğunu indirdi. Onlar bunu yapınca Yüce Allah (az önce sözü geçen) o ayeti neshederek şu buyruğu inzal buyurdu: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Kazandığı kendisine yaptığı da onun aleyhinedir. Rabbimiz, unuttuk ya da yanıldıysak bizi sorguya çekme." Yüce Allah: "Evet, (öyle yapacağım)" diye buyurdu. "Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağıryükyükleme!" Yüce Allah: "Evet (öyle yapacağım)" diye buyurdu. "Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme" Yüce Allah: "Evet (öyle yapacağım)" diye buyurdu. "Bizi affet, bize mağfiret buyur ve bize merhamet eyle. Sensin bizim mevlamız, kafirler topluluğuna karşı da bize yardım et." Yüce Allah: "Evet (yapacağım)" diye buyurdu. Bu hadisi Müslim, Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir.

 

İlim adamlarımız der ki: Hadisin bundan önce kaydedilen rivayetinde "evet yaptım" (el-Bakara, 284. ayet 1. başlıkta) denilmesi, burada ise "evet" diye buyurulması hadis-i şerifin mana yoluyla nakledilebileceğine delildir. Buna dair açıklamalar önceden geçmiştir.

 

Nihayet ashab: Dinledik ve itaat ettik, demeye koyulunca Yüce Allah bu ayet-i kerimede onları övdü ve güzel bir şekilde onlardan söz etti. İçlerinden geçirecekleri düşünceler hususundaki zorluğu da kaldırdı. İşte bu da itaatin ve yalnızca Allah'a bağlanmanın meyvesidir. İsrailoğulları hakkında ise bunun tam zıddı sözkonusu olmuştur. Onlar yerilmiş, zillet. miskinlik, topraklarından sürülme gibi oldukça zorluklarla maruz bırakılmıştır. Çünkü onlar: İşittik ve isyan ettik demişlerdi. İşte bu da isyanın Allah'a karşı diklenmenin sonucudur. Allah lütuf ve keremiyle bizleri intikamından azabından, muhafaza buyursun.

 

Hadis-i şerifte nakledildiğine göre Peygamber (s.a.v.)'a şöyle denilmiş: Sabit b. Kays b. Şemmas'ın evi her gece kandillerle aydınlatılıyor. O: "Herhalde Bakara Süresi'ni okuyor olmalıdır" diye buyurdu. Sabit'e durum sorulunca şöyle dedi: Bakara Süresi'nden "Amenerrasülü ... "yü okudum. Bu buyruk, Peygamber (s.a.v.)'ın ashab-ı kiramı, Allah'ın kendilerine vedettiği şekilde içlerinde gizlediklerinden dolayı hesaba çekilecekleri bildirilince, bunun kendilerine ağır gelmesi üzerine nazil oldu. Onlar bunun kendilerine ağır geldiğinden Peygamber (s.a.v.)'a şikayette bulununca o da şöyle dedi: "Galiba sizler İsrailoğullarının söylediği gibi işittik ve isyan ettik diyeceksiniz." Onlar, hayır işittik ve itaat ettik, dediler. Bunun üzerine Yüce Allah onları övmek üzere: "O peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti..." buyruğunu indirdi. Peygamber (s.a.v.) da; "Zaten onlara iman etmek yaraşır" diye buyurdu. (Müstedrek, II, 315)

 

2- iman:

 

Yüce Allah'ın: "İman etti" buyruğu tasdik etti, demektir. Buna dair açıklamalar önceden geçmiştir.

 

İndirilen ise Kur'an-ı Kerim'dir. İbn Mes'ud da: "Mü'minler de her biri Allah'a ... iman ettiler" buyruğunu: "Mü'minler de iman etti, her biri Allah'a .... iman etti" diye okumuştur. Bunun Kur'an-ı Kerim'den başka anlamına göre "iman ettiler" diye çoğul olarak okunması caizdir. Nafi', İbn Kesir ve Ebu Bekr'in rivayetinde Asım ile İbn Amir "Kitaplarına diye çoğul olarak okumuşlardır. Ancak et- Tahrim Süresi'nde (12. ayette) tekil olarak "kitabına" anlamında: (...) diye okumuşlardır. Ebu Amr ise, hem burada hem de et-Tahrim Süresi'nde çoğul olarak "kitaplarına" diye okumuştur. Hamza ve el-Kisai, her iki yerde de tekil olarak "Kitabına" diye okumuşlardır.

 

Çoğul okuyan kimse "kitap" kelimesinin çoğulunu kasteder. Tekil okuyan ise Allah tarafından indirilmiş bulunan yazılı her şeyi ifade eden masdarı kastetmiş olur. Yine tekil okuyanların okuyuşuna göre çoğulun kastedilmesi de mümkündür. O takdirde "el-Kitap" cins ismi olur ve böylelikle her iki kıraat birbirine eşit olur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah peygamberleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdi ve beraberlerinde ... kitabı indirdi. "(el-Bakara, 213)

 

Çoğunluk "sin" harfini ötreli olarak "Peygamberlerine" diye okumuşlardır. Kur'an-ı Kerim'de geçen çoğul olarak: "Peygamberlerimiz, peygamberleriniz, peygamberlerin" buyruğunu da bu şekilde (yani "sin" harfini ötreli olarak) okumuşlardır. Ancak Ebu Amr'dan, onun "Peygamberlerimiz. peygamberleriniz"i "sin" harfini sakin olarak okuduğu rivayet edilmiştir.

 

"Peygamberlerin" kelimesini ise hem ötreli hem de sakin olarak okuduğu rivayet edilmiştir.

 

Ebu Ali der ki: "peygamberlerin" buyruğunu ötreli olarak okuyanların okuyuşu, kelimenin aslına uygundur. Bunu sakin olarak okuyan kimse ise benzer şekilde fakat tekil kelimeleri sakin okuduğu gibi okur. (...): Boyun, çadırı kazığa bağlayan ip, kelimelerinde olduğu gibi. Tekil kelimeler bu şekilde sakin okunduğuna göre daha ağır olan çoğul kelimelerin de böyle olması daha uygundur.

 

Mekki de bu anlamda açıklamalarda bulunmuştur. İnsanların cumhuru (çoğunluğu) "nun" harfi ile: "Ayırmayız" diye okumuşlardır. Yani ayırmayız derler, demektir. Burada "demek" hazfedilmiştir. Bu kelimenin hazfi çokça rastlanılan bir durumdur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Melekler de her kapıdan onların yanına girip .. selam sizlere ...'' (er-Rad, 23) Yani selam sizlere derler demektir. Yine: "Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Rabbimiz Sen bunları boşuna yaratmadın. "(Al-i İmran, 191). Yani, Rabbimiz .. derler, demektir. Ve buna benzer diğer buyruklarda da böyledir.

 

Said b. Cübeyr, Yahya b. Ya'mer, Ebu Zür'a b. Amr b. Cerir ve Yakub ise "ya" harfiyle: (...): Hiç biri ayırım gözetmez, anlamında okumuşlardır. Harun der ki: Bu kelime, İbn Mes'ud'un kıraatinde (...): Ayrım gözetmezler" şeklindedir.

 

Yüce Allah'ın burada: (...): Hiç birini diğerinden" diye tekil olarak "hiç birilerini" anlamına gelecek şekilde: (...) diye çoğul buyurulmaması "hiçbir"in aynı şekilde tekili de çoğulu da kapsaması dolayısıyladır. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "O zaman da sizden hiç bir kimse ondan bunu engelleyiciler olamazsınız. "(el-Hakka, 47) Burada "engelleyiciler" "kimse"nin sıfatıdır. Çünkü bu kelime çoğul anlamını ifade etmektedir. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmaktadır: "Ganimetler siyah başlı olup da sizden başka kimseye helal kılınmış değildir'' diye buyurmuştur. Ru'be de şöyle demektedir: "insanların işleri senin itaatine göre düzenlenirse Senden başka kimseden korkmazlar."

 

Bu ayet-i kerimenin anlamı da şudur: Mü'minler bir kısmına iman edip bir kısmını inkar eden yahudi ve hıristiyanlar gibi değildir.

 

3- Huzuruna Varılacak Olan Allah'ı Dinleyip itaat Etmek:

 

Yüce Allah'ın: "Dinledik, itaat ettik .. dediler" buyruğunda bir hazif vardır. Bizler kabul edenlerin işitmesi gibi işittik, demektir. "işittik" kelimesinin "kabul ettik" anlamında olduğu da söylenmiştir. Nitekim: "Allah kendisine hamdedeni işitti" denildiği vakit "onun hamdini kabul etti" denilmektedir. O takdirde bu buyrukta hazf sözkonusu değildir. Kısacası, bu sözü söyleyenin öğülmüş olmasını gerektirmektedir. itaat, verilen emri kabul etmek demektir.

 

"Senden mağfiret dileriz": anlamındaki buyruğu "küfran ve hüsran" gibi bir masdardır. Bu buyrukta amil olan ise mukadder bir fiildir. Bunun takdiri ise bize mağfiretini ihsan et (anlamında: ''(...) şeklindedir. Bu açıklamayı ez-Zeccac yapmıştır. Başkaları ise takdiri: Senden mağfiretini isteriz (anlamında: (...) şeklindedir, derler.

 

"Dönüş ancak Sanadır" buyruğu ise öldükten sonra dirilmeyi ve Yüce Allah'ın huzurunda durmayı ikrar ve kabulü ifade eder. Bu ayet-i kerime nazil olunca Hz. Cebrail'in Peygamber (s.a.v.)'e: "Allah sana ve ümmetine övgüde bulunmaktadır. Dilekte bulun sana verilecektir" dedi, bunun üzerine sürenin sonuna kadar bulunan buyruklarla dileğini ifade etti.

 

4- Allah'ın insanlara Teklifi:

 

Yüce Allah'ın: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez" buyruğunda geçen teklif: insana zor ve ağır gelen şeyi emretmek, demektir. Tekellüf zor olan bir işin altına girmek, onu omuzlamaya çalışmak demektir. Bu açıklamaları el-Cevherı nakletmiştir.

 

Gücün yetmesi (el-Vus'): Takat ve imkan anlamındadır.

 

Bu, kat'ı bir haberdir. Yüce Allah, bu ayetin nüzülünden itibaren, ister kalbin ister azaların yerine getireceği türden olsun, kullarını mükellef tutacağı her bir amelin, mutlaka mükellefin gücü çerçevesinde, idrak ve bünyesinin kaldırabileceği boyutlarda olacağını açıkça nassa bağlamaktadır. işte bu buyruk ile müslümanların içlerinden geçip giden duygular ile ilgili kanaatlerinden dolayı içine düştükleri sıkıntı açılmış oldu.

 

Ebu Hureyre (r.a)'ın naklettiği de bu ayet-i kerimenin anlamını ifade eder. O der ki: Cafer b. Ebi Talib müstesna hiçbir kimsenin annesinin beni doğurmuş olmasını arzulamış değilim. Bir gün aç olduğum halde Cafer'in arkasından gidiyordum. Evine ,-arınca evinde etrafında ufak tefek artıklar kalmış bir yağ tulumundan başka birşey bulamadı. Onu önümde yardı. Onda bulunan yağı ve kaynatılmış hurma pekmezini sıyırmaya başladık. Bu arada şu beyiti okuyordu: "Allah hiçbir kimseye gücünden fazlasını yüklememiştir Ve hiçbir kimse cömertlik edip elinden bulunandan başkasını veremez."

 

5- Teklif-i ma la yutak (Güçten Fazlasının Teklif Edilmesı):

 

İnsanlar dünya ahkamı hususunda güç yetirilemeyen şeylerin teklif edilmesinin caiz olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptir. Bununla birlikte şeriatte böyle bir mükellefiyetin bulunmadığını ve bu ayet-i kerimenin de böyle bir teklifin olmadığını ilan ettiğini ittifakla kabul ederler.

 

Ebu'l-Hasan el-Eş'ari ve kelamcılardan bir topluluk şöyle demektedir: Güç yetirilemeyen teklif aklen caizdir (mümkündür) ve bu şeriatin öngördüğü akaid esaslarından herhangi bir şeye aykırı düşmez. Böyle bir teklif (olduğu takdirde) mükellefin azab edilmesine ve bunun kat'ı olacağına bir emare olur. Buna benzer bir teklif ise Suret yapanların (hadis-i şerifte belirtildiği şekilde) bir arpayı düğümlemekle mükellef tutulması buna benzer.

 

Bunun caiz olduğunu kabul edenler Muhammed (s.a.v.)'ın risaletinde vaki olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bir kesim bu Ebu Leheb olayında gerçekleşmiştir. Çünkü ona şeriatin bütününe iman etme teklif edildiği halde; yine Şeriatin bir hükmü ile onun iman etmeyeceği bildirilmiştir. Çünkü onun hakkında iki elinin kuruması ve cehennemi boylaması hükmü verilmiştir. Bu ise onun iman etmeyeceği anlamına gelir. Bir taraftan o iman etmekle mükellef tutulurken, diğer taraftan etmemekle mükellef tutulmuştur.

 

Bir kesim de şöyle demiştir: Böyle birşey katiyyen vaki olmamıştır. Bu konuda icma olduğu da nakledilmiştir. Yüce Allah'ın: "Alevli bir ateşe girecektir" (Tebbet, 3) buyruğu eğer bu haliyle ölürse böyle olacaktır, anlamındadır. Bunu da İbn Atiyye nakletmiştir.

 

"Teklif etmek" fiili iki mef'ule taaddı eder (geçiş yapar). Bunlardan bir tanesi mahzuftur. Bunun takdiri de bir ibadet veya bir şeyolabilir. Şanı Yüce Allah, bizim üzerimizdeki lütuf ve in'amı ile bize tek kişinin on kişiye karşı sebat göstermesi, insanın vatanından hicret edip çıkması, ailesinden vatan ve alışkanlıklarından ayrılması gibi ağır ve zor şeylerle mükellef tutsa bile, hiçbir zaman oldukça ağır gelen meşakkatli işlerle acı ve ıstırap veren şeylerle -bizden öncekileri kendilerini öldürmek, elbise ve tenlerinde sidiğin değdiği yerleri kesmek gibi mükellefiyetlerle- yüklü tutmamıştır Aksine bizim için kolaylaştırmış, bize acımış, üzerimizden ağırlıkları ve bizden öncekilerin boynuna koymuş olduğu prangaları kaldırmıştır. O bakımdan Allah'a hamdederiz, minnet O'nadır, lütuf ve nimet O'ndandır

 

6- Kazandıklarınız Lehinize veya Aleyhinizedir:

 

Yüce Allah'ın: "Kazandığı kendisine yaptığı da onun aleyhinedir" buyruğunda hasenat ve seyyiatı kastetmektedir Bu açıklamayı es-Süddi yapmıştır. Müfessirlerden bir topluluk da bu görüştedir ve bu konuda aralarında görüş ayrılığı yoktur Bunu da İbn Atiyye belirtmiştir. Bu buyruk, Yüce Allah'ın: ''Hiçbir yük yüklenici bir diğerinin yükünü yüklenmez ... " (el-En'am, 164); ''Herkesin kazandığı yalnız kendi aleyhinedir" (el-En'am, 164) buyruğuna benzemektedir.

 

İnsanın iradesi olmaksızın içinden gelip geçen duygular ve benzeri şeyler ise, insanın kazandığı şeyler arasında yer almaz. Hasenat ile ilgili tabir, onları kazanınca insan sevinip neş'elendiğinden dolayı "Kendisine, lehine" diye gelmiştir. Ve böylelikle bunlar adeta onun mülkiyetine izafe edilmektedir. Seyyiatı ifade etmek için ise ağırlıklar, ağır yükler ve zor taşınabilir şeyler oldukları için (...): Aleyhinedir" tabiri kullanılmıştır. Bu, kişinin; Benim malım vardır ve üzerimde borç vardır" demesine benzer "Kazanmak" fiili değişik kalıplarda kullanılmak suretiyle sözün akışına da güzellik kazandırılmıştır Tıpkı: ''Bundan ötürü o kafirlere mühlet ver. Onlara azıcık bir mühlet ver" (et-Tarık, 17) buyruğunda olduğu gibi

 

İbn Atiyye der ki; Bu buyruktan ben şunu anlıyorum: Hasenat, herhangi bir zorlanma ve sıkıntı olmaksızın kazanılan şeyler arasında yer alır Çünkü bunları kazanan kimse, Yüce Allah'ın tesbit ettiği yolun ve şeriatinin çizgisi üzerindedir Seyyiat ise mübalağa ifade eden bir kip ile kullanılarak, zorlukla kazanıldığına işaret edilmek istenmektedir. Çünkü bu günahları kazanan kimse, Yüce Allah'ın yasak perdesini delmekte, bu perdeyi aşarak günahlara ulaşmaktadır. İşte böyle bir anlam dolayısıyla bu ayet-i kerimede aynı fiilin farklı şekilde gelmesi gerçekten güzeldir.

 

7- Kulların Fiilleri Hakkında Kullanılması Gereken Uygun Tabir:

 

Bu ayet-i kerimede imamlarımızın, kulların fiilleri hakkında; ''Kesb ve iktisab" fiillerini kullandığının doğru olduğuna delil vardır. Bundan dolayı fiilleri hakkında "yarattı ve yaratıcı" kelimeleri kullanmamışlardır Bu konuda bu kelimeleri kullanan cür'etkar bid'atçilere muhalif tutum izlemişlerdir.

 

İmamlarımız arasından bunu kul hakkında kullanıp kulun fail olduğunu belirtenler ise, katıksız mecazi: anlamıyla kullanmışlardır,

 

el-Mehdevi: ve başkası der ki: Ayetin, kimse kimsenin günahından dolayı sorgulanmaz manasına olduğu da söylenmiştir. İbn Atiyye ise der ki: Bu, aslında doğru bir sözdür. Fakat bu ayet-i kerimeden değil, başkasından anlaşılan bir gerçektir.

 

8- Bu Ayetten Kısasa Dair Çıkartılan Hükümler:

 

el-Kiya et-Taberi: der ki: Yüce Allah'ın: "Kazandığı kendisine, yaptığı da onun aleyhinedir" buyruğu başkasını ağır bir cisim ile yahut boğarak veya suda boğmak suretiyle öldürenin, kısas ya da diyet ödeyerek cezalandırılacağına delildir. Ve bu, böyle bir maktulün diyetini katilin akilesi öder, diyenlerin görüşlerine muhaliftir. Çünkü bu görüş zahire aykırıdır. Ayrıca kısasın, babadan sakıt olduğuna delildir. Ancak bu, katilin ortağından sakıt olmasını gerektirmez, Ayrıca bu buyruk akıllı bir kadının, bir delinin kendisiyle zina etmesine fırsat verdiği takdirde ona haddin uygulanması gerektiğine de delildir.

 

Kadı Ebu Bekr b, el-Ara bi: der ki: "Bizim ilim adamlarımız, bu ayet-i kerimenin Ebu Hanife'ye hilafen baba ile ortak bir şekilde cinayet işleyene kısas uygulanacağına delil olduğunu zikretmişlerdir. Aynı şekilde hata yoluyla öldürenin ortağına da -Şafii: ve Ebu Hanife'ye hilafen kısas uygulanacağını söylemişlerdir. Çünkü bunların her birisi öldürme fiilini kazanmıştır. Derler ki: üzerine kısas düşmeyen kimsenin, kısas düşen kimse ile ortaklaşa cinayet işlemesi, şüphe dolayısıyla bertaraf edilmesi gereken hadlerin bertaraf edilmesi için şüphe teşkil etmez,"

 

9- Unuttuk ya da Yanıldıysak Bizi Sorgulama:

 

Yüce Allah'ın: "Rabbimiz, unuttuk ya da yanıldıysak bizi sorguya çekme" buyruğunun anlamı şudur: Bu iki halde veya birisine göre işleyeceğimiz günahları affet. Hz, Peygamber'in şu buyruğunda olduğu gibi: "ümmetimden hata, unutma ve yapmak için zorlandıkları şey(in sorumluluğu) kaldırılmıştır, ''

 

Burada kaldırıldığı belirtilen şey, bu tür davranışların günahıdır, Günahın kaldırıldığı hususunda görüş ayrılığı yoktur,

 

Ancak buna bağlı olarak meydana gelen hükümler hakkında görüş ayrılığı vardır. Acaba bu hükümler de kaldırılıp herhangi bir şey uygulamak gerekmez mi, yoksa bütün bunların hükümlerini uygulamak gerekir mi? Bu konuda görüş ayrılığı vardır. Doğrusu bunun olaylara göre farklılık arzedeceğidir. Tazminatlar, diyetler ve farz namazlar gibi. Bir kısmı da ittifakla düşer, kabul edilmiştir. Kısas, küfür sözünü söylemek gibi. Bir kısmı hakkında da ihtilaf sözkonusudur. Ramazan ayında unutarak yemek yiyen yahut yanılarak yeminini bozan kimse ve buna benzer yanılarak ve unutarak yapılan sair işler. Bunların hangilerinin ne türden oldukları fürua dair (fıkıh) kitaplar(ın)dan öğrenilir.

 

10- Ağır Yük:

 

Yüce Allah'ın: "Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağıryükyükleme!" buyruğundaki: "Isr; ağıryük" ile ilgili olarak Malik b. er-Rabi' der ki: Oldukça zor ve ağır emir demektir. Said b. Umeyr: Zor amel demektir. İsrailoğullarına ağır gelen sidik vesair şeylere dair hükümlerdir, der. ed-Dahhak der ki: Onlara oldukça zorlu işler yükletilirdi. Bu da Malik ve erRabi'in açıklamalarına yakındır. en-Nabiğa'nın şu sözü de bu kabildendir: "Ey zulmün ve zilletin kavmini örtmesine mani olan Ve onlar suda boğulduktan sonra üzerlerinden ağır yüklerini kaldırıp taşıyan."

 

Ata der ki: Isr, maymun ve domuzlara dönüştürülmektir. Bunu İbn Zeyd de söylemiştir. Yine İbn Zeyd'den nakledildiğine göre, tevbe ve keffareti sözkonusu olmayan günahtır. Isr, sözlükte söz ve ahid demektir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "İkrar ettiniz mi ve buna dair ahdini aldınız mı (kabul ettiniz mi?)" (Al-i İmran, 81)

 

Yine Isr, darlık, günah ve ağırlık anlamındadır. İsar ise yüklerin ve benzerlerinin kendisiyle bağlandığı ip demektir. Bu fiil aynı zamanda hapsetmek anlamında da kullanılır. İşte ısr da buradan gelmektedir. el-Cevherı der ki: Bunun mekan ismi "me'sır ve me'sar" gelir. Çoğulu da "measir"'dir. Ancak halk bunu ("ayn" harfiyle) "me'asir" diye kullanır.

 

İbn Huveyzimendad der ki: Bu ayet-i kerimenin zahiri, karşı görüşü savunanların ağır olduğu ileri sürdükleri her ibadet hakkında karşı delil olarak kullanılabilir (o ibadetin ağır olmadığı bununla isbatlanabilir). Bu, Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır: "Dinde size güçlük vermedi" (el-Hacc, 78) Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruğunu da andırmaktadır: "Din kolaylıktır, o halde kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.'' Allah'ım, Muhammed (s.a.v.)'ın ümmetine zorluk çıkartanlara sen de zorluk çıkart.

 

Derim ki: el-Kiya et-Taberi de buna yakın ifadelerle şöyle demektedir: Bu buyruk, zahiri itibariyle müsamahakar Hanif dinine aykırı olan zorluk ve darlığın reddedilmesi hakkında delil olarak kullanılabilir ve bu açıkça anlaşılan bir husustur.

 

11- Gücümüzden Fazlasını Yükleme:

 

Yüce Allah'ın: "Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükletme" buyruğu ile ilgili olarak Katade şöyle demektedir: Bunun anlamı şudur:

 

Bizden öncekilere işi zorlaştırdığın gibi bize de zorlaştırma. ed-Dahhak der ki: Altından kalkamayacağımız, güç yetiremeyeceğimiz amelleri işlemekle bizi yükümlü tutma. İbn Zeyd de buna yakın bir açıklama getirmiştir. İbn Cüreyc der ki: Bizleri maymun ve domuzlara çevirme. Selam b. Sabılr da der ki: Bizim takat getiremeyeceğimiz iş, şehvetin aşırı derecede kabarmasıdır. en-Nekkaş da bunu Mücahid ve Ata'dan nakletmiştir. Rivayet edildiğine göre Ebu'd-Derda duasında şöyle dermiş: "Hazırlığı bulunmayan bir şehvet taşkınlığından Sana sığınırım!" es-Süddi der ki: Burada kasıt, takat getirilmeyen şeyler, İsrailoğullarına yükletilmiş bulunan ağır yükler ve prangalardır. (bk. el-A'raf, 157)

"Bizi" yani günahlarımızı "affet." Terkedip ceza verilmediği vakit bu kelime kullanılır. "Bize mağfiret buyur." Yani günahlarımızı ört. Çünkü el-ğafr: Örtmek demektir.

 

"Bize merhamet eyle." Sen üzerimize lütfunla rahmetini gönder! "Sensin bizim mevlamız" bizim velimiz, dostumuz, yardımcımız Sensin. Bu buyruklar insanlara nasıl dua edeceklerini öğretmek sadedindedir. Muaz b. Cebel'den rivayet edildiğine göre; o bu süreyi okumayı bitirdi mi "amin" dermiş.

 

İbn Atiyye der ki: Böyle söylemenin onun tarafından Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet edildiği zannedilmektedir. Eğer böyle ise bu bir mükemmelliktir. Şayet değilse Fatiha Suresi'ne kıyasen "amin" demektedir. Çünkü orada da dua vardır, burada da dua vardır. O bakımdan (burada da amin demek) güzel birşeydir. Ali b. Ebi Talib de der ki: Bu iki ayeti okumaksızın uyuyan bir kimsenin İslam'ı akledip idrak etmiş olduğunu sanmıyorum.

 

Derim ki: Müslim bu manada Ebu Mesud el-Ensari'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her kim bir gecede Bakara Süresi'nin sonundaki şu iki ayet-i kerimeyi okursa bu iki ayet ona yeter.'' Bunları okumak, gece namazının yerini tutar şeklinde açıklanmıştır. Nitekim İbn Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Allah, üzerime bu iki ayeti cennet hazinelerinden indirdi ve bunlarla Bakara Süresi'ni sona erdirdi. Rahman (olan Allah) bu iki ayeti bütün mahlukatı yaratmadan bin yıl önce kendi eliyle yazdı. Her kim yatsı namazından sonra bu iki ayeti iki defa okursa, gece namazı yerine ona kafi gelirler. Bunlar "Amenerrasülu"den itibaren Bakara'nın sonuna kadar olan ayetlerdir."

 

Bu iki ayetin şeytanın şerrine karşı kişiye yeterli olacağı da söylenmiştir.

Şeytanın onun üzerinde herhangi bir etkisi olmaz. Ebu Amr ed-Dani, Huzeyfe b. el-Yeman'dan isnadıyla şöyle dediğini zikretmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Aziz ve celil olan Allah gökleri ve yeri yaratmadan iki bin yıl önce bir kitap yazdı. İşte o kitaptan, Bakara Süresi'ni kendileriyle sona erdirdiği üç ayet-i kerime indirdi. Her kim evinde bunları okursa üç gün süreyle şeytan onun evine yaklaşmaz.''

 

Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu da rivayet edilmektedir: "Bakara Süresi 'nin sonundaki bu ayet-i kerimeler bana Arşın altındaki bir hazineden verilmiştir. Benden önce bunlar hiçbir peygambere verilmiş değildir." Bu buyruk, sahihtir.

 

Fatiha Süresi'nin tefsirinde, meleğin Fatiha ile birlikte bu ayetleri indirdiği belirtilmişti.

 

Hamd Allah'a mahsustur.

 

BAKARA SüRESİ'NİN SONU

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Al-i İmran 1-2

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR