BAKARA 109 / 110 |
وَدَّ
كَثِيرٌ
مِّنْ
أَهْلِ الْكِتَابِ
لَوْ
يَرُدُّونَكُم
مِّن بَعْدِ
إِيمَانِكُمْ
كُفَّاراً
حَسَداً مِّنْ
عِندِ أَنفُسِهِم
مِّن بَعْدِ
مَا
تَبَيَّنَ
لَهُمُ
الْحَقُّ
فَاعْفُواْ وَاصْفَحُواْ
حَتَّى
يَأْتِيَ
اللّهُ بِأَمْرِهِ
إِنَّ
اللّهَ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ قَدِيرٌ {109}
وَأَقِيمُواْ
الصَّلاَةَ
وَآتُواْ
الزَّكَاةَ
وَمَا
تُقَدِّمُواْ
لأَنفُسِكُم مِّنْ
خَيْرٍ
تَجِدُوهُ عِندَ
اللّهِ
إِنَّ
اللّهَ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَصِيرٌ 110 |
109.
Kitap ehlinden bir çoğu hak kendilerine besbelli olmuşken içlerinde yerleşmiş
olan kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler.
Allah'ın emri gelinceye kadar affedip görmezlikten gelin. Şüphesiz Allah
herşeye kadirdir.
110.
Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve kendiniz için ne hayır gönderirseniz,
Allah nezdinde onu bulacaksınız. Şüphesiz Allah işlediklerinizi çok iyi
bilendir.
Bu buyrukların:
"Kitap ehlinden bir çoğu hak kendilerine besbelli olmuşken içlerinde
yerleşmiş olan kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek
isterler" bölümüne dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:
1- Kitap Ehlinin Kıskançlığı:
2- Kıskançlığın Türleri:
"Allah'ın emri gelinceye kadar
affedip görmezlikten gelin."
1- Affetmek:
2- Bu Ayet ve Kıtal:
1- Kitap Ehlinin
Kıskançlığı:
" ... içlerinde
yerleşmiş olan"; yani herhangi bir kitapta böyle bir davranışı bulmaksızın
ve bu şekilde davranmaları kendilerine emrolunmadığı halde "yerleşmiş olan
kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler",
temenni ederler. "Kafirler olarak (küfre)" kelimesi, "Sizi
döndürmek" fiilinin ikinci mef'ülüdür. "Içlerinde yerleşmiş olan"
ifadesinin "isterler" anlamındaki fiile ya da "kıskançlık"
anlamındaki mastar kelimeye de taalluk etmesi mümkündür. Buna göre: (...)
kelimesi üzerinde vakf yapmak gerekir. (...) mef'ülün leh'tir. Yani onlar bunu
duydukları kıskançlıktan ötürü isterler. "İçlerinde yerleşmiş olan"
ibaresi onların bu kıskançlığı, herhangi bir kitaba dayanmaksızın ve buna dair
kendilerine bir emir verilmeksizin besledikleri anlamındadır.
Yani onların böyle bir
kıskançlığı herhangi bir kitaba dayanmaksızın ve emrolunmaksızın
kendiliklerinden duydukları anlamını, "kıskançlık" kelimesi de
vermektedir. O bakımdan "içlerinde yerleşmiş olan" ifadesi
pekiştirmek ve onları susturmak üzere kullanılmıştır. Nitekim Yüce Allah başka
yerlerde (benzer bir şekilde) şöyle buyurmaktadır: "Onlar ağızlarıyla
söylüyor lar. "(Al-i İmran, 167); "Elleriyle kitabı yazarlar"
(el-Bakara, 79); "Ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki ..
"(el-En'am, 38)
Bu ayet-i kerime
yahudiler hakkındadır.
2- Kıskançlığın
Türleri:
Kıskançlık yerilmiş ve
öğülmüş olmak üzere iki türlüdür. Yerilmiş olan kıskançlık, müslüman kardeşi
üzerindeki Allah'ın nimetinin zevalini temenni etmektir. Bu arada o nimetin
sana gelmesini istemen ile istememen arasında da fark yoktur. Yüce Allah'ın
Kitab-ı Kerim'inde şu buyruğu ile yerdiği kıskançlık türü işte budur:
"Yoksa onlar Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği şeyler dolayısıyla
insanları mı kıskanıyorlar?" (en-Nisa, 54) Bu kıskançlığın yeriliş sebebi
bir bakıma Yüce Allah'ın hikmetsiz iş yaptığı ve layık olmayan kimseye nimet
verdiği anlamını ihtiva etmesinden dolayıdır.
Övülen kıskançlık ise
sahih hadiste Peygamber (s.a.v.)'ın ifade ettiği şu türüdür: "Yalnız iki
şeyde kıskançlık olur. Allah bir kimseye Kur'an'ı vermiş (yani öğrenmesini
sağlamış) o da gece ve gündüz bu Kur'an ile kaim olmaktadır (gereğince amel
etmekte, uygulamakta ve o Kur'an'ı okuyarak uzun uzun namaz kılmaktadır).
Diğerine ise Allah bir mal vermiştir, o da gece gündüz bu malını infak edip
durmaktadır."
Bu kıskançlığın anlamı
ise gıpta etmektir. O bakımdan Buhari bu hadisin yer aldığı bölümün başlığını:
"İlim ve Hikmette Gıpta Etme" diye koymuştur. Gıptanın gerçek
mahiyeti ise müslüman kardeşinin sahip olduğu hayır ve nimetinin benzerinin de
-ondaki hayır zail olmaksızın- sende olmasını temenni etmektir. Böyle bir şeye
"münafese (hayırlarda yarış)" adının verilmesi de mümkündür. Yüce
Allah'ın: "O halde yarışanlar bunun için yarışsın lar"
(el-Mutaffifin, 26) buyruğu da böyle bir anlam ifade etmektedir.
"Hak kendilerine
besbelli olmuşken" yani hakkı apaçık gördükten sonra ... Burada haktan
maksat, Muhammed (s.a.v.) ile onun getirdiği Kur'an-ı Kerim'dir.
[ - ]
"Allah'ın emri
gelinceye kadar affedip görmezlikten gelin." buyruğuna dair
açıklamalarımızı da iki başlık halinde sunacağız:
1- Affetmek:
2- Bu Ayet ve Kıtal:
1- Affetmek:
Yüce Allah'ın:
"Affedin" buyruğunun aslı: (...) şeklindedir.
Önce ağırlığı
dolayısıyla ötre hazf edildi. Sonra da iki sakin arka arkaya geldiğinden vav
hazf edilmiştir.
Af, günah sebebiyle
sorumlu tutmayı terk etmek demektir. Görmezlikten gelmek (safh) ise günahın
insan ruhunda bıraktığı etkisini ortadan kaldırmaktır. Kişinin işlediği suç ve
günahtan yüzçevirmek halinde kullanılır. Birinden yüzçeviren ve onu terkeden kişi
bunu ifade etmek üzere "yani ondan yüz çevirip ona ilişmedim,"
tabirini kullanır. Yüce Allah'ın şu buyruğu da bu türdendir: "Zikri
(Kur'an'ı) size bildirmeyi terk mi edelim?" (ez-Zuhruf, 5)
2- Bu Ayet ve Kıtal:
İbn Abbas'tan gelen
rivayete göre bu ayet-i kerime Yüce Allah'ın: ''Efendilerine kitap
verilenlerden ... iman etmeyen kimselerle kendi elleriyle ciz yelerini
verinceye dek savaşınız" (et-Tevbe, 29) buyruğu ile neshedilmiştir. Bunu
nesheden ayet-i kerimenin: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürü
nüz"(et-Tevbe, 5) buyruğu olduğu da söylenmiştir
Ebü Ubeyde şöyle der:
Savaşın terkedilmesini tavsiye eden her bir ayet-i kerime Mekkidir ve savaş
emriyle neshedilmiştir İbn Atiyye de: Bu ayet-i kerimenin Mekki olduğuna dair
hüküm vermesi zayıf bir görüştür Çünkü yahudilerin inad edip diretmeleri
Medine'de olmuştur, der.
Derim ki: Doğrusu da
budur Buhari ve Müslim'de üsame b. Zeyd'den rivayet edildiğine göre Rasülullah
(s.a.v.), üzerinde Fedek'te dokunmuş kadife bulunan bir eşeğe binmişti. Arkasında
da üsame vardı. Hz. Peygamber, Bedir olayından önce Haris b. Hazrecoğulları
arasında (mahallesinde) bulunan Sa'd b. Ubade'yi ziyarete gidiyordu. Yolda
giderken -aralarında Abdullah b. Ubey b. Selül'un da bulunduğu- oturan bir
grubun yanından geçerler Bu sırada henüz Abdullah b. Ubey İslam'a girmemişti. O
mecliste müslümanlar, müşrikler, putatapıcılar, yahudiler hep birlikte karışık
oturuyorlardı. Müslümanlar arasında Abdullah b. Revaha da vardı. Eşeğin
çıkardığı toz orada oturanların üzerine gelince İbn Ubey cübbesiyle burnunun
üzerini kapattı ve:
Bize toz çıkarmayınız,
dedi. Rasülullah (s.a.v.) da selam verdikten sonra durdu ve indi. Onları Yüce
Allah'ın yoluna davet etti, onlara Kur'an-ı Kerim okudu. Abdullah b. Ubey b.
Selül ona: Ey kişi, eğer söylediğin doğru ise bundan daha güzel bir şeyolamaz.
Fakat oturduğumuz yerlerimize kadar gelip o sözlerle bizi rahatsız etme. Sen
kendi evine git, orada sana gelene onu anlatırsın. Abdullah b. Revaha ise şöyle
dedi: Hayır, ya Rasüllallah, bizim oturduğumuz yerlerde de yanımıza gel, biz bu
işi severiz. Bunun üzerine müşrikler, müslümanlar ve yahudiler karşılıklı
olarak birbirlerine sövüp saymaya koyuldular. Az kalsın birbirlerine
girişeceklerdi. Rasülullah (s.a.v.) da onları teskin etmeye çalışıp durdu, sonunda
teskin oldular. Daha sonra Rasülullah (s.a.v.) bineğine bindi ve Sa'd b.
Ubade'nin yanına varıncaya kadar yoluna devam etti. Rasülullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Ey Sa'd, sen Ebu Hubab'ın Abdullah b. Ubeyy'i kastediyor- şöyle
şöyle dediğini duymadın mı?" Sa'd b. Ubade şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü,
anam babam sana feda olsun, sen onu affet ve görmezlikten gel. Sana hak ile
Kitabı indirene yemin ederim; Allah senin üzerine indirdiği hak ile seni bize
gönderdiği sırada bu belde halkı ona taç giydirmek ve başlarına hükümdar olarak
geçirmek üzere anlaşmış bulunuyorlardı. Fakat Allah, seni verdiği hak ile bunu
geri çevirince, bu sebebten dolayı hevesi kursağında kaldı. İşte senin o
gördüğün işi bundan dolayı yapmıştır. Bunun üzerine de Rasülullah (s.a.v.) onu affetti.
Resulullah (s.a.v.) ve
ashabı Yüce Allah'ın emrettiği üzre müşrikleri ve kitap ehlini affedip
bağışlıyor, eziyetlerine katlanıyorlardı. Yüce Allah bir başka yerde şöyle
buyurmaktadır: ''Andolsun sizden önce kitap verilenlerden ve şirk koşanlardan
inciticipek çok şey işiteceksinizdir. "(Al-i İmran, 186) Bu ayet-i
kerimede de: "Kitap ehlinden bir çoğu ... sizi imanınızdan sonra küfre
döndürmek isterler" diye buyurmaktadır. Rasülullah (s.a.v.) onlara karşı
cihad emri verilip cihad için izin alıncaya kadar onları affetmeye dair bu
buyruklar gereğince amel ediyordu. Bedir gazasında kafirlerin elebaşlarından ve
Kureyş'in ileri gelenlerinden birtakım kimselerin öldürülmesi sonucunda
Rasülullah ve ashabı ganimet elde etmiş ve zafer kazanmış olarak geri döndüler.
Beraberlerinde kafirlerin elebaşları ve Kureyşlilerin ileri gelenleri de esir
alınmıştı. Abdullah b. Ubey b. Selül ve onunla birlikte bulunan müşrikler ve
putatapıcılar:
İşte bu artık kendisini
gösteren, üstünlük sağlayan bir iş haline geldi, dediler, Rasülullah (s.a.v.)'e
İslam üzere bey'at ettiler ve İslam'a girdiler.
"Allah'ın
emri" yani Kurayzaoğullarının öldürülmesiyle Nadiroğullarının sürgüne
gönderilmesi "gelinceye kadar affedip görmezlikten gelin, şüphesiz Allah
herşeye kadırdir. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin." Bu emre dair
açıklamalar ise daha önceden (3. ve 43. ayetlerde) yapılmış bulunmaktadır. Yüce
Allah'a hamdolsun.
"Kendiniz için
önceden ne hayır gönderirseniz Allah nezdinde onu bulacaksınız." Hadis-i
şerifte belirtildiğine göre "kul vefat ettiği takdirde insanlar: Geriye ne
bıraktı der, melekler ise: Önünden ne gönderdi" derler.
Buhari ve Nesai'nin
rivayetlerine göre de Abdullah (b. Mes'ud) dedi ki:
Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Hanginiz mirasçılarının malını kendi öz malından daha çok
sever?" Ashab: Ey Allah'ın Rasülü der, bizden kendi öz malını
mirasçılarının malından daha çok sevmeyen hiç kimse yoktur. Rasülullah (s.a.v.)
bu sefer şöyle buyurdu: "Hayır, aranızda mirasçının malını kendi öz
malından daha çok sevmeyen hiçbir kimse yoktur. (Çünkü) senin malın önünden
gönderdiğindir. Mirasçının malı ise geriye bıraktığındır." Bu lafzıyla
hadis Nesai tarafından rivayet edilmiştir. Buharı'nin lafzı ise şöyledir:
Abdullah dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Hanginiz mirasçısının malını kendi öz
malından daha çok sever?" Ashab-ı kiram: Ey Allah'ın Rasülü, dediler.
Aramızdan kendi malını daha çok sevmeyen hiçbir kimse yoktur. Hz. Peygamber
şöyle buyurdu: "Kişinin kendi öz malı önden gönderdiği, mirasçısının malı
ise geride bıraktığıdır."
Ömer b. el-Hattab
(r.a)'dan gelen rivayete göre o bir seferinde (Medinelilerin mezarlığı olan)
Baki' el-Garkad'ten geçip şöyle der: Selam size ey kabir ehli, bizden haberler
şunlar: Sizin hanımlarınız evlendiler, evlerinize başkaları yerleşti,
mallarınız da paylaşıldı. Söyleyeni görülmeyen bir ses ona şu cevabı verdi: Ey
Hattab'ın oğlu, bizdeki haberler de şöyle: Önden gönderdiklerimizi gördük,
infak ettiğimiz bizim karımız oldu, geriye bıraktığımızı ise zarar ettik.
Şair ne güzel söylemiş:
"Ölümünden önce kendin için salih ameli önden gönder Salih amel işle.
Çünkü ebedi kalmaya imkan yoktur."
Bir başkası da şöyle
demektedir: "Ölümden önce, diller tutulmadan ve Kendin için (ecri) umulur
bir tevbeyi önden gönder."
Bir başkası da şöyle
demiştir: "Seni doğurduğunda annen, sen ağlıyor idin. Çevrendekiler ise
gülüyorlardı sevinçle. Öyle bir gün için amelde bulun ki; Ölümün gününde onlar
ağladıklarında sen gülmelisin sevinçle."
Bir diğeri de şöyle
demektedir: "Hayır da yarış ve onun için elini çabuk tut. Çünkü geride
olanı biliyorsun. Önden hayır gönder, çünkü her kişi önden gönderdiğinin yanına
gidiyor."
Bütün bunlardan da daha
güzeli Ebu'l Atehiye'nin şu beyitleridir: "Hayatta iken malınla mutlu
olmaya bak, Çünkü sen geriye ya ıslah edici veya fesat yapıcı kimseyi
bırakırsın Malını ifsad edici birisine bırakırsan o malı bırakmaz, Salih kimse
ise az olan malını artırır Eğer gücün yeterse kendi nefsinin mirasçısı ol.
Çünkü kendisinin mirasçısı olan kişi doğru iş yapar."
"Şüphesiz Allah
işlediklerinizi çok iyi görendir.'' buyruğuna dair açıklamalar ise daha önceden
(96. ayet-i kerimede) geçmiş bulunmaktadır .
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN