ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

217

/

218

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فِيهِ قُلْ قِتَالٌ فِيهِ كَبِيرٌ وَصَدٌّ عَن سَبِيلِ اللّهِ

وَكُفْرٌ بِهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِخْرَاجُ أَهْلِهِ مِنْهُ أَكْبَرُ عِندَ اللّهِ وَالْفِتْنَةُ أَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُواْ وَمَن يَرْتَدِدْ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُوْلَـئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

 

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أُوْلَـئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّهِ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

 

217. Sana haram aya, onda savaşmaya dair soru soruyorlar. De ki: "Onda savaşmak büyük bir iştir. Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, Mescid-i Haram'dan alıkoymak ve ahalisini oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük bir iştir. Fitne öldürmeden daha büyüktür. Eğer güç yetirseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmalarını sürdürürler. Artık içinizden her kim dininden irtidat eder de kafir olarak ölürse işte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa çıkar. Onlar ateşliktirler, onlar orada ebedi kalıcıdırlar.

218. Şüphesiz iman edenler, hicret edip Allah yolunda cihad edenler, işte onlar Allah'ın rahmetini umarlar, Allah Gafurdur, Rahimdir.

 

Bu buyruklara dair açıklamalarımızı on iki başlık halinde sunacağız:

 

1- Ayetlerin Nüzul Sebebi:

2- Ayet-i Kerime Neshedilmiş midir?

3- Haram Ayda Savaş:

4- Haram Ayda Savaş Büyük Bir iştir:

5- Haram Aylarda Savaştan Daha Büyük Olan Suçlar:

6- Öldürmeden Büyük Olan Fitne:

7- Kafirlerin Gücü Yetse ...

8- Kim Dininden Dönerse:

9- Mürtedden Tevbe Etmesi istenir mi?

10- İrtidat Edenin Ameli Hangi Şartlarda Boşa Çıkar.?

11- Mürtedin Mirası:

12- iman Edenler ve Hicret Edenler:

Hicret ve Cihad

 

1- Ayetlerin Nüzul Sebebi:

 

Yüce Allah'ın: "Sana ... soruyorlar" buyruğuna dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 215. ayet 7. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

Cerir b. Abdulhamid ve Muhammed b. Fudayl, Ata b. es-Said'den, o Said b. Cübeyr'den O da İbn Abbas'tan rivayetle dedi ki: Ben Muhammed (s.a.v.)'ın ashabından daha hayırlı bir topluluk görmedim. Onlar hepsi de Kur'an-ı Kerım'de yer alan onüç tane mesele dışında ona soru sormadılar. (Bunlar):

 

"Sana ay hali hakkında soru soruyorlar .. "(el-Bakara, 222); "Sana haram aya ... dair soru soruyorlar" (el- Bakara, 217); "Sana yetimler hakkında soru soruyorlar" (el-Bakara, 220) Onlar ancak kendilerine faydalı olan şeylere dair soru soruyorlardı.

 

İbn Abdi'l-Berr der ki: Hadis-i şerifte on üç meseleden ancak üç mesele yer almaktadır. Ebu'l-Yesar Cündüb b. Abdillah'tan Peygamber (s.a.v.), dokuz on kişilik bir grup gönderdi, başlarına da Ebu Ubeyde b. el-Haris veya Ubeyde b. el-Haris'i komutan tayin etti. Ayrılmak isteyince Resulullah (s.a.v.)'dan ayrılacağı için ağlamaya başladı. Bunun üzerine Abdullah b. Cahş'ı (komutan olarak) gönderdi. Ona bir mektup yazdı ve: Şu şu yere ulaşıncaya kadar mektubu okumamasını emretti ve şöyle dedi: "Arkadaşlarından seninle gelmek üzere kimseyi zorlama. Belirttiği yere ulaşınca mektubu okudu ve istircada bulunarak: "Allah'ın ve Resulünün buyruğunu dinleyip itaat ediyorum" dedi. Onlardan iki kişi geri döndü, diğerleri kaldılar. Bunlar İbnu'l-Hadramı ile karşılaştılar, onu öldürdüler. O günün Receb'ten olduğunu bilmiyorlardı. Müşrikler: Siz haram ayda insan öldürdünüz, dediler. Bunun üzerine şanı Yüce Allah: "Sana haram aya .... dair soru soruyorlar" ayetini indirdi. 

 

Bir diğer rivayete göre ise bu ayetin nüzul sebebi şudur: Kilaboğullarından iki adam Amr b. Umeyye ed-Damrı ile karşılaştılar. O bunların Peygamber (s.a.v.)'ın yanından geldiklerini bilmiyordu. Amr b. Umeyye bu iki kişiyi de öldürünce Kureyşliler şöyle dediler: O, bunları haram ayda öldürdü. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

 

Bu ayetin Abdullah b. Cahş seriyesi hakkında nazil olduğuna dair görüşler daha çok ve daha yaygındır. Buna göre Peygamber (s.a.v.) onu dokuz veya sekiz kişiyle birlikte Bedir savaşından iki ay önce Cumadelahir ayında, bir diğer görüşe göre Receb ayında göndermişti. Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) "edDurer" adlı eserinde- der ki: Rasülullah (s.a.v.) Kürz b. Cabir'i takipten -ki bu birinci Bedir çıkışı diye bilinir- dönünce Cumadelahire ayının geri kalan günlerini ve Recep ayı süresince Medine'de kaldı. Recep ayı süresince Abdullah b. Cahş b. Riab el-Esedı'yi, beraberinde muhacirlerden sekiz kişiyle birlikte gönderdi. Bu kişiler Ebu Huzeyfe b. Utbe, Ukkaşe b. Mihsan, Utbe b. Gazvan, Fihrli Süheyl b. Beyda, Sa'd b. Ebi Vakkas, Amir b. Rabia, Temimli Vakıd b. Abdullah, Leysli Halid b. Bukeyr idiler. Abdullah b. Cahş'a bir mektup yazdı ve ona: İki gün süre ile yol almadıkça o mektubu açıp bakmamasını emretti, İki gün yol aldıktan sonra o mektubu açıp okuyacak ve o mektupta kendisine emredileni yapmak üzere yoluna gidecekti, Beraberindeki arkadaşlarından kimseyi de beraber gelmek üzere zorlamayacaktı. Abdullah onların komutanı idi Abdullah b, Cahş (r.a) emrolunduğu şeyi yaptı. Mektubu açıp okuyunca onda şu ifadelerin yer aldığını gördü:

 

"Benim bu mektubumu görür görmez sen hemen Mekke ile Taif arasında Nahle denilen yerde konaklayıncaya kadar yola koyu!. Orada Kureyş'i gözetle ve onların haberlerine dair bize bilgi topla!"

 

Abdullah mektubu okuyunca: Dinledim ve itaat ettim, dedi ve daha sonra arkadaşlarına durumu bildirdi Onlardan kimseyi zorlamayacağını ve kendisine itaat edenlerle birlikte belirtilen istikamete gideceğini, hiçbir kimse itaat etmeyecek olursa tek başına yoluna devam edeceğini belirtti, "O bakımdan kim şehadeti arzuluyor ise haydi benimle gelsin, Kim de ölümden hoşlanmıyor ise geri dönsün," dedi, Beraberindekiler şu cevabı verdiler: "Senin sevip arzuladığını hepimiz sever ve arzularız, Aramızdan Resulullah (s.a.v.)'ın buyruğuna dinleyip itaat etmeyecek hiçbir kimse yoktur" deyip onunla birlikte yola koyuldular, o da Hicaz yoluna koyuldu,

 

Sa'd b, Ebi Vakkas ile Utbe b, Gazvan'ın sıra ile bindikleri bir develeri kaçmıştı. Onu aramak üzere geri kaldılar. Abdullah b, Cahş ise diğer arkadaşları ile birlikte Nahle denilen yerde konaklayıncaya kadar gösterilen istikamete doğru yol aldılar. O sırada yanlarından kuru üzüm ve ticaret malları taşıyan Kureyş'e ait bir kervan geçti, Bu kervan ile birlikte Amr b, el-Hadrami -Hadrami'nin adı Abdullah b, Abbad olup Sadeflidir. Sadef ise Hadremevt'lilerden bir koldur- ile Osman b, Abdullah b, el-Muğire ile onun kardeşi Nevfel b, Abdullah b, el-Muğire -ikisi de Mahzumludur- ile Muğireoğullarının azadlısı el-Hakem b, Keysan da vardı.

 

Müslümanlar kendi aralarında danışarak şöyle dediler: Bizler Haram aylardan Receb ayının son günündeyiz, Onlarla savaşacak olursak Haram ayın saygınlığını çiğnemiş oluruz, Eğer bu gece onları bırakacak, ilişmeyecek olursak bu sefer Harem bölgesine girerler

Daha sonra onlarla çarpışmak üzere görüş birliğine vardılar Temimli Vakid b, Abdullah, Amr b, el-Hadrami'ye bir ok attı ve onu öldürdü, Osman b, Abdullah ile el-Hakem b, Keysan'ı da esir aldılar, Nevfel b. Abdullah ise kaçıp kurtuldu, Daha sonra iki esir ve kervan ile birlikte (Medine'ye) geldiler.

 

Abdullah b, Cahş onlara: Aldığınız ganimetin beşte birini Resulullah (s.a.v.)'a ayırınız dedi, onlar da bunu yaptılar. Bu, İslam tarihindeki ilk beştebirdir. Daha sonra Yüce Allah'ın: "Bilin kiganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri şüphesiz Allah'ın ve Resulü 'nün ... dür. "(el-Enfal, 41) buyruğu nazil oldu, Böylece Allah ve Resulü, Abdullah b, Cahş'ın bu uygulamasını benimsedi, onu beğendi, Kıyamet gününe kadar ümmet tarafından uygulanacak bir hüküm olarak tesbit etti.

 

İslam tarihinde alınan ilk ganimet odur. İlk kumandan da Abdullah b. Cahş'tır. Amr b. el-Hadrami de ilk savaş maktulüdür.

 

Rasülullah (s.a.v.) haram ayda İbnu'l-Hadrami'nin öldürülmesini tepkiyle karşılamıştı. Bu durum ise ötekilerini oldukça üzmüş ve etkilemişti. Bunun üzerine şanı Yüce Allah; "Sana haram aya, onda savaşmaya dair soru soruyorlar" ayetini sonuna kadar indirdi.

Resulullah (s.a.v.) esir alınan iki kişiyi fidye karşılığında salıvermeyi kabul etti. Osman b. Abdullah ise Mekke'de kafir olarak öldü. el-Hakem b. Keysan ise İslam'a girdi ve Bi'r-i Maüne'de şehid düşünceye kadar Rasülullah (s.a.v.) ile birlikte kaldı. (Develeri kaçmış bulunan) Sa'd ve Utbe ise Medine'ye salimen geri döndüler.

 

Bir diğer görüşe göre Sa'd b. Ebi Vakkas ile Utbe'nin develerini aramak üzere koyulmaları Abdullah b. Cahş'tan alınan bir izin üzere olmuş idi. Amr b. el-Hadrami ve arkadaşları ise Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabını görünce ondan korktular. Abdullah b. Cahş: Bunlar sizden korktular, haydi herhangi birinizin başını traş edin ve bu kişi onların karşısına çıksın, dedi. Onu başı traş olmuş olarak gördüklerinde güvenlik duyarlar ve bunlar umre yapan kimselerdir, onlardan size zarar gelmez, derler. Diğer taraftan da onlarla savaşmak konusunda kendi aralarında danıştılar. ..

 

Yahudiler (Resülullah -s.a.v.-in aleyhine olayı yorumlayarak kendi adlarına da) hayra yorumlayarak (tefeüül) şöyle dediler: Vakid (ateş yakan demektir)'in anlamı savaş ateşinin tutuşacağı, Amr savaşın uzun süre devam edeceği, el-Hadrami ise savaşın hazır (yakın) olacağı anlamına gelir.

 

Mekkeliler de esirlerini kurtarmak amacıyla fidye gönderdi iseler de (Peygamber -s.a.v-) şöyle buyurdu: Sa'd ve Utbe geri dönünceye kadar onları fidye karşılığında bırakmayız. Şayet geri dönmeyecek olurlarsa bu iki esiri onlara karşılık öldüreceğiz. Sa'd ile Utbe geri dönünce Hz. Peygamber onların fidyesini kabul etti. el-Hakem İslam'a girdi ve Bi'r-i Maune'de şehid olarak öldürülünceye kadar Medine'de kaldı. Osman ise Mekke'ye geri döndü ve orada kafir olarak öldü. Nevfel ise Ahzab günü müslümanların yanına Hendeği aşıp geçmek üzere atının karnını topuklayarak aşmak istemiş, ancak atı ile birlikte hendeğin içine düşmüş, birlikte parçalanmışlardı. Allah onu kahretsin. Müşrikler para mukabili onun leşini almak istediler, Rasülullah (s.a.v.) da: "Alınız onu, onun leşi de pis ve murdardır, buna karşılık alınacak diyeti de pis ve murdardır."

 

İşte Yüce Allah'ın: "Sana haram aya, onda savaşmaya dair soru soruyorlar" buyruğunun nüzul sebebi budur. (Parantez içi ifadeler Taberi, III, 348'den)

 

İbn İshak ise Amr b, el-Hadrami'nin öldürülüşünün -az önce geçtiği üzere- Receb'in son günü olduğunu zikretmektedir. Taberi'nin es-Süddi ve başkalarından yaptığı rivayete göre bu Cumadelahire'nin son günü olduğunu zikretmektedir. Ancak birincisi daha meşhurdur. İbn Abbas'tan bu olayın Receb'in ilk gecesi olduğuna dair rivayet de varid olmuştur. Bu rivayete göre müslümanlar henüz o geceyi Cumadelahire'den kabul ediyorlarmış.

İbn Atiyye der ki: es-Sahib b. Abbad, el-Esediye diye bilinen risalesinde belirttiğine göre Abdullah b. Cahş, mü'minlerden bir topluluğa emir olarak tayin edildiğinden dolayı, o zaman dahi "mü'minlerin emiri" diye adlandırılmış idi.

 

2- Ayet-i Kerime Neshedilmiş midir?

 

İlim adamları bu ayet-i kerimenin neshedilmesi hususunda farklı görüşlere sahiptir. Cumhür nesholunduğunu ve Haram aylarda müşriklerle savaşın mübah olduğunu belirtmektedirler. Ancak bunu hangi ayetin neshettiği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. ez-Zühri der ki: Bu ayet-i kerimeyi: ''Müşriklerle topluca savaşınız" (et-Tevbe, 36) buyruğu neshetmiştir. Bir görüşe göre ise; bunu Peygamber (s.a.v.)'ın Haram ayda Sakiflilere gaza yapması ve Ebu Amir'i yine haram ayda Evtaslılar üzerine gazaya göndermesi olayı neshetmiştir.

 

Bir başka görüşe göre ise bunu nesheden Zülkade ayında savaşmak üzere yapılan Rıdvan bey'atidir. Ancak bu zayıf bir görüştür. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Hz. Osman'ın Mekke'de öldürüldüğü ve onların Hz, Peygamber'le savaşmakta kararlı oldukları haberini alınca, müslümanlar ile müşriklere karşı savunma yapmak üzere bey'atte bulundu, yoksa onlara karşı kendisi savaşmak üzere bey'ati almadı.

 

Beyhaki el-Hadrami'nin kıssasının akabinde Muhammed b. İshak'tan bir başka yoldan gelen rivayette Urve b. ez-Zübeyr'den şunu zikretmektedir: Şanı Yüce Allah: "Sana haram aya, onda savaşmaya dair soru soruyorlar" ayetini indirdi. Devamla der ki: Böylece Yüce Allah, Kitabında Haram ayda savaşın önceden olduğu gibi haram olduğunu haber vermektedir.

 

Bununla birlikte onların mü'minlere yapmayı helal gördükleri işler bu işten daha büyüktür. Onlar mü'minleri hapsedip işkencelere uğratıp onları Rasülullah (s.a.v.)'ın yanına hicret etmekten engelleyip alıkoymak suretiyle Allah'ın yolundan alıkoymaları, Allah'ı inkar etmeleri, müslümanları hac ve umrede Mescid-i Haram'dan ve orada namaz kılmaktan alıkoyup engellemeleri, Mescid-i Haram halkını -ki onlar orada sakin olan müslümanlardır- oradan çıkartmaları, müslümanları dinlerinden çevirmek için fitneye maruz bırakmaları, bu Haram ayda savaşmaktan daha büyüktür. Bize ulaştığına göre Peygamber (s.a.v.) İbn el-Hadramı'nin diyetini mirasçılarına vermiş ve Haram ayı önceden nasıl saygılı biliyor ise öylece hürmetine riayet etmiştir. Ve bu, Yüce Allah: "Allah ve Resulü tarafindan kesin bir uzaklaşma .. "(et-Tevbe, 1) ayetini indirinceye kadar böylece sürmüştür.

 

Ata: Ayet-i kerime muhkemdir. Yine Haram aylarda savaşmak caiz değildir, der ve buna dair yemin edermiş.

 

Çünkü ondan sonra varid olan ayet-i kerimeler, bütün zamanlar hakkında umumıdir. Bu ise özel (has)tır. Umumı olan ise has olanı ittifakla neshetmez.

 

Ebu Zübeyr'in rivayetine göre ise Hz. Cabir şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.) kendisine karşı savaşılmadıkça Haram ayda asla savaşmazdı.

 

3- Haram Ayda Savaş:

 

Yüce Allah'ın "Onda savaşmaya dair" buyruğu Sibeveyh'e göre bedel-i iştimaldir. Çünkü sorulan soru hem aya, hem de savaşa dairdir. Yani kafirler ayın saygınlığını çiğneyip geçmek dolayısıyla hayretle sana soru soruyorlar. Onların Haram aya dair soru sormaları o aydaki savaş dolayısıyladır.

 

ez-Zeccac der ki: Anlamı şudur: Onlar haram ayda savaşmaya dair sana soru soruyorlar. el-Kutebi de der ki: Onlar sana haram ayda savaşa dair soru soruyorlar, o caiz midir diye? Burada "savaş," "ay"dan bedel yapılmıştır. Sibeveyh (görüşünü açıklamak üzere) şu beyiti kaydeder: "Kays'ın ölümü tek bir kişinin ölümü değildi, Fakat o bir kavmin yapısı idi, yıkıldı."

 

İkrime ayet-i kerimede geçen (...) kelimelerini (iki yerde de) Elif'siz olarak (...): Öldürme" şeklinde okumuştur.

 

Buyruğun anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir. Sana hem Haram aya dair hem de o ayda savaşmaya dair soru soruyorlar. İbn Mes'ud da böyle okumuştur. O takdirde "kital" kelimesinin iki esreli gelmesi "an" cer harfinin (hükmen) iki defa tekrarlanması dolayısıyla olur. Bu açıklamayı el-Kisai yapmıştır.

 

el-Ferra ise der ki: Burada "Kıtal" kelimesinin iki esre ile okunması "an" harfi cerrinin menvi (söylenmeyip söylenmiş gibi kabul edilmesi) dolayısıyladır. Ebu Ubeyde de der ki: Bu civar (esreli bir kelimeye yakın olması) dolayısıyla mecrurdur,

 

en-Nehhas der ki: Ne Yüce Allah'ın Kitabında ne de herhangi bir konuşmada civara dayanılarak herhangi bir kelimenin i'rab edilmesi caiz değildir. Civar bir yanlışlıktır. Civar oldukça istisnai bir ifadede kullanılmıştır ki, bu da Arapların: "Bu bir kertenkelenin yıkık yuvasıdır," şeklindeki ifadelerinde görülür. (Fakat bu doğru manayı gözönünde bulundurmaksızın i'rabına göre tercüme edilecek olursa: Bu yıkık bir kertenkelenin yuvasıdır, şeklinde anlamsız bir ifade çıkar): Civarın yanlış olduğunun delili Arapların tesniye olarak: (...): Bunlar bir kertenkelenin yıkık iki yuvasıdır" demeleridir. Bu (cerr-i civar) olsa olsa "ikva" ayarında olur, Allah'ın Kitabından herhangi bir bölümü de bu şekilde açıklayıp yorumlamak caiz olamaz, Çünkü Kur'an ancak en fasih ve en sahih bir dildedir.

 

İbn Atiyye der ki: Ebu Ubeyde der ki: Burada "Kital" kelimesinin iki esre ile gelmesi civar dolayısıyladır. Ancak onun bu sözü hatadır.

 

en-Nehhas der ki: Burada "an"ı gizli kabul etmek caiz değildir. Burada doğru görüş "kital" kelimesinin bedel olduğudur. el-A'rec burayı "kıtal" kelimesini iki ötreli olarak okumuştur. en-Nehhas der ki: Bu Arapça'da pek açık bir okuyuş olamaz. Bundaki anlam ise şöyle olur: Sana haram aya dair soru soruyorlar. Onda savaşmak caiz midir diye. Buna göre: "Sana .. soru soruyorlar" ifadesi istifhama delalet etmektedir. Nitekim İmru'l-Kays şöyle demektedir: "Eyarkadaşım, sen bir şimşek görüyor (mu)sun? Ben de sana onun parıltısını göstereyim; Şimşek ile parlamış yüksekteki bulutta, iki elin parlaması (evrilip çevrilmesi) gibi."

 

Burada "görüyorsun" ifadesi istifham edatı olmaksızın elif hazfedilerek gelmiştir. Anlamı "sen bir şimşek görüyor musun?" şeklindedir. Çünkü "ey arkadaşım" anlamına gelen (...) kelimesinin başındaki hemze nida harfi olsa dahi, soru edatına delalet etmektedir. Nitekim şair şöyle demiştir: "Sen kabilenin kaldığı yerden erken mi gideceksin, yoksa akşam mı?"

 

Burada "yoksa" anlamına gelen (...) ın soru edatına delaleti dolayısıyla soru edatı olan "hemze" hazfedilmiştir.

 

4- Haram Ayda Savaş Büyük Bir iştir:

 

Yüce Allah'ın: "De ki: Onda savaş yapmak büyük bir iştir" buyruğu mübteda ve haberdir. Bu, reddedilen, kabul edilmemesi gereken bir iştir demektir. Çünkü Haram ayda savaşmanın haram kılınması, müslümanlar tarafından savaşın başlatıldığı o dönemde sabit bir hüküm idi.

 

Ayet-i kerimede yer alan "eş-Şehr: Ay" kelimesi cins isimdir. Yüce Allah, Haram ayı Araplar için bellerini doğrulttukları bir dönem kılmıştır. Bu aylarda kan dökmezlerdi. Yine Haram aylarda baskın ve talan da yapmazlardı. Sözkonusu bu aylar ise Recep, Zülkade, Zülhicce ve Muharrem aylarıydı. Bu ayların (son) üçü ardı ardına geliyordu, bir tanesi (Receb) ise tek idi. Buna dair daha geniş açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle Maide Suresi'nde (2. ayet 3. başlıkta; ayrıca Tevbe Suresi 5. ayet 1. başlıkta da) gelecektir.

 

5- Haram Aylarda Savaştan Daha Büyük Olan Suçlar:

 

"Allah yolundan alıkoymak" mübteda, "O'nu inkar etmek" ona atıftır; "Mescid-i Haram'dan alıkoymak" buyruğu da "Allah yolundan alıkoyma"ya atıftır, "Ve ahalisini oradan çıkarmak" buyruğu da böyledir. Mübtedanın haberi ise "Allah katında daha büyük bir iştir" buyruğudur. Yani haram ayda savaşmaktan daha büyük bir günahtır. Bu açıklamayı el-Müberred ve başkaları yapmıştır. Doğru olan açıklama da budur. Çünkü uzun bir süre insanları Kabe'de tavaf etmekten alıkoymuşlardır.

 

"O'nu inkar etmek" Allah'ı inkar edip kafir olmak demektir. Bir diğer görüşe göre "O'nu inkar etmek"ten kasıt hacca ve Mescid-i Haram'a kafir olmak demektir.

 

"Ve ahalisini oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük bir iştir."

 

Yani Allah katında cezası Haram ayında savaşmaktan daha büyüktür. el-Ferra der ki: "Alıkoymak"; "büyük bir iştir" kelimesine "Mescid" kelimesi ise "onu" kelimesindeki "he (o)" zamirine atfedilmiştir. O takdirde ifade muttasıl ve kesintisiz bir ifade olur.

 

İbn Atiyye der ki: Ancak bu hatadır. Çünkü mana, Yüce Allah'ın: "Onu inkar etmek" buyruğu Allah'ı inkar etmek demek olup aynı zamanda bu, "büyük bir iştir" buyruğuna atfedilmesini gerektirir. Bu ise şu anlama gelir: Mescid-i Haram'ın ahalisini oradan çıkarmak, Allah katında küfürden daha büyük bir iştir. Bunun tutarsızlığı ise gayet açıktır. Cumhurun görüşüne göre ise ayet-i kerimenin anlamı şöyledir: Sizler ey Kureyş kafirleri, bizim Haram ayında savaşmamızı çok büyük bir iş olarak görüyorsunuz. Halbuki sizin işlemiş olduğunuz İslam'a girmek isteyen kimseleri Allah'ın yolundan alıkoymanız, Allah'ı inkar edip kafir olmanız, Resulullah (s.a.v.) ve ashabına yaptığınız gibi Mescid-i Haram ahalisini oradan çıkarmanız Allah katında suç ve günah itibariyle daha büyüktür. Abdullah b. Cahş (r.a) ise şöyle demiştir: "Sizler haram ayda öldürmeyi büyük bir iş sayıyorsunuz -Doğru yolda olan kimse doğruyu görecek olsa eğer- ondan daha büyük olanı: Sizin Muhammed'in dediğinden (insanları) alıkoymanızdır. Ve onu inkar etmenizdir -ki Allah görüyor ve buna tanıktırAllah'ın Mescidi'nden oranın ahalisini çıkartmanız; O Beyt'te Allah'a secde eden bir kimse görülmesin diye.

 

Şüphesiz bizler siz bizi, onu öldürdük diye ayıplasanız dahi haddi aşan ve kıskanan İslam aleyhinde yalan sözler söylese bile Mızraklarımızın ucunu İbnu'l-Hadrami'nin kanı ile suladık

 

Nahle denilen yerde savaş ateşini (attığı okla Vakıd) kızıştırdığında Ve Abdullah oğlu Osman aramızda (esir)dir.

 

Boynuna atılmış inatçı uzunca bir zincir onu çekiştirmektedir."

 

ez-Zührı, Mücahid ve başkaları der ki: Yüce Allah'ın: "De ki: onda savaş yapmak büyük bir iştir" buyruğu, Yüce Allah'ın: "Müşriklerle topluca savaşınız" (et-Tevbe, 36) ve 'o müşrikleri ... öldürün "(et-Tevbe, 5) buyruklarıyla neshedilmiştir. Daha önceden de geçtiği gibi, Ata ise nesh olunmamıştır ve Haram aylarda savaşmamalıdır, demiştir.

 

6- Öldürmeden Büyük Olan Fitne:

 

Yüce Allah'ın: "Fitne öldürmeden daha büyüktür" buyruğu ile ilgili olarak Mücahid ve başkaları burada "fitne" küfür demektir, demişlerdir. Yani sizin küfür ve inkarınız bizim onları öldürmemizden daha büyük bir suçtur.

 

Cumhur der ki: Burada "fitne"nin anlamı onların müslümanları ölünceye kadar dinlerinden çevirmek için fitneye (işkenceye) maruz bırakmalarıdır. Yani sizin yaptığınız bu iş, sizi Haram aylarda öldürmekten daha büyük bir suçtur, demektir.

 

7- Kafirlerin Gücü Yetse ...

 

"Eğer güç yetirseler .. savaşmalarını sürdürürler" buyruğu mübteda ve Yüce Allah tarafından verilen bir haberdir. Aynı zamanda mü'minleri kafirlerin şerrinden sakındırmaktadır. Mücahid der ki: Burada kastedilen Kureyş kafirleridir. "Döndürülünceye ... " anlamındaki fiil, "kadar" anlamındaki edat ile nasb edilmiştir. Çünkü bu mücerret bir gayeyi ifade etmektedir.

 

8- Kim Dininden Dönerse:

 

Yüce Allah'ın: "Artık içinizden her kim dininden irtidad eder ve küfre girer" de kafir olarak ölürse "işte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa çıkar." Batıl olur bozulur.

"el-Habet" fazlaca ot yemelerinden dolayı davarların karınlarını şişiren bir rahatsızlığın adıdır. Kimi zaman bundan dolayı öldükleri de olur.

 

Bu ayet-i kerime İslam dini üzere sebat etmeleri için müslümanlara yönelik bir tehdittir.

 

9- Mürtedden Tevbe Etmesi istenir mi?

 

İlim adamları mürtedden tevbe etmesi istenip istenmeyeceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Acaba onun ameli bizzat irtidat dolayısıyla mı boşa çıkar yoksa amelinin boşa çıkması için kafir olarak ölmesi mi gerekir? Mürtedin mirasının durumu ne olur? Bunlar mürtedin durumu ile ilgili üç ayrı husustur.

 

Birinci husus (yani mürtedin tevbe etmesinin istenmesi) ile ilgili olarak bir kesim tevbe etmesi istenir. Eğer tevbe ederse mesele yok, aksi takdirde öldürülür, demişlerdir. Bazısı tek bir saat (kısa bir süre) başkaları bir ay süre ile tevbe etmesi istenir derken, daha başkaları Hz. Ömer ile Hz. Osman'dan gelen rivayetlere dayanarak üç gün süreyle tevbe etmesi istenir, demişlerdir. Bu aynı zamanda İbnu'l-Kasım'ın kendisinden yaptığı rivayete göre İmam Malik'in görüşüdür.

 

el-Hasen der ki: Yüz defa tevbe etmesi istenir. Yine ondan tevbe etmesi istenmeksizin öldürüleceğine dair rivayet de gelmiştir. İki görüşünden birisinde Şafii de böyle demiştir. Aynı zamanda bu, Tavus'un da iki görüşünden birisi ve Ubeyd b. Umer'in de görüşüdür. Suhnun'un zikrettiğine göre Abdulaziz b. Ebi Seleme el-Macuşün şöyle derdi: Mürted öldürülür ve tevbe etmesi istenmez. Buna delil olarak da Muaz ile Ebu Musa'nın hadisini gösterir. Bu hadiste şöyle denilmektedir:

 

Peygamber (s.a.v.) Ebu Musa'yı Yemen'e gönderince arkasından Muaz b. Cebel'i de gönderdi. Muaz onun yanına varınca ona: İn, der ve ona bir yastık uzatır. Yanında bağlı bir adam görür. Bu nedir diye sorunca; bu kişi önce yahudi idi sonra İslam'a girdi daha sona o kötü din olan eski dinine dönüp tekrar yahudi oldu, diye cevap verdi. Muaz: Öldürülmedikçe oturmam. Allah'ın ve Resulünün hükmü budur, der. Ebu Musa ona: Otur dediyse de o:

 

Evet (dediğim gibi) öldürülmedikçe oturma m. Allah'ın ve Resulünün hükmü budur, der ve bunu üç defa tekrarlayınca verilen emir üzerine öldürüldü. Bu hadisi Müslim ve başkaları rivayet etmiştir.

 

Ebu Yusuf'un Ebu Hanife'den naklettiğine göre mürtede tekrar İslam'a girmesi teklif edilir. İslam'a girerse mesele yok, aksi takdirde olduğu yerde öldürülür. Ancak kendisine süre verilmesini istemesi halinde öldürülmez. Böyle bir süre isteyecek olursa, ona üç gün mühlet verilir.

 

Ebu Hanife ile onun arkadaşlarından meşhur olarak nakledilen görüş ise mürtedin tevbe etmesi istenmedikçe öldürülmeyeceği şeklindedir. Zındık ile mürted onlara göre aynıdır.

 

Malik ise der ki: Zındıklar tevbe etmeleri istenmeksizin öldürülürler. Buna dair açıklamalar Bakara Süresinin baş taraflarında (10. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

Küfür olan bir dinden çıkıp yine küfür olan bir başka dine giren kimse hakkında ilim adamları farklı görüşlere sahiptir. Malik ve fukahanın cumhuru şöyle der: Böyle bir kimseye taarruz edilmez. Çünkü o kişi eğer ta baştan beri üzerinde bulunmuş olsaydı ona ilişilmeksizin bırakılacağı bir dine intikal etmiştir. İbn Abdilhakem ise Şafii'den öldürüleceğini nakletmektedir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Dinini değiştiren kimseyi öldürünüz" diye buyurmakta ve bu konuda müslüman ile kafir arasında herhangi bir ayrım gözetmemektedir.

 

Malik ise der ki: Bu hadisin anlamı, İslam'dan çıkıp küfre gireni öldürünüz, şeklindedir. Küfür olan bir dinden çıkıp yine küfür olan bir dine giren kimse bu hadis ile kastedilmiş değildir.

 

Bu fukahadan bir topluluğun da görüşüdür. Şafii'den meşhur olan görüş ise el-Müzeni ve er-Rabi'in zikrettiği şekilde zımmet ehlinden olup dinini değiştiren kimseyi imamın (İslam devlet başkanının) dar-ı harbe göndereceği, beldesinden onu çıkartacağı, eğer o dar, İslam'ın eline geçecek olur ise harbilerin malları ile birlikte onun malını da helal olarak (ganimet) alacağı şeklindedir. Çünkü onunla zımmet akdi, akdin yapıldığı esnada sahip olduğu din esasına göre yapılmıştır.

 

İrtidat eden kadın hakkında ise farklı görüşlere sahiptirler. Malik, Evzai, Şafii, Leys b. Sa'd, mürted erkeğin öldürüldüğü gibi mürted kadın da öldürülür, derler. Bu konudaki delilleri: "Dinini değiştireni öldürünüz" hadis-i şerifidir. Çünkü bu hadiste yer alan (ve kim, kimse anlamına gelen): (...) edatı erkek için de dişi için de kullanılabilir.

 

es-Sevri, Ebu Hanife ve arkadaşları ise mürted olan kadın öldürülmez, derler. İbn Şubnıme'nin görüşü de budur, İbn Uleyye'de bu kanaattedir. Aynı zamanda bu Ata ve el-Hasen'in de görüşüdür. Delil olarak da İbn Abbas'ın Peygamber (s.a.v.)'ın: "Dinini değiştireni öldürünüZ" dedikten sonra İbn Abbas'ın mürted olan kadını öldürmemiş olduğunu gösterirler. Bir hadis rivayet eden (bir sahabi) o hadisin te'vilini en iyi bilen kimsedir. Hz. Ali'den de ona benzer bir rivayet nakl edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) de ayrıca kadınların ve çocukların öldürülmesini yasaklamıştır.

 

Birinci kesim Peygamber (s.a.v.)'ın: "Müslüman bir kimsenin ancak üç şeyden birisi ile kanı helal ol ur. İmandan sonra küfre girmek. ... " hadisini delil gösterir ve buradaki ifade, imanından sonra küfre giren herkesi kapsamaktadır derler. Daha sahih olan görüş de budur.

 

10- İrtidat Edenin Ameli Hangi Şartlarda Boşa Çıkar.?

 

Şafii der ki; İrtidat edip sonra tekrar İslam'a geri dönenin ameli ve yapıp bitirdiği haccı boşa gitmez. Aksine mürted olarak öldüğü takdirde o vakit amelleri boşa çıkar. Malik der ki; Bizzat irtidat ile amelleri boşa çıkar.

 

Bu görüş ayrılığının etkisi hac ettikten sonra irtidat eden sonra tekrar İslam'a giren müslümanın durumu hakkında ortaya çıkar.

 

Malik der ki; Bir daha haccetmesi gerekir, çünkü birincisi irtidat sebebiyle boşa çıkmıştır. Şafii de der ki: Haccını iade etmesi gerekmez, çünkü ameli olduğu gibi durmaktadır. Bizim ilim adamlarımız Yüce Allah'ın şu buyruğunu delil gösterirler: ''Andolsun ... eğer şirk koşarsan mutlaka senin amelin boşa çıkacaktır. "(ez-Zumer, 65) Derler ki: Burada hitap Peygamber (s.a.v.)'e olmakla birlikte, maksat onun ümmetidir. Çünkü o Yüce peygamberin irtidat etmesi şer'an imkansızdır.

 

Şafii Mezhebi ilim adamları der ki: Hayır bu, ümmet için durumun ne kadar ağır ve vahim olduğunu beyan etmek üzere peygambere yapılan bir hitaptır. Makamının yüceliğine ve şerefine rağmen peygamber eğer şirk koşacak olursa onun ameli boşa çıkacağına göre ya sizin durumunuz ne olur? Fakat o mertebesinin fazilet ve yüksekliği dolayısıyla asla şirk koşmaz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Ey peygamber zevcelerı: sizden kim apaçık bir hayasızlık işlerse onun azabı iki kat artırılır. "(el-Ahzab, 30) Böyle olması hanımlarının konumlarının şerefi dolayısıyladır. Yoksa onlardan herhangi bir kimsenin, o ta'zime layık ve şerefli kocalarını korumaları dolayısıyla onların böyle bir şey yapmaları asla tasavvur olunamaz. Bu açıklamalar İbnu'l-Arabi tarafından yapılmıştır.

 

Bizim (mezhebimize mensub) ilim adamlarımız derler ki: Yüce Allah, burada (mürted olarak) vefat etmeyi bir şart olarak zikretmiştir. Çünkü ceza olarak cehennemde ebedi kalmayı ona bağlı kılmıştır. Kafir olarak ölen bir kimseyi, bu ayet gereği Allah cehennemde ebedi bırakacaktır. Diğer ayet-i kerimede ise şirk koşanın amelinin boşa çıkacağını belirtmektedir. O halde bunlar birbirinden farklı iki ayrı manayı ve ayrı hükümleri açıklayan iki ayet-i kerimedir. Hz. Peygamber'e yapılan hitap, o hitabın ona has olduğunu isbat edecek bir delil ortada olmadıkça ümmetine de hitaptır. Onun zevceleri hakkında varid olana gelince; onlara dair söylenen bu buyruklar eğer böyle birşey tasavvur olunacak olsaydı birisi dinin hürmetine, diğeri de Peygamber (s.a.v.)'ın saygınlığına ait olmak üzere iki büyük hukukun çiğneneceğini açıklamak ve her bir hürmetin çiğnenmesi için ayrı bir ceza olduğunu beyan etmek içindir. Bu da haram ayda yahut haram beldede ya da Mescid-i Haram'da Allah'a isyan edenin durumuna benzer. Çiğnediği hürmetler sayısınca da onun azabı katlanır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

11- Mürtedin Mirası:

 

Mürtedin mirası hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Ali b.

Ebi Talib, el-Hasen, Şa'bi, el-Hakem, el-Leys, Ebu Hanife ve İshak b. Raheveyh der ki: Mürtedin mirası müslüman mirasçılarınındır.

 

Malik, Rabia, İbn Ebi Leyla, Şafii ve Ebu Sevr de der ki: Mürtedin mirası Beytülmal'e konulur.

 

İbn Şubrume, Ebu Yusuf, Muhammed ve iki rivayetten birisinde el-Evzai şöyle demektedirler: Mürtedin irtidat ettikten sonra kazandıkları müslüman mirasçılarına aittir. Ebu Hanife ise der ki: Mürtedin irtidat halinde kazandıkları bir fey'dir, müslüman iken kazanmış olduklarını ise irtidat ettikten sonra müslüman mirasçıları miras alırlar. İbn Şubrume, Ebu Yusuf ve Muhammed ise her iki durum arasında fark gözetmezler.

Peygamber (s.a.v.)'ın: "İki ayrı din mensubu arasında mirasçılık yoktur" buyruğunun mutlak olması onların görüşlerinin batıl oluşuna delildir. İlim adamları mürtedin kafir mirasçılarının ondan miras almayacakları hususunda icma etmişlerdir. Ancak Ömer b. Abdülaziz, kafir mirasçıları ondan miras alırlar, demiştir.

 

12- iman Edenler ve Hicret Edenler:

 

"Şüphesiz iman edenler hicret edip Allah yolunda cihad edenler" buyruğuyla ilgili olarak, Cundub b. Abdullah, Urve b. Zübeyr ve başkaları şöyle derler: Vakıd b. Abdullah et-Temimı, haram ayda Amr b. el-Hadrami'yi öldürünce Rasülullah (s.a.v.), Abdullah b. Cahş'ın kendisine ayırmış olduğu beşte biri almak ve iki esir hakkında yapacağı uygulama hususunda bir karar vermedi. Bunun üzerine müslümanlar Abdullah b. Cahş'ı ve arkadaşlarını azarladılar. O kadar ki bu onlara ağır bile gelmeye başladı. Aziz ve celil olan Allah, haram ay ile ilgili bu ayet-i kerime ile onların durumlarını telafi etti ve sıkıntılarını giderdi. Hicret eden ve gazada bulunan müslümanların sevabına sahip olduklarını bildirdi. İşte: "Şüphesiz iman edenler .. " buyruğunda onlara işaret edilmektedir. Diğer taraftan bu ayet-i kerime, aziz ve celil olan Allah'ın sözünü ettiği işleri yapan herkes hakkında hükmü baki bir ayettir. Bu sefer onlar hakkında şöyle de denilmeye başlandı: Bunlar (bu haram ayda) adam öldürmekle günah kazanmamış olsalar dahi onlar için bir ecir yoktur. Bunun üzerine Yüce Allah: "şüphesiz iman edenler, hicret edip Allah yolunda cihad edenler .. " ayetini sonuna kadar inzal buyurdu.

 

Hicret ve Cihad

 

Hicret; bir yerden bir yere taşınmak ve ikincisini tercih ederek birincisini terketmek maksadını gütmek demektir Hecr, ilişkiyi koparmak anlamındadır. Hicret de isimdir Bir yerden bir yere, birincisini terkedip ikincisini tercih etmek ise muhaceret (hicret etmek)tir Tehacur ise karşılıklı olarak ilişkileri koparmak demektir. Muhaceret, çölden şehire intikal etmektir, diyen kimse bu açıklamasında yanılmıştır Çünkü bu çoğunlukla Araplarda görülen bir durumdur. Hem bu açıklamayı yapanın görüşüne göre Mekkeliler, muhacir olmazlar.

 

"Cihede" çabasını bütünüyle ortaya koymak anlamında "cehede"den gelen bir fiildir (Olanca gücüyle cihad etmek demektir Mücahede ve cihad buradan gelmektedir) İctihad ve tecahüd ise bütün güç ve imkanı ortaya koymak demektir Cehad, sert arazi demektir.

 

Ayet-i kerimede geçen "umarlar" buyruğunun anlamı tamah ederler ve bunun gerçekleşmesinin uzak olmayacağını kabul ederler, demektir. Yüce Allah burada "umarlar" diye buyurmakta ve onları övmektedir Çünkü dünyada hiçbir kimse cennete (mutlaka) gideceğini bilemez. Allah'a itaat hususunda istediği dereceye varmış olsun. Bu iki sebepten dolayıdır: Bir defa hiçbir kimse sonunun ne şekilde olacağını bilemez, ikinci olarak kimse ameline güvenerek ameli terketmemelidir.

 

Ummak (red) genel olmakla birlikte, her zaman için red ile birlikte korkmanın (havf'ın) da bulunması kaçınılmazdır Nitekim korku ile birlikte red da vardır. Red, uzayıp giden bir emel dolayısıyla sözkonusu olur Günlük konuşma esnasında: "Ben sana ancak hayır umarak geldim" denir Terecci ve irtica, hepsi de ummak anlamındadır. Bişr kızına hitaben şöyle der: "Hayır um ve benim geriye dönüşümü bekle Anizeoğullarından selem ağacı toplamaya giden (ama asla dönmemiş olan) kişi döndüğü vakit."

 

"Filandan bir red yoktur," ondan hiçbir şey ummuyorum, demektir Red bazan korkmak anlamına da gelir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Size ne oluyor ki Allah için bir vakar (red) etmiyorsunuz (ummuyorsunuz)?" (Nuh, 13); yani Allah'ın azametinden korkmuyorsunuz, demektir Ebu Züeyb der ki: "Arılar onu soktuğunda onların sokmasını ummuyor Onlar çalışmak üzere çiçeklere gidince arkalarından yuvalarına gidiyor."

 

Burada "ummamak"tan kasıt, onların sokmalarından korkmaması ve buna aldırış etmemesi demektir.

 

Redi aynı zamanda kuyu kenarı ve iki kıyısı anlamına da gelir. Her bir kıyısına "red" denilir. Red, kelimesini kasr ile (yani "eliften sonra hemzesiz) söyleyen avamın bu telaffuzu yanlıştır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 219

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR