BAKARA 194 |
الشَّهْرُ
الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ
الْحَرَامِ
وَالْحُرُمَاتُ
قِصَاصٌ
فَمَنِ
اعْتَدَى
عَلَيْكُمْ
فَاعْتَدُواْ عَلَيْهِ
بِمِثْلِ
مَا
اعْتَدَى
عَلَيْكُمْ
وَاتَّقُواْ
اللّهَ
وَاعْلَمُواْ
أَنَّ
اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ |
194. Haram ay haram
aya bedeldir. Hürmetler karşılıklıdır. Onun için size kim saldırırsa siz de
tıpkı onun size saldırdığı gibi karşılık verin. Allah'tan korkun ve bilin ki
Allah takva sahipleriyle beraberdir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:
1- Ayet-i Kerimenin Nüzul Sebebi:
2- Saldırı ve Haksızlıklara Karşılık
Vermesi, Hakkını Koruması:
3- Haksızlığa Uğrayan Malının Türünden
Başka Mal Elde Ederse:
4- Alacaklar da Böyle
Değerlendirilebilir mi.?
5- Saldırılara Karşılık Vermenin Yolu:
6- Başkalarına Ait Ölçülemeyen ve
Tartılamayan Şeyleri Telef Edenler:
7- Bu Ayet Kısasın Misli Misline
Olmasını Gerektiren Asli Bir Delildir:
8- Değişik Şekillerde Öldürmelerde
Kısas:
9- Birisi Tarafından Yakalanıp Başkası
Tarafından Öldürülen:
10- Yapılan Saldırıya Misliyle Karşılık
Vermek:
1- Ayet-i Kerimenin
Nüzul Sebebi:
"Haram ay, haram
aya bedeldir" buyruğundaki "ay (şehr)" kelimesinin türeyişine
dair açıklamalar daha önceden (2/185. ayette) geçmiş bulunmaktadır.
Nüzul sebebi ise İbn
Abbas, Katade, Mücahid, Miksem, es-Süddi, er-Rabi', ed-Dahhak ve başkalarından
rivayete göre şöyledir: Bu ayet-i kerime kaza umresi ve Hudeybiye yılı ile
ilgili olarak nazil olmuştur. Resulullah (s.a.v.) umre yapmak üzere çıkmış ve
Hudeybiye'ye kadar varmıştı. Bu olay hicretin altıncı yılı Zilkade ayında
cereyan etmişti. Kureyş kafirleri olan müşrikler onu Beytullah'a ulaşmaktan
engellediler. O da geri döndü. Şanı Yüce Allah da ona pek yakında onu Mescid-i
Haram'a girdireceği vaadinde bulundu. Hz. Peygamber de hicretin yedinci yılında
oraya girdi ve umre ibadetini eda etti. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil
oldu.
el-Hasen'den şu da
rivayet edilmiştir: Müşrikler peygamber (s.a.v.)'e: Ya Muhammed, haram ayda
savaşmak sana yasak kılındı mı diye sorulunca o: "Evet" diye buyurdu.
Bunun üzerine onlar da onunla savaşmak istediler. İşte bu ayet-i kerime bu
münasebetle inmiştir.
Ayet-i kerimenin anlamı
da şudur: Eğer onlar bu haram ayda bu işi yani savaşmayı helal kabul ederlerse
sen de onlarla savaş. Bu ayet-i kerime ile Yüce Allah onlara karşı savunmayı
mübah kılmıştır. Birinci görüş ise daha meşhurdur ve çoğunluk tarafından kabul
edilen görüş de odur.
2- Saldırı ve
Haksızlıklara Karşılık Vermesi, Hakkını Koruması:
Yüce Allah'ın:
"Hurmetler karşılıklıdır" buyruğunda yer alan "hurmetler
(el-hurumat)" kelimesi "hurmet" kelimesinin çoğuludur. Zulumat
kelimesinin, zulmet'in, hucurat kelimesinin de hucret'in çoğulu olduğu gibi.
Hurumat kelimesinin çoğul gelmesi, hem haram ayın hurmeti, hem haram beldenin
hürmeti, hem de ihramın hurmeti kastedildiğinden dolayıdır. Hürmet ise kişinin
çiğnemekten alıkonulduğu, engellendiği şeydir.
Kısas (karşılıklı oluş)
ise, eşitlik demektir.
Bu buyruğun anlamı şöyle
olur: Yani onlar hicretin altıncı yılında sizleri umre yapmaktan alıkoyup
engelledikleri vakit yedinci yılında umrenizi kaza etmek suretiyle sizin lehinize
onlara kısas yaptım, demektir.
Buna göre
"hurmetler karşılıklıdır" buyruğu kendisinden önceki buyruklarla
alakalı ve onlar ile aynı sözün devamı mahiyetindedir.
Önceki buyruklarla
ilişkisinin olmadığı da söylenmiştir. Buna göre bu buyruk, İslam'ın ilk
dönemlerindeki bir vaziyeti ifade etmektedir. Şöyle ki; senin hürmetini (saygı
duyulması gereken bir hakkını) çiğneyen bir kimseye karşı sen de sana yaptığı
haksızlık kadarıyla ondan hakkını alırsın. Ancak daha sonra bu, savaş emriyle
neshedilmiştir.
Bir başka kesim şöyle
demektedir: Ayet-i kerimenin ele aldığı "saldırılar"; Muhammed
(s.a.v.)'ın ümmeti arasındaki saldırılar, cinayetler ve buna benzer
neshedilmemiş hususlardır. Mal yahut yaralama ile kendisine saldırıda bulunulan
bir kimsenin, bu işi açık bir şekilde tesbit edebildiği takdirde, kendisine
karşı yapılan haksızlığın mislini yapması caizdir. Ve bu hususta onun Allah'a
karşı sorumlu olması sözkonusu değildir. Bu görüş Şafii ve başkalarına aittir.
İmam Malik mezhebindeki bir rivayet de böyledir.
İmam Malik mezhebine
mensup bazıları ise şöyle demiştir: Hayır, kişinin bunu yerine getirme yetkisi
yoktur. Kısasa dair uygulamalar münhasıran yöneticilerin yetkisi içerisindedir.
Mal! konuları ise, Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruğu kapsamına almaktadır:
"Sana emaneti kim vermiş ise o emaneti ona tastamam geri öde, sana hainlik
edene de sen hainlik etme!" Bu hadisi Darakutni ve başkaları rivayet
etmiştir. (Darakutni, III, 35; Hakim, Müstedrek, II, 46; Beyhaki, Sünen, X,
456)
Buna göre kendisine hainlik
eden bir kişi tarafından kendisine emanet bırakılan kişinin kendisine emanet
bırakana karşılık vererek hainlik etmesi ve böylelikle kendisine verdiği
emanetten hakkını alması caiz değildir. Maliki mezhebinde meşhur olan görüş
budur. Ebu Hanife de bu hadise bağlı kalarak bu görüştedir. Yüce Allah'ın:
"Şüphesiz kiAllah size emanetleri sahiplerine vermemiz.. emreder"
(en-Nisa, 58) ayetine de bağlı kalarak bu görüşü kabul etmişlerdir. Aynı
zamanda bu Ata el-Horasani"nin de görüşüdür.
Kudame b. el-Heyseme der
ki: Ata b. Meysere el-Horasani"ye şöyle sordum: Adamın birisinde alacağım
bir hak vardır. Bu hakkımı inkar ediyor ve ben de delil ortaya koyamıyorum.
Onun malından hakkım kadarını kısas yoluyla alayım mı? O şöyle dedi: Ne dersin
sana ait olan cariyen ile haram yolla ilişki kursa ve sen bunu bilsen, ne
yaparsın?
Derim ki: Sahih olan
bunun hakkını ne şekilde elde edebilirse etmesinin -hırsız olarak sayılmayacağı
sürece- caiz olduğudur. Şafii'nin kabul ettiği görüş budur. Malik'ten Davudi'de
bu görüşü nakletmiştir. İbnu'I-Münzir bu görüşü benimsemiştir. İbnu'I-Arabi' de
bunu tercih etmiştir. Ayrıca bunun hainlik olmayacağı, sadece kişinin hakkını
elde etmekten ibaret olduğu belirtilmiştir. Resulullah (s.a.v.) da şöyle
buyurmuştur: "Kardeşine zalim olsun mazlum olsun yardımcı ol."
Zalimden hakkın alınması ise aslında ona yardımcı olmaktır.
Diğer taraftan Ebu
Süfyan'ın hanımı Utbe kızı Hind; Ebu Süfyan cimri bir adamdır, onun bilgisi olmaksızın
benim onun malından aldıklarım müstesna, bana ve oğullarıma yetecek kadar
masraf vermiyor; bundan dolayı üzerimde bir vebal var mıdır? deyince Rasülullah
(s.a.v.) ona şöyle cevap vermiştir: "Sana ve çocuklarına yetecek kadarını
maruf bir şekilde al."
Bu buyruğu ile Hz.
Peygamber ona kocasının malından almasını mübah kılmış ve alması gereken
miktardan fazlasını almamasını söylemiştir. Bütün bunlar ise sahih hadisler
arasında sabittir.
Yüce Allah'ın:
"Onun için size kim saldırırsa siz de tıpkı onun saldırdığı gibi karşılık
verin" buyruğu ise bu gibi görüş ayrılıklarını kesin sona erdiren
mahiyettedir.
3- Haksızlığa Uğrayan
Malının Türünden Başka Mal Elde Ederse:
Haksızlığa uğramış kimse
malının türünden başka bir mal ele geçirebilir ise hüküm ne olurı Konusunda
ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.
Bir görüşe göre ancak
hakimin hükmü ile onu alabilir. Şafii'nin bu konuda iki görüşü vardır, daha
sahih olanı alabileceğidir. Bu da kendi malının türünden bir mal ele
geçirebilene kıyasen verilir.
İkinci görüşe göre ise o
malı alamaz, çünkü kendisinden alınan maldan başka bir türdedir.
Kimisi de şöyle
demektedir: Alacağı hakkın kıymetini tesbit eder ve onun miktarı kadarını alır.
Daha önce açıklamış
olduğumuz delil dolayısıyla sahih olan budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
4- Alacaklar da Böyle
Değerlendirilebilir mi.?
Biz bu şekilde alma ile
ilgili hükümden fer'ı bir mes'eleye geçerek şunu soralım: Acaba alacağı olan
mallar ve benzerleri de böyle değerlendirilebilir mi? Şafii, hayır böyle bir
kimsenin alması gereken mal ne ise onu alır, der.
Malik der ki: İflas
halinde diğer alacaklılar ile birlikte kendisine düşene itibar edilir. Kıyas da
buna göredir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
5- Saldırılara
Karşılık Vermenin Yolu:
Yüce Allah'ın:
"Onun için size kim saldırırsa siz de tıpkı onun size saldırdığı gibi
karşılık verin" buyruğunun umumı mahiyette olduğu ittifakla kabul
edilmiştir. Karşılık vermek mümkün olduğu takdirde ya dolaysız olarak fiilen
yapılır veya yöneticiler, hakimler aracılığıyla yapılır.
Mükafatın
"saldırı" diye adlandırılıp adlandırılmayacağı hususunda farklı
görüşler vardır. Kimisi Kur'an-ı Kerim'de mecaz yoktur, der; kimisi de karşılık
vermek saldırı adını alır ve bu mübah olan bir saldırıdır, demiştir. Nitekim
arapçada mecaz mübah olan bir yalan kabul edilmiştir. Çünkü şairin birisi şöyle
demiştir: "İki göz ona: Dinledim itaat ettim, dedi."
Şu mısra da böyledir:
"Havuz doldu ve: Artık bana yeter, dedi."
Bu mısra da böyledir:
"Devem bana gece boyunca yol yürümekten şikayette bulundu."
Bilindiği gibi bu
eşyalar konuşmazlar. Yalanın tarifi ise şöyledir: Bir şeye dair gerçek
durumundan farklı olarak haber vermektir.
Kur'an-ı Kerim'de mecaz
vardır, diyenler bu şekilde bir karşılık vermeyi de mecaz yoluyla ve söze
misliyle karşılık vermek kabilinden "saldırı" adını vermişlerdir.
Nitekim Amr b. Külsum şöyle demiştir: "Dikkat edin, kimse bize karşı
cahillik etmesin O vakit bizler de cahillerin cehaletinden ileri cahillik
ederiz."
Bir başkası da şöyle
demektedir: "Benim bir atım var tahammülkarlığa tahammülkarlık ile
dizginlenir Ve benim bir diğer atım var, cahilliğe karşı cahillikle
eğerlenmiştir Her kim benim doğru olmamı isterse şunu bilsin ki; ben zaten
doğrultulmuş bir kimseyim Her kim de beni eğriltmek isterse şunu bilsin ki; ben
zaten eğriltilmişim."
Burada şair
bilgisizlikle ve eğrilikle övünüyor değildir. Cahile ve eğriye aynı şekilde
karşılık (mükafat) vermek durumunda olduğunu anlatmak istemektedir.
6- Başkalarına Ait
Ölçülemeyen ve Tartılamayan Şeyleri Telef Edenler:
Kile ile ölçülmeyen,
ağırlık ile tartılmayan hayvan ya da ticaret mallarından herhangi bir şeyi
telef eden ya da bozan kimsenin hükmü hakkında ilim adamlarının farklı
görüşleri vardır. Şafii, Ebu Hanife, her ikisinin mezhebine mensup ilim
adamları ve bir grup alim şöyle demiştir: Bu durumda telef edenin ya da bozanın
telef edip bozduğu şeylerin mislini ödemesi gerekir. Mislin (benzerinin)
bulunmaması hali dışında bunların değerinin ödenmesi istenmez. Çünkü Yüce
Allah: "Onun için size kim saldırırsa siz de tıpkı onun size saldırdığı
gibi karşılık verin" buyruğu ile ''Şayet bir ceza ile karşılık verecek
olursanız, ancak size verilen cezanın benzeri ile karşılık verin"
(en-Nahl, 126) buyrukları bunu gerektirmektedir.
Bu kanaate sahip ilim
adamları derler ki: Bu, herşey hakkında umumi bir buyruktur. Bunlar,
görüşlerini Peygamber (s.a.v.)'ın kırılan çömleği kıran hanımının evinde
alıkoyup sağlam çömleği gönderip: "Kaba karşılık kap yemeğe karşılık da
yemek" buyruğunu delil göstererek desteklemişlerdir.
Bu hadisi Ebu Davud
şöylece tahric etmiştir. Bize Müsedded anlattı, bize Yahya anlattı. (H). Bize
Muhammed b. el-Müsenna, bize Halid b. Humeyd'in Enes (r.a)'dan anlattığına
göre; Resulullah (s.a.v.) hanımlarından birisinin yanında bulunuyor idi.
Mü'minlerin annesinden birisi hizmetçi ile birlikte içinde yemek bulunan bir
çömlek gönderdi. Eliyle kaba vurdu ve kabı kırdı. İbnu'l-Müsenna der ki:
Peygamber (s.a.v.) kırık iki parçayı aldı, birisini ötekisine bitiştirdi ve
yemeği o çömleğin içinde toplamaya başladı ve bu arada "Anneniz
kıskandı" buyurdu. İbnu'l-Müsenna şunu da eklemektedir:
"Haydi
yiyiniz" dedi. Onlar da yemeye başladılar; nihayet o hanım evinde bulunan
çömleği getirdi. Sonra biz Müsedded'in rivayet ettiği hadisin lafzına
dönüyoruz: Ve: "Yeyiniz" dedi. Hz. Peygamber gelen elçiyi ve çömleği
yemeklerini yeyinceye kadar alıkoydu. Sağlam olan çömleği elçiye verdi ve kırık
olanını da evinde alıkoydu.
Bize Ebu Davud anlatarak
dedi ki: Bize Müsedded anlattı, bize Yahya Süfyan'dan anlatarak dedi ki: Ve
bize Fuleyt el-Amiri -Ebu Davud dedi ki: Bu Eflet b. Halife'dir- Decace kızı
Cesre'den naklederek dedi ki: Aişe (r.anha) şöyle dedi: Ben Safiyye gibi güzel
yemek pişireni görmedim. Resulullah (s.a.v.)'a bir yemek pişirip o yemeği
gönderdi. Aşırı kıskançlığımdan dolayı titremeye başladım ve kabı kırdım. Ve:
Ey Allah'ın Resulü, bu yaptığımın keffareti nedir dedim? O da: "Kap gibi
bir kap ve yemek gibi bir yemek" diye buyurdu.
Malik ve mezhebine
mensup fukaha der ki: Böyle bir durumda kile ile ölçülmeyen, ağırlık ile
tartılmayan hayvan ve ticaret mallarında kişinin mislini değil kıymetini
ödemesi gerekir. Bunun delili ise Peygamber (s.a.v.)'ın kölesinin yarısını azad
eden kişiye ortağının yarısının kıymetini tazminat yoluyla ödetmesidir. Buna
karşılık kendi kölesinin yarısının mislinin tazminatını ödetmemiştir. Yenecek,
içilecek ve ağırlık ile tartılan şeylerde mislin tazminat olarak ödetileceği
hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Çünkü Peygamber
(s.a.v.): "Yemeğe karşılık yemek" diye buyurmuştur.
7- Bu Ayet Kısasın
Misli Misline Olmasını Gerektiren Asli Bir Delildir:
Kısasta uygulamanın
misli misline olması gerektiği hususunda bu ayet-i kerimenin asli bir delil olduğu
açısından ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur.
Bir kimse bir başkasını
herhangi bir araç ile öldürürse o da o öldürdüğü aracın misli ile öldürülür.
Cumhurun görüşü budur. Elverir ki katil maktulü lutilik, şarap içirmek gibi bir
fasıklıkla öldürmüş olmasın. Öyle olduğu takdirde katil kılıç ile öldürülür.
Şafiilerin bu hususta
şöyle bir görüşü vardır: Katil de bu şekilde öldürülür. O nitelikte bir sopa
yapılır ve ölünceye kadar arkasından o sopa ile dürtülür. Ölünceye kadar da
şarap yerine ona su içirilir.
İbnu'l-Macuşun der ki:
Ateş ile yakarak ya da zehir vererek öldüren kimse bu şekilde öldürülmez. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; "Ateş ile ancak Allah azab
eder." Zehir ise gizli bir ateştir.
Cumhurun görüşü ise
ayet-i kerimenin umum ifade etmesi dolayısıyla bu şekilde öldürüleceği
şeklindedir.
8- Değişik Şekillerde
Öldürmelerde Kısas:
Sopa ile kısas
uygulamaya gelince; kendisinden gelen iki rivayetin birisinde Malik şöyle
demektedir: Eğer sopa ile öldürmek işi uzatıyor ve azab veriyor ise katil
kılıçla öldürülür. Bunu Malik'ten İbn Vehb rivayet etmiş, İbnu'l-Kasım da bu
görüşü benimsemiştir. Ondan gelen bir diğer rivayete göre ise sopa ile
öldürülür. İsterse iş uzasın ve azab olsun. Aynı zamanda bu Şafii'nin de görüşüdür.
Eşheb ve İbn Nafi',
Malik'ten taş ve sopa ile ilgili olarak; eğer darbe işi bitirici ise bunlarla
öldürülür demişlerdir. Şayet birkaç darbe ile iş bitirilecekse o takdirde o
şekilde öldürülmez. Buna bağlı olarak katile ok atılarak ve taş atılarak da öldürülmez,
çünkü bu azap verme (işkence) kabilindendir. Abdülmelik (İbnu'l-Macuşun) da bu
görüştedir. İbnu'l-Arabi de şöyle demektedir: "Mezhebimiz alimlerinin
görüşleri arasında sahih olan misli misline olmasının vacip oluşudur. Şu kadar
var ki eğer misli misline kısas işkence sınırına ulaşacak olursa iş, kılıca
havale edilir."
İlim adamlarımız
ittifakla şunu kabul ederler: Katil öldürdüğü kimsenin elini ayağını kesse,
gözünü çıkarsa ve bunları işkence kastıyla yaparsa ona aynı şey uygulanır.
Tıpkı Peygamber (s.a.v.)'in, çobanlarını öldürenlere yaptığı gibi. Eğer bu işi
(karşısındaki) kendisini savunurken yahut dövüşürken yapmış ise o takdirde
katil, kılıç ile öldürülür.
Bir kesim ise bütün bu
hususlarda farklı bir kanaat açıklar ve şöyle derler: Kısas ancak kılıç ile
uygulanır. Bu, Ebu Hanife, Şa'bi ve Nehai'nin kabul ettiği görüştür. Buna dair
Peygamber (s.a.v.)'dan gelen şu rivayeti delil gösterirler: "Demir ile
olmadıkça kısas olmaz." Ayrıca Hz. Peygamber'in müsleyi (organ kesmeyi)
yasaklamasını ve: "Ateş ile ancak ateşin rabbi azab eder" hadislerini
de delil gösterirler.
Şu kadar var ki sahih
olan cumhurun kabul ettiği görüştür. Çünkü hadis imamları Enes b. Malikten şunu
rivayet ederler: Bir cariyenin başının iki taşla ezildiği tesbit edildi. Ona: Sana
bunu yapan kimdir, filan mı filan mı? diye soruldu. Sonunda bir yahudinin adını
sözkonusu ettiklerinde başıyla (evet anlamında) işarette bulundu. Yahudi
yakalanınca kendisinin yaptığını ikrar ve kabul etti. Resulullah (s.a.v.) da
taşlarla başının ezilmesini emretti. Bir rivayette de: Rasülullah (s.a.v.) onun
(başını) iki taş arasında (ezerek) öldürdü
denilmektedir.
Bu sarih (açık) ve sahih
bir nastır. Yüce Allah'ın: 'Şayet bir ceza ile karşılık verecek olursanız ancak
size yapılan cezanın benzeriyle karşılık veriniz. " (en-Nahl, 126) buyruğu
ile: "Onun için size kim saldırırsa siz de tıpkı onun size saldırdığı gibi
karşılık verin" buyruğu bunu gerektirmektedir.
Karşı görüşü
savunanların delil olarak ileri sürdükleri Hz. Cabir yoluyla gelen hadis-i şerif
ise muhaddislerce zayıf bir hadis kabul edilmiştir. Sahih bir yolla rivayet
edilmemektedir. Hadis sahih olsa bile biz zaten onun gereğini kabul ediyoruz ve
bir demir ile başkasını öldürenin o şekilde demir ile öldürüleceğini
söylüyoruz. Buna da Enes yoluyla rivayet edilen (sözü geçen) hadis delildir:
Yahudinin birisi bir cariyenin başını iki taş arasında ezmiş, Resulullah
(s.a.v.) da onun başını iki taş arasında ezilmesini emretmişti, Müsleyi
yasaklayan buyruklara gelince biz de eğer (katil) müsle yapmamış ise o hadis
gereğince hüküm veriyoruz. Fakat müsle yapmış ise biz de ona müsle yaparız.
Buna ise Uraniler ile ilgili (Hz. Peygamber'in çobanını öldüren) hadis-i şerif
delildir. Bu, hadis imamları tarafından rivayet edilmiş sahih bir hadistir.
Hz. Peygamber'in:
"Ateşin rabbi dışında hiç kimse ateş ile azap etmez" buyruğuna
gelince; eğer katil maktulü yakmamışsa sahih ve doğrudur, fakat yakmış ise o da
yakılır, buna da Kur'an-ı Kerim'in genel hükümleri delalet etmektedir.
Şafii: Kasten maktulü
ateşe atmış ise o da ölünceye kadar ateşe atılır, der. el-Vakar (Mısırlı fakih
İbnu'l-Kasım ve İbn Vehb'den fıkıh okumuş Zekeriyya b. Yahya b. İbrahim'in
lakabı) Muhtasar'ında bu görüşü Malik'ten nakletmektedir. Aynı zamanda bu
Muhammed b. Abdülhakem'in de görüşüdür.
İbnu'I-Münzir der ki:
Bir başkasını boğarak öldüren bir kişiye, ilim adamlarının çoğunluğunun kabul
ettiği görüşe göre kısas uygulanır. Ancak bu hususta Muhammed b. el-Hasen muhalefet
eder ve şöyle der: Ölünceye kadar boğsa ya da bir kuyuya atsa ve ölse yahut bir
dağdan ya da bir damdan atsa ve ölse o kişiye kısas uygulanmaz ve katilin
akilesine diyet düşer. Şayet bu işi yapmakla tanınan bir kimse ise -yani
başkasını da bu yolla boğmuş ise o takdirde o kişi öldürülür.
İbnu'l-Münzir de:
Peygamber (s.a.v.) bir cariyenin başını taşlar arasında ezen yahudiye kısas
uyguladığına göre bu tür davranışlar da buna benzemektedir. O bakımdan Muhammed
b. el-Hasen'in bu görüşünün bir anlamı yoktur, der.
Derim ki: Bu görüşü
Muhammed b. el-Hasan'dan başkası da Ebu Hanife'den nakleder ve şöyle der: Ebu
Hanife istisna olarak boğarak ya da zehirleyerek veya bir dağdan aşağıya veya
bir kuyuya yuvarlayarak ya da bir tahta ile vurarak öldüren kimse hakkında
-sivriltilmiş bir demir yahut taş, tahta ile öldürmesi ya da boğmak, yuvarlamak
ile tanınan bir kimse olması hali dışında- o kişiye kısas da uygulanmaz,
öldürülmez de. Buna karşılık akilesinin diyet ödemesi gerekir. Bu ise Ebu
Hanife'nin Kitap ve Sünneti reddetmesi demektir. ümmetin daha önce
benimsemediği bir şeyi ihdas etmesidir. Allah'ın öldürmeler hakkında teşri'
buyurduğu kısası kaldırmaya götüren bir yoldur. Kısas uygulamaktan başka hiçbir
çıkar yol kabul edilemez.
9- Birisi Tarafından Yakalanıp
Başkası Tarafından Öldürülen:
Bir kimsenin birisini
yakalaması bir diğerinin de onu öldürmesi halinde hükmün ne olacağı hususunda
ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.
Ata, katil öldürülür,
yakalayan da ölünceye kadar hapsedilir demektedir. Malik der ki: Eğer onu
yakalayıp hapseden onu öldürmek arzusunda ise her ikisi de öldürülür. Şafii'nin
Ebu Sevr'in, en-Numan b. Sabit'in (Ebu Hanife) görüşüne göre ise yakalayıp
hapseden cezalandırılır. İbnu'l-Münzir de bu görüşü tercih etmiştir.
Derim ki: Ata'nın görüşü
sahihtir. Kitab-ı Kerim'in gereği de budur. Darakutni de İbn Ömer'den o
Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Bir adam bir
adamı tutsa, bir diğeri gelip onu öldürse katil öldürülür ve onu yakalayan kişi
de hapsedilir." Bunu Süfyan es-Sevri, İsmail b. Umeyye'den, o Nafi'den, o
İbn Ömer'den rivayet ettiği gibi, (Darakutni, III, 140) Ma'mer de İbn
Cüreyc'den o İsmail'den mürsel olarak rivayet etmiştir.
10- Yapılan Saldırıya
Misliyle Karşılık Vermek:
Yüce Allah'ın:
"Onun için size kim saldırırsa ... size saldırdığı gibi karşılık
verin" buyruğunda geçen saldırı (el-i'tida) haddi aşmak, tecavüzde
bulunmak demektir. Yüce Allah: "Her kim Allah'ın sınırlarını aşarsa
(yeteadda).. "(el-Bakara, 229; et- Talak, 1) buyruğu, o sınırları aşıp
geçerse demektir. Buna göre bir kimse sana zulmetse sana yaptığı zulüm
kadarıyla hakkını ondan al, bir kimse sana sövse sana söylediği sözün benzerini
ona geri çevir, bir kimse senin şeref ve haysiyetine (ırzına) dil uzatsa sen de
ona karşılık ver. Şu kadar var ki babasına annesine, oğluna veya bir yakınına
haksızlıkta bulunma. O sana yalan söylese bile senin ona karşı yalan söyleme
hakkın yoktur. Çünkü masiyete masiyet ile karşılık verilmez. Mesela sana: Ey
kafir! diyecek olsa, senin de ona: Kafir sensin demen caizdir. Fakat sana ey
zani diyecek olsa ona karşı uygulayacağın kısas: Yalancı, yalan şahitlik eden
kişi, demendir. Sen de ona: Ey zani diyecek olursan yalan söylemiş olursun ve
yalan söylediğin için günah kazanırsın. Borcunu ödeyebilecek durumda olduğu
halde özürsüz olarak senin borcunu savsaklıyor ise ona: Ey zalim, ey insanların
mallarını yiyen kişi diyebilirsin. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Ödeme imkanı olan kimsenin (ödememesi, savsaklaması) onun (şeref ve haysiyetini)
ve ceza görmesini helal kılar." Irzının (şeref ve haysiyetinin) helal
olması açıkladığımız şekilde olur. Ceza görmesi ise borcunu ödemediği için
hapsedilmesi şeklindedir.
İbn Abbas der ki: Bu
ayet-i kerime İslam güçlenmeden önce nazil olmuştur. Burada eziyet gören
müslümanlara eziyet gördükleri şeyin misli ile karşılık vermeleri ya
sabretmeleri ya da affetmeleri emredilmektedir. Daha sonra bu hüküm Yüce
Allah'ın: "Müşrikler sizinle nasıl topluca savaşıyorlarsa siz de onlarla
topluca savaşın" (et- Tevbe, 36) buyruğu ile neshedilmiştir.
Bu işin (kısasın)
sultana (İslam devlet yöneticisine) havale edilmesiyle ve sultanın izniyle
olmadıkça kimsenin kimseye kısas uygulamasının helal kılınmamasıyla
neshedildiği de söylenmiştir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN