BAKARA 170 |
وَإِذَا
قِيلَ
لَهُمُ
اتَّبِعُوا
مَا أَنزَلَ
اللّهُ
قَالُواْ
بَلْ
نَتَّبِعُ
مَا أَلْفَيْنَا
عَلَيْهِ آبَاءنَا
أَوَلَوْ كَانَ
آبَاؤُهُمْ
لاَ
يَعْقِلُونَ
شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ |
170. Onlara:
"Allah'ın indirdiğine uyun" denildiği zaman onlar: "Hayır, biz
atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" derler. Ya ataları birşeye
akıl erdirememiş ve doğruyu bulamamış idiyseler.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:
1- Atalarına Uyan Kafirler:
2- Birşey Bilmeyen Ataları:
3- Taklid:
4- ilim Adamlarına Göre Taklidin
Mahiyeti:
5- Taklid Yoluyla Bilgi Sahibi Olmak:
6- Avamdan Olanların Taklid Etmesi:
7- Akaid Konularında Taklid ve
Kelamcılar:
1- Atalarına Uyan
Kafirler:
"Onlara" Arap
kafirlerine, İbn Abbas'a göre yahudilere, Taberi'ye göre ise daha önce geçen:
''Ey insanlar ... yeyin'' buyruğundaki ''insanlara" aittir. Kimisine göre
de: (insanlar arasında Allah'tan başkasını eş edinenler de vardır''
buyruğundaki ''nsanlar arasında'' ya ait olduğu da söylenmiştir.
"Allah'ın
indirdiğine" onu kabul etmek ve gereğince amel etmek suretiyle "uyun
denildiği zaman onlar hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız
derler."
Şair elfeyna
(bulduğumuz) kelimesini aynı anlamda şu beyitinde şöylece kullanmıştır:
"Ben onu kınayıcı bulmadım; Allah'ı da pek az müstesna anıcı
görmedim."
2- Birşey Bilmeyen
Ataları:
"Ya ataları birşeye
akıl erdirememiş ve doğruyu da bulamamış idiyseler" buyruğun başındaki
elif, soru edatıdır. Ondan sonra gelen vav harfinin üstün gelmesi ise atıf
vav'ı oluşundandır. Burada cümlenin cümleye atf edilmesi sözkonusudur. Çünkü
atalarına uyan kimselerin: Akıl erdiremeseler dahi; biz yine de atalarımıza
uyarız, deyip onların yollarına bağlı kalmaları, tutarsızlığın, bozukluğun en
ileri derecesidir. İşte bu şekilde onlara yöneltilen soru ile bağlılıklarının
mahiyeti onlara söyletilmiş (takrir edilmiş) olmaktadır. Çünkü atalarının
durumu gerçekten de böyledir.
İlim adamlarımız der ki:
Bu ayet-i kerimenin lafızlarındaki güçlü ifade, taklidin batıl olduğu anlamını
vermektedir. Buna benzer bir başka ayet-i kerime de şöyledir: ''Onlara:
Allah'ın indirdiğine ve Resulüne geliniz, denildiği zaman: 'Atalarımızı
üzerinde bulduğumuz şey bize yeter'' dediler. .. " (elMaide, 104)
Bu ayet-i kerime ile
ondan önceki ayet-i kerime, daha önce gelen ayet ile ilişkilidir. Çünkü Yüce
Allah kıt akıl ve görüşlerine dayanarak bahire, saibe ve vasileye ait kestirip
attıkları hükümlerdeki bilgisizliklerinden, cahilliklerinden söz etmektedir.
Onlar bu cahilce tutumlarına, bunun atalarını üzerinde buldukları bir iş
olduğunu ve bu hususta atalarına uyduklarını delil diye ileri sürdüler. Diğer taraftan
Allah'ın Resulüne indirdiğini ve dininde emrettiklerini terkettiler. Bu
ayetteki "onlara" zamiri her iki ayette de bunlara racidir.
3- Taklid:
Bazıları bu ayet-i
kerimeyi taklidi yermek için ele alırlar. Çünkü burada Yüce Allah batılda
atalarına tabi olduklarından, küfür ve masiyette onların izinden gittiklerinden
dolayı kafirleri yermektedir.
Bu ayet-i kerimeyi
batılda taklid aleyhine delil kullanmak doğrudur. Hak üzere taklid ise dinin
asıllarından bir asıldır. Müslümanların sığınaklarından bir sığınaktır. Gerekli
incelemeyi yapmak imkanına sahip olmayan, bilgi edinmekte kusurlu müslüman buna
sığınır.
Biraz sonra geleceği
üzere usule (itikadi konulara) dair mes'elelerde caiz olup olmadığı hususunda
ilim adamları arasında görüş ayrılığı varsa da, fer'ı mes'elelerde caiz oluşu
sahihtir, doğrudur.
4- ilim Adamlarına
Göre Taklidin Mahiyeti:
İlim adamlarına göre
taklidin gerçek mahiyeti, delilsiz olarak bir görüşü kabul etmektir. Buna göre
Peygamber (s.a.v.)'ın buyruğunu, mucizesini tetkik etmeksizin kabul eden bir
kimse taklid etmiş olur. Bu mucizeyi tetkik eden kimse ise mukallid olmaz.
Taklidin, söylediği sözün doğruluğunu bilmediği kimsenin fetvasının doğru
olduğuna itikad etmek, anlamında olduğu da söylenmiştir.
Taklid, sözlükte devenin
kiladesi (yuları)ndan alınmadır. Devenin boynuna kendisi ile çekilecek ipin
konulmasına Araplar "taklid" derler. Mukallid adeta bütün işlerini
kendisini istediği tarafa çekip götürecek birisinin eline vermiş gibi
değerlendirilmektedir. Nitekim şair şöyle demektedir: "İşinizi taklid
ediniz (yani komutasını kabul ediniz) Allah iyiliğinizi versin Kahraman yürekli
ve savaş işini çok iyi bilene."
5- Taklid Yoluyla
Bilgi Sahibi Olmak:
Taklid bilgi edinmenin
yolu değildir. Bilgiye de ulaştırmaz. Usulde de furu'da da bu böyledir. Bu,
akl! ilimler ile dinı ilimlerle uğraşanların çoğunluğunun kabul ettiği
görüştür. Haşviyye ve Sa'lebiyye'ye mensup cahil birtakım kimselerden ise,
taklidin hakkı bilmenin bir yolu olduğunun nakledilmesi ve vacip olanın bu
olduğu, tetkik ve araştırmanın haram olduğu şeklindeki nakiller ise buna
muhaliftir. Onlara karşı bu hususta getirilen deliller "fıkıh usülu"
kitaplarındadır.
6- Avamdan Olanların
Taklid Etmesi:
Ehil olmadığı için hükümleri
asıl kaynaklarından çıkartmak ile uğraşmak imkanına sahip olmayan avamdan olan
kimsenin, dini ile ilgili bilmediği ve ihtiyaç duyduğu şeylerde izlemesi farz
olan tutum, çağında ve bulunduğu belde de en alim olan kimseye gidip karşı
karşıya kaldığı durumu ona sorması ve bu hususta onun fetvasına uymasıdır.
Çünkü Yüce Allah: "Eğer bilmiyorsanız zikir (ilim) erbabına sorunuz"
(en-Nahl, 43; el-Enbiya, 7) diye buyurmaktadır. Bu durumda kişi, gereken
araştırmayı yapıp çağının en bilgili alanını bilmek için gayret harcamakla
yükümlüdür. Öyle ki, onun bu şekilde kabul ettiği kişinin çoğunluk tarafından
böyle olduğu üzerinde ittifak olmalıdır.
Diğer taraftan ilim
adamı olan bir kimsenin, eğer o hususa dair nasıl bir delil getirileceğini
bilemiyor ve gereği gibi tetkik etmek imkanına sahip olmadığı, bununla beraber
üzerinde yeniden düşünüp maksadını elde edinceye kadar yeniden ele almak
istediği bir durum ile karşı karşıya kalıp gerekli araştırma için yeterli vakit
bulunmazsa ve bu sebepten dolayı da (konu ile ilgili) ibadetin vaktinin
geçmesinden korkarsa ya da hükmün vaktinin geçmesinden çekinirse; kendisi gibi
ilim adamı olan bir kimseyi taklid etmesi farz olur. Taklid ettiği diğer
müctehidin sahabi olup olmaması arasında fark yoktur.
Kadı Ebu Bekir ile muhakkiklerden
bir grubun kabul ettiği görüş budur.
7- Akaid Konularında
Taklid ve Kelamcılar:
İbn Atiyye der ki;
ümmet, akaid ile ilgili hususlarda taklidin batıl olduğunu icma ile kabul
etmektedir. Ancak Kadı Ebü Bekr b. el-Arabi, Ebu Amr Osman b. İsa b. Derbas
eş-Şafii gibileri bu hususta farklı görüşlerin olduğundan söz etmektedirler.
İbn Derbas "el-intisar" adlı eserinde şunları söylemektedir: Bazı
kimseler Tevhid hususunda taklidin caiz olduğunu söylemişlerdir. Ancak Yüce
Allah'ın şu buyruğu sebebiyle bu görüş hatalıdır: "Biz atalarımızı bir
ümmet (din) üzere bulduk ve bizler onların izlerine uyan kimselerız. ''
(ez-Zuhruf, 23). Yüce Allah burada atalarını taklid edip peygamberlere uymayı
terkettiklerinden dolayı bu gibi kimseleri yermektedir. Nitekim heva ehli olan
kimselerin de büyüklerini taklid edip Muhammed (s.a.v.)'ın getirdiği dine tabi
olmayı terketmeleri de böyledir. Çünkü mükellef olan herkesin tevhidi öğrenmesi
ve bunu kesin olarak bilmesi farzdır. Bu ise -tevhid ayetinde (el-Bakara, 163) açıkladığımız
gibi - ancak Kitap ve Sünnetten elde edilebilir. Allah dilediğine hidayet
verir.
İbn Derbas der ki: Sapık
fırkalara mensup olan kimseler Kitap ve Sünnete sımsıkı sarılan kimselerin
mukallid olduklarını çokça söylemektedirler. Ancak bu, onların düştükleri bir
hatadır. Aksine taklid onlara daha layık ve onların kabul ettikleri görüşlere
daha uygundur. Çünkü onlar Allah'ın Kitabına, Resulü'nün sünnetine ve ashab-ı
kiramın icma'ına muhalefet ettikleri hususlarda efendilerinin ve büyük kabul ettikleri
kimselerin sözlerini benimsemişlerdir. Böylelikle onlar Yüce Allah'ın şu
buyruklarında yerdiği kimselerin kapsamına girerler: ''Rabbimiz, gerçekten biz
efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de onlar da biziyoldan saptırdılar ..
ve onları en büyük lanet ile lanetle.'' (Ahzab, 67-68); "Biz babalarımızı
bir ümmet (din) üzere bulduk ve muhakkak bizler onların izlerine uyanlarız ..''
(ez-Zuhruf, 23), Daha sonra peygamberine şunu bildirmektedir: "Dedi ki:
Ben size atalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha doğrusunu getirsem de mi?
Onlar: Şüphesiz bizler sizin gönderıidiğiniz şeyleri inkar edenleriz,
dediler.'' (ez-Zuhruf, 24) Daha sonra Yüce Allah peygamberine: "Bunun
üzerine biz de onlardan intikam aldık.'' (ez-Zuhruf, 25) diye buyurmaktadır.
Böylelikle Yüce Allah hidayetin ancak onun gönderdiği peygamberlerin
getirdiklerinde olduğunu beyan etmektedir.
İtikadı konularda gelen
haberlere bağlı kalarak, biz imamlarımızı atalarımızı ve insanları Kitap,
Sünnet ve ümmetin salih selefinin icma'ını delil kabul eder bulduk; demeleri
ile ötekilerinin: Biz atalarımızı böyle bulduk, efendilerimize ve büyüklerimize
itaat ettik, demeleri arasında en ufak bir ilişki yoktur. Çünkü birinci kesim
bu tutumlarını Allah tarafından indirilen hükme ve Resulüne tabi olmaya nisbet
ederken, diğerleri uydurmalarını batılcılara nisbet etmekte, böylelikle
saptırmaları daha da ileri dereceye gitmiş olmaktadır.
Nitekim Yüce Allah
Kur'an-ı Kerim'de şu buyruğunda bizlere naklettiği sözleri söyleyen Hz. yusuf'u
övmektedir: "Çünkü ben Allah'a inanmayan, ahireti inkar eden bir kavmin
dinini terkettim. Onlar (aynı zamanda) ahireti de inkar edenlerdir. Ben (onlar
yerine) atalarım ibrahim, ishak ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir
şeyi ortak koşmamız bizim için olacak şey değildir. işte bu bize ve insanlara
Allah'ın lütfudur.'' (Yusuf, 37-38)
Hz. Yusuf'un ataları;
vahye tabi olan peygamberler idiler. İşte Yüce Allah'ın seçip beğendiği
katıksız din de budur. Hz. yusuf'un atalarına bu şekilde uyması övülmeye değer
nitelikleri arasındadır. O peygamberlerin getirdikleri doğru haberler arasında
arazlardan, arazların cevherlerle (özlerle) ilişkilerinden ve onlardaki
değişimlerden söz edilmemektedir. İşte bu da bu gibi komılarda (araz, cevher ve
benzeri mes'elelerde) hidayet bulunmadığını ve bunları ortaya koyanların
doğruyu bulan kimseler olmadıklarını göstermektedir.
İbnu'l Hassar da der ki:
Bu gibi kelimelerin dile dolanması ikiyüzüncü yıldan sonra Me'mun döneminde,
öncekilerin (filozofların) kitapları tercüme edilince görülür oldu. Yine bu
yıllarda alemin kadim olması, hadis olması ile cevher ve subutu, araz ve
mahiyeti gibi hususlarda da ihtilafa düştükleri görüldü. Bid'atçiler ve
kalplerinde eğrilik bulunanlar bu terimleri çabucak ezberleyiverdiler ve Ehl-i
Sünnet'e karşı alışkın olmadıkları şeyler söyleme yoluna gittiler, bu dine
mensup zayıf birtakım kimseleri şüpheye düşürmeye koyuldular. Nihayet bid'at
ortaya çıkıp bid'atçilerin taraftarları da oluşana kadar durum böylece sürdü.
Sultan da içinden çıkamadı ve nihayet o da Kur'an'ın yaratıldığını söyledi.
İnsanları onu kabul etmeye mecbur etti ve bunu kabul etmesi için Ahmed b.
Hanbel'i dahi dövdü.
Şeyh Ebu'l Hasen
el-Eş'ari ve Abdullah b. Küllab ile İbn Mücahid, Muhasibi ve bunlara denk
sünnet ehlinden birtakım ilim adamları ortaya çıktı. Bid'atçilerle kendi
kavramları üzerinde tartışmalar yaptılar, sonra da onlarla çarpıştılar ve
bizzat onların Silahlarıyla onları öldürdüler. Bu ümmete mensup Kitap ve
sünnete sımsıkı yapışan müslüman kimseler, inkarcıların şüphelerinden
yüzçeviren kimseler idiler. Bunlar, cevher ve araz gibi mes'eleler üzerinde
akıl yormadılar. Selef bu yol üzere idi.
Derim ki: Şimdi, bu
hususta din adına mücadele vermek üzere kelamcıların terimlerini inceleyenlerin
mevkii, peygamberlerin mevkiine yakındır. Sahih rivayet ve haberleri kabul eden
mü'minlerin izlediği yola dil uzatıp tenkid eden ve kelam kitaplarının
incelenmesini teşvik eden ve hakkı ancak bu terimler aracılığıyla bilen aşırıya
kaçmış kelamcılara gelince onlar, geçmiş imamların daha önceden izledikleri
yolu reddettiklerinden dolayı yerilmiş kimselerdir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
Delil ve belgeler ortaya
koyarak tartışıp münakaşa etmeye gelince, bu Kur'an-ı Kerim'de apaçık bir
husustur. Buna dair açıklamalar da Yüce Allah'ın izniyle ileride (el-Hacc,
68-69; el-Ankebut, 46-47. ayetler açıklanırken) gelecektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN
ve benzeri ayet-i
kerime: Maide 104