BAKARA 106 |
مَا
نَنسَخْ
مِنْ آيَةٍ
أَوْ
نُنسِهَا
نَأْتِ
بِخَيْرٍ
مِّنْهَا
أَوْ
مِثْلِهَا أَلَمْ
تَعْلَمْ
أَنَّ
اللّهَ
عَلَىَ كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
106. Biz bir ayeti
nesheder veya onu unutturursak, ya ondan hayırlısını ya da onun benzerini
getiririz. Bilmez misin ki Allah herşeye kadirdir?
Buyruğuna dair
açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:
1- Neshetmek Ya da Unutturmak:
2- Neshe Dair Bilginin Gereği ve
Faydası:
3- Arap Dilinde Nesh 'in Anlamı:
4- Neshi Kabul Etmeyenler:
5- Gerçek Neshedici Kimdir?
6- Neshin Tanımı:
7- Mensuh:
8- Neshin Sözkonusu Olmadığı Alanlar:
9- Tahsis:
10- Mutlak ve Mukayyed Hükümler:
11- Neshin Türleri:
12- Neshedici Buyruğu Bilmenin Yolları:
13- "Neshetmeyiz'':
14- " ... veya Unutturursak."
15- Nesheden, Neshedilenden Hayırlıdır
Veya Onun Benzeridir:
1- Neshetmek Ya da
Unutturmak:
"Biz bir ayeti
nesheder veya onu unutturursak, ya ondan hayırlısını ya da benzerini
getiririz" "Biz bir ayeti nesheder veya onu unutturursak ... "
buyruğundaki: "onu unutturursak" buyruğu, "nesheder"
buyruğuna atfedilmiştir. Cezm dolayısıyla ya harfi hazfedilmiştir. Bu kelimeyi
(...) şeklinde okuyanlar ise cezm dolayısıyla hemzeden dammeyi hazf ederek
(sükun ile) okurlar. Bu okuyuşun anlamı ileride gelecektir.
Bu ahkama dair büyük bir
ayet-i kerimedir.
(Nüzul) sebebi şudur:
Yahudiler, Ka'be'ye yönelmeleri hususunda müslümanları kıskandıklarından dolayı
İslam'a dil uzatmaya ve "Muhammed ashabına önce bir hususu emrediyor,
sonra da onlara o işi yasaklıyor. O bakımdan Kur'an olsa olsa onun tarafından
uydurulmaktadır. Bundan dolayı bir kısmı ile öteki kısmı birbiriyle
çelişmektedir." demeye koyuldular. Bunun üzerine de Yüce Allah: "Biz,
bir ayetin yerine diğer bir ayetigetirdiğimiz vakit ..'' (en-Nahl, 101) buyruğu
ile: " ... neshederveya unutturursak" buyruğunu indirdi.
2- Neshe Dair Bilginin
Gereği ve Faydası:
Bu konuya dair gereken
bilgiyi edinmek kesinlikle gerekli ve faydası çok büyüktür. İlim adamları bu
hususa dair bilgi sahibi olmaktan uzak duramazlar. Neshi, ahmak cahillerden
başkası da inkar etmez. Çünkü ahkama dair karşılaşılan meselelerde helal ve
haramı bilmek hususunda bunu bilmeyi gerektiren pek çok husus vardır. Ebu'l
Bahteri'nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ali (r.a) mescide girdiği bir
seferinde bir adamın insanları korkutmakla meşgul olduğunu görür. Bu kim
oluyor? diye sorunca etrafındakiler: İnsanlara hatırlatmalarda bulunan bir
adamdır, dediler. Hz. Ali şöyle der: Bu insanlara öğüt verip hatırlatan bir
kimse değildir, bu ben filan oğlu filanım, beni tanıyın, diyen birisidir. Hz.
Ali ona bir haberci gönderip şöyle sorar: Sen nasihi mensühtan ayırdedecek
kadar bir bilgiye sahip misin? O: Hayır, der. Bu sefer ona: Mescidimizden çık
git ve bu mescidde öğüt ve hatırlatmalarda bulunma. Bir başka rivayete göre:
Nasih ve mensühu biliyor musun? diye sorar. O: Hayır, deyince, Hz. Ali: Kendin
de helak oldun, başkalarını da helak ettin, der. Buna benzer bir rivayet İbn
Abbas (r.anhum)dan da gelmiştir.
3- Arap Dilinde Nesh
'in Anlamı:
Arapçada bu kelime iki
anlamda kullanılır:
1. Nakletmek, aktarmak.
Bir kitabı bir başka kitaptan nakletmek Gstinsah etmek, aktarmak) gibi. Buna
göre Kur'an-ı Kerim'in tümü mensuhtur. Yani Levh-i Mahfuz'dan nakledilmiş ve
dünya semasındaki Beytü'I-İzze'ye indirilmiştir. Ayet-i kerimenin bununla bir
ilgisi yoktur. Yüce Allah'ın: "Şüphe siz Biz, sizlerin işlemekte
olduklarınızı istinsah ettiriyorduk" (el-Casiye, 29) buyruğu da bu
anlamdadır. Onun neshedilmesini (yazılıp kaydedilmesini) ve tesbit edilmesini
emrediyorduk, demektir.
2. İptal etmek ve izale
etmek: İşte burada kastedilen de budur. Bu, dilde iki türlü anlam ifade eder:
a) Bir şeyi iptal ve
izale edip başka bir şeyi onun yerine koymak. Güneş gölgeyi giderip gölgenin
yerini tuttuğu vakit: "Güneş gölgeyi neshetti" şeklinde kullanılan
ifade de bu türdendir. Yüce Allah'ın: "Biz bir ayeti nesh eder veya onu
unutturursak ya ondan hayırlısını ya da onun benzerini getiririz"
buyruğunun anlamı da budur.
Müslim'in Sahih'inde de
şöyle bir ifade yer almaktadır: "Zamanla neshedilegelmemiş hiçbir
peygamberlik yoktur." ümmetinin hali bir durumdan bir başka duruma
değişmemiş bir nübüvvet yoktur, demektir.
İbn Faris der ki: Nesh
(in bir anlamı) kitabı neshetmek (kopye etmek) şeklindedir. Diğer bir anlamı
daha önce kendisi ile amel edilen bir hususu ortadan kaldırıp başka bir olay
(veya sebep ile) onu neshetmek de bir başka türlüdür. Mesela, bir hususa dair nazil
olan bir ayet-i kerimenin bir başka ayet ile neshedilmesi gibi. Bir şeyin
ardından gelen her bir şey de kendisinden öncekini neshetmiş olur: Güneş
gölgeyi, ağaran saçlar gençliği neshetti, denilir. Mirasçılar arasında tenasuh
ise: Mirasın kendisi paylaştırılmadan olduğu gibi durduğu halde mirasçıların
arka arkaya ölmesi demektir. Çağların ve nesillerin tenasuhu (ardarda gelip
birinin ötekinin yerini tutması)da böyledir.
b) Başka bir şeyi yerine
koymadan, birşeyi izale etmek. Mesela, rüzgar izleri neshetti, demek böyledir.
Yüce Allah'ın: "O şeytanın bıraktığını Allah nesheder" (el-Hacc, 52)
buyruğundaki nesh kelimesi bu anlamdadır. Yani onu iptal ve izale eder, onun
telkini okunmaz ve onun yerine de mushafta herhangi bir şey kayıt edilmez. Ebü
Ubeyd bu ikinci tür neshin olduğunu iddia etmiş ve şöyle demiştir: Peygamber
(s.a.v.)'e bir süre indirilir sonra bu süre kaldırılır, şu süre okunmaz ve
mushafa da yazılmazdı.
Derim ki: Ubey b. Ka'b
ve Aişe (r.a)'dan gelen Ahzab Süresi'nin uzunluk itibariyle Bakara Süresi'ne
denk olduğuna dair rivayet de bu türdendir. Bu hususa dair açıklamalar
inşaallah orada (Ahzab Süresi'nin tefsirinin başlangıcında) gelecektir. Buna
delil olan hususlardan birisi de Ebu Bekr el-Enbarı'nin zikrettiği şu husustur:
Bize babam anlattı, bize Nasr b. Davud anlattı, bize Ebu Ubeyd anlattı, bize
Abdullah b. Salih, el-Leys'ten o Yunus'tan ve Akil'den, onlar da İbn Şihab'dan
rivayetle şöyle dediler: Bana Ebu Umame b. Sehl b. Huneyf, Said b.
el-Müseyyeb'in meclisinde anlattığına göre; adamın birisi geceleyin Kur'an-ı
Kerim'den bir süre okumak üzere kalktı, fakat o süreden bir şey okuyamadı. Bir
başkası kalktı o da birşey okumaya güç yetiremedi. Bir başkası da kalktı, o da
o süreden birşey okuyamadı. Sabah Rasülullah (s.a.v.)'ın huzuruna gittiler.
Onlardan birisi şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü, geceleyin Kur'an-ı Kerim'den
bir süre okumak üzere kalktım da ondan hiçbir şey okuyamadım. Bir diğeri kalkıp
o da: Allah'a yemin ederim, aynı durum benim de başıma geldi ey Allah'ın
peygamberi, dedi. Öteki de: Allah'a yemin ederim, aynı durum benim de başıma
geldi ey Allah'ın Rasülü, dedi. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.): "Bu,
Yüce Allah'ın dün neshettiği şeylerdendir" diye buyurdu. Rivayetlerden
birisinde de Said b. el-Müseyyeb, Ebu Umame'nin anlattıkIarını işittiği halde
bunlara karşı çıkmıyordu, ifadesi de yer almaktadır.
4- Neshi Kabul
Etmeyenler:
İslam'a müntesip
müteahhirın bazı kesimler neshin caiz olduğunu kabul etmemektedirler. Halbuki
onlara karşı bu konuda önceki selefin şeriatte neshin vaki olduğuna dair icma
ettikleri hususu susturucu bir delildir.
Yine yahudilerden bir
kesim de neshi kabul etmezler. Bunlara karşı susturucu delil ise kendi
iddialarına göre şanı Yüce Allah'ın Nuh (a.s)'a gemiden çıktığı vakit söylediği
şu ifadelerdir: "Bütün canlı hayvanları senin ve soyundan gelecekler için
yenebilir kılıyorum. Bunu size tıpkı bitkiler gibi serbest bırakıyorum. Ancak
bundan kan müstesnadır, onu yemeyiniz." Daha sonra ise Hz. Müsa ile
İsrailoğullarına birçok hayvanın yenmesi haram kılındı. Yine onlara karşı
gösterilecek delillerden birisi de şudur: Adem (a.s) erkek ve kızkardeşleri
birbirleriyle evlendiriyordu. Yüce Allah ise bunu Hz. Müsa'ya da başkasına da
haram kılmıştır. Onlara karşı bir başka delil: İbrahim Halil'e önce oğlunu kesmesi
emredildi, daha sonra: Onu kesme! emri verildi. Hz. Müsa da İsrailoğullarına
aralarından buzağıya tapanları öldürmelerini emrettiği halde, arkasından artık
bu öldürme işine son vermelerini emretti. Yine Hz. Musa'nın peygamberliği ile
kendisine verilen şeriatle peygamber olmadan önce ibadet edilmezdi. Bundan
sonra ise onun şeriatına göre amel edilerek ibadet edilir oldu. Ve buna benzer
başka hususlar. Böyle bir nesih beda türünden değildir.
Aksine bu kulları bir
ibadetten bir başka ibadete, bir hükümden bir başka hükme -bir masIahat
sebebiyle ve hikmetini bir de eksiksiz egemenliğini izhar etmek için- yaptığı
bir nakilden ibarettir.
Akıl sahipleri ittifakla
şunu kabul etmişlerdir: Peygamberlerin şeriatlerinde insanların dini ve dünyevl
maslahatları maksat olarak gözetilmiştir. Beda ise ancak işlerin akıbetini
bilmemesi halinde düşünülebilir. İşlerin akıbetini bilen bir kimsenin ise,
masiahatların değişmesine uygun olarak hitapları da değişiklik gösterir. Hasta
olan kimsenin durumlarını gözönünde bulunduran doktor gibi. Yüce Allah da
meşiet ve iradesi ile yarattığı insanlar hakkında bu maslahatlarını gözönünde
bulundurmuştur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Onun hitabı değişiklik
gösterir, fakat ilim ve iradesi asla değişmez. Çünkü bu, Yüce Allah hakkında
muhaldir (imkansızdır). Yahudiler ise nesh ve beda'yı aynı şey kabul ederler.
Bundan dolayıneshi caiz görmezler. O bakımdan sapıklığa düşmüşlerdir.
en-Nehhas şöyle der:
Nesh ile beda arasındaki fark şudur: Nesh kulları bir şeyden bir şeye tahvil
etmektir. Mesela, o şey daha önce helal iken haram kılınır yahut haram iken
helal kılınır. Beda ise kararlaştırdığı bir şeyi terkedip vazgeçmektir. Senin:
Bugün filan kişiye git, dedikten sonra: Hayır gitme, demen gibi. Birinci defada
söylediğin sözden vazgeçmeni gerektiren bir sebep ve bir kanaat zuhur eder.
Böyle bir tutum eksiklikleri itibariyle insanlar hakkında sözkonusudur. Aynı
şekilde: Bu sene şunu ek, deyip de daha sonra: Hayır bu işten vazgeç, demen de
böyledir. Buna beda denilir.
5- Gerçek Neshedici Kimdir?
Şunu bil ki, gerçek
nesheden Yüce Allah'tır. Şer'i hitaba nesheden (nasih) denilmesi, kelimenin
sınırını aşmak (mecaz) suretiyle olmuştur. Çünkü bu hitap ile nesh
gerçekleşmektedir. Nitekim: Mahkumun fihe de nasih denilerek kelimenin
sınırları aşılabilmektedir. Mesela, Ramazan orucu aşure orucunu neshedicidir,
denilir.
Mensuh izale olunan,
mensuhun anh ise, izale olunan ibadet ile taabbüd etmesi istenen yani mükellef
kişidir.
6- Neshin Tanımı:
Neshin tanımı hususunda
mezhep imamlarımızın kullandıkları ifadeler arasında farklılık vardır. Ehl-i
Sünnet'in ileri gelen ilim adamlarının kabul ettiği tanım şudur: Nesh, şer'an
yerleşmiş bulunan bir hükmü daha sonra gelen bir hitap ile ortadan
kaldırmaktır. Kadı Abdulvehhab ile Kadı Ebu Bekr de bu şekilde tanımlamış ve
şunu da eklemişlerdir: Eğer o (sonradan gelen hitap) olmasaydı önceki şer'i
hüküm sabit kalmaya devam edecekti.
Böylelikle onlar neshin
sözlük anlamını da korumuş oldular. Çünkü nesih kaldırmak ve izale etmek anlamındadır.
Şer'i hüküm denilerek akli hükmün anlaşılmamasını sağlamak istemişlerdir. Şer'i
hitabın sözkonusu edilmesi ise nas, zahir, mefhum ve buna benzer bütün delalet
yollarını kapsaması, kıyas ve icma'ın da dışarıda bırakılması içindir. Çünkü
bunlarda ve bunlarla nesih düşünülemez. "Sonradan gelen" kaydını
koymaları ise şundandır: Eğer hüküm ile şer'i hitab bir arada bulunsaydı bu
hükmün gayesini (nihai vaktini) açıklayıcı olurdu, neshedici olmazdı. Veya
sözün sonraki bölümü önceki bölümünü kaldırmış olurdu. Bir kimsenin kalk, hayır
kalkma, demesi gibi.
7- Mensuh:
Mensuh, bizim Ehl-i
Sünnet imamlarımıza göre sabit olan hükmün kendisidir, benzeri değildir.
Mu'tezile ise şöyle demektedir: O (mensuh), daha önce gelmiş nas ile gelecekte
sabit olacak hükmün benzerinin de zail olacağına delalet eden hitaptır. Onları
bu kanaate götüren, emirlerin irade ile varolan şeyler olduğu, hüsnün, bizzat
hüsnün sahip olduğu bir nitelik olduğu, Allah'ın muradının da güzel olduğu
şeklindeki kanaatleridir. İlim adamlarımız kitaplarında Mu'tezile'nin bu
iddialarını çürütmüşlerdir.
8- Neshin Sözkonusu
Olmadığı Alanlar:
İlim adamlarımız
haberlerde neshin sözkonusu olup olmayacağı hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. Cumhur, neshin emir ve nehiylere has olduğu, Yüce Allah hakkında
yalan söylemenin imkansızlığı dolayısıyla haber verilen hususlarda neshin
olmayacağını kabul etmişlerdir. (Zayıf bir görüş olarak da) şöyle denilmiştir:
Eğer haber şer'ı bir hüküm ihtiva ediyorsa neshi mümkündür (caizdir). Yüce
Allah'ın: "Hurma ve üzüm ağaçlarının mey vesinden de içki çıkarırsınız ...
'' (en-Nahl, 67) buyruğunda olduğu gibi. Bu buyruğun tefsiri yapılacağı zaman
buna dair açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle gelecektir.
9- Tahsis:
Genel bir hükümden
tahsis (özelleştirme), nesh gibi görünürse de öyle değildir. Çünkü umum hiçbir
zaman muhassası (yani tahsis edilen hükmü) kapsamaz. Şayet umumun herhangi
birşeyi kapsadığı sabit olur sonra o şey umumun dışına çıkartılırsa bu nesh
olur, tahsis olmaz. Önceki ilim adamları ise mecazen ve kelimenin anlamını daha
da genişleterek tahsise de nesh adını verirler.
10- Mutlak ve Mukayyed
Hükümler:
Şunu bil ki, şeriatte
bazan zahiren mutlak ve kapsayıcı olduğu görülen birtakım haberler varid
olabilir. Yine bir başka yerde bunlar kayıtlı olarak sözkonusu edilince bu
ifadelerdeki mutlaklık da ortadan kalkar. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu
gibi: "Kullarım senden Beni sorarlarsa şüphesiz: Ben onlara pek yakınım.
Bana dua ettiğinde dua edenin duasını kabul ederim.'' (el-Bakara, 186) Bu buyruktaki
hükmün zahiri her durumda dua eden herkesin duasının kabul olunacağını haber
vermektedir. Şu kadar var ki bir başka yerde bunu kayıtlayan ifadeler
gelmiştir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "O da dilerse dua
ettiğiniz şeyi açar.'' (el-En'am, 41)
Bu hususta basıreti
olmayan bir kimse bunun haberlerde nesih türünden olduğunu zannedebilir. Oysa
durum böyle değildir. Bu, mutlak ifade kullandıktan sonra onu kayıtlı olarak
dile getirmek demektir. Bu meseleye dair daha fazla açıklamalar yeri gelince
-yüce Allah'ın izniyle- yapılacaktır.
11- Neshin Türleri:
İlim adamlarımız der ki:
Daha ağır bir hükmün hafifletilmesi caizdir. On kişiye karşı (cihadda) sebat
etme hükmünün iki kişiye karşı sebat etme hükmüyle değiştirilmesi gibi. (bk.
el-Enfal, 65-66) Daha hafif bir hükmün daha ağır bir hükümle neshedilmesi de
caizdir. Aşure günü orucunun Ramazan ayında sayılı günler oruç tutma hükmü ile
neshedilmesi gibi. Nitekim ileride oruç ayeti (el-Bakara, 173) açıklanırken
gelecektir. Ağırlık veya hafiflik itibariyle birbirinin dengi olan hükümler de
birbirini neshedebilir. Kıblenin neshinde olduğu gibi. Bir hüküm neshedilmekle
birlikte onun yerine başka bir hüküm getirilmeyebilir. Hz. Peygamber'le özel
bir şekilde konuşmak için önceden sadaka vermeyi emreden hükmün kaldırılması
gibi. (bk. el-Mücadele, 12-13)
Kur'an Kur'an ile,
sünnet de ibare ile neshedilebilir. Burada sözü geçen "ibare"den
kasıt kat'i ve mütevatir olan haberdir. Vahid haber de vahid haber ile
neshedilebilir.
Önder (imam) ilim
adamlarının ileri gelenlerine göre Kur'an-ı Kerim sünnetle neshedilebilir. Bu,
Peygamber Efendimizin: "Mirasçıya vasiyet yoktur" hadisinde
görülmektedir. Bu İmam Malik'in mes'elelerinden zahiren anlaşılan görüştür.
İmam Şafii ile Ebu'l-Ferec el-Maliki ise bunu kabul etmezler. Ancak birinci
görüş daha sahihtir. Buna delil ise hepsinin Yüce Allah'ın hükmü olduğu, O'ndan
geldiğidir. İsterse bunların isimleri ayrı ayrı olsun. Yine (ayet-i kerime ile
sabit olan) zina edene sopa vurmak, evli olup da zina dolayısıyla recmedilen
kimsenin zina haddi de düşmektedir. Bunu düşüren ise Peygamber (s.a.v.)'ın
uygulamadaki sünnetidir ki, bu da açıkça anlaşılan bir husustur.
Yine mes'eleyi iyice
inceleyen ileri gelen ilim adamlarının görüşüne göre sünnet Kur'an-ı Kerim'le neshedilebilir.
Kıble hususunda bu vardır. Çünkü Şam tarafına doğru yönelip namaz kılmak Yüce
Allah'ın Kitabında bulunmamaktadır. Yine Yüce Allah'ın: "O kadınları
kafirlere geri döndürmeyiniz" (el-Mümtehine, 9) buyruğunda da bu vardır.
Çünkü Peygamber (s.a.v.)'ın Kureyşlilerle yaptığı barış antlaşması gereği
kadınların kafirlere geri verileceği belirtilmişti.
Yine ileri gelen ilim
adamları Kur'an-ı Kerim'in haber-i vahid ile neshedilmesinin aklen caiz
olduğunu kabul ederler. Ancak şer'an böyle birşeyin vukuu hususunda farklı
görüşlere sahiptirler. Ebu'l-Meali ve başkaları ise Kuba mescidi ile ilgili
olayda -ileride açıklanacağı üzere (bk. et-Tevbe, 108. ayet'in tefsiri)- bu
şekil husule gelmiştir. Bazıları ise bunu kabul etmemektedir.
Herhangi bir nassın
kıyasa dayanılarak neshedilmesi düşünülemez. Çünkü kıyasın şartlarından bir
tanesi de nassa aykırı olmamasıdır.
Bütün bu türleriyle
nesih, Peygamber (s.a.v.)'ın hayatta olduğu sürece sözkonusudur. Onun
vefatından ve şeriatın son şeklini almasından sonra ise nesih olamayacağı
hususu üzerinde ümmetin icma'ı vardır. Bu bakımdan icma nesholunmaz, icma ile
de nesh yapılmaz. Çünkü icma'ın gerçekleşmesi vahyin kesilmesinden sonra
sözkonusu olur. Bizler herhangi bir nassa muhalif olan bir icma bulduğumuz
takdirde, o zaman bu icma'ın bizim bilmediğimiz neshedici bir nassa dayalı
olduğunu bu muhalif nas ile amelin terkedildiğini, onun muktezasının
neshedilmekle birlikte hükmünün sünnet olarak kalmaya devam ettiğini, okunup
rivayet edildiğini biliriz. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de iddeti bir sene olarak
tesbit eden ayet-i kerime (el-Bakara, 240) olduğu gibi kalmıştır. (el-Bakara,
240. ayetin tefsirine bakınız). Bu hususa iyice dikkat etmek gerekir, çünkü
oldukça değerli bir noktadır. Bu, okunuşun neshedilmeksizin kalıp sadece
hükmünün nesholunması türündendir ve bu, nesih türlerinden biridir. Hz.
Peygamber ile özel olarak konuşmak için sadaka verme emri de böyledir.
Kimi zaman hüküm
nesholunmaksızın tilavet nesholunabilir. Recm ayeti gibi. Bazen hem tilavet hem
de hüküm nesholunabilir. Hz. Ebu Bekir'in şu sözü bunu ifade eder: Bizler:
"Babalarınızdan yüzçevirmeyiniz (kendinizi başkalarına nisbet etmeyiniz)
çünkü o bir küfürdür" ayetini okurduk. Buna benzer nesihler pek çoktur.
Yine araştırmacı ilim
adamlarının kabul ettiği görüşe göre nasih kendisine ulaşmamış olan kimse
birinci hüküm ile taabbüd eder. Nitekim kıblenin değiştirilmesi ile ilgili
ayetlerde bu açıklamalar gelecektir.
Araştırmacılar hüküm ile
amel edilmeden önce neshedilmesinin caiz olduğunu kabul ederler. Nitekim bu,
kesilmesi emredilen Hz. İbrahim'in oğlu kıssasında görülmektedir. Ayrıca elli
vakit farz kılınan namaz emri yerine getirilmeden önce de beş vakit olarak
neshedilmiştir. Bu hususlara dair açıklamalar el-İsra Suresi'yle Saffat
Suresi'nde Yüce Allah'ın izniyle gelecektir.
12- Neshedici Buyruğu
Bilmenin Yolları:
Nasihi bilmenin birtakım
yolları vardır. Bunlardan birisi lafızda buna delalet eden tabirlerin
bulunmasıdır. Hz. Peygamber'in şu buyruğunda olduğu gibi: "Sizlere kabir
ziyaretini yasaklamış idim. Kabirleri artık ziyaret edebilirsiniz. Sizlere
deriden yapılan kaplar dışındaki kaplardan içmeyi yasaklamıştım. Artık her
kaptan içebilirsiniz. Şu kadar var ki sarhoşluk verici birşey içmeyiniz"
ve benzerleri.
Bir başka yol da ravinin
hükümlerin tarihini belirtmesidir. Mesela; ben Hendek yılı şunu işittim deyip
mensuh olanın daha önceden bilinen bir hüküm olması veya şunun hükmü bununla
neshedildi, demesi gibi.
Bir diğer yol, ümmetin
bir hükmün nesholduğu ve onu neshedenin de önceden varid olduğu üzerinde icma
etmesi. Bu husus usul-u fıkıh kitaplarında genişçe açıklanmıştır. Bizim bu
konudaki geniş açıklamaların bir kısmına burada dikkat çekmemiz, kısa olan ile
yetinen kimseye bu kadarının yeterli olduğundan dolayıdır. Doğruya ulaşma
başarısı Allah'tandır.
13-
"Neshetmeyiz'':
Cumhur (...) şeklinde
"nun" harfini üstün olarak okumuştur. Zahir olan ve kullanılan anlamı
ise önceden de belirtildiği gibi: -Biz ondan daha hayırlısını veya onun
benzerini getirmedikçe- hiçbir ayeti tilavetini bırakıp hükmünü neshetmeyiz,
şeklindedir. Anlamın yine belirttiğimiz üzere ... bir ayetin hüküm ve
tilavetini kaldırmayız, şeklinde olma ihtimali de vardır.
İbn Amir,
"neshedilmiş (kopye edilmiş) buldum" anlamına gelen "ensehtu
el-kitabe"den gelen şekliyle "nun" harfini ötreli olarak (...)
şeklinde okumuştur. Ebu Hatim bu okuma yanlıştır, demektedir. Ebu Ali el-Farisi
de: Böyle bir söyleyiş yoktur; çünkü: (...)'ın aynı anlama geldiği söylenemez
... demektedir.
Ancak anlamın (...)
neshedilmiş bulduğumuz, şeklinde olması hali müstesnadır. (...) ifadesini (...)
Onu öğülmüş ve cimri buldum, anlamında kullanmak da böyledir.
Ebu Ali der ki; onu
neshedilmiş bulmak. ancak fiilen neshetmek halinde sözkonusu olur. Böylelikle
her iki kıraat lafızları itibariyle farklı olsa bile, mana itibariyle ayni
olur.
"Nesheder ...
" buyruğunun, "neshini sana bırakmayız" anlamında olduğu da
söylenmiştir. Kitabı yazmak halini anlatmak için: "Kitabı neshettim"
denilir. Onu yazma işini başkasına havale etmek halinde ise; "başkasından
intisahını (yazmasını) istedim" denilir.
Mekki der ki: (Enseha
fiilindeki) hemze'nin teaddi (fiili geçişli kılmak) için olması mümkün
değildir. Çünkü o taktirde anlam değişir ve: Ey Muhammed Biz sana bir ayeti
insah eder... şeklinde olur. Ayetin ona insahı ise, ona indirilmesi demektir.
Dolayısıyla buyruk şu anlama gelir: Biz sana bir ayet indirir yahut onu
unutturursak, ya ondan hayırlısını ya da onun benzerini getiririz. Bu da sonuç
olarak şöyle demektir:
İndirilmiş her bir
ayetten mutlaka daha hayırlısı (ya da onun misli) indirilmiştir. Bu durumda da
Kur'an tümüyle mensuh olur. Bu ise imkansızdır.
Çünkü nesh olunan ancak
pek az bir bölümdür. Buna göre ef'ale (enseha) ile feale (neseha) kiplerinin
aynı anlama gelmeleri -Araplardan böyle birşey işitilmediğinden- imkansız
olduğundan ve mana bozulacağı için hemze'nin teaddi için getirilmesine de imkan
bulunmadığından, geriye bu kipin ancak "ben onu övülmeye değer yahut cimri
buldum" kabilinden olma ihtimalinden başkası kalmamaktadır.
14- " ... veya
Unutturursak."
"Veya
unutturursak" Ebu Amr ile İbn Kesir (...) şeklinde okumuşlardır. Ömer, İbn
Abbas, Ata, Mücahid, Ubey b. Ka'b, Ubeyd b. Umeyr, enNehai ve İbn Muhaysın da
bu şekilde okumuşlardır ki bu ertelemek ile ilgili bir anlam ifade eder.
Lafzının neshini tehir etmeyiz, demektir. Bunun da anlamı şudur: Biz onu
ummu'l-kitab'ın sonunda terkederiz ve o takdirde (nesh) olmaz. Ata'nın da
görüşü budur. Ata'dan başkaları ise şöyle demektedir: Bu şekilde hemzeli okuyuşun
anlamı belli bir vakte kadar neshini geciktirmeyiz, şeklindedir. Nitekim
Araplar bir işi erteledikleri vakit bunu ifade etmek üzere bu kökten gelen
kelimeyi kullanırlar. Vadeli olarak bir satış yapıldığı zaman da bu kökten
kelime kullanılır.
İbn Faris der ki: (...):
Allah senin ecelini geciktirsin (ömrünü uzatsın), derler. Birbirlerinden
uzaklaşan veya biri ötekinden geç kalan kimseler hakkında da bu tabir
kullanılır. Buna göre ayetin anlamı şöyle olur: "Biz, ondan daha
hayırlısını veya onun benzerini getirmedikçe hiçbir ayeti neshetmez veya onun
nuzulünü geciktirmeyiz."
Şöyle de denilmiştir:
Biz okunmayacak ve hatıra gelmeyecek şekilde onu sizden (hatırınızdan)
gideririz, demektir. Başkaları ise terketmek anlamına gelen nisyan'dan olmak
üzere baştaki "nun" harfini ötreli olarak okumuşlardır. Yani onu
değiştirmeksizin ve nesh de etmeksizin bırakırız, anlamına gelir. Bu açıklamayı
İbn Abbas ve es-Süddi yapmıştır.
Yüce Allah'ın:
"Onlar Allah"ı
unuttular, O da onları unuttu" (et-Tevbe, 67) buyruğu ela bu tür bir anlam
ifade eder. Yani onlar Allah'a ibadeti terkettiler, Allah da onları azabın
içerisinde terkedip bıraktı. Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim bu kıraati tercih
etmişlerdir. Ebu Ubeyd der ki: Ben Kari' Ebu Nuaym'ı şöyle derken dinledim:
Peygamber (s.a.v.)'e rüyamda Ebu Amr'ın kıraati üzere Kur'an okudum. Benim
okuyuşumda sadece iki kelimeyi değiştirdi. Ben ona (el-Bakara, 128)'deki: (...)
şeklinde okudum, o: (...): Bize göster" diye düzeltti. Ebu Ubeyd der ki:
Zannederim: (...) Yahut geciktirmeyiz diye okudum, o da: "Veya
unutturmayız" diye düzeltti, ifadesi onun sözünü ettiği ikinci kelimedir.
el-Ezheri bu okuyuşun:
Veya terkedilmesini emretmeyiz, anlamına geldiğini nakletmektedir. Nitekim bir
şeyin terkedilmesi emredildiğinde bu ifade kullanılır, terkettiğini ifade eden
kimse ele bu kelimeyi kullanır. Şair de der ki: "Benim otlattığım ve
kendisine dikkat ettiğim bir devem vardır Ben ne unuturum ne de terk edip geri
bırakırım."
ez-Zeccac ise şöyle
demektedir: Nun harfinin ötreli okunuşu ile terketmek anlamı uygun
düşmemektedir. Çünkü böyle bir kullanım yoktur.
Ali b. Ebi Talha'nın İbn
Abbas'tan naklettiği: "Veya onu unutturmayız" değiştirmeksizin
bırakırız, şeklindeki açıklaması sahih değildir. İbn Abbas belki de: "Onu
terkederiz" demiştir de o gereği gibi belleyememiştir. Dilci ve nazar
ehlinin çoğunlukla kabul ettiği görüşe göre ise "veya unutturmayız"
yani size onu terketmeyi mübah kılmayız, anlamındadır. Ebu Ali ve başkaları da
şöyle demektedir: Bu uygun bir açıklamadır; çünkü sana terkettirmeyiz, anlamına
gelir.
Bunun, hatırlamamak
anlamına gelen ve kelimenin asıl ifade ettiği anlam olan unutmaktan geldiği de
söylenmiştir. Yani ey Muhammed, sana onu hatırlamayacak şekilde unutturmayız,
demektir. Fiil buna göre iki mef'ule geçiş yapmış olur ki, bunlar peygamber ve
Giyete ait olan) ha zamiridir. Şu kadar var ki "peygamber" adı
hazfedilmiştir.
15- Nesheden,
Neshedilenden Hayırlıdır Veya Onun Benzeridir:
"Ya ondan
hayırlısını ya da onun benzerini getiririz ... " Burada geçen
"hayırlısı" lafzı, üstünlük sıfatıdır. Yani ey insanlar, eğer nesh
eden ayetin hükmü daha hafif ise dünyada, eğer daha ağır ise ahirette sizin
için daha faydalıdır. Eğer her bakımdan eşit ise onun benzeridir. İmam Malik
der ki: Yani neshedilen ayet yerine size muhkem bir ayet getiririz, demektir.
Bundan kastın, üstünlük ifade eden daha hayırlılık olmadığı da söylenmiştir.
Çünkü Allah'ın kelamı arasında üstünlük sözkonusu değildir. Bu Yüce Allah'ın:
"Kim bir iyilik ile gelirse ona ondan hayırlısı vardır." (en-Neml,
89) Yani, ona o hasene dolayısıyla bir hayır vardır, yani onun faydasını ve
ecrini görecektir. Yoksa burdaki "hayır" daha üstün olma anlamını
ifade edecek şekilde değildir. Yüce Allah'ın: "Veya onun benzerini
getiririz" buyruğu ise, birinci görüşe delildir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN