BAKARA 189 |
يَسْأَلُونَكَ عَنِ
الأهِلَّةِ
قُلْ هِيَ
مَوَاقِيتُ
لِلنَّاسِ
وَالْحَجِّ
وَلَيْسَ
الْبِرُّ بِأَنْ
تَأْتُوْاْ
الْبُيُوتَ مِن
ظُهُورِهَا
وَلَـكِنَّ
الْبِرَّمَنِ
اتَّقَى
وَأْتُواْ
الْبُيُوتَ
مِنْ أَبْوَابِهَا
وَاتَّقُواْ
اللّهَ
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ |
189. Sana hilaller
hakkında soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için, bir de hac için vakit ölçüleridir.
Birr evlere arkalarından girmeniz değildir. Fakat birr kişinin sakınmasıdır. O
halde evlere kapılarından girin. Allah'tan da korkun ki felaha eresiniz.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı on iki başlık halinde sunacağız:
1- Ayetin Nüzul Sebebi:
2- Hilaller:
3- Hilal Lafzı Kullanılarak Yapılan
Yeminler ya da Verilen Sözler:
4- Süresi Belirlenmeyen Müsakat Akdinin
Hükmü:
5- Vakit Ölçüleri:
6- Hacc:
7- Haccın Allah Tarafından Tesbit
Edilen Vakti Değiştirilemez:
8- Hacc için ihrama Girme Zamanı:
9- Mali ilişkilerde Zaman ve Vade
Tayini:
10- Hilal Büyük Görülürse:
11- Hac ile ilgili Cahili Gelenekler:
12- Şeriatte Yeri Olmayan Bir Amel
Allah'a Yaklaştırıcı Olamaz:
1- Ayetin Nüzul
Sebebi:
"Sana hilaller
hakkında soruyorlar .. " Burada kastedilen soru yahudilerin sordukları ve
kendisi ile Peygamber (s.a.v.)'e itiraz ettikleri bir husustur. Bu münasebetle
Muaz şöyle demişti: Ey Allah'ın Resulü, yahudiler yanımıza geliyor ve hilallere
dair bizlere pek çok soru soruyorlar. Hilal acaba neden önce incecik görünüyor,
sonra doğup yuvarlaklaşıncaya kadar artıp duruyor. Ardından tekrar eksilmeye
başlıyor ve nihayet önceki haline dönüyor. Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i
kerimeyi inzal buyurdu.
Bir diğer görüşe göre bu
ayetin nüzul sebebi müslümanlardan bir grubun Peygamber (s.a.v.)'e hilale dair
ve hilalin iki gecelik süreyle hiç görünmemesinin, güneşin durumundan farklı
bir durumda olmasının sebebini sorarlar. Bunu da İbn Abbas, Katade, er-Rabi' ve
başkaları söylemiştir.
2- Hilaller:
Yüce Allah'ın:
"Sana hilaller hakkında soruyorlar" buyruğundaki "hilaller"
anlamına gelen: el-ehille: Hilal kelimesinin çoğuludur. Hakikatte hilal, tek
bir tane olmakla birlikte çoğul yapılması bir ayın hilali ile bir diğer ayın
hilalinin ayrı olmasından dolayıdır. Bunun çoğul yapılması hilalin birbirinden
farklı birçok durumunun olmasından dolayıdır. Burada "hilaller" ile
kastedilen her bir hilalin ayıdır. Bazen hilal kelimesiyle ay ifade edilir.
Çünkü ay, hilalin doğması ile birlikte girer. Şairin şu beyitinde olduğu gibi:
"Necid'den güven üzere iki kardeş Ve ay o sırada kesilen tırnak
gibiydi."
Şöyle açıklama da
yapılmıştır: Hilale ay (şehr) deniliş sebebi, hilalin görüldüğü yere doğru
ellerin işarette bulunarak uzatılması (şehr kökünden gelen kelime kullanılır)
ve o hilali göstermeye çalışmaları dolayısıyladır.
Ayın son iki günü ile
başının ilk iki gününün ayına "hilal" denilir. Ayın başının ilk üç
gününe denildiği de söylenmiştir. el-Asmai der ki: Etrafında ince iplik gibi
bir hale meydana gelinceye kadar aya hilal adı verilir. Bir başka açıklamaya
göre ışığı ile semayı iyice aydınlatıncaya kadar o, hilal diye adlandırılır. Bu
aydınlatma ise yedinci gecede olur.
Ebu'l-Abbas der ki: Ona
hilal deniliş sebebi, insanların doğuşunu haber vermek için yüksek sesle
birbirlerine seslenmeleridir. Nitekim doğan çocuk yüksek sesle ağladığı vakit
de kullanılan kelime bu kökten gelmektedir. Kişinin yüzünde sevinç görüldüğü
zaman da bu kökten gelen ifadeler kullanılır. Ebu Kebir şöyle demiş: "Onun
yüzünün sevincine bakarsan Parlak buluttaki şimşek gibi parlar." Yeni bir
aya girildiği zaman da bu kökten gelen kelime kullanılır. Cevheri der ki:
"Hilal doğdu" anlamında: "Uhille el-hilalu ve istuhille"
denilir. "İstehelle" açıkça göründü anlamındadır. Bu anlamda
"ehelle" denilmez. "Şu gecenin hilalini gördük" anlamında:
"Ehlelna an leyleti keza" denilir.
Ebu Nasr Abdurrahim
el-Kuşeyrı Tefsiri'nde der ki: (Hilal doğdu anlamında): "Ehellelhilalu,
istehelle, ehlelenalhilalu ve istehlelena" ifadelerinden birisi kullanılabilir.
3- Hilal Lafzı
Kullanılarak Yapılan Yeminler ya da Verilen Sözler:
İlim adamlarımız der ki:
Bir kimse alacaklısının borcunu ödemeyi veya şu işi yapmayı hilal vaktinde veya
hilal başında veya hilal esnasında yapacağına dair yemin etse ve bu yemin
ettiği şeyi hilalin görülmesinden bir ya da iki gün sonra yapsa yeminini bozmuş
olmaz.
İleride açıklanacağı
üzere bütün aylar, bütün ibadetler ve muamelelerin yapılması için uygun
zamanlardır.
Allah'ın: "De ki:
Onlar insanlar için, bir de hac için vakit ölçüleridir" buyruğu ayın
artması ve eksilmesindeki hikmet yönünü açıklamaktadır. Bu ise tayin edilen
sürelerde, karşılıklı ilişkilerde yeminler, hac, iddetler, oruç, oruç açmak,
hamilelik süresi, icare akitleri, kiralar ve buna benzer kulların hayatı için
gerekli olan ilişkilerdeki kapalılığı gidermektir. Yüce Allah'ın şu buyruğu da
buna benzemektedir: "Biz gece ile gündüzü iki ayet kıldık. Gece ayetini
sildik, gündüz ayetini de gösterici kıldık. Ta ki Rabbinizin lütfundan
arayasınız ve yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. "(el-İsra, 12)
Nitekim bu hususa dair açıklamalar (ilgili ayette) gelecektir. Yüce Allah'ın şu
buyruğu da bunun gibidir: "Güneşi bir ışık, ayı bir nur yapan, yılların
sayısım ve hesabı bilmeniz için ona konaklar tayin eden O'dur ... "(Yunus,
5) Hilallerin sayılıp hesap edilmesi ise günlerin sayılıp hesap edilmesinden
kolaydır.
4- Süresi
Belirlenmeyen Müsakat Akdinin Hükmü:
Yaptığımız bu
açıklamalar "müsakat akdinin, sayıları belli olmayan birçok seneler için süresi
belirsiz yapılması caizdir" diyen Zahiriyye mezhebine mensup olanlarla
onların görüşlerini kabul edenlerin kanaatlerini reddetmektedir. Bu görüşü
kabul edenler Rasülullah (s.a.v.)'ın yahudiler ile (Hayber'de) yaptığı
anlaşmayı delil gösterirler. Hz. peygamber oradan çıkacak ekin ve hurmanın
yarısı karşılığında onlarla müsakat akdi yapmıştı ve vakit tesbit etmeksizin
Rasülullah (s.a.v.)'ın uygun göreceği zaman ile sınırlamıştı.
Ancak onların bu
gerekçelerinde lehlerinde bir delil yoktur. Çünkü Hz. Peygamber yahudilere:
"Ben sizleri burada Allah'ın bıraktığı süre kadar bırakıyorum"
demişti. Bu ise bunun Hz. Peygamber'e ait bir özellik olduğunu ortaya koyan en
açık bir delil ve en belirgin bir ifadedir. O bu konuda Rabbinden gelecek olan
hükmü bekliyordu Başkası ise bu durumda değildir. Şeriat, icareler ve diğer
muameleleri oldukça sağlam şekilde hükme bağlamıştır. Bunların hiçbirisi Kitap
ve sünnetin sağlam bir şekilde hükme bağladığı, ümmet alimlerinin de
benimsediği şeklin dışında caiz değildir.
5- Vakit Ölçüleri:
Yüce Allah'ın:
"Vakit ölçüleri" anlamını ifade eden (mevakit) kelimesi vakit
anlamına gelen "mikat" kelimesinin çoğuludur. Mikat'ın tayin edilen
vaktin son zamanı olduğu da söylenmiştir. "Mevakit" kelimesi munsarıf
değildir. Çünkü tekillerde benzeri olmayan bir çoğuldur. Bu kelime hem
çoğuldur, hem çoğulun son haddidir. (Muntelü el-cumu') Çünkü bir daha çoğul
yapılamayacağındar; adeta bu kelime de çoğul tekrarlanmış gibidir.
Yüce Allah'ın:
"Testiler" (el-İnsan, 15) buyruğunun (aynı vezinde olduğu halde
tenvin almak suretiyle) munsarıf olması, ayetin sonunda yer aldığından
dolayıdır. Burada bu kelime de kafiyelerin tenvin alması gibi tenvin almıştır.
Yoksa buradaki tenvin ismin munsarıf olduğunu gösteren bir tenvin değildir.
6- Hacc:
Bu ayet-i kerimede geçen
"Hacc" kelimesinde "ha" harfinin fethalı olarak okunuşu
cumhurun kıraatidir. İbn Ebi İshak ise bu kelimeyi Kur'an-ı Kerim'de geçtiği
her yerde "hic" şeklinde esreli olarak okur. Al-i İmran Süresi'nde:
"Beyt'i haccetmek (hic).. "(Al-i İmran, 97) buyruğunda bu kelime
esrelidir. Sibeveyh der ki: Hacc, red ve şedd kelimeleri gibidir. Hic de zikr
kelimesi gibi söylenir. Her ikisi de aynı anlamda masdardır. üstün şekliyle
(hacc) masdar, esreli olarak "hic"in ise isim olduğu da söylenmiştir.
7- Haccın Allah
Tarafından Tesbit Edilen Vakti Değiştirilemez:
Yüce Allah burada
özellikle haccı zikretmiştir. Çünkü hacc vaktin bilinmesini gerektiren
ibadetlerdendir. Başka bir vakte te'hir edilmesi de caiz değildir. Daha önce
Araplar bundan farklı bir görüş ortaya atmıştı. Araplar ayları sayarak
hacceder, fakat ayların yerlerini değiştirirlerdi. Allah onların hem bu
konudaki sözlerini, hem uygulamalarını iptal etmiştir. Nitekim ileride buna
dair açıklamalar Allah'ın izniyle Tevbe Suresi'nde (37. ayette) gelecektir.
8- Hacc için ihrama
Girme Zamanı:
Malik, Ebu Hanife ve her
ikisinin de arkadaşları (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun), hac için ihrama
girmenin hacc ayları dışında da sahih olacağına bu ayeti delil göstermişlerdir.
Çünkü Yüce Allah bütün ayları bu iş için bir zaman olarak tesbit etmiştir. O
halde bütün bu aylarda hac için ihrama girmek sahihtir.
Ancak Şafii bu hususta
muhalefet etmiştir, Çünkü Yüce Allah: "Hac bilinen aylardır" diye
buyurmuştur. (el-Bakara, 197) İleride görülecektir.
Yine bu ayet-i kerimenin
(ona göre) manası ayların bir kısmı insanlar için vakit ölçüleri, bir kısmı da
hacc için vakit ölçüleridir şeklindedir. Bu, senin:
Cariye Zeyd'in ve
Amr'ındır, demene benzer. Bu ise cariyenin kısmen Zeyd'e kısmen de Amr'a ait
olmasını gerektirir. Hepsi Zeyd'indir ve hepsi de Amr'ındır denilmesi mümkün
değildir.
Ancak buna şöylece cevap
verilebilir: Yüce Allah'ın: "Onlar insanlar için bir de hac için vakit
ölçüleridir" diye buyurulması bütün ayların insanlar için vakit ölçüleri
olmasını gerektirdiği gibi, hac için de vakit ölçüleri olmasını gerektirir.
Eğer Yüce Allah bir kısmı insanlar için bir kısmı da hacc için vakit
ölçüleridir, demek istemiş olsaydı: Bir kısmı insanlar için vakit ölçüleridir,
bir kısmı da hac için vakit ölçüleridir, demeliydi. Bu şöyle demeye benzer:
Ramazan ayı hem Zeyd'in hem de Amr'ın oruç tutması için tayin edilmiş bir
vakittir. Bu ifade ile Ramazan ayının tümünün her birisinin orucu için tayin edilen
bir vakit olduğunun kastedildiğinde görüş ayrılığı olamaz, Şafii'nin görüşünü
savunanların zikrettikleri cariye örneğinde ifade doğrudur. Çünkü cariyenin
tümünün Amr'a ait olmakla birlikte yine bütünüyle Zeyd'e ait olması imkansız
birşeydir. Zamanın aynı zamanda hem Zeyd ve hem de Amr için vakit ölçüsü olması
ise sahihtir. O halde bunun aksi görüşü savunanların söyledikleri de çürütülmüş
olmaktadır.
9- Mali ilişkilerde
Zaman ve Vade Tayini:
Belli bir malın, belli
bir paha karşılığında, Arap aylarından belli bir vadeye veya bilinen sayıda
güne kadar satanın satışının caiz olacağı hususunda ilim adamları arasında
görüş ayrılığı yoktur. Belli bir vade ile yapılan selem hakkında da böyle
demişlerdir. '
Ancak hasada yahut
harman zamanına ya da ganimetten payların verilmesine ve benzeri sürelere kadar
satış ın hükmü hakkında farklı görüşler vardır.
Malik der ki: Böyle bir
vade caizdir, çünkü bu bilinen bir süredir. Ebu Sevr de bu görüştedir.
Ahmed der ki: Bunda bir
sakınca olmayacağını ümid ederim. Gazilerin döneceği vakte kadar diye süre
tayini de böyledir. İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre o ganimet paylarının
dağıtılacağı zamana kadar mal satın alırmış.
Bir başka kesim ise
böyle bir satış caiz değildir, derler. Çünkü Yüce Allah vakit ölçülerini tayin
etmiş ve bunları alışverişlerinde, görmeleri gereken işlerinde tayin etmek
istedikleri süre için bir alamet kılmıştır. İbn Abbas da böyle demiştir. Şafii:
ve en-Numan (Ebu Hanife) de bu görüştedir.
İbnu'I-Münzir der ki:
İbn Abbas'ın görüşü sahihtir.
10- Hilal Büyük
Görülürse:
Hilal doğduğunda büyük
görülürse ilim adamlarımız şöyle demiştir: Onun büyüklüğüne de bakılmaz,
küçüklüğüne de bakılmaz. O ilk gecesinde görülmüşse bir geceliktir. Müslim'in
Ebu'l-Behterı'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Umre için yola çıktık.
Batın Nahle denilen yerde konaklayınca birbirimize hilali gösterdik. Bizimle
birlikte bulunanların kimisi: üç günlüktür, dedi kimisi: İki günlüktür, dedi
Nihayet İbn Abbas'la karşılaştık. Ona:
Biz hilali gördük,
dedik. Kimisi üç günlüktür? kimisi iki günlüktür, dedi. O bize: Hilali hangi
gece gördünüz? diye sordu. Biz de: Şu şu gece gördük, deyince şöyle dedi:
Rasülullah (s.a.v.): "Allah görünsün diye onu uzun (süre)
bırakmıştır" diye buyurdu. O bakımdan o hilal, gördüğünüz gecenin
hilalidir (yani bir günlüktür).
11- Hac ile ilgili
Cahili Gelenekler:
Yüce Allah'ın:
"Birr evlere arkalarından girmeniz değildir" buyruğu, hac için vakit
ölçülerinden söz etmekle birlikte zikredilmektedir. Çünkü hilallerin durumu ve
evlere arkalarından girmeye dair soru sormak zamanında bu iki husus da meydana
gelmiştir. O bakımdan ayet-i kerime her ikisi hakkında nazil olmuştur. Ensar,
hacc edip de geri döndüklerinde evlerinin kapılarından girmezdi. Hacc ya da
umre için ihrama girip telbiye getirdiklerinde, şer'an kendileriyle sema
arasında herhangi bir engelin bulunmamasına dikkat ederlerdi. Artık bundan
sonra yani evinde ihrama girdikten sonra çıkıp herhangi bir ihtiyaç için geri
dönecek olursa, evin tavanı kendisi ile gök arasında bir engel teşkil
edeceğinden dolayı odanın kapısından içeriye girmezlerdi, O bakımdan evinin
duvarından tırmanır, sonra da odasının üzerinde durarak ihtiyacı olan şeyi
ister ve o ihtiyacı olan şeyevinden dışarı çıkartılırdı. Bu şekilde davranmayı
hac ibadetinin bir parçası ve iyilik olarak kabul ederlerdi. Nitekim alakası
olmayan pek çok şeyin de hacc ibadetinin gereği olduğuna inanırlardı.
Allah bu buyruğunda
onların bu kanaatlerini reddetmekte ve Yüce Rabbbimiz birr'in (iyilik ve
takvanın) emrine uymakta olduğunu beyan etmiştir.
İbn Abbas Ebu Salih
yoluyla gelen rivayette şöyle demektedir: İnsanlar cahiliyye döneminde ve
İslam'ın ilk dönemlerinde bir kimse hacc için ihrama girdiği takdirde eğer evlerde
yaşayan kimselerden ise evinin arka tarafından bir oyuk açar, ordan girer ve
çıkardı. Veya bir merdiven koyar, onunla tırmanır ve onunla inerdi. Şayet
çadırda yaşayan bir kimse ise çadırların arkasından çadırına girerdi. Hums diye
bilinenler dışında böyle yaparlardı.
Zühri'nin rivayetine
göre Peygamber (s.a.v.) Hudeybiye barışından önce umre için ihrama girmişti.
Daha sonra odasına girdi, arkasından Salebeoğullarından ensara mensup bir kimse
de girdi. Böylelikle kavminin adetini bozmuş oldu. Peygamber (s.a.v.) ona
"Sen ihrama girmiş iken ne diye girdin", diye sordu, adam: Sen
girince ben de senin girmen üzere girdim, dedi. Peygamber (s.a.v.): Ben
Ahmeslilerdenim (Hums'a mensubum) Yani bu gibi davranışları dinin gereği olarak
kabul etmeyen bir kavme mensubum. Adam ise:
Benim dinim de senin
dinindir, deyince bu ayet-i kerime nazil oldu. Bunu İbn Abbas, Ata ve Katade
söylemişlerdir. Sözü geçen bu adamın Kutbe b. Amir el-Ensari olduğu da
söylenmiştir. (Hakim, el-Müstedrek, I, 483)
Hums diye bilinenler
Kureyşliler, Kinane, Huzaa, Sakif, Cuşem, Amir b.
Sa'saa oğulları ve Nasr
b. Muaviye oğullarıdır. Bunlara "hums" deniliş sebebi dinlerinde işi
oldukça sıkı tutmalarından dolayıdır. Hamaset şiddet demektir. el-Accac
demiştir ki: "Ve biz nice nice sert ve geçilmesi zor (hums) vadiler
katettik."
İlim adamları bu
buyruğun te'vili hakkında farklı açıklamalarda bulunmuşlardır. Bizim yaptığımız
bu açıklama ileri sürülmüştür, sahih olandır.
Bir diğer görüşe göre
ayet-i kerimenin bu bölümünde kastedilen nesi' ve nesi' vasıtasıyla haccın
ertelenmesi olayıdır. Çünkü onlar haccı helal bir aya ertelemek suretiyle helal
olan ayı haram kılıyorlardı. Haccı bir başka aya kaydırıp geciktirmek suretiyle
de haram olan bir ayı helal kılıyorlardı. Buna göre burada "evler"den
söz edilmesi, hac ve hac ayları hususunda uyulması gerekenlere bir misal demek
olur. Yüce Allah'ın izniyle Tevbe Süresi'nde (37. ayette) nesi'e dair
açıklamalar gelecektir.
Ebu Ubeyde der ki:
Ayet-i kerime bir darb-ı meseldir. Anlamı şudur:
Birr cahiHere soru
sormanız değildir. Fakat birr Allah'tan korkup ilim adamlarına soru
sormanızdır. Bu kişinin: Ben bu işe girilmesi gereken kapısından girdim, deme
ne benzer ..
el-Mehdevi ve Mekki,
İbnu'l-Enbari'den, el-Maverdi de İbn Zeyd'ten ayet-i kerimenin hanımlarla
cimaya dair bir mesel olduğunu belirttiklerini nakletmektedirler. Bu buyrukla
Yüce Allah hanımlara arka yoldan değil de önden yaklaşmayı emretmektedir.
Kadınlara "evler" adının verilmesi ise evlere sığınıldığı gibi onlara
sığınıldığından dolayıdır. İbn Atiyye der ki: Bu uzak bir ihtimaldir ve
ifadenin akışını değiştirmektedir.
el-Hasen der ki: Araplar
bu işi uğursuzluk sayıyorlardı. Onlardan bir kimse yolculuğa çıkıp da
ihtiyacını elde etmedi mi, zarar eder korkusuyla eve arkasından girerdi. Onlara:
Bu şekilde bir uğursuzluk düşüncesi birr değildir. Aksine birr sizin Allah'tan
korkmanız ve Allah'a tevekkül etmenizdir, denildi.
Derim ki: Birinci görüş
bu görüşlerin en sahih olanıdır. Çünkü el-Bera' şöyle demektedir: Ensar
haccedip de geri döndüklerinde evlere kapılarından girmezlerdi. Ensardan birisi
gelip eve kapısından girdi. Bu hususta ona hatırlatmada bulunulunca şu:
"Birr evlere arkalarından girmeniz değildir .. " ayeti nazil oldu.
İşte bu; "evler"in hakikat anlamıyla kastedildiğini açıkça ortaya
koyan bir ifadedir. Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
Belirtilen diğer
görüşler ise başka yerlerden çıkartılabilir. Bu ayetten değiL. Bu hususun iyice
bellenmesi gerekir.
Şöyle de denilmiştir:
Ayet-i kerime şanı Yüce Allah tarafından birr'e uygun olan yoldan ulaşmaları
gerektiğine dair bir uyarı durumundadır. Birr'in elde edilme yolu ise Yüce
Allah'ın emrettiği yoldur. Burada evlere kapılarından girilmesinin sözkonusu
edilmesi Yüce Allah'ın bize teşvik etmiş olduğu şekilde işleri uygun olan
yollarından gidip gerçekleştirmemize işaret etmektedir.
Derim ki: Bu açıklamaya
göre daha önce sözü geçen görüşler de sahih kabul edilebilir.
Ayet-i kerimede geçen ve
evler anlamına gelen (...) kelimesi "beyt" kelimesinin çoğuludur. Bu
kelimedeki "be" harfi ötreli ve esreli olarak okunmuştur.
Takvanın (Bakara 2. ayet
4. başlık) felahın (5. ayet) ve umut ve temenni ifade eden (...) edatının (21.
ayette) anlamına dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunduğundan burada
tekrarlamanın anlamı yoktur.
12- Şeriatte Yeri
Olmayan Bir Amel Allah'a Yaklaştırıcı Olamaz:
Bu ayet-i kerime
Allah'ın teşri' buyurmadığı bir şeyin Allah'a yaklaştıramayacağı, teşvik
etmediği bir şeyin Allah'a yaklaştıran bir amel olamayacağı beyan edilmektedir.
Böyle olmayan amellerle hiçbir kimse Allah'a yaklaşmaya kalkışmamalıdır. İbn
Huveyzimendad der ki: Neyin Allah'a yaklaştırıcı bir birr (iyilik) olduğu ya da
olmadığı anlaşılamayıp içinden çıkılamazsa o işe bakılır. Eğer farz ve
sünnetler arasında onun benzeri bir amel varsa Allah'a yaklaştırıcı bir amel
olması caizdir. Eğer bir benzeri yoksa o işin birr olması da yaklaştırıcı bir
amel olması da, sözkonusu olamaz. Peygamber (s.a.v.)'dan gelen rivayetler de
bunu ortaya koymaktadır. Daha sonra İbn Huveyzimendad İbn Abbas'tan gelen şu
hadis-i şerifi kaydetmektedir: Resülullah (s.a.v.) hutbe irad ettiği bir sırada
güneşte ayakta duran bir adam görüverir. Onun durumunu sorar, O, Ebu
İsrail'dir, ayakta dikilip oturmamayı gölge altında durmamayı, konuşmamayı ve
bununla birlikte de oruçlu durmayı adamıştır. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Ona söyleyiniz, konuşsun, gölgelensin, otursun ve orucunu
tamamlasın."
Böylelikle Peygamber
(s.a.v.) şeri'atinde aslı astarı bulunmayan ve Allah'a yaklaştırıcı olmayan
amelleri iptal etti, farz ve sünnetler arasında benzeri bulunan ve Allah'a
yaklaştırıcı bir ibadet olanın sahih olduğunu beyan buyurdu.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN