BAKARA 217 / 218 |
يَسْأَلُونَكَ
عَنِ
الشَّهْرِ الْحَرَامِ
قِتَالٍ
فِيهِ قُلْ
قِتَالٌ فِيهِ
كَبِيرٌ
وَصَدٌّ عَن
سَبِيلِ
اللّهِ وَكُفْرٌ
بِهِ
وَالْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
وَإِخْرَاجُ
أَهْلِهِ
مِنْهُ
أَكْبَرُ عِندَ
اللّهِ
وَالْفِتْنَةُ
أَكْبَرُ
مِنَ
الْقَتْلِ
وَلاَ
يَزَالُونَ
يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ
يَرُدُّوكُمْ
عَن
دِينِكُمْ
إِنِ اسْتَطَاعُواْ
وَمَن
يَرْتَدِدْ مِنكُمْ
عَن دِينِهِ
فَيَمُتْ وَهُوَ
كَافِرٌ
فَأُوْلَـئِكَ
حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ
فِي
الدُّنْيَا
وَالآخِرَةِ
وَأُوْلَـئِكَ
أَصْحَابُ
النَّارِ هُمْ
فِيهَا
خَالِدُونَ إِنَّ
الَّذِينَ
آمَنُواْ
وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ
وَجَاهَدُواْ
فِي سَبِيلِ
اللّهِ
أُوْلَـئِكَ
يَرْجُونَ
رَحْمَتَ اللّهِ
وَاللّهُ
غَفُورٌ
رَّحِيمٌ |
217.
Sana haram aya, onda savaşmaya dair soru soruyorlar. De ki: "Onda savaşmak
büyük bir iştir. Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, Mescid-i Haram'dan
alıkoymak ve ahalisini oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük bir iştir.
Fitne öldürmeden daha büyüktür. Eğer güç yetirseler sizi dininizden
döndürünceye kadar sizinle savaşmalarını sürdürürler. Artık içinizden her kim
dininden irtidat eder de kafir olarak ölürse işte onların dünyada da ahirette
de amelleri boşa çıkar. Onlar ateşliktirler, onlar orada ebedi kalıcıdırlar.
218.
Şüphesiz iman edenler, hicret edip Allah yolunda cihad edenler, işte onlar
Allah'ın rahmetini umarlar, Allah Gafurdur, Rahimdir.
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı on iki başlık halinde sunacağız:
1- Ayetlerin Nüzul Sebebi:
2- Ayet-i Kerime Neshedilmiş midir?
3- Haram Ayda Savaş:
4- Haram Ayda Savaş Büyük Bir iştir:
5- Haram Aylarda Savaştan Daha Büyük
Olan Suçlar:
6- Öldürmeden Büyük Olan Fitne:
7- Kafirlerin Gücü Yetse ...
8- Kim Dininden Dönerse:
9- Mürtedden Tevbe Etmesi istenir mi?
10- İrtidat Edenin Ameli Hangi
Şartlarda Boşa Çıkar.?
11- Mürtedin Mirası:
12- iman Edenler ve Hicret Edenler:
Hicret ve Cihad
1- Ayetlerin Nüzul
Sebebi:
Yüce Allah'ın:
"Sana ... soruyorlar" buyruğuna dair açıklamalar daha önceden
(el-Bakara, 215. ayet 7. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Cerir b. Abdulhamid ve
Muhammed b. Fudayl, Ata b. es-Said'den, o Said b. Cübeyr'den O da İbn Abbas'tan
rivayetle dedi ki: Ben Muhammed (s.a.v.)'ın ashabından daha hayırlı bir
topluluk görmedim. Onlar hepsi de Kur'an-ı Kerım'de yer alan onüç tane mesele
dışında ona soru sormadılar. (Bunlar):
"Sana ay hali
hakkında soru soruyorlar .. "(el-Bakara, 222); "Sana haram aya ...
dair soru soruyorlar" (el- Bakara, 217); "Sana yetimler hakkında soru
soruyorlar" (el-Bakara, 220) Onlar ancak kendilerine faydalı olan şeylere
dair soru soruyorlardı.
İbn Abdi'l-Berr der ki:
Hadis-i şerifte on üç meseleden ancak üç mesele yer almaktadır. Ebu'l-Yesar
Cündüb b. Abdillah'tan Peygamber (s.a.v.), dokuz on kişilik bir grup gönderdi,
başlarına da Ebu Ubeyde b. el-Haris veya Ubeyde b. el-Haris'i komutan tayin
etti. Ayrılmak isteyince Resulullah (s.a.v.)'dan ayrılacağı için ağlamaya
başladı. Bunun üzerine Abdullah b. Cahş'ı (komutan olarak) gönderdi. Ona bir
mektup yazdı ve: Şu şu yere ulaşıncaya kadar mektubu okumamasını emretti ve
şöyle dedi: "Arkadaşlarından seninle gelmek üzere kimseyi zorlama.
Belirttiği yere ulaşınca mektubu okudu ve istircada bulunarak: "Allah'ın
ve Resulünün buyruğunu dinleyip itaat ediyorum" dedi. Onlardan iki kişi
geri döndü, diğerleri kaldılar. Bunlar İbnu'l-Hadramı ile karşılaştılar, onu
öldürdüler. O günün Receb'ten olduğunu bilmiyorlardı. Müşrikler: Siz haram ayda
insan öldürdünüz, dediler. Bunun üzerine şanı Yüce Allah: "Sana haram aya
.... dair soru soruyorlar" ayetini indirdi.
Bir diğer rivayete göre
ise bu ayetin nüzul sebebi şudur: Kilaboğullarından iki adam Amr b. Umeyye
ed-Damrı ile karşılaştılar. O bunların Peygamber (s.a.v.)'ın yanından geldiklerini
bilmiyordu. Amr b. Umeyye bu iki kişiyi de öldürünce Kureyşliler şöyle dediler:
O, bunları haram ayda öldürdü. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
Bu ayetin Abdullah b.
Cahş seriyesi hakkında nazil olduğuna dair görüşler daha çok ve daha yaygındır.
Buna göre Peygamber (s.a.v.) onu dokuz veya sekiz kişiyle birlikte Bedir
savaşından iki ay önce Cumadelahir ayında, bir diğer görüşe göre Receb ayında
göndermişti. Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) "edDurer" adlı eserinde- der
ki: Rasülullah (s.a.v.) Kürz b. Cabir'i takipten -ki bu birinci Bedir çıkışı
diye bilinir- dönünce Cumadelahire ayının geri kalan günlerini ve Recep ayı
süresince Medine'de kaldı. Recep ayı süresince Abdullah b. Cahş b. Riab
el-Esedı'yi, beraberinde muhacirlerden sekiz kişiyle birlikte gönderdi. Bu
kişiler Ebu Huzeyfe b. Utbe, Ukkaşe b. Mihsan, Utbe b. Gazvan, Fihrli Süheyl b.
Beyda, Sa'd b. Ebi Vakkas, Amir b. Rabia, Temimli Vakıd b. Abdullah, Leysli
Halid b. Bukeyr idiler. Abdullah b. Cahş'a bir mektup yazdı ve ona: İki gün süre
ile yol almadıkça o mektubu açıp bakmamasını emretti, İki gün yol aldıktan
sonra o mektubu açıp okuyacak ve o mektupta kendisine emredileni yapmak üzere
yoluna gidecekti, Beraberindeki arkadaşlarından kimseyi de beraber gelmek üzere
zorlamayacaktı. Abdullah onların komutanı idi Abdullah b, Cahş (r.a)
emrolunduğu şeyi yaptı. Mektubu açıp okuyunca onda şu ifadelerin yer aldığını
gördü:
"Benim bu mektubumu
görür görmez sen hemen Mekke ile Taif arasında Nahle denilen yerde
konaklayıncaya kadar yola koyu!. Orada Kureyş'i gözetle ve onların haberlerine
dair bize bilgi topla!"
Abdullah mektubu
okuyunca: Dinledim ve itaat ettim, dedi ve daha sonra arkadaşlarına durumu
bildirdi Onlardan kimseyi zorlamayacağını ve kendisine itaat edenlerle birlikte
belirtilen istikamete gideceğini, hiçbir kimse itaat etmeyecek olursa tek
başına yoluna devam edeceğini belirtti, "O bakımdan kim şehadeti arzuluyor
ise haydi benimle gelsin, Kim de ölümden hoşlanmıyor ise geri dönsün,"
dedi, Beraberindekiler şu cevabı verdiler: "Senin sevip arzuladığını
hepimiz sever ve arzularız, Aramızdan Resulullah (s.a.v.)'ın buyruğuna dinleyip
itaat etmeyecek hiçbir kimse yoktur" deyip onunla birlikte yola
koyuldular, o da Hicaz yoluna koyuldu,
Sa'd b, Ebi Vakkas ile
Utbe b, Gazvan'ın sıra ile bindikleri bir develeri kaçmıştı. Onu aramak üzere
geri kaldılar. Abdullah b, Cahş ise diğer arkadaşları ile birlikte Nahle
denilen yerde konaklayıncaya kadar gösterilen istikamete doğru yol aldılar. O
sırada yanlarından kuru üzüm ve ticaret malları taşıyan Kureyş'e ait bir kervan
geçti, Bu kervan ile birlikte Amr b, el-Hadrami -Hadrami'nin adı Abdullah b,
Abbad olup Sadeflidir. Sadef ise Hadremevt'lilerden bir koldur- ile Osman b,
Abdullah b, el-Muğire ile onun kardeşi Nevfel b, Abdullah b, el-Muğire -ikisi
de Mahzumludur- ile Muğireoğullarının azadlısı el-Hakem b, Keysan da vardı.
Müslümanlar kendi
aralarında danışarak şöyle dediler: Bizler Haram aylardan Receb ayının son
günündeyiz, Onlarla savaşacak olursak Haram ayın saygınlığını çiğnemiş oluruz,
Eğer bu gece onları bırakacak, ilişmeyecek olursak bu sefer Harem bölgesine
girerler
Daha sonra onlarla
çarpışmak üzere görüş birliğine vardılar Temimli Vakid b, Abdullah, Amr b,
el-Hadrami'ye bir ok attı ve onu öldürdü, Osman b, Abdullah ile el-Hakem b,
Keysan'ı da esir aldılar, Nevfel b. Abdullah ise kaçıp kurtuldu, Daha sonra iki
esir ve kervan ile birlikte (Medine'ye) geldiler.
Abdullah b, Cahş onlara:
Aldığınız ganimetin beşte birini Resulullah (s.a.v.)'a ayırınız dedi, onlar da
bunu yaptılar. Bu, İslam tarihindeki ilk beştebirdir. Daha sonra Yüce Allah'ın:
"Bilin kiganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri şüphesiz
Allah'ın ve Resulü 'nün ... dür. "(el-Enfal, 41) buyruğu nazil oldu,
Böylece Allah ve Resulü, Abdullah b, Cahş'ın bu uygulamasını benimsedi, onu
beğendi, Kıyamet gününe kadar ümmet tarafından uygulanacak bir hüküm olarak
tesbit etti.
İslam tarihinde alınan
ilk ganimet odur. İlk kumandan da Abdullah b. Cahş'tır. Amr b. el-Hadrami de
ilk savaş maktulüdür.
Rasülullah (s.a.v.)
haram ayda İbnu'l-Hadrami'nin öldürülmesini tepkiyle karşılamıştı. Bu durum ise
ötekilerini oldukça üzmüş ve etkilemişti. Bunun üzerine şanı Yüce Allah;
"Sana haram aya, onda savaşmaya dair soru soruyorlar" ayetini sonuna
kadar indirdi.
Resulullah (s.a.v.) esir
alınan iki kişiyi fidye karşılığında salıvermeyi kabul etti. Osman b. Abdullah
ise Mekke'de kafir olarak öldü. el-Hakem b. Keysan ise İslam'a girdi ve Bi'r-i
Maüne'de şehid düşünceye kadar Rasülullah (s.a.v.) ile birlikte kaldı.
(Develeri kaçmış bulunan) Sa'd ve Utbe ise Medine'ye salimen geri döndüler.
Bir diğer görüşe göre
Sa'd b. Ebi Vakkas ile Utbe'nin develerini aramak üzere koyulmaları Abdullah b.
Cahş'tan alınan bir izin üzere olmuş idi. Amr b. el-Hadrami ve arkadaşları ise
Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabını görünce ondan korktular. Abdullah b. Cahş:
Bunlar sizden korktular, haydi herhangi birinizin başını traş edin ve bu kişi
onların karşısına çıksın, dedi. Onu başı traş olmuş olarak gördüklerinde
güvenlik duyarlar ve bunlar umre yapan kimselerdir, onlardan size zarar gelmez,
derler. Diğer taraftan da onlarla savaşmak konusunda kendi aralarında
danıştılar. ..
Yahudiler (Resülullah
-s.a.v.-in aleyhine olayı yorumlayarak kendi adlarına da) hayra yorumlayarak
(tefeüül) şöyle dediler: Vakid (ateş yakan demektir)'in anlamı savaş ateşinin
tutuşacağı, Amr savaşın uzun süre devam edeceği, el-Hadrami ise savaşın hazır
(yakın) olacağı anlamına gelir.
Mekkeliler de esirlerini
kurtarmak amacıyla fidye gönderdi iseler de (Peygamber -s.a.v-) şöyle buyurdu:
Sa'd ve Utbe geri dönünceye kadar onları fidye karşılığında bırakmayız. Şayet
geri dönmeyecek olurlarsa bu iki esiri onlara karşılık öldüreceğiz. Sa'd ile
Utbe geri dönünce Hz. Peygamber onların fidyesini kabul etti. el-Hakem İslam'a
girdi ve Bi'r-i Maune'de şehid olarak öldürülünceye kadar Medine'de kaldı.
Osman ise Mekke'ye geri döndü ve orada kafir olarak öldü. Nevfel ise Ahzab günü
müslümanların yanına Hendeği aşıp geçmek üzere atının karnını topuklayarak
aşmak istemiş, ancak atı ile birlikte hendeğin içine düşmüş, birlikte
parçalanmışlardı. Allah onu kahretsin. Müşrikler para mukabili onun leşini
almak istediler, Rasülullah (s.a.v.) da: "Alınız onu, onun leşi de pis ve
murdardır, buna karşılık alınacak diyeti de pis ve murdardır."
İşte Yüce Allah'ın:
"Sana haram aya, onda savaşmaya dair soru soruyorlar" buyruğunun
nüzul sebebi budur. (Parantez içi ifadeler
Taberi, III, 348'den)
İbn İshak ise Amr b,
el-Hadrami'nin öldürülüşünün -az önce geçtiği üzere- Receb'in son günü olduğunu
zikretmektedir. Taberi'nin es-Süddi ve başkalarından yaptığı rivayete göre bu
Cumadelahire'nin son günü olduğunu zikretmektedir. Ancak birincisi daha
meşhurdur. İbn Abbas'tan bu olayın Receb'in ilk gecesi olduğuna dair rivayet de
varid olmuştur. Bu rivayete göre müslümanlar henüz o geceyi Cumadelahire'den
kabul ediyorlarmış.
İbn Atiyye der ki:
es-Sahib b. Abbad, el-Esediye diye bilinen risalesinde belirttiğine göre
Abdullah b. Cahş, mü'minlerden bir topluluğa emir olarak tayin edildiğinden
dolayı, o zaman dahi "mü'minlerin emiri" diye adlandırılmış idi.
2- Ayet-i Kerime
Neshedilmiş midir?
İlim adamları bu ayet-i
kerimenin neshedilmesi hususunda farklı görüşlere sahiptir. Cumhür nesholunduğunu
ve Haram aylarda müşriklerle savaşın mübah olduğunu belirtmektedirler. Ancak
bunu hangi ayetin neshettiği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. ez-Zühri
der ki: Bu ayet-i kerimeyi: ''Müşriklerle topluca savaşınız" (et-Tevbe,
36) buyruğu neshetmiştir. Bir görüşe göre ise; bunu Peygamber (s.a.v.)'ın Haram
ayda Sakiflilere gaza yapması ve Ebu Amir'i yine haram ayda Evtaslılar üzerine
gazaya göndermesi olayı neshetmiştir.
Bir başka görüşe göre
ise bunu nesheden Zülkade ayında savaşmak üzere yapılan Rıdvan bey'atidir.
Ancak bu zayıf bir görüştür. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Hz. Osman'ın Mekke'de
öldürüldüğü ve onların Hz, Peygamber'le savaşmakta kararlı oldukları haberini
alınca, müslümanlar ile müşriklere karşı savunma yapmak üzere bey'atte bulundu,
yoksa onlara karşı kendisi savaşmak üzere bey'ati almadı.
Beyhaki el-Hadrami'nin
kıssasının akabinde Muhammed b. İshak'tan bir başka yoldan gelen rivayette Urve
b. ez-Zübeyr'den şunu zikretmektedir: Şanı Yüce Allah: "Sana haram aya,
onda savaşmaya dair soru soruyorlar" ayetini indirdi. Devamla der ki:
Böylece Yüce Allah, Kitabında Haram ayda savaşın önceden olduğu gibi haram
olduğunu haber vermektedir.
Bununla birlikte onların
mü'minlere yapmayı helal gördükleri işler bu işten daha büyüktür. Onlar mü'minleri
hapsedip işkencelere uğratıp onları Rasülullah (s.a.v.)'ın yanına hicret
etmekten engelleyip alıkoymak suretiyle Allah'ın yolundan alıkoymaları, Allah'ı
inkar etmeleri, müslümanları hac ve umrede Mescid-i Haram'dan ve orada namaz
kılmaktan alıkoyup engellemeleri, Mescid-i Haram halkını -ki onlar orada sakin
olan müslümanlardır- oradan çıkartmaları, müslümanları dinlerinden çevirmek
için fitneye maruz bırakmaları, bu Haram ayda savaşmaktan daha büyüktür. Bize
ulaştığına göre Peygamber (s.a.v.) İbn el-Hadramı'nin diyetini mirasçılarına
vermiş ve Haram ayı önceden nasıl saygılı biliyor ise öylece hürmetine riayet
etmiştir. Ve bu, Yüce Allah: "Allah ve Resulü tarafindan kesin bir
uzaklaşma .. "(et-Tevbe, 1) ayetini indirinceye kadar böylece sürmüştür.
Ata: Ayet-i kerime
muhkemdir. Yine Haram aylarda savaşmak caiz değildir, der ve buna dair yemin
edermiş.
Çünkü ondan sonra varid
olan ayet-i kerimeler, bütün zamanlar hakkında umumıdir. Bu ise özel (has)tır.
Umumı olan ise has olanı ittifakla neshetmez.
Ebu Zübeyr'in rivayetine
göre ise Hz. Cabir şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) kendisine karşı
savaşılmadıkça Haram ayda asla savaşmazdı.
3- Haram Ayda Savaş:
Yüce Allah'ın "Onda
savaşmaya dair" buyruğu Sibeveyh'e göre bedel-i iştimaldir. Çünkü sorulan
soru hem aya, hem de savaşa dairdir. Yani kafirler ayın saygınlığını çiğneyip
geçmek dolayısıyla hayretle sana soru soruyorlar. Onların Haram aya dair soru
sormaları o aydaki savaş dolayısıyladır.
ez-Zeccac der ki: Anlamı
şudur: Onlar haram ayda savaşmaya dair sana soru soruyorlar. el-Kutebi de der
ki: Onlar sana haram ayda savaşa dair soru soruyorlar, o caiz midir diye?
Burada "savaş," "ay"dan bedel yapılmıştır. Sibeveyh
(görüşünü açıklamak üzere) şu beyiti kaydeder: "Kays'ın ölümü tek bir
kişinin ölümü değildi, Fakat o bir kavmin yapısı idi, yıkıldı."
İkrime ayet-i kerimede
geçen (...) kelimelerini (iki yerde de) Elif'siz olarak (...): Öldürme"
şeklinde okumuştur.
Buyruğun anlamının şöyle
olduğu da söylenmiştir. Sana hem Haram aya dair hem de o ayda savaşmaya dair
soru soruyorlar. İbn Mes'ud da böyle okumuştur. O takdirde "kital"
kelimesinin iki esreli gelmesi "an" cer harfinin (hükmen) iki defa
tekrarlanması dolayısıyla olur. Bu açıklamayı el-Kisai yapmıştır.
el-Ferra ise der ki:
Burada "Kıtal" kelimesinin iki esre ile okunması "an" harfi
cerrinin menvi (söylenmeyip söylenmiş gibi kabul edilmesi) dolayısıyladır. Ebu
Ubeyde de der ki: Bu civar (esreli bir kelimeye yakın olması) dolayısıyla
mecrurdur,
en-Nehhas der ki: Ne
Yüce Allah'ın Kitabında ne de herhangi bir konuşmada civara dayanılarak
herhangi bir kelimenin i'rab edilmesi caiz değildir. Civar bir yanlışlıktır.
Civar oldukça istisnai bir ifadede kullanılmıştır ki, bu da Arapların: "Bu
bir kertenkelenin yıkık yuvasıdır," şeklindeki ifadelerinde görülür.
(Fakat bu doğru manayı gözönünde bulundurmaksızın i'rabına göre tercüme
edilecek olursa: Bu yıkık bir kertenkelenin yuvasıdır, şeklinde anlamsız bir
ifade çıkar): Civarın yanlış olduğunun delili Arapların tesniye olarak: (...):
Bunlar bir kertenkelenin yıkık iki yuvasıdır" demeleridir. Bu (cerr-i
civar) olsa olsa "ikva" ayarında olur, Allah'ın Kitabından herhangi
bir bölümü de bu şekilde açıklayıp yorumlamak caiz olamaz, Çünkü Kur'an ancak
en fasih ve en sahih bir dildedir.
İbn Atiyye der ki: Ebu
Ubeyde der ki: Burada "Kital" kelimesinin iki esre ile gelmesi civar
dolayısıyladır. Ancak onun bu sözü hatadır.
en-Nehhas der ki: Burada
"an"ı gizli kabul etmek caiz değildir. Burada doğru görüş
"kital" kelimesinin bedel olduğudur. el-A'rec burayı
"kıtal" kelimesini iki ötreli olarak okumuştur. en-Nehhas der ki: Bu
Arapça'da pek açık bir okuyuş olamaz. Bundaki anlam ise şöyle olur: Sana haram
aya dair soru soruyorlar. Onda savaşmak caiz midir diye. Buna göre: "Sana
.. soru soruyorlar" ifadesi istifhama delalet etmektedir. Nitekim
İmru'l-Kays şöyle demektedir: "Eyarkadaşım, sen bir şimşek görüyor
(mu)sun? Ben de sana onun parıltısını göstereyim; Şimşek ile parlamış
yüksekteki bulutta, iki elin parlaması (evrilip çevrilmesi) gibi."
Burada "görüyorsun"
ifadesi istifham edatı olmaksızın elif hazfedilerek gelmiştir. Anlamı "sen
bir şimşek görüyor musun?" şeklindedir. Çünkü "ey arkadaşım"
anlamına gelen (...) kelimesinin başındaki hemze nida harfi olsa dahi, soru
edatına delalet etmektedir. Nitekim şair şöyle demiştir: "Sen kabilenin
kaldığı yerden erken mi gideceksin, yoksa akşam mı?"
Burada "yoksa"
anlamına gelen (...) ın soru edatına delaleti dolayısıyla soru edatı olan
"hemze" hazfedilmiştir.
4- Haram Ayda Savaş
Büyük Bir iştir:
Yüce Allah'ın: "De
ki: Onda savaş yapmak büyük bir iştir" buyruğu mübteda ve haberdir. Bu,
reddedilen, kabul edilmemesi gereken bir iştir demektir. Çünkü Haram ayda
savaşmanın haram kılınması, müslümanlar tarafından savaşın başlatıldığı o dönemde
sabit bir hüküm idi.
Ayet-i kerimede yer alan
"eş-Şehr: Ay" kelimesi cins isimdir. Yüce Allah, Haram ayı Araplar
için bellerini doğrulttukları bir dönem kılmıştır. Bu aylarda kan dökmezlerdi.
Yine Haram aylarda baskın ve talan da yapmazlardı. Sözkonusu bu aylar ise
Recep, Zülkade, Zülhicce ve Muharrem aylarıydı. Bu ayların (son) üçü ardı
ardına geliyordu, bir tanesi (Receb) ise tek idi. Buna dair daha geniş
açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle Maide Suresi'nde (2. ayet 3. başlıkta; ayrıca
Tevbe Suresi 5. ayet 1. başlıkta da) gelecektir.
5- Haram Aylarda
Savaştan Daha Büyük Olan Suçlar:
"Allah yolundan
alıkoymak" mübteda, "O'nu inkar etmek" ona atıftır;
"Mescid-i Haram'dan alıkoymak" buyruğu da "Allah yolundan
alıkoyma"ya atıftır, "Ve ahalisini oradan çıkarmak" buyruğu da
böyledir. Mübtedanın haberi ise "Allah katında daha büyük bir iştir"
buyruğudur. Yani haram ayda savaşmaktan daha büyük bir günahtır. Bu açıklamayı
el-Müberred ve başkaları yapmıştır. Doğru olan açıklama da budur. Çünkü uzun
bir süre insanları Kabe'de tavaf etmekten alıkoymuşlardır.
"O'nu inkar
etmek" Allah'ı inkar edip kafir olmak demektir. Bir diğer görüşe göre
"O'nu inkar etmek"ten kasıt hacca ve Mescid-i Haram'a kafir olmak
demektir.
"Ve ahalisini
oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük bir iştir."
Yani Allah katında
cezası Haram ayında savaşmaktan daha büyüktür. el-Ferra der ki:
"Alıkoymak"; "büyük bir iştir" kelimesine
"Mescid" kelimesi ise "onu" kelimesindeki "he
(o)" zamirine atfedilmiştir. O takdirde ifade muttasıl ve kesintisiz bir
ifade olur.
İbn Atiyye der ki: Ancak
bu hatadır. Çünkü mana, Yüce Allah'ın: "Onu inkar etmek" buyruğu
Allah'ı inkar etmek demek olup aynı zamanda bu, "büyük bir iştir"
buyruğuna atfedilmesini gerektirir. Bu ise şu anlama gelir: Mescid-i Haram'ın ahalisini
oradan çıkarmak, Allah katında küfürden daha büyük bir iştir. Bunun
tutarsızlığı ise gayet açıktır. Cumhurun görüşüne göre ise ayet-i kerimenin
anlamı şöyledir: Sizler ey Kureyş kafirleri, bizim Haram ayında savaşmamızı çok
büyük bir iş olarak görüyorsunuz. Halbuki sizin işlemiş olduğunuz İslam'a
girmek isteyen kimseleri Allah'ın yolundan alıkoymanız, Allah'ı inkar edip
kafir olmanız, Resulullah (s.a.v.) ve ashabına yaptığınız gibi Mescid-i Haram
ahalisini oradan çıkarmanız Allah katında suç ve günah itibariyle daha
büyüktür. Abdullah b. Cahş (r.a) ise şöyle demiştir: "Sizler haram ayda
öldürmeyi büyük bir iş sayıyorsunuz -Doğru yolda olan kimse doğruyu görecek
olsa eğer- ondan daha büyük olanı: Sizin Muhammed'in dediğinden (insanları)
alıkoymanızdır. Ve onu inkar etmenizdir -ki Allah görüyor ve buna
tanıktırAllah'ın Mescidi'nden oranın ahalisini çıkartmanız; O Beyt'te Allah'a
secde eden bir kimse görülmesin diye.
Şüphesiz bizler siz
bizi, onu öldürdük diye ayıplasanız dahi haddi aşan ve kıskanan İslam aleyhinde
yalan sözler söylese bile Mızraklarımızın ucunu İbnu'l-Hadrami'nin kanı ile
suladık
Nahle denilen yerde
savaş ateşini (attığı okla Vakıd) kızıştırdığında Ve Abdullah oğlu Osman
aramızda (esir)dir.
Boynuna atılmış inatçı
uzunca bir zincir onu çekiştirmektedir."
ez-Zührı, Mücahid ve
başkaları der ki: Yüce Allah'ın: "De ki: onda savaş yapmak büyük bir
iştir" buyruğu, Yüce Allah'ın: "Müşriklerle topluca savaşınız"
(et-Tevbe, 36) ve 'o müşrikleri ... öldürün "(et-Tevbe, 5) buyruklarıyla
neshedilmiştir. Daha önceden de geçtiği gibi, Ata ise nesh olunmamıştır ve
Haram aylarda savaşmamalıdır, demiştir.
6- Öldürmeden Büyük
Olan Fitne:
Yüce Allah'ın:
"Fitne öldürmeden daha büyüktür" buyruğu ile ilgili olarak Mücahid ve
başkaları burada "fitne" küfür demektir, demişlerdir. Yani sizin
küfür ve inkarınız bizim onları öldürmemizden daha büyük bir suçtur.
Cumhur der ki: Burada
"fitne"nin anlamı onların müslümanları ölünceye kadar dinlerinden
çevirmek için fitneye (işkenceye) maruz bırakmalarıdır. Yani sizin yaptığınız
bu iş, sizi Haram aylarda öldürmekten daha büyük bir suçtur, demektir.
7- Kafirlerin Gücü
Yetse ...
"Eğer güç
yetirseler .. savaşmalarını sürdürürler" buyruğu mübteda ve Yüce Allah
tarafından verilen bir haberdir. Aynı zamanda mü'minleri kafirlerin şerrinden
sakındırmaktadır. Mücahid der ki: Burada kastedilen Kureyş kafirleridir.
"Döndürülünceye ... " anlamındaki fiil, "kadar" anlamındaki
edat ile nasb edilmiştir. Çünkü bu mücerret bir gayeyi ifade etmektedir.
8- Kim Dininden Dönerse:
Yüce Allah'ın:
"Artık içinizden her kim dininden irtidad eder ve küfre girer" de
kafir olarak ölürse "işte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa
çıkar." Batıl olur bozulur.
"el-Habet"
fazlaca ot yemelerinden dolayı davarların karınlarını şişiren bir rahatsızlığın
adıdır. Kimi zaman bundan dolayı öldükleri de olur.
Bu ayet-i kerime İslam
dini üzere sebat etmeleri için müslümanlara yönelik bir tehdittir.
9- Mürtedden Tevbe
Etmesi istenir mi?
İlim adamları mürtedden
tevbe etmesi istenip istenmeyeceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler.
Acaba onun ameli bizzat irtidat dolayısıyla mı boşa çıkar yoksa amelinin boşa
çıkması için kafir olarak ölmesi mi gerekir? Mürtedin mirasının durumu ne olur?
Bunlar mürtedin durumu ile ilgili üç ayrı husustur.
Birinci husus (yani
mürtedin tevbe etmesinin istenmesi) ile ilgili olarak bir kesim tevbe etmesi
istenir. Eğer tevbe ederse mesele yok, aksi takdirde öldürülür, demişlerdir.
Bazısı tek bir saat (kısa bir süre) başkaları bir ay süre ile tevbe etmesi
istenir derken, daha başkaları Hz. Ömer ile Hz. Osman'dan gelen rivayetlere
dayanarak üç gün süreyle tevbe etmesi istenir, demişlerdir. Bu aynı zamanda
İbnu'l-Kasım'ın kendisinden yaptığı rivayete göre İmam Malik'in görüşüdür.
el-Hasen der ki: Yüz
defa tevbe etmesi istenir. Yine ondan tevbe etmesi istenmeksizin öldürüleceğine
dair rivayet de gelmiştir. İki görüşünden birisinde Şafii de böyle demiştir.
Aynı zamanda bu, Tavus'un da iki görüşünden birisi ve Ubeyd b. Umer'in de
görüşüdür. Suhnun'un zikrettiğine göre Abdulaziz b. Ebi Seleme el-Macuşün şöyle
derdi: Mürted öldürülür ve tevbe etmesi istenmez. Buna delil olarak da Muaz ile
Ebu Musa'nın hadisini gösterir. Bu hadiste şöyle denilmektedir:
Peygamber (s.a.v.) Ebu
Musa'yı Yemen'e gönderince arkasından Muaz b. Cebel'i de gönderdi. Muaz onun
yanına varınca ona: İn, der ve ona bir yastık uzatır. Yanında bağlı bir adam
görür. Bu nedir diye sorunca; bu kişi önce yahudi idi sonra İslam'a girdi daha
sona o kötü din olan eski dinine dönüp tekrar yahudi oldu, diye cevap verdi.
Muaz: Öldürülmedikçe oturmam. Allah'ın ve Resulünün hükmü budur, der. Ebu Musa
ona: Otur dediyse de o:
Evet (dediğim gibi)
öldürülmedikçe oturma m. Allah'ın ve Resulünün hükmü budur, der ve bunu üç defa
tekrarlayınca verilen emir üzerine öldürüldü. Bu hadisi Müslim ve başkaları
rivayet etmiştir.
Ebu Yusuf'un Ebu
Hanife'den naklettiğine göre mürtede tekrar İslam'a girmesi teklif edilir.
İslam'a girerse mesele yok, aksi takdirde olduğu yerde öldürülür. Ancak
kendisine süre verilmesini istemesi halinde öldürülmez. Böyle bir süre
isteyecek olursa, ona üç gün mühlet verilir.
Ebu Hanife ile onun
arkadaşlarından meşhur olarak nakledilen görüş ise mürtedin tevbe etmesi
istenmedikçe öldürülmeyeceği şeklindedir. Zındık ile mürted onlara göre
aynıdır.
Malik ise der ki:
Zındıklar tevbe etmeleri istenmeksizin öldürülürler. Buna dair açıklamalar
Bakara Süresinin baş taraflarında (10. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Küfür olan bir dinden
çıkıp yine küfür olan bir başka dine giren kimse hakkında ilim adamları farklı
görüşlere sahiptir. Malik ve fukahanın cumhuru şöyle der: Böyle bir kimseye
taarruz edilmez. Çünkü o kişi eğer ta baştan beri üzerinde bulunmuş olsaydı ona
ilişilmeksizin bırakılacağı bir dine intikal etmiştir. İbn Abdilhakem ise
Şafii'den öldürüleceğini nakletmektedir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Dinini
değiştiren kimseyi öldürünüz" diye buyurmakta ve bu konuda müslüman ile
kafir arasında herhangi bir ayrım gözetmemektedir.
Malik ise der ki: Bu
hadisin anlamı, İslam'dan çıkıp küfre gireni öldürünüz, şeklindedir. Küfür olan
bir dinden çıkıp yine küfür olan bir dine giren kimse bu hadis ile kastedilmiş
değildir.
Bu fukahadan bir
topluluğun da görüşüdür. Şafii'den meşhur olan görüş ise el-Müzeni ve
er-Rabi'in zikrettiği şekilde zımmet ehlinden olup dinini değiştiren kimseyi
imamın (İslam devlet başkanının) dar-ı harbe göndereceği, beldesinden onu
çıkartacağı, eğer o dar, İslam'ın eline geçecek olur ise harbilerin malları ile
birlikte onun malını da helal olarak (ganimet) alacağı şeklindedir. Çünkü
onunla zımmet akdi, akdin yapıldığı esnada sahip olduğu din esasına göre
yapılmıştır.
İrtidat eden kadın
hakkında ise farklı görüşlere sahiptirler. Malik, Evzai, Şafii, Leys b. Sa'd,
mürted erkeğin öldürüldüğü gibi mürted kadın da öldürülür, derler. Bu konudaki
delilleri: "Dinini değiştireni öldürünüz" hadis-i şerifidir. Çünkü bu
hadiste yer alan (ve kim, kimse anlamına gelen): (...) edatı erkek için de dişi
için de kullanılabilir.
es-Sevri, Ebu Hanife ve
arkadaşları ise mürted olan kadın öldürülmez, derler. İbn Şubnıme'nin görüşü de
budur, İbn Uleyye'de bu kanaattedir. Aynı zamanda bu Ata ve el-Hasen'in de
görüşüdür. Delil olarak da İbn Abbas'ın Peygamber (s.a.v.)'ın: "Dinini
değiştireni öldürünüZ" dedikten sonra İbn Abbas'ın mürted olan kadını
öldürmemiş olduğunu gösterirler. Bir hadis rivayet eden (bir sahabi) o hadisin
te'vilini en iyi bilen kimsedir. Hz. Ali'den de ona benzer bir rivayet nakl
edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) de ayrıca kadınların ve çocukların öldürülmesini
yasaklamıştır.
Birinci kesim Peygamber
(s.a.v.)'ın: "Müslüman bir kimsenin ancak üç şeyden birisi ile kanı helal
ol ur. İmandan sonra küfre girmek. ... " hadisini delil gösterir ve
buradaki ifade, imanından sonra küfre giren herkesi kapsamaktadır derler. Daha
sahih olan görüş de budur.
10- İrtidat Edenin
Ameli Hangi Şartlarda Boşa Çıkar.?
Şafii der ki; İrtidat
edip sonra tekrar İslam'a geri dönenin ameli ve yapıp bitirdiği haccı boşa
gitmez. Aksine mürted olarak öldüğü takdirde o vakit amelleri boşa çıkar. Malik
der ki; Bizzat irtidat ile amelleri boşa çıkar.
Bu görüş ayrılığının
etkisi hac ettikten sonra irtidat eden sonra tekrar İslam'a giren müslümanın
durumu hakkında ortaya çıkar.
Malik der ki; Bir daha
haccetmesi gerekir, çünkü birincisi irtidat sebebiyle boşa çıkmıştır. Şafii de
der ki: Haccını iade etmesi gerekmez, çünkü ameli olduğu gibi durmaktadır.
Bizim ilim adamlarımız Yüce Allah'ın şu buyruğunu delil gösterirler: ''Andolsun
... eğer şirk koşarsan mutlaka senin amelin boşa çıkacaktır. "(ez-Zumer,
65) Derler ki: Burada hitap Peygamber (s.a.v.)'e olmakla birlikte, maksat onun
ümmetidir. Çünkü o Yüce peygamberin irtidat etmesi şer'an imkansızdır.
Şafii Mezhebi ilim
adamları der ki: Hayır bu, ümmet için durumun ne kadar ağır ve vahim olduğunu
beyan etmek üzere peygambere yapılan bir hitaptır. Makamının yüceliğine ve
şerefine rağmen peygamber eğer şirk koşacak olursa onun ameli boşa çıkacağına
göre ya sizin durumunuz ne olur? Fakat o mertebesinin fazilet ve yüksekliği
dolayısıyla asla şirk koşmaz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Ey
peygamber zevcelerı: sizden kim apaçık bir hayasızlık işlerse onun azabı iki
kat artırılır. "(el-Ahzab, 30) Böyle olması hanımlarının konumlarının şerefi
dolayısıyladır. Yoksa onlardan herhangi bir kimsenin, o ta'zime layık ve
şerefli kocalarını korumaları dolayısıyla onların böyle bir şey yapmaları asla
tasavvur olunamaz. Bu açıklamalar İbnu'l-Arabi tarafından yapılmıştır.
Bizim (mezhebimize
mensub) ilim adamlarımız derler ki: Yüce Allah, burada (mürted olarak) vefat
etmeyi bir şart olarak zikretmiştir. Çünkü ceza olarak cehennemde ebedi kalmayı
ona bağlı kılmıştır. Kafir olarak ölen bir kimseyi, bu ayet gereği Allah
cehennemde ebedi bırakacaktır. Diğer ayet-i kerimede ise şirk koşanın amelinin
boşa çıkacağını belirtmektedir. O halde bunlar birbirinden farklı iki ayrı
manayı ve ayrı hükümleri açıklayan iki ayet-i kerimedir. Hz. Peygamber'e
yapılan hitap, o hitabın ona has olduğunu isbat edecek bir delil ortada
olmadıkça ümmetine de hitaptır. Onun zevceleri hakkında varid olana gelince;
onlara dair söylenen bu buyruklar eğer böyle birşey tasavvur olunacak olsaydı
birisi dinin hürmetine, diğeri de Peygamber (s.a.v.)'ın saygınlığına ait olmak
üzere iki büyük hukukun çiğneneceğini açıklamak ve her bir hürmetin çiğnenmesi
için ayrı bir ceza olduğunu beyan etmek içindir. Bu da haram ayda yahut haram
beldede ya da Mescid-i Haram'da Allah'a isyan edenin durumuna benzer. Çiğnediği
hürmetler sayısınca da onun azabı katlanır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
11- Mürtedin Mirası:
Mürtedin mirası
hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Ali b.
Ebi Talib, el-Hasen,
Şa'bi, el-Hakem, el-Leys, Ebu Hanife ve İshak b. Raheveyh der ki: Mürtedin
mirası müslüman mirasçılarınındır.
Malik, Rabia, İbn Ebi
Leyla, Şafii ve Ebu Sevr de der ki: Mürtedin mirası Beytülmal'e konulur.
İbn Şubrume, Ebu Yusuf,
Muhammed ve iki rivayetten birisinde el-Evzai şöyle demektedirler: Mürtedin
irtidat ettikten sonra kazandıkları müslüman mirasçılarına aittir. Ebu Hanife
ise der ki: Mürtedin irtidat halinde kazandıkları bir fey'dir, müslüman iken
kazanmış olduklarını ise irtidat ettikten sonra müslüman mirasçıları miras
alırlar. İbn Şubrume, Ebu Yusuf ve Muhammed ise her iki durum arasında fark
gözetmezler.
Peygamber (s.a.v.)'ın:
"İki ayrı din mensubu arasında mirasçılık yoktur" buyruğunun mutlak
olması onların görüşlerinin batıl oluşuna delildir. İlim adamları mürtedin
kafir mirasçılarının ondan miras almayacakları hususunda icma etmişlerdir.
Ancak Ömer b. Abdülaziz, kafir mirasçıları ondan miras alırlar, demiştir.
12- iman Edenler ve
Hicret Edenler:
"Şüphesiz iman
edenler hicret edip Allah yolunda cihad edenler" buyruğuyla ilgili olarak,
Cundub b. Abdullah, Urve b. Zübeyr ve başkaları şöyle derler: Vakıd b. Abdullah
et-Temimı, haram ayda Amr b. el-Hadrami'yi öldürünce Rasülullah (s.a.v.),
Abdullah b. Cahş'ın kendisine ayırmış olduğu beşte biri almak ve iki esir
hakkında yapacağı uygulama hususunda bir karar vermedi. Bunun üzerine
müslümanlar Abdullah b. Cahş'ı ve arkadaşlarını azarladılar. O kadar ki bu
onlara ağır bile gelmeye başladı. Aziz ve celil olan Allah, haram ay ile ilgili
bu ayet-i kerime ile onların durumlarını telafi etti ve sıkıntılarını giderdi.
Hicret eden ve gazada bulunan müslümanların sevabına sahip olduklarını
bildirdi. İşte: "Şüphesiz iman edenler .. " buyruğunda onlara işaret
edilmektedir. Diğer taraftan bu ayet-i kerime, aziz ve celil olan Allah'ın
sözünü ettiği işleri yapan herkes hakkında hükmü baki bir ayettir. Bu sefer
onlar hakkında şöyle de denilmeye başlandı: Bunlar (bu haram ayda) adam
öldürmekle günah kazanmamış olsalar dahi onlar için bir ecir yoktur. Bunun
üzerine Yüce Allah: "şüphesiz iman edenler, hicret edip Allah yolunda
cihad edenler .. " ayetini sonuna kadar inzal buyurdu.
Hicret ve Cihad
Hicret; bir yerden bir
yere taşınmak ve ikincisini tercih ederek birincisini terketmek maksadını
gütmek demektir Hecr, ilişkiyi koparmak anlamındadır. Hicret de isimdir Bir
yerden bir yere, birincisini terkedip ikincisini tercih etmek ise muhaceret
(hicret etmek)tir Tehacur ise karşılıklı olarak ilişkileri koparmak demektir.
Muhaceret, çölden şehire intikal etmektir, diyen kimse bu açıklamasında
yanılmıştır Çünkü bu çoğunlukla Araplarda görülen bir durumdur. Hem bu
açıklamayı yapanın görüşüne göre Mekkeliler, muhacir olmazlar.
"Cihede"
çabasını bütünüyle ortaya koymak anlamında "cehede"den gelen bir
fiildir (Olanca gücüyle cihad etmek demektir Mücahede ve cihad buradan
gelmektedir) İctihad ve tecahüd ise bütün güç ve imkanı ortaya koymak demektir
Cehad, sert arazi demektir.
Ayet-i kerimede geçen
"umarlar" buyruğunun anlamı tamah ederler ve bunun gerçekleşmesinin
uzak olmayacağını kabul ederler, demektir. Yüce Allah burada
"umarlar" diye buyurmakta ve onları övmektedir Çünkü dünyada hiçbir
kimse cennete (mutlaka) gideceğini bilemez. Allah'a itaat hususunda istediği
dereceye varmış olsun. Bu iki sebepten dolayıdır: Bir defa hiçbir kimse sonunun
ne şekilde olacağını bilemez, ikinci olarak kimse ameline güvenerek ameli
terketmemelidir.
Ummak (red) genel
olmakla birlikte, her zaman için red ile birlikte korkmanın (havf'ın) da
bulunması kaçınılmazdır Nitekim korku ile birlikte red da vardır. Red, uzayıp
giden bir emel dolayısıyla sözkonusu olur Günlük konuşma esnasında: "Ben
sana ancak hayır umarak geldim" denir Terecci ve irtica, hepsi de ummak
anlamındadır. Bişr kızına hitaben şöyle der: "Hayır um ve benim geriye
dönüşümü bekle Anizeoğullarından selem ağacı toplamaya giden (ama asla dönmemiş
olan) kişi döndüğü vakit."
"Filandan bir red
yoktur," ondan hiçbir şey ummuyorum, demektir Red bazan korkmak anlamına
da gelir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Size ne oluyor ki Allah
için bir vakar (red) etmiyorsunuz (ummuyorsunuz)?" (Nuh, 13); yani Allah'ın
azametinden korkmuyorsunuz, demektir Ebu Züeyb der ki: "Arılar onu
soktuğunda onların sokmasını ummuyor Onlar çalışmak üzere çiçeklere gidince
arkalarından yuvalarına gidiyor."
Burada
"ummamak"tan kasıt, onların sokmalarından korkmaması ve buna aldırış
etmemesi demektir.
Redi aynı zamanda kuyu
kenarı ve iki kıyısı anlamına da gelir. Her bir kıyısına "red"
denilir. Red, kelimesini kasr ile (yani "eliften sonra hemzesiz) söyleyen
avamın bu telaffuzu yanlıştır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN