BAKARA 233 |
وَالْوَالِدَاتُ
يُرْضِعْنَ
أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ
كَامِلَيْنِ
لِمَنْ
أَرَادَ أَن
يُتِمَّ
الرَّضَاعَةَ
وَعلَى
الْمَوْلُودِ
لَهُ
رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ
بِالْمَعْرُوفِ
لاَ تُكَلَّفُ
نَفْسٌ
إِلاَّ
وُسْعَهَا
لاَ تُضَآرَّ وَالِدَةٌ
بِوَلَدِهَا
وَلاَ
مَوْلُودٌ لَّهُ
بِوَلَدِهِ
وَعَلَى
الْوَارِثِ
مِثْلُ
ذَلِكَ فَإِنْ
أَرَادَا
فِصَالاً
عَن تَرَاضٍ
مِّنْهُمَا
وَتَشَاوُرٍ
فَلاَ
جُنَاحَ
عَلَيْهِمَا
وَإِنْ أَرَدتُّمْ
أَن
تَسْتَرْضِعُواْ
أَوْلاَدَكُمْ
فَلاَ
جُنَاحَ
عَلَيْكُمْ
إِذَا سَلَّمْتُم
مَّا آتَيْتُم
بِالْمَعْرُوفِ
وَاتَّقُواْ
اللّهَ
وَاعْلَمُواْ
أَنَّ
اللّهَ
بِمَا تَعْمَلُونَ
بَصِيرٌ |
233. Anneler çocuklarını
iki tam yıl emzirirler. Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için. Onların örfe göre
yiyeceği ve giyeceği babasına aittir. Kimseye gücünden fazlası yükletilmez. Ne
bir anneye çocuğu sebebiyle zarar verilsin, ne de bir baba çocuğu yüzünden
zarara sokulsun. Mirasçıya düşen de bunun gibidir. Eğer kendi rızaları ile ve
danışarak sütten kesmek isterlerse ikisinin üzerine de bir vebal yoktur.
Çocuklarınızı emzirtmek isterseniz, meşru şekilde verdiğinizi teslim etmeniz
şartıyla yine üzerinize bir vebal yoktur. Allah'tan korkun ve bilin ki şüphesiz
Allah, tüm yaptıklarınızı pek iyi bilendir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı onsekiz başlık halinde sunacağız:
1- Kocalarından Olma Çocuklarını
Emziren Kadınlar:
2- Süt Emzirmenin Hükmü:
3- Süt Emzirmek Anne için Bir Hak mıdır
Vazife midir?
4- Emzirme Süresi:
5- Neseb Akrabalığı Gibi Akrabalığa
Sebep Olan Süt Emzirme:
6- iki Yıl Süt Emzirmek Her Çocuk için
Sözkonusu mudur?
7- Mevludun Leh: Baba:
8- Nafaka Yükümlülüğü:
9- Hadane Hakkı:
10- Evlenen Kadın Hadane Hakkını
Kaybeder:
11- Evlenen Kadından çocuğu Ne Zaman
Alınır?
12- Kadın Mazeretsiz Olarak çocuğunu
Almak istemezse:
13- Kadın Zımmi Olup Eşler Tek Talak
ile Boşanırsa:
14- Çocuk Sebebiyle Ebeveyne Zarar
Verilmez:
15- Mirasçı Olanın Sorumlulukları:
16- çocuğun Sütten Kesilmesi:
17- çocuğu Sütanneye Vermek:
18- Süt Emzirme ücreti:
1- Kocalarından Olma
Çocuklarını Emziren Kadınlar:
Yüce Allah'ın:
"Anneler" buyruğu mübteda, "çocuklarını .. emzirirler"
buyruğu da haber mahallindedir, "İki tam yıl" buyruğu ise zaman
zarfıdır.
Yüce Allah nikahı ve
talakı sözkonusu ettikten sonra çocuğu zikretmektedir. Çünkü bazen anne-baba
ayrıldıklarında ortada çocuk bulunabilir. O halde ayet-i kerime, kocalarından
olma çocukları bulunan boşanan kadınlar hakkındadır, Bunu es-Süddi, ed-Dahhak
ve başkaları söylemiştir. Yani yabancı kadınlara göre onlar kendi çocuklarını
emzirmeye daha bir hak sahibidirler. Çünkü öz anneler daha bir şefkatli ve
merhametlidirler. Küçük çocuğu annesinden almak, hem ona bir zarardır, hem de
annesine.
Bu da çocuğun sütten
kesilmiş olsa dahi, şefkat ve merhametinin üstünlüğü dolayısıyla annesinin onun
hadanesine (bakımına) daha bir hak sahibi olduğunu göstermektedir. Annenin
hadane hakkına öncelikle sahip olması -ileride de geleceği üzere- evlenmemiş
olması şartına bağlıdır.
Buna göre Yüce Allah'ın:
"Onların örfe göre yiyeceği ve giyeceği babasına aittir" buyruğunun
anlaşılması biraz müşkil olmaktadır. Çünkü boşanmış bir kadın, eğer ric'i talak
ile boşamamış ise, giyimi hak etmez. Sadece ücreti hak eder. Ancak bunun ahlaki
faziletler ile ilgili olarak yorumlanması hali müstesna, O takdirde şöyle
denilir: Daha uygun olanı kadına verilecek olan ücretin yemesi ve giymesi için
yeterli olacak miktardan aşağı olmaması şeklindedir.
Bu ayet-i kerimenin, hem
çocukları bulunan zevceler hakkında hem de boşanmış kadınlar hakkında umumi
olduğu da söylenmiştir. Ancak daha kuvvetli görüşe göre, nikahın devamı halinde
zevce olanlar hakkındadır. Çünkü nafaka ya da giyime de hak kazananlar
onlardır. Zevce ister çocuğa süt versin, ister vermesin nafaka ve giyime hak
kazanır. Nafaka ve giyim kadının kendisini teslim etmesi mukabilindedir. Şayet
çocuğuna süt emzirmekle uğraşacak olursa böyle bir teslim tamam olmaz. O bakımdan
nafakanın bu durumda düşeceği vehmi sözkonusu olabileceğinden Yüce Allah bu
vehmi şu buyruğuyla ortadan kaldırmaktadır: "Onların örfe göre yiyeceği ve
giyeceği babasına aittir." Süt emzirme halinde demektir. Çünkü bu da
kocanın menfaati olan bir şeyle uğraşmak demektir. Böylece kadın kocasının
izniyle ve kocasının ihtiyacı için yolculuk yapması halinde olduğu gibi,
nafakası sakıt olmaz.
2- Süt Emzirmenin
Hükmü:
Yüce Allah'ın:
"Emzirirler" buyruğu -ileride geleceği üzere-bazı anneler için vücub,
bazıları için de mendupluk ifade eden emir manasında haberdir. Bunun -önceden
de geçtiği gibi- meşruiyeti ifade eden bir haber olduğu da söylenmiştir.
3- Süt Emzirmek Anne
için Bir Hak mıdır Vazife midir?
İlim adamları süt
emzirmenin annenin bir hakkı mı vazifesi mi olduğu hususunda farklı görüşlere
sahiptir. Lafız ihtimallidir. Çünkü eğer Yüce Allah bunun annenin bir vazifesi
olduğunu sarih bir şekilde ifade etmeyi murad etseydi; "annelerin
çocuklarını emzirmeleri vazifeleridir" derdi. Tıpkı: "Onların örfe göre
giyeceği ve yiyeceği babasına aittir" diye buyurduğu gibi.
Şu kadar var ki
evliliğin devamı halinde süt emzirmek annenin vazifesidir ve bu bağlayıcı bir
örftür. Çünkü (bu örf) artık şart gibi olmuştur.
Ancak kadın oldukça
varlıklı ve refah içinde ise; örfü çocuğunu emzirmemek şeklindedir. Bu da şart
gibidir. Ancak çocuk ondan başkasını kabul etmeyecek olursa çocuğunu emzirmesi
onun için vaciptir. (Bir görevdir).
Şayet süt emzirecek
kimse bulunmayacak olursa yine bu onun için bir görevdir, çünkü ondan başka süt
emzirme işini yapacak kimse kalmamıştır.
Şayet baba vefat etmiş,
çocuğun da herhangi bir malı yoksa Malik'in elMüdevvene'deki görüşüne göre
nafakanın hilafına çocuğu emzirmek, anne için bir görevdir. İbnu'l-Cellab'ın
kitabında ise çocuğun emzirilme masrafı Beytülmal'den karşılanır,
denilmektedir. Abdülvehhab ise o müslümanların fakirlerinden bir fakirdir. Bain
talak ile boşanmış olan kadına gelince onun için çocuğu emzirme görevi yoktur.
Çocuğun emzirilmesi -kadının istemesi hali dışında- kocanın vazifesidir. Ve
emzirme ücretinin mislini almaya kendisi daha bir hak sahibidir. Bu ise erkeğin
zengin olması halinde böyledir. Şayet zengin değil ise çocuğun onun memesinden
başkasını kabul etmemesi hali dışında, çocuğa süt emzirmek zorunda değildir.
Başkasının memesini kabul etmiyor ise, o takdirde çocuğu emzirmeye mecbur
edilir. Çocuğunu emzirmekle yükümlü olan her bir kadın eğer çocuğunu
emzirmesine mani bir özre sahip olur ise, çocuğu emzirme görevi (ücretle süt
anne bulmak üzere) babaya avdet eder.
Malik'ten rivayet
edildiğine göre baba yoksul ise, çocuğun da herhangi bir malı bulunmuyor ise,
çocuğun emzirilmesi annenin vazifesidir. Şayet annenin sütü yok, fakat malı
varsa, çocuğun emzirilme masrafı onun malından karşılanır.
Şafii der ki: Çocuğun
emzirilme vazifesi ancak baba yahut dede ve yukarılara doğru bağlayıcıdır. Bu
hususta ilim adamlarının farklı görüşleri Yüce Allah'ın: "Mirasçıya düşen
de bunun gibidir" buyruğu açıklanırken gelecektir.
"Süt emdi"
anlamındaki fiilin mazisi "dad" harfi esreli olarak (...) şeklinde
gelir. Muzari'inde aynı harf üstün gelir. Mastarı da: (...) şekillerinde gelir.
Şayet aynı harf mazide üstün gelirse, muzari'de esre gelir. Mastarı ise: (...)
şekillerinde gelir. İsm-i faili her iki şekilde de (...) diye gelir. (...) ise;
adilik ve bayağılık anlamındadır. Bu anlamda başka türlü kullanılmaz.
4- Emzirme Süresi:
"İki yıl"
ifadesinin "tam" ile kayıtlanmasının sebebi, bir kimsenin: Ben
filanın yanında iki yıl kaldım" derken bir sene ile öbür senenin bir
kısmını kastetmiş olmasının mümkün olacağından dolayıdır. Nitekim Yüce Allah:
"iki günde acele edene de günah yoktur. "(Bakara, 203) buyruğunda
acele etmek birinci günden sonra ikinci günün bir bölümünde sözkonusudur.
Yüce Allah'ın:
"Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için" buyruğu ise tam iki yıl
emzirmenin kati ve kaçınılmaz olmadığının delilidir. Tam iki yıl dolmadan önce
de çocuğun sütten kesilmesi caizdir. Ancak bu, çocuğun emzirilme süresi ile
ilgili olarak anne baba arasındaki anlaşmazlıkları kesmek için getirilmiş bir
sınırdır. Erkek için iki yıldan sonrasının süt emzirme ücretini ödemek icab
etmez.
Şayet baba bu süreden
önce çocuğun sütten kesilmesini ister, anne de buna razı olmazsa, kocanın buna
mecbur etme hakkı yoktur. İki yıldan fazlası veya eksiği ancak çocuğa zarar
verilmemesi ve anne-babanın karşılıklı rızası halinde sözkonusu olur.
Mücahid ve İbn Muhaysın
bu buyruğu: "Süt emzirme süresini tamamlamak isteyen kadın için"
anlamında fiili kadına isnad ederek okumuşlardır.
Ebu Hayve, İbn Ebi Able,
el-Carud b. Ebi Sebre ise "Süt emzirme" kelimesini "ra"
harfini esreli olarak okumuşlardır. Bu kelimenin ise "hadare ve
hidare" gibi iki türlü söyleyişi vardır. Mücahid'den kelimeyi (...)
şeklinde okuduğu da rivayet edilmiştir. İbn Abbas'tan: "Emzirmeyi
tamamlamak .... " şeklinde okuduğu da rivayet edilmiştir. en-Nehhas der
ki: Basralılar (...): Süt emziriş" kelimesini ancak "ra" harfini
üstün olarak bilirler. "Süt emme" kelimesini (aynı anlama) de ancak
"ra" harfinin esreli okunuşu ile (el-kital gibi) bilirler. Küfeliler
ise sonunda "yuvarlak te" olması halinde "ra" harfini
esreli, te'siz ise "ra" harfini üstün olarak nakletmişlerdir.
5- Neseb Akrabalığı
Gibi Akrabalığa Sebep Olan Süt Emzirme:
Malik (yüce Allah'ın
rahmeti üzerine olsun), ona uyanlar ve bir grup ilim adamı bu ayet-i kerimeden
şu sonucu çıkarmışlardır: Neseb gibi evlilik yasağını ortaya çıkartan süt
emmek, iki yıl zarfında olan süt emmedir. Çünkü iki yılın sona ermesiyle süt
emzirmek de tamam olur. İki yıldan sonra muteber bir süt emzirme yoktur.
Malik'in Muvatta'ında görüşü budur. Aynı zamanda Muhammed b. Abdilhakem'in
ondan yaptığı rivayettir. Ömer ve İbn Abbas'ın görüşü de budur. İbn Mesud'dan
da böyle bir görüş rivayet edilmiştir. ez-Zühri, Katade, eş-Şa'bi, Süfyan es-Sevri,
el-Evzai, Şafii, Ahmed, İshak, Ebu Yusuf, Muhammed ve Ebu Sevr de böyle
demişlerdir. İbn Abdilhakem ondan (Malik'ten) iki ay ve birkaç gün fazlalık
diye bir rivayette de bulunmuştur. Abdülmelik der ki: Bir ay ve ona yakın süre
demiştir.
İbnu'l-Kasım'ın
rivayetine göre Malik şöyle demiştir; Süt emme süresi iki yıl, iki yıldan sonra
da iki ay süreyle devam eder. el-Velid b. Müslim'in ondan naklettiğine göre o
şöyle demiş: İki yıldan sonraki bir ay iki ya da üç aylık fazla süre süt
emmekde iki tam yılın kapsamı içerisinde kabul edilir. Bundan sonra olan ise
abestir.
en-Numan (b. Sabit yani
Ebu Hanife)dan da şöyle dediği nakl edilmektedir: İki yıldan sonra altı aya
kadar olan süre de süt emme süresidir.
Ancak sahih olan birinci
görüştür. Çünkü Yüce Allah: "Anneler çocuklarını iki tam yıl
emzirirler" diye buyurmuştur. Bu ise iki yıldan sonra çocuğun süt
emmesinin hükmü olmadığının delilidir.
Süfyan, Amr b. Dinar'dan
o İbn Abbas'tan rivayetle dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "İki
yıl içerisinde olanın dışında süt emme yoktur." Darakutni dedi ki: Bunu
Süfyan b. Uyeyne'den el-Heysem b. Cemil dışında müsned olarak rivayet eden
yoktur. el-Heysem ise sika ve hafız birisidir.
Derim ki: Bu haber ile
birlikte ayet-i kerime ve bunun ifade ettiği mana, büyük çocuğun süt emmesini
reddetmekte ve bunun mahremiyete sebep olmayacağını ortaya koymaktadır. Hz.
Aişe'den böyle bir kanaatte olduğu rivayet edilmiştir. İlim adamları arasında
el-Leys b. Sa'd da bu görüştedir. Ebu Musa el-Eş'ari"den de onun büyüğün
süt emmesi (nin mahremiyete sebep olacağı) görüşünde olduğu da rivayet
edilmiştir. Bu görüşünden döndüğü de ondan rivayet edilmiştir. Yüce Allah'ın
izniyle Nisa Suresi'nde (23. ayet 4-7. başlıklarda) gelecektir.
6- iki Yıl Süt Emzirmek
Her Çocuk için Sözkonusu mudur?
Müfessirlerin çoğunluğu
bu iki yılın her çocuk için sözkonusu olduğunu söylemişlerdir. İbn Abbas'tan
ise şöyle dediği rivayet edilmektedir: Tam iki yıl, annesinin karnında altı ay
kalan çocuk içindir. Şayet yedi ay kalacak olursa onun süt emzirilme süresi
yirmiüç aydır. Sekiz ay kalırsa süt emzirilme süresi yirmi iki aydır. Dokuz ay
kalırsa süt emzirilme süresi ise yirmibir aydır. Çünkü Yüce Allah: "Onunla
gebe kalınması ve sütten kesilmesi de otuz aydır" (el-Ahkaf, 15) diye
buyurmuştur. Buna göre hamilelik süresi ile süt emzirme süresi birbiriyle içiçe
girmekte ve biri ötekinden alabilmektedir.
7- Mevludun Leh: Baba:
Yüce Allah'ın:
"Babasına aittir'' buyruğunda yer alan: (el-mevludi lehu) yerine
"Babalarına aittir" şeklinde kullanmak da Arapçada mümkündür. Yüce
Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Onlar arasından sana kulak verenler
de vardır." (Yunus, 42) Çünkü bu buyruğun manası "Kendisi için doğum
ya pılana aittir" şeklindedir. (Şili) ise hem tekil, hem çoğul hakkında
-önceden de geçtiği gibi- kullanılır.
8- Nafaka Yükümlülüğü:
Yüce Allah'ın:
"Onların öde göre yiyeceği ve giyeceği babasına aittir" buyruğunda
yer alan ''rızk: Yiyecek'' bu buyrukta "yeterince yiyecek"
anlamındadır. Bu buyrukta çocuğun nafakasını sağlamanın, zayıflığı ve acizliği
dolayısıyla babasının görevi olduğuna delili vardır. Şanı Yüce Allah burada ise
yiyecek ve giyeceği annelere izafe etmiştir. Çünkü çocuk yiyeceğe süt emmek
halinde anne vasıtasıyla ulaşabilir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Eğer onlar hamile
iseler yüklerini bırakıncaya kadar nafakalarını verin, " (et-Talak, 6)
Çünkü gıda ancak anne vasıtasıyla çocuğa ulaşabilir.
Malı bulunmayan küçük
çocuklarının nafakasını karşılamanın babanın görevi olduğu üzerinde ilim adamları
icma etmişlerdir. Peygamber (s.a.v.) de kendisine: Ebu Süfyan cimri bir
adamdır, o bana ve oğullarıma yetecek kadar nafaka vermiyor, ancak ben onun
malından onun bilgisi olmaksızın birşeyler alıyorum. Bundan dolayı benim için
bir vebal var mıdır? diyen Utbe kızı Hind'e şu cevabı verir: "Sana ve
çocuklarına ma'ruf ile (örfe göre) yetecek kadarını al,"
Ayet-i kerimede geçen
"kisve" elbise demektir. "Ma'ruf ile: Örfe göre" buyruğu
ise herhangi bir ifrat ve tefrit olmadan şer'in örfünde bilinen miktardır.
Daha sonra Yüce Allah
infakın kocanın zenginliği ve kadının mevkisine göre mud veya buna benzer
herhangi bir miktar takdirine gitmeksizin sözkonusu olacağını: "Kimseye
gücünden fazlası yükletilmez" buyruğu ile beyan etmektedir. Yine Yüce
Allah'ın izniyle Talak Süresi'nde (7. ayette) buna dair açıklamalar da
gelecektir.
Bunun anlamının şöyle
olduğu da söylenmiştir: Verilen ücretin az oluşuna sabretmekle kadın mükellef
tutulmayacağı gibi, erkek de israf sayılacak şeylerle mükellef tutulmaz.
Hepsinde ikisinin arası, orta yola riayet edilir.
9- Hadane Hakkı:
Bu ayet-i kerimede,
hadane hakkının anneye ait olacağı doğrultusundaki Malik'in görüşü lehine bir
delil vardır. Bu hak, erkek çocukta büluğ yaşına kadar, kız çocukta ise
evleneceği vakte kadardır. Bu, annenin bir hakkıdır, Ebu Hanife de bu
görüştedir.
Şafii de der ki: Erkek
çocuk temyiz yaşı olan sekiz yaşına ulaştı mı anne babası arasında muhayyer
bırakılır. Çünkü çocuk bu yaşta Kur'an öğrenmeye, edep ve ibadet vazifelerini
öğrenmeye doğru gayrete gelir. Bu konuda erkek ile kız arasında da fark yoktur.
Nesai ve başkalarının
Ebu Hureyre'den rivayetine göre bir kadın Peygamber (s.a.v.)'ın yanına gelerek
ona şöyle demiş: Benim kocam oğlumu almak istiyor. Bunun üzerine Peygamber
(s.a.v.) ona şöyle demiş: "Bu senin baban" bu da senin annendir.
Hangisini istersen onu al.." Bunun üzerine çocuk annesinin elini tutmuştu.
Ebu Davüd'un kitabında
Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben Rasülullah (s.a.v.)'ın
yanında oturuyor iken bir kadın onun yanına gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın
Rasülü benim kocam oğlumu almak istiyor, halbuki oğlum bana Ebu İnebe
kuyusundan su getiriyor; bana faydalı olmaya başladı. Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Onun için kur'a çekiniz." Kocası ise: Oğlum hakkında kim
benim kadar haklı olabilir? Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurdu: "Bu senin
baban, bu da senin annendir. Onlardan dilediğin kimsenin elini tut." Çocuk
annesinin elini tuttu, annesi de onu alıp gitti.
Bizim delilimiz de Ebu
Davüd'un el-Evzai'den rivayetidir. Evzai dedi ki: Bana Amr b. Şuayb babasından,
o dedesi Abdullah b. Amr'dan anlatarak dedi ki: Bir kadın Peygamber (s.a.v.)'ın
yanına gelip: Ey Allah'ın Resulü, dedi. Bu benim oğlum var ya karnım onun için
kap, memelerim onun için su kabı, bağrım da onun için bir barınak oldu. Babası
beni boşadı ve onu benden almak istedi. Rasülullah (s.a.v.) ona şöyle dedi:
"Başka bir koca ile nikahlanmadığın sürece çocuğu yanına almaya sen daha
bir hak sahibisin."
İbnu'I-Münzir der ki:
İlim ehlinden kendisinden ilim bellenen herkes karı koca ayrıldıkları takdirde
eğer çocukları varsa evlenmediği sürece o çocuğu yanında alıkoymaya annenin
daha bir hak sahibi olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr)
de böyle demektedir: Selef alimleri arasında boşanmış bir kadın eğer evlenmemiş
ise çocuğuna babasından daha bir hak sahibi olduğu hususunda görüş ayrılığı
olduğunu bilmiyorum. Çocuk küçük ve mümeyyiz olmadığı sürece bu böyledir. Şu
şartla ki annesinin yanında koruma altında olmalı ve ihtiyaçları yeterli bir
şekilde karşılanmalı; annenin fasıklığı ve tesettüre riayetsizliği sabit
olmadığı sürece bu böyledir.
Bundan sonra ilim
adamları mümeyyiz olup aklı erdiği takdirde, çocuğun annesi ve babası arasında
muhayyer bırakılıp bırakılmayacağı, çocuğu yanına almanın öncelikle kimin hakkı
olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbnu'I-Münzir der ki: Peygamber
(s.a.v.)'ın, Hz. Hamza'nın kızını başkası arasında muhayyer bırakmaksızın
teyzesine ait olduğu hükmünü verdiği sabittir.
Ebu Davüd, Hz. Ali'den
rivayetle şunu kaydetmektedir: Zeyd b. Harise Mekke'ye gitti ve Hamza'nın
kızını getirip geldi. Ca'fer dedi ki: Onu ben alacağım. Onu almaya ben daha bir
hak sahibiyim. Çünkü o amcamın kızıdır. Teyzesi ise benim eşimdir. Teyze de
anne demektir. Hz. Ali de dedi ki: Onu almaya ben daha bir hak sahibiyim. Çünkü
o benim amcamın kızıdır, benim hanımım da Rasülullah (s.a.v.)'ın kızıdır. Onu
almaya o daha bir hak sahibidir. Zeyd dedi ki: Onu almaya ben daha bir hak
sahibiyim. Onun için ben gittim, yolculuk yaptım ve onu ben getirdim. Peygamber
(s.a.v.) dışarı çıktı, bazı şeylerden söz etti ve şöyle dedi: "Kız
çocuğuna gelince ben onun Ca'fer'in yanında kalmasına dair hüküm veriyorum.
Teyzesi ile birlikte kalsın. Teyze anne demektir."
10- Evlenen Kadın
Hadane Hakkını Kaybeder:
İbnu'l-Münzir dedi ki:
Kendisinden ilim bellenen ilim ehli olan herkes, evlendiği takdirde annenin
çocukta bir hakkının olmadığını icma ile kabul etmişlerdir.
Derim ki: Yine
İbnu'l-Münzir el-işraf adlı eserinde de böyle demiştir. Kadı Abdülvehhab Şerhur-Risale
adlı eserinde el-Hasen'den evlenmekle hadane hakkının düşmeyeceğini
nakletmektedir. Malik, Şafii:, en-Nu man (Ebü Hanife) ve Ebu Sevr annenin
annesi (ninenin bu durumda) çocuğun hadane hakkına daha bir sahip olduğunu
ittifakla kabul etmişler; fakat annesi olmayıp babaannesi bulunduğu takdirde;
İmam Malik der ki: Eğer küçük çocuğun teyzesi yoksa babanın annesi daha bir hak
sahibidir. İbnu'l-Kasım da der ki: Malik dedi ki: Ondan bana geldiğine göre bu
hususta o şöyle demiştir: Teyze babaanne olan nineden daha önce gelir. Şafii:
ile en-Numan'ın görüşünde ise babaanne teyzeden daha bir hak sahibidir. Şöyle
de denilmiştir: Baba babaanneden oğlunda daha bir önceliği olarak hak
sahibidir.
Ebu Ömer der ki: Bu bana
göre eğer babanın yabancı bir hanımı yoksa böyledir. Babadan sonra kızkardeş,
sonra da hala gelir. Bu bunların her birisi çocuk açısından güvenilir birer
kimse olmaları halinde ve o kimsenin yanında himaye altında ve yeterlilik
içerisinde bulunduğu halde böyledir. Böyle olmadığı takdirde o kimsenin
hadanede hakkı yoktur. Bu hususta çocuğu koruyacak, onu korumak ve hayrı
öğretmek hususunda ona iyilikte bulunacak kimseye bakılır. Bu da "hadane
çocuğun hakkıdır" diyenlerin görüşüne göre böyledir. Bu görüş Malik'ten
rivayet edilmiş olup arkadaşlarından bir kesim de bu şekilde görüşlerini
açıklamışlardır. Aynı şekilde facire olan bir kadının, hastalık veya kötürümlük
sebebiyle çocuğun haklarını yerine getirmekten aciz zayıf bir kadının hadane
hakkı olmadığı görüşündedirler.
İbn Habib'in Mutarrif'ten
İbnu'I-Macuşün'un da Malik'ten naklettiğine göre; hadane önce annenin sonra
aneannenindir. Sonra teyzenin sonra babaannenin sonra küçüğün kızkardeşinin
sonra halasının sonra erkek kardeşinin kızının sonra da babanındır. Babaanne
kızkardeşten, kızkardeş de haladan, hala da hem kendisinden sonra gelenlerden
önceliklidir hem de velayet hakkı olan bütün erkeklerden daha önceliklidir.
Teyze kızının, hala kızının, çocuğun kızkardeşlerinin kızının ise hadane
hakları yoktur. Şayet hadane hakkına sahip olan çocuğu zayi etmeyeceğinden veya
çocuğun bozulmasına sebep teşkil etmeyeceğinden emin olunursa ergenlik yaşına
gelinceye kadar onu yanında barındırır.
Bu hakkın oğlan çocuğun
süt dişlerini değiştirmeye başlayacağı zamana, küçük kız da evleninceye kadar devam
ettiği de söylenmiştir Şu kadar var ki eğer baba yolculuk yapıp yerini
değiştirmek veya başka yeri vatan edinmek isterse, o takdirde yerini
değiştirmeyi istemeyecek olursa, baba annesinden de başkalarından da çocuğu
üzerinde daha bir hak sahibi olur. Şayet ticaret kastıyla çıkmak isterse bu
hakkı yoktur. Aynı şekilde küçük çocuğun nihayette onların velayetine gireceği
kimseler de vatan edinmek kastıyla başka bir yere gittikleri takdirde de durum
böyledir. Namazın kısaltılmasını gerektirmeyecek kadar kısa mesafeler dışında
annenin çocuğunu babanın yerleşmiş olduğu yerden bir başka yere taşıma hakkı
yoktur. Eğer baba annenin bulunduğu beldeden taşındığı vakit, belli yıllar
süreyle annesine masraflarını ve ihtiyaçlarını karşılamayı üstlenmesi hali
dışında çocuğunu annesinin yanında bırakmamayı şart koşarsa, kadın da bu şartı
kabul ederse bu şart onun için bağlayıcı olur. Eğer ölecek olursa bu hususta
mirasından masrafları karşılamak için mirasçılarından herhangi bir talepte
bulunulmaz. Şöyle de denilmiştir: Bu onun bırakacağı mirastan bir borç olarak
tahsil edilir. Ancak birinci görüş Yüce Allah'ın izniyle- daha sahihtir.
Nitekim çocuk ölse veya koca hamilelik ve süt emzirme masraflarını karşılamak
üzere onunla sulh yapsa, kadın da düşük yaparak bu masraflardan herhangi bir
şeyi isteyemez.
11- Evlenen Kadından
çocuğu Ne Zaman Alınır?
Anne evlenecek olursa,
Malik'e göre, yeni kocası onunla gerdeğe girmedikçe çocuğu ondan alınmaz. Şafii
der ki: Nikahlandı mı çocuğu üzerindeki hakkı da sona ermiş olur. Şayet (yeni)
kocası onu boşayacak olursa bizce mezhebinden daha meşhur olan görüşünde
Malik'e göre tekrar dönmeye hakkı yoktur. Kadı İsmail ile İbn Huveyzimendad'ın
Malik'ten zikrettiğine göre ise; bu konuda o farklı görüşler beyan etmiştir.
Bir seferinde çocuk annesine geri verilir derken, bir seferinde geri verilmez
demiştir.
İbnu'I-Münzir der ki:
Anne oğlunun bulunduğu beldeden çıkacak sonra tekrar oraya dönecek olursa
Şafii, Ebu Sevr ve rey sahiplerinin görüşüne göre çocuğunu almaya daha bir hak
sahibidir. Evlense sonra boşansa veya kocası vefat etse annenin çocuk
üzerindeki hadane hakkı aynı şekilde geri döner.
Derim ki: Kadı Ebu
Muhammed Abdülvehhab da böyle demiştir: Şayet koca onu boşar veya ölürse,
kendisi sebebiyle çocuğu terkettiği mazeret ortadan kalktığından dolayı, çocuğu
yine onun olur.
12- Kadın Mazeretsiz
Olarak çocuğunu Almak istemezse:
Şayet kadın, kocası
bulunmadığı halde önce çocuğunu himayesine almayı terkedip almak istemezse,
daha sonra da geri almak isterse durumuna bakılır. Şayet bir özrü sebebiyle onu
almamış ise, geri alabilir. Eğer reddederek ve kızgınlıkla terketmiş ise, artık
bundan sonra bir daha çocuğunu geri alamaz.
13- Kadın Zımmi Olup
Eşler Tek Talak ile Boşanırsa:
Kadın zımmi olup eşler
tek talak ile birbirlerinden ayrılırlarsa hükmün ne olacağı hususunda farklı
görüşler vardır. Bir kesim şöyle der: Zımmi kadın ile müslüman kadın arasında
bir fark yoktur. Zımmi kadın da çocuğunun hadane hakkına öncelikle sahiptir.
Ebu Sevr'in, rey ashabının, Malik'in arkadaşı İbnu'l-Kasım'ın görüşü budur.
İbnu'l-Kasım der ki: Biz bu görüşe uygun merfu bir hadis rivayet etmiş
bulunuyoruz. Şu kadar var ki onun senedi tenkid edilmiştir.
Bu hususta ikinci bir
görüş daha vardır. Bu görüşe göre çocuk müslüman kimse, onunla beraber olur. Bu
da Malik, Seyyar, Abdullah b. el-Hasan'ın görüşüdür. Şafii'den de böyle bir
görüş nakledilmiştir.
Aynı şekilde birisi hür,
diğeri köle olan ve birbirinden ayrılan eşler hakkında da farklı görüşler
vardır. Bir kesim hür önceliklidir, demektedir. Bu Ata, es-Sevri, Şafii ve rey
ashabının görüşüdür.
Malik ise der ki: Şayet
baba hür olup onun hür bir çocuğu da varsa, anne olup cariye ise satılıp da bir
başka yere taşınmadıkça anne çocuğu üzerinde daha bir hak sahibidir. Eğer bu
durum olursa o takdirde baba çocuğu üzerinde daha bir hak sahibi olur.
14- Çocuk Sebebiyle
Ebeveyne Zarar Verilmez:
Yüce Allah'ın: "Ne
bir anneye çocuğu sebebiyle zarar verilsin ne de bir baba çocuğu yüzünden
zarara sokulsun" buyruğunun anlamı şudur: Anne, babasına zarar vermek kastıyla
çocuğunu emzirmeyi reddetmesin veya ecri mislinden fazlasını istemesin.
çocuğunu emzirmek istemekle birlikte anneye engel olmak da baba için helal
değildir. Müfessirlerin çoğunluğunun görüşü budur.
Nafi, Asım, Hamza ve
Kisai (...) kelimesini "ra" harfini şeddeli ve üstün olarak
okumuşlardır. Nehiy olmak üzere cezm mahallindedir. Bunun aslı ise (...)
şeklindedir. Birinci "ra" harfi ikincisine idğam edildikten sonra,
iki sakin harf yanyana geldiğinden ötürü ikincisi de üstün okunur. Mudaaf
(tekrarlanan) harften önceki harf üstün veya "elif" ise hep böyle
gelir.
Yani kadın çocuğunu
emzirmek isteyip de çocuk da ona alıştığı takdirde çocuk ondan alınmaz. Ebu
Amr, İbn Kesir, Asım'dan Eban ve bir grup da (...) şeklinde ve: "Hiçbir
nefse yükletilmez" buyruğuna atfedilerek merfu olarak okumuşlardır. Buyruk
haber olmakla birlikte kasıt ise emirdir.
Yunus, el-Hasen 'den
rivayetle dedi ki; Yüce Allah: Ben ona süt vermem diyerek kadın kocasına zarar
vermesin. O da: Ben ona süt veririm dediği halde çocuğunu annesinden alarak
annesine zarar vermesin, diye buyurmaktadır.
Bu kelimenin aslının
birinci "ra" esreli olarak (...) şeklinde olması da muhtemeldir. Bunu
Eban, Asım'dan rivayet etmiş olup Hicazlıların şivesi böyledir. Buna göre
"anne" bu fiilin faili olur. (Anne vermeye kalkışmasın, anlamına
gelir) Aynı şekilde (...) şeklinde olması da mümkündür. (O takdirde anlamı;
Zarar verilmesin şeklinde olur.) Buna göre "anne" naib-i fail olur.
Ömer (b. el-Hattab)dan birincisi üstün olmak üzere iki "ra" harfiyle
(...) şeklinde okuduğu da rivayet edilmiştir. Ebu Ca'fer b. el-Kaka' tek bir ra
ile: "(...) şeklinde okumuştur. Aynı şekilde: "Hiçbir yazıcıya zarar
verilmesin"(el-Bakara, 282) buyruğu da böyledir. Bu ise uzak bir
ihtimaldir. Çünkü misli olan iki harfin her ikisi de kelimenin asıl
harflerinden olup bir araya geldikleri takdirde, kelimeyi hafifletmek için
birisi hazfedilmez. Ya idğam yapılır veya izhar. Yine Ebu Cafer'den sükün ve
şeddeli okuduğu da rivayet edilmiştir. İbn Abbas ve el-Hasen' den ise (...)
şeklinde birinci "ra" harfini esreli olarak okudukları da rivayet
edilmiştir.
15- Mirasçı Olanın
Sorumlulukları:
Yüce Allah'ın:
"Mirasçıya düşen de bunun gibidir" buyruğu: " ... babasına
aittir" buyruğuna atfedilmiştir. İlim adamları Yüce Allah'ın;
"Mirasçıya düşen de bunun gibidir" buyruğunun açıklaması hakkında
farklı görüşlere sahiptirler. Katade, Süddi, el-Hasen ve Ömer b. el-Hattab
(r.a) der ki; Burada sözü geçen mirasçı, küçüğün ölmesi halinde ondan miras
alacak kimsedir.
Kimisi de şöyle
demektedir: Özellikle erkeklerden olan küçüğün mirasçılarıdır ki, çocuğa süt
emzirme zorunluluğu onlara aittir. Tıpkı küçüğün babası hayatta olsaydı onu
emzirmekle yükümlü olduğu gibi. Bunu da Mücahid ve Ata söylemiştir.
Katade ve başkaları ise
der ki: Bu erkek olsun kadın olsun küçüğün mirasçılarıdır. Ondan alacakları
miras hissesi oranında onun süt emzirmesine iştirak etmekle yükümlüdürler.
Ahmed ve İshak da bu görüştedir.
Kadı Ebu İshak İsmail b.
İshak "Meani'l-Kur'an'' adlı eserinde şöyle demektedir: Ebu Hanife ise
şöyle demektedir: Küçüğün nafakası ve süt emzirilmesi kendisiyle evlenmek haram
olan bütün akrabalarına (zu rahimin muharram) ait bir görevdir. Mesela, bir
adamın kızkardeşinin ihtiyaç sahibi küçük bir çocuğu bulunsa, yine aynı şekilde
kendisinden miras alacağı ihtiyaç sahibi küçük amcaoğlu olsa, bu durumda
küçükten miras almayan dayının, kızkardeşinin oğlunun nafakasını karşılaması
icabeder. Diğer taraftan mirasçı olan amcasının oğluna karşı amcaoğlu bu
nafakayı karşılamakla mükellef değildir. Ebu İshak (devamla) der ki: Bunlar
Allah'ın Kitabında bulunmayan bir söz söylemişlerdir. Böyle bir söz söyleyen
bir kimse de bilmiyoruz.
Taberi de Ebu Hanife ve
iki arkadaşından (Ebu Yusuf ve Muhammed'den) şöyle dediklerini nakletmektedir:
Küçüğe süt emzirmekle yükümlü olan mirasçı, evlenmeleri haram olan bir
akrabasından (zu rahim muharram) ona mirasçı olan kimsedir. Amcaoğlu ve
başkasının, eğer evlenmesi haram olan bir akraba değil ise, herhangi bir
yükümlülüğü yoktur
Bundan maksadın babanın
asabe akrabaları olduğu da söylenmiştir. Çocuğun nafakasını ve giyimini
sağlamak bunlara düşer. ed-Dahhak der ki: Küçük çocuğun babası ölse çocuğun da
malı bulunsa süt emzirme masrafı çocuğun malından alınır. Şayet malı yoksa
asabeden alınır. Asabenin de malı yoksa anne ona süt emzirmek için mecbur
tutulur.
Kabise b. Züeyb,
ed-Dahhak, Ömer b. Abdulaziz'in kadısı Beşir b. Nasr da derler ki: Burada sözü
geçen mirasçı bizzat küçüğün kendisidir. Yüce Allah'ın: "Mirasçıya
düşen" buyruğunu çocuğa düşen tıpkı babaya düşen gibidir, diye te'vil
etmişlerdir. Yani o çocuk babasına mirasçı olduğu takdirde, kendi malından
bizzat kendisinin süt emzirme masrafını karşılamak yükümlülüğü vardır.
Süfyan da der ki: Burada
mirasçıdan kasıt, anne babasından birisi öldüğü vakit hayatta kalan diğeridir.
Şayet baba ölse eğer çocuğun kendi malı yoksa yeterince ihtiyacını karşılamak
annesinin görevidir. Asabe olan kimse de çocuğun emzirilmesinde mirastan
alacağı payoranında anneyle masrafa katılır.
İbn Huveyzimendad der
ki: Şayet yetim, malı bulunmayan fakir bir kimse olursa imamın Beytülmal'den
onun ihtiyaçlarını karşılaması icabeder. Şayet imam bunu yapmayacak olursa, ona
daha özel olarak yakın olanların önceliği sırasıyla, bütün müslümanlara düşer.
Anne bu konuda ona daha özel bir yakınlığa sahiptir. O bakımdan o çocuğun
sütünün emzirilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması anneye düşer. Bu konuda ne
çocuğa rücu' edip birşeyalır ne de herhangi bir kimseye. Bu durumda annenin süt
emzirmesi vacip, nafakasını karşılaması da müstehaptır.
Müstehap oluşunu şöylece
açıklayabiliriz. Yüce Allah'ın: "Anneler çocuklarını iki tam yıl
emzirirler" diye buyurmaktadır. Annelerin ihtiyaçlarını karşılamak ise
kocalarına düşen bir görevdir. Şayet kocanın ölümü veya fakirliği dolayısıyla
annelerin haklarının alınması imkansız olursa, onlar üzerindeki bu hak sakıt
olmaz. Nitekim iddet kadınlar üzerinde bir görev (farz)dır. Nafaka ve sükna
Oddet boyunca kalacakları bir mesken temini) ise kocalarına düşen bir görevdir.
Eğer kadınlarına nafaka vermeye (kocaların) imkanı bulunmazsa, kadınların iddet
bekleme yükümlülükleri -yine de- ortadan kalkmaz.
Abdurrahman b. el-Kasım,
Malik b. Enes (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) den el-Esediyye'de şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Kişi kardeşinin olsun yakın bir akrabasının olsun,
kendisinin Zü rahimi olsun nafakasını karşılamak zorunda değildir. Yüce
Allah'ın: "Mirasçıya düşen de bunun gibidir" buyruğu ise
neshedilmiştir.
en-Nehhas der ki; Bu
Malik'in ifadesidir. Ancak bunu neyin neshettiğini kendisi de açıklamamış,
Abdurrahman b. el-Kasım da açıklamamıştır. Onların arkadaşlarından bunu
açıklayan herhangi bir kimse olduğunu da bilmiyorum. Ona göre -doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır ya- neshedici olma ihtimali en kuvvetli olan şudur: Yüce Allah
kocası vefat etmiş olan kadına vefat edenin malından bir yıllık nafakayı ve
süknayı farz kılınca (bk. el-Bakara, 242) daha sonra bunu neshedip kaldırdı.
Bunu da aynı şekilde mirasçının yükümlülüğü olmaktan neshedip kaldırdı. Derim
ki: Buna göre küçük çocuğa nafaka, bizzat kendi malından yapılır ve ileride
geleceği üzere mirasçının bundan herhangi birşeyi karşılama zorunluluğu kalmaz.
İbnu'l-Arabi der ki:
Yüce Allah'ın: "Mirasçıya düşen de bunun gibidir" buyruğu hakkında
İbnu'l-Kasım, Malik'ten mensuh olduğunu nakl etmektedir. Bu ise gafillerin
kalplerine tiksinti veren, istisnai (şaz) kimselerin akıllarını hayrete düşüren
bir sözdür. Ancak mesele anlaşılmayacak kadar zor birşey değildir. Şöyle ki;
bizden önceki fukaha ve müfessirlerden oluşan ilim adamları, tahsise de nesh
adını veriyorlardı. Çünkü tahsis umumun kapsadığı alanın bir kısmını
kaldırmaktadır. Bunu ifadelerinde kullanıp durdular. Nihayet bunu gereği gibi
anlamak, onlardan sonra gelenler için müşkil bir hal almıştır. Bu konuda tahkik
sonucu söylenecek söz şudur; Yüce Allah'ın; "Mirasçıya düşen de bunun
gibidir" buyruğu önce geçen buyruklara bir işarettir. İnsanlar arasından
bunu nafakanın vücubu, zarar vermenin haram kılınışı gibi buyrukların tümüne
havale edenler vardır. Fukahadan Ebu Hanife, Seleften ise Katade ve el-Hasen bunlardandır.
Hz. Ömer'e de böyle bir görüş isnad edilir. İlim adamlarından bir başka kesim
ise şöyle demektedir; Yüce Allah'ın: "Mirasçıya düşen de bunun
gibidir" buyruğu bundan önce geçen bütün ifadelere raci değildir, sadece
zarar vermenin haram kılınışına raci dir ve bunun anlamı şöyle olur: Anneye
zarar vermenin haram olması mirasçı için de tıpkı baba gibidir ve asl olan da
budur. Her kim bu hususta atfın, geçen bütün buyruklara dair olduğunu
söyleyecek olursa, bu hususta delilini getirmesi gerekir.
Derim ki:
İbnu'l-Arabı'nin: "asl olan da budur" sözünden kastı zamirin
zikrollınan en yakın kişiye döneceği şeklindedir. Ve bu da doğrudur. Çünkü eğer
zamir ile "süt emzirmek, nafakayı karşılamak ve zarar vermemek"ten
ibaret olan bütün hususları kastetmiş olsaydı, "mirasçıya düşen de bunlar
gibidir" diye buyurulması gerekirdi. O halde bu, zarar vermenin
yasaklandığına atfedildiğinin delilidir. İşte Kadı Abdülvehhab'ın anlattığına
göre bütün müfessirler de bu buyruğu buna göre te'vil etmişlerdir. Bundan kasıt
da şudur: Yani anne, eğer baba kendisine misli ücretini verdiği takdirde,
babası dolayısıyla ona süt emzirmemek suretiyle çocuğuna zarar veremez.
"Hiçbir baba da çocuğu yüzünden zarara sokulmasın" buyruğu da şu
demektir: Anne eğer ecr-i misil karşılığında çocuğuna süt emzirecekse o bu
hakka sahiptir. Çünkü annenin çocuğuna olan şefkat ve merhameti daha üstündür.
Annenin sütü yabancı bir kadının sütünden çocuk için daha iyidir.
İbn Atiyye der ki: Malik
(Allah'ın rahmeti üzerine olsun) bütün arkadaşları, aynı şekilde eş-Şa'bi,
ez-Zühri, ed-Dahhak ve bir grup ilim adamı şöyle demişlerdi!": Yüce
Allah'ın: "Bunun gibidir" buyruğundan kasıt "zarara
sokulmasın"dır. Yiyecek ve giyecekten ise herhangi birşey karşılaması
icabetmez. İbnu'l-Kasım'ın Malik'ten rivayetine göre ayet-i kerime yiyecek ve
giyeceğin de mirasçıya düştüğünü ihtiva etmektedir. Daha sonra bu, mirasçının
zarar görmeyeceğine dair ümmetin icmaı ile neshedilmiştir. Burada görüş
ayrılığı; acaba yiyecek ve giyecek karşılamak yükümlülüğü var mıdır yok mudur, hususu
ile ilgilidir.
Yahya b. Ya'mer ise
çoğul olarak: "Mirasçılara düşen ... " diye okumuştur. Bu ise umumu
(bütün mirasçıları) kapsamayı gerektirir. Eğer Hz. Peygamber'in: "Zü rahim
bir akraba ihtiyaç içerisinde iken verilen hiçbir sadakayı Allah kabul
etmez" buyruğunu delil gösterirlerse, onlara şöyle denilir:
"Rahim" tabiri zü rahim olan herkes hakkında nHhrem olsun olmasın
kullanılır. Sadakanın zü rahim olana verilmesinin daha evla olduğu hususunda
görüş ayrılığı yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.)in: "Onu yakın akrabalarına
ver" buyruğu bunu gerektirir. İşte hadis buna göre yorumlanır ve onların
maksatlarına uygun delil olacak bir tarafı kalmaz. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
en-Nehhas der ki: Yüce
Allah'ın: "Mirasçıya düşen de onun gibidir" buyruğundan kastın,
mirasçının zarar görmemesidir, sözü güzel bir açıklamadır. Çünkü insanların
malları başkalarına yasaktır. Kat'ı bir delil ile olması hali dışında, herhangi
birşey o mallardan çıkartılıp verilemez. Bu babanın mirasçılarına düşer,
diyenlerin görüşlerine gelince delilleri şudur: Nafaka babaya aittir.
Dolayısıyla babanın mirasçıları oğulun mirasçılarından önce gelirler. Oğlun
mirasçılarına aittir, diyenlerin deliline gelince onlar derler ki: Onun
mirasını aldıkları gibi onun ihtiyaçlarını da karşılarlar. en-Nehhas (devamla)
der ki: Muhammed b. Cerir burada mirasçıdan kasıt oğlun kendisidir, diyenlerin
görüşünü tercih ederdi. Her ne kadar bu garib bir görüş ise de bunu delil
getirmek doğrudur ve bunun delil oluşu da gayet açıktır. Çünkü çocuğun malından
harcamak, çocuk için en uygun olanıdır. Fukaha -cüz'ı istisnalar dışında- icma
ile şunu belirtirler: Bir adamın eğer küçük bir oğlu varsa ve oğlunun da malı
varsa baba da varlıklı ise babanın nafaka vermesi ve süt emme ücretini
karşılaması icabetmez. Bunlar çocuğun kendi malından karşılanır.
Şayet Yüce Allah:
"Onların örfe göre yiyeceği ve giyeceği babasına aittir" diye
buyurmaktadır, denilirse şöyle cevap verilir: Burada zamir müennes zamiridir.
Bununla birlikte icma ayetin sınırını belirleyici ve onu beyan edicidir.
Herhangi bir müslümanın bu icmaın dışına çıkması uygun değildir. Bu, anne
babadan geriye kim kalırsa ona aittir, diyenlerin deliline gelince; annenin
çocuğunu zayi etmesi caiz değildir. Kendisine de oğluna da infakta bulunan
kimse ölmüş bulunmaktadır. (O halde anne çocuğunu sahiplenmelidir) .
Buharı bu görüşü
reddetmek üzere şöyle bir başlık kullanır: "Mirasçıya düşen de bunun
gibidir. Peki bundan kadına birşey düşer mi?" Bundan sonra da Ümm Seleme
ve Hind'in rivayet ettikleri hadisleri nakleder. Bunun anlamı da şudur: Ümm
Seleme'nin Ebu Seleme'den oğulları vardı. Bu oğullarının da herhangi bir
malları yoktu. Peygamber (s.a.v.)'a durumu sorunca bu konuda onun ecrinin de
bulunacağını haber vermişti. Böylelikle bu hadis oğullarının nafakasını
karşılamanın anneleri üzerinde vacip olmadığına delildir. Eğer anneye bu vacip
olsaydı Peygamber (s.a.v.)'e: Ben de onları terketmeyeceğim (yani onlara
tasaddukta bulunacağım) demezdi. Hind'in hadisine gelince; Peygamber (s.a.v.)
babanın malından, kendisinin ve çocuklarının nafakasını karşılamak hususunda
serbest bırakmış ve bu nafakayı baba için vacip kıldığı gibi, kendisine vacip
kılmamıştır. Buhari bunu şuna delil göstermektedir: Babalar hayatta kaldıkları
sürece, anneler çocukların nafakalarını karşılamak üzere yükümlü tutulmazlar.
Aynı şekilde babaların ölümü halinde de anneler bunu sağlamakla yükümlü
değildirler.
Nafaka ve giyimini
karşılamak, evlenilmesi haram olan bütün akrabalara (zu rahim muharram) düşer,
diyenlerin delili de şudur: Erkek fakir olması halinde kendileriyle evlenmesi
haram olan bütün akrabalarına infak etmekle (yiyeceklerini karşılamakla)
yükümlüdür. en-Nehhas der ki: Ancak bu görüşe Yüce Allah'ın Kitabından da
icmadan da sahih bir sünnetten de alınmış bir delil yoktur; hatta sözünü
ettiklerimiz dışında bir görüş daha bilinmemektedir, denilerek itiraz
edilmiştir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah'ın buyruğu: "Mirasçıya
düşen de bunun gibidir" şeklindedir. Eğer mirasçıya düşen yiyecek ve giyim
ise onlar buna muhalefet ederek şöyle demişlerdir: Geriye dayısı ve amcasının
oğlu kalmış ise nafaka dayısına düşer, amcasının oğluna birşey düşmez. Ancak
bu, Kur'an-ı Kerim'in nassına muhaliftir. Çünkü dayı hiçbir kimsenin görüşüne
göre amca çocuğu ile birlikte olduğu takdirde miras almaz. ilim adamlarının
çoğunluğunun görüşüne göre ise tek başına olduğu takdirde de miras almaz.
Kendisiyle evlenilmesi yasak olan (zu rahim muharram) herkese nafaka vermek
gerekir, diye delil göstermelerine gelince; ilim adamlarının çoğunluğu bu
görüşte değildir.
16- çocuğun Sütten
Kesilmesi:
Yüce Allah'ın:
"Eğer kendi rızalarıyla ve danışarak" iki seneden önce "sütten
kesmek isterlerse ikisinin üzerine de birvebal yoktur." Bu buyruktaki
"isterlerse"deki zamir anne-babaya aittir. "Fisal"
kelimesinin anlamı "sütten kesmek"tir. Yani annesinin sütü ile
beslenmesini kesip başka gıdalarla beslenmesi yoluna gitmektir. Fisal'ın asıl
anlamı ayırmak demektir. Çünkü sütten kesme, küçük çocuk ile memeyi birbirinden
ayırmaktır.
Annesinin sütünden
kesilmiş deve ve inek yavrusuna "el-fasil" denilmesi de buradan
gelmektedir. Çünkü annesinden ayırılmış olur.
"İkisinin üzerine
de bir vebal yoktur. " Yani onu sütten kesmekten dolayı vebalde olmazlar.
Yüce Allah, süt emzirme
süresini iki yıl olarak tayin edince asıl sütten ayırmanın anne ve babanın onu
ayırması olacağını beyan etmektedir. Bu konuda herhangi bir kimsenin
anlaşmazlığı sözkonusu değildir. Şu kadar var ki anne ile baba çocuğa zarar
vermeksizin bu sayıdan daha kısa bir süre üzerinde ittifak ederlerse, bu beyana
göre bu da caizdir. Katade der ki: iki yıl süre içerisinde süt emzirmek farz
idi. Bundan önce sütten kesmek haram dı. Daha sonra Yüce Allah'ın: "Eğer
kendi rızalarıyla .. sütten kesmek isterlerse" buyruğu ile iki yıldan daha
aşağı bir süre süt emzirmek mübah kılındı.
Yüce Allah'ın
anne-babaya küçük çocuğun faydasına götürecek şeyler hakkında karşılıklı
danışmayı mübah kılması, ahkama ait hususlarda ictihadın caiz olduğuna bir
delildir. Onların çocuğun menfaatini tesbit etmeleri ise hakikat ve yakin
esasına değil de galip zanlarına bağlıdır.
Teşavür (karşılıklı
müşavere yani danışma) görüşün uygun olanının ortaya çıkartılmaya
çalışılmasıdır. Müşavere de meşüre de böyledir. "Balı çıkarttım";
"Nasıl yürüdüğünü ortaya çıkarmak için atı denedim"; demektir. Eveşyasına
"eş-şevar" veya "eş-şivar" denilir. Çünkü bakan kimsenin
ilk gördüğü şeyler onlardır. "eş-şare" kişinin hey'eti yani görünüşü,
kılık-kıyafeti; "işaret" ise içinde bulunanı çıkarıp açığa vurmak
demektir.
17- çocuğu Sütanneye
Vermek:
Yüce Allah'ın:
"Çocuklarınızı emzirtmek isterseniz ... " yani annelerin dışında
çocuklarınıza süt verecek kimse tutmak isterseniz, demek olur. Bunu ez-Zeccac
söylemiştir. en-Nehhas da der ki: Arapçada bu ifadenin takdiri: Çocuklarınızın
yabancı birisi tarafından süt emzirilmesini isterseniz, şeklindedir. Yüce
Allah'ın: "yani 'onlara ölçü ile yahut tartı ile verdiklerinde ... "
(el-Mutaffifin, 3) demektir.
Bu buyrukta
"lam" harfinin (Türkçe'de Tefsiri yapılmakta olan bölümde ismin -i-
hali'ni belirten takı ile diğer ayetteki -e- halini belirten takı) hazf
edilmesinin sebebi, fiilin birisi harf ile olmak üzere iki mef'ul almasıdır.
Sibeveyh şu beyiti zikretmektedir: "Ben sana hayır işlemeni emrettim; sen
de yap emrolunduğunu; Çünkü ben seni (taşınır) mal ve taşınmaz mal sahibi
olarak bırakmıştım."
Bu sebebten: "Ben
Zeyd'e dua ettim" anlamında "lam" harfini kullanmadan (...''
demek doğru değildir. Çünkü bu, anlamın doğru anlaşılmasına engeldir. Bundan
dolayı bu kabil ifadelerden sema' (işitmeye) itibar edilir.
Derim ki: Buna göre
ayet-i kerimede babaların ve annelerin bu hususta ittifak etmeleri halinde
sütanne tutmanın caiz oluşuna delil vardır. İkrime ise Yüce Allah'ın: "Ne
bir anne çocuğu sebebiyle ... zarara sokulmasın" buyruğunun anlamı sütanne
tutmaktır. Bunu İbn Atiyye nakletmiştir. Asıl olan ise her annenin Yüce
Allah'ın bildirdıği şekilde çocuğunu emzirmekle mükellef olduğudur. Yüce Allah
hanımlara çocuklarını emzirmelerini emretmekte ve buna karşılık yiyecek ve
giyeceklerini -evlilik devam ettiği sürece- kocalar üzerindeki hakları olarak
tesbit etmektedir. Eğer süt emzirmek babanın üzerinde bir hak olsaydı sözünü
ettiği yiyecek ve giyecekleri ile birlikte zikretmesi gerekirdi. Şu kadar var
ki diğer fakihler arasından yalnızca İmam Malik soylu kadını istisna eder ve
şöyle der: Böyle bir kadın için süt emzirme yükümlülüğü yoktur. O bu kabilden
olan kadınları ayet-i kerimenin kapsamı dışında tutmuş ve bu ayet-i kerimeyi
fıkıh usulünden asıl bir delil olan adet gereğince amel ile tahsis etmiştir. Bu
asıl ilkenin İmam Malik dışında farkına varan olmamıştır. Bunda asıl göz
kamaştırıcı nokta ise böyle bir uygulama cahiliyye döneminde soylu kimseler
arasında idi. İslam geldi ve bunu değiştirmedi. Zengin ve soylu aileler süt
emme yaşındaki çocukları sütannelere vermek suretiyle annelerin evlilik dışında
işlerle uğraşmamalarını sağlamaya çalışmıştır ve bu İmam Malik'in zamanına
kadar böylece sürüp gelmiş; o da buna uygun görüş belirtmiştir. Aynı uygulama
bizim zamanımıza kadar böylece devam edip gelmektedir. O bakımdan bunun bizim
için şer'i bir hüküm olduğu muhakkaktır.
18- Süt Emzirme
ücreti:
Yüce Allah'ın:
"Verdiğinizi teslim etmeniz şartıyla ... " buyruğunda kastedilenler
babalardır. Yani, sizler süt emziren sütanneye ücreti teslim ettiğiniz
takdirde, demek olur. Bunu Süfyan söylemiştir. Mücahid der ki: Annelere sütanne
tutmak isteyeceğiniz vakte kadar, süt emzirmeleri hesabına göre ücretlerini
teslim ettiğiniz takdirde .. demektir.
Yedi kıraat imamından
altı tanesi "verdiğinizi" anlamında olmak üzere: (...) şeklinde
okurken;
Ibn Kesir
"getirdiğiniz ve yaptığınız" anlamında: (...) diye okumuştur.
Nitekim Züheyr şöyle
demektedir: "Hayır diye her ne varsa onu yaptılar, çünkü; Bundan da önce
babalarının ataları bunu miras olarak devralmışlardı."
Katade ve Zühri der ki:
Bu buyruğun anlamı şudur: Sütanne tarafından süt
emzirilmesini isteyip
razı olduğunuzu kabul ettiğiniz takdirde; yani anne babadan her birisi bunu
teslim eder ve buna razı olursa, demektir. Bu şekilde bir karar her iki tarafın
ittifakı ve hayır olanı, ma'ruf olanı dilemesi esası ile olur. Bu ihtimale
göre: "Teslim etmeniz" hitabına erkekler ve kadınlar girer.
Önceki iki görüşe göre
ise hitap erkekleredir.
Ebu Ali der ki: Buyruğun
anlamı şudur: Sizler nakit olarak verdiğiniz ücreti teslim etmeniz yahut onu
ödemeniz halinde ... Burada muzaf (tercümede; nakit olarak) hazfedilip zamir
onun yerine geçmiştir. Bu durumda ifade:
"Verdiğiniz o şeyi
... " anlamında olup zamir hazf edilmiştir. Bu açıklamaya göre de hitap erkekleredir.
Çünkü emzirme ücretini verecek olanlar onlardır. Ebu Ali der ki: (...) masdar
için olması ihtimali vardır. Yani, sizler vereceğinizi teslim etmeniz halinde
... demek olur. Ve buna göre mana da birincisi gibi olur ... Ama muzaf, hazf
edilerek sıfata ihtiyaç kalmamıştır. Bilahare zamir de hazf edilmiştir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN