ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

106

 

مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ نُنسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِّنْهَا أَوْ مِثْلِهَا

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

 

106. Biz bir ayeti nesheder veya onu unutturursak, ya ondan hayırlısını ya da onun benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah herşeye kadirdir?

 

Buyruğuna dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:

 

1- Neshetmek Ya da Unutturmak:

2- Neshe Dair Bilginin Gereği ve Faydası:

3- Arap Dilinde Nesh 'in Anlamı:

4- Neshi Kabul Etmeyenler:

5- Gerçek Neshedici Kimdir?

6- Neshin Tanımı:

7- Mensuh:

8- Neshin Sözkonusu Olmadığı Alanlar:

9- Tahsis:

10- Mutlak ve Mukayyed Hükümler:

11- Neshin Türleri:

12- Neshedici Buyruğu Bilmenin Yolları:

13- "Neshetmeyiz'':

14- " ... veya Unutturursak."

15- Nesheden, Neshedilenden Hayırlıdır Veya Onun Benzeridir:

 

1- Neshetmek Ya da Unutturmak:

 

"Biz bir ayeti nesheder veya onu unutturursak, ya ondan hayırlısını ya da benzerini getiririz" "Biz bir ayeti nesheder veya onu unutturursak ... " buyruğundaki: "onu unutturursak" buyruğu, "nesheder" buyruğuna atfedilmiştir. Cezm dolayısıyla ya harfi hazfedilmiştir. Bu kelimeyi (...) şeklinde okuyanlar ise cezm dolayısıyla hemzeden dammeyi hazf ederek (sükun ile) okurlar. Bu okuyuşun anlamı ileride gelecektir.

 

Bu ahkama dair büyük bir ayet-i kerimedir.

 

(Nüzul) sebebi şudur: Yahudiler, Ka'be'ye yönelmeleri hususunda müslümanları kıskandıklarından dolayı İslam'a dil uzatmaya ve "Muhammed ashabına önce bir hususu emrediyor, sonra da onlara o işi yasaklıyor. O bakımdan Kur'an olsa olsa onun tarafından uydurulmaktadır. Bundan dolayı bir kısmı ile öteki kısmı birbiriyle çelişmektedir." demeye koyuldular. Bunun üzerine de Yüce Allah: "Biz, bir ayetin yerine diğer bir ayetigetirdiğimiz vakit ..'' (en-Nahl, 101) buyruğu ile: " ... neshederveya unutturursak" buyruğunu indirdi.

 

2- Neshe Dair Bilginin Gereği ve Faydası:

 

Bu konuya dair gereken bilgiyi edinmek kesinlikle gerekli ve faydası çok büyüktür. İlim adamları bu hususa dair bilgi sahibi olmaktan uzak duramazlar. Neshi, ahmak cahillerden başkası da inkar etmez. Çünkü ahkama dair karşılaşılan meselelerde helal ve haramı bilmek hususunda bunu bilmeyi gerektiren pek çok husus vardır. Ebu'l Bahteri'nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ali (r.a) mescide girdiği bir seferinde bir adamın insanları korkutmakla meşgul olduğunu görür. Bu kim oluyor? diye sorunca etrafındakiler: İnsanlara hatırlatmalarda bulunan bir adamdır, dediler. Hz. Ali şöyle der: Bu insanlara öğüt verip hatırlatan bir kimse değildir, bu ben filan oğlu filanım, beni tanıyın, diyen birisidir. Hz. Ali ona bir haberci gönderip şöyle sorar: Sen nasihi mensühtan ayırdedecek kadar bir bilgiye sahip misin? O: Hayır, der. Bu sefer ona: Mescidimizden çık git ve bu mescidde öğüt ve hatırlatmalarda bulunma. Bir başka rivayete göre: Nasih ve mensühu biliyor musun? diye sorar. O: Hayır, deyince, Hz. Ali: Kendin de helak oldun, başkalarını da helak ettin, der. Buna benzer bir rivayet İbn Abbas (r.anhum)dan da gelmiştir.

 

3- Arap Dilinde Nesh 'in Anlamı:

 

Arapçada bu kelime iki anlamda kullanılır:

 

1. Nakletmek, aktarmak. Bir kitabı bir başka kitaptan nakletmek Gstinsah etmek, aktarmak) gibi. Buna göre Kur'an-ı Kerim'in tümü mensuhtur. Yani Levh-i Mahfuz'dan nakledilmiş ve dünya semasındaki Beytü'I-İzze'ye indirilmiştir. Ayet-i kerimenin bununla bir ilgisi yoktur. Yüce Allah'ın: "Şüphe siz Biz, sizlerin işlemekte olduklarınızı istinsah ettiriyorduk" (el-Casiye, 29) buyruğu da bu anlamdadır. Onun neshedilmesini (yazılıp kaydedilmesini) ve tesbit edilmesini emrediyorduk, demektir.

 

2. İptal etmek ve izale etmek: İşte burada kastedilen de budur. Bu, dilde iki türlü anlam ifade eder:

 

a) Bir şeyi iptal ve izale edip başka bir şeyi onun yerine koymak. Güneş gölgeyi giderip gölgenin yerini tuttuğu vakit: "Güneş gölgeyi neshetti" şeklinde kullanılan ifade de bu türdendir. Yüce Allah'ın: "Biz bir ayeti nesh eder veya onu unutturursak ya ondan hayırlısını ya da onun benzerini getiririz" buyruğunun anlamı da budur.

 

Müslim'in Sahih'inde de şöyle bir ifade yer almaktadır: "Zamanla neshedilegelmemiş hiçbir peygamberlik yoktur." ümmetinin hali bir durumdan bir başka duruma değişmemiş bir nübüvvet yoktur, demektir.

 

İbn Faris der ki: Nesh (in bir anlamı) kitabı neshetmek (kopye etmek) şeklindedir. Diğer bir anlamı daha önce kendisi ile amel edilen bir hususu ortadan kaldırıp başka bir olay (veya sebep ile) onu neshetmek de bir başka türlüdür. Mesela, bir hususa dair nazil olan bir ayet-i kerimenin bir başka ayet ile neshedilmesi gibi. Bir şeyin ardından gelen her bir şey de kendisinden öncekini neshetmiş olur: Güneş gölgeyi, ağaran saçlar gençliği neshetti, denilir. Mirasçılar arasında tenasuh ise: Mirasın kendisi paylaştırılmadan olduğu gibi durduğu halde mirasçıların arka arkaya ölmesi demektir. Çağların ve nesillerin tenasuhu (ardarda gelip birinin ötekinin yerini tutması)da böyledir.

 

b) Başka bir şeyi yerine koymadan, birşeyi izale etmek. Mesela, rüzgar izleri neshetti, demek böyledir. Yüce Allah'ın: "O şeytanın bıraktığını Allah nesheder" (el-Hacc, 52) buyruğundaki nesh kelimesi bu anlamdadır. Yani onu iptal ve izale eder, onun telkini okunmaz ve onun yerine de mushafta herhangi bir şey kayıt edilmez. Ebü Ubeyd bu ikinci tür neshin olduğunu iddia etmiş ve şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)'e bir süre indirilir sonra bu süre kaldırılır, şu süre okunmaz ve mushafa da yazılmazdı.

 

Derim ki: Ubey b. Ka'b ve Aişe (r.a)'dan gelen Ahzab Süresi'nin uzunluk itibariyle Bakara Süresi'ne denk olduğuna dair rivayet de bu türdendir. Bu hususa dair açıklamalar inşaallah orada (Ahzab Süresi'nin tefsirinin başlangıcında) gelecektir. Buna delil olan hususlardan birisi de Ebu Bekr el-Enbarı'nin zikrettiği şu husustur: Bize babam anlattı, bize Nasr b. Davud anlattı, bize Ebu Ubeyd anlattı, bize Abdullah b. Salih, el-Leys'ten o Yunus'tan ve Akil'den, onlar da İbn Şihab'dan rivayetle şöyle dediler: Bana Ebu Umame b. Sehl b. Huneyf, Said b. el-Müseyyeb'in meclisinde anlattığına göre; adamın birisi geceleyin Kur'an-ı Kerim'den bir süre okumak üzere kalktı, fakat o süreden bir şey okuyamadı. Bir başkası kalktı o da birşey okumaya güç yetiremedi. Bir başkası da kalktı, o da o süreden birşey okuyamadı. Sabah Rasülullah (s.a.v.)'ın huzuruna gittiler. Onlardan birisi şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü, geceleyin Kur'an-ı Kerim'den bir süre okumak üzere kalktım da ondan hiçbir şey okuyamadım. Bir diğeri kalkıp o da: Allah'a yemin ederim, aynı durum benim de başıma geldi ey Allah'ın peygamberi, dedi. Öteki de: Allah'a yemin ederim, aynı durum benim de başıma geldi ey Allah'ın Rasülü, dedi. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.): "Bu, Yüce Allah'ın dün neshettiği şeylerdendir" diye buyurdu. Rivayetlerden birisinde de Said b. el-Müseyyeb, Ebu Umame'nin anlattıkIarını işittiği halde bunlara karşı çıkmıyordu, ifadesi de yer almaktadır.

 

4- Neshi Kabul Etmeyenler:

 

İslam'a müntesip müteahhirın bazı kesimler neshin caiz olduğunu kabul etmemektedirler. Halbuki onlara karşı bu konuda önceki selefin şeriatte neshin vaki olduğuna dair icma ettikleri hususu susturucu bir delildir.

 

Yine yahudilerden bir kesim de neshi kabul etmezler. Bunlara karşı susturucu delil ise kendi iddialarına göre şanı Yüce Allah'ın Nuh (a.s)'a gemiden çıktığı vakit söylediği şu ifadelerdir: "Bütün canlı hayvanları senin ve soyundan gelecekler için yenebilir kılıyorum. Bunu size tıpkı bitkiler gibi serbest bırakıyorum. Ancak bundan kan müstesnadır, onu yemeyiniz." Daha sonra ise Hz. Müsa ile İsrailoğullarına birçok hayvanın yenmesi haram kılındı. Yine onlara karşı gösterilecek delillerden birisi de şudur: Adem (a.s) erkek ve kızkardeşleri birbirleriyle evlendiriyordu. Yüce Allah ise bunu Hz. Müsa'ya da başkasına da haram kılmıştır. Onlara karşı bir başka delil: İbrahim Halil'e önce oğlunu kesmesi emredildi, daha sonra: Onu kesme! emri verildi. Hz. Müsa da İsrailoğullarına aralarından buzağıya tapanları öldürmelerini emrettiği halde, arkasından artık bu öldürme işine son vermelerini emretti. Yine Hz. Musa'nın peygamberliği ile kendisine verilen şeriatle peygamber olmadan önce ibadet edilmezdi. Bundan sonra ise onun şeriatına göre amel edilerek ibadet edilir oldu. Ve buna benzer başka hususlar. Böyle bir nesih beda türünden değildir.

 

Aksine bu kulları bir ibadetten bir başka ibadete, bir hükümden bir başka hükme -bir masIahat sebebiyle ve hikmetini bir de eksiksiz egemenliğini izhar etmek için- yaptığı bir nakilden ibarettir.

 

Akıl sahipleri ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Peygamberlerin şeriatlerinde insanların dini ve dünyevl maslahatları maksat olarak gözetilmiştir. Beda ise ancak işlerin akıbetini bilmemesi halinde düşünülebilir. İşlerin akıbetini bilen bir kimsenin ise, masiahatların değişmesine uygun olarak hitapları da değişiklik gösterir. Hasta olan kimsenin durumlarını gözönünde bulunduran doktor gibi. Yüce Allah da meşiet ve iradesi ile yarattığı insanlar hakkında bu maslahatlarını gözönünde bulundurmuştur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Onun hitabı değişiklik gösterir, fakat ilim ve iradesi asla değişmez. Çünkü bu, Yüce Allah hakkında muhaldir (imkansızdır). Yahudiler ise nesh ve beda'yı aynı şey kabul ederler. Bundan dolayıneshi caiz görmezler. O bakımdan sapıklığa düşmüşlerdir.

 

en-Nehhas şöyle der: Nesh ile beda arasındaki fark şudur: Nesh kulları bir şeyden bir şeye tahvil etmektir. Mesela, o şey daha önce helal iken haram kılınır yahut haram iken helal kılınır. Beda ise kararlaştırdığı bir şeyi terkedip vazgeçmektir. Senin: Bugün filan kişiye git, dedikten sonra: Hayır gitme, demen gibi. Birinci defada söylediğin sözden vazgeçmeni gerektiren bir sebep ve bir kanaat zuhur eder. Böyle bir tutum eksiklikleri itibariyle insanlar hakkında sözkonusudur. Aynı şekilde: Bu sene şunu ek, deyip de daha sonra: Hayır bu işten vazgeç, demen de böyledir. Buna beda denilir.

 

5- Gerçek Neshedici Kimdir?

 

Şunu bil ki, gerçek nesheden Yüce Allah'tır. Şer'i hitaba nesheden (nasih) denilmesi, kelimenin sınırını aşmak (mecaz) suretiyle olmuştur. Çünkü bu hitap ile nesh gerçekleşmektedir. Nitekim: Mahkumun fihe de nasih denilerek kelimenin sınırları aşılabilmektedir. Mesela, Ramazan orucu aşure orucunu neshedicidir, denilir.

Mensuh izale olunan, mensuhun anh ise, izale olunan ibadet ile taabbüd etmesi istenen yani mükellef kişidir.

 

6- Neshin Tanımı:

 

Neshin tanımı hususunda mezhep imamlarımızın kullandıkları ifadeler arasında farklılık vardır. Ehl-i Sünnet'in ileri gelen ilim adamlarının kabul ettiği tanım şudur: Nesh, şer'an yerleşmiş bulunan bir hükmü daha sonra gelen bir hitap ile ortadan kaldırmaktır. Kadı Abdulvehhab ile Kadı Ebu Bekr de bu şekilde tanımlamış ve şunu da eklemişlerdir: Eğer o (sonradan gelen hitap) olmasaydı önceki şer'i hüküm sabit kalmaya devam edecekti.

 

Böylelikle onlar neshin sözlük anlamını da korumuş oldular. Çünkü nesih kaldırmak ve izale etmek anlamındadır. Şer'i hüküm denilerek akli hükmün anlaşılmamasını sağlamak istemişlerdir. Şer'i hitabın sözkonusu edilmesi ise nas, zahir, mefhum ve buna benzer bütün delalet yollarını kapsaması, kıyas ve icma'ın da dışarıda bırakılması içindir. Çünkü bunlarda ve bunlarla nesih düşünülemez. "Sonradan gelen" kaydını koymaları ise şundandır: Eğer hüküm ile şer'i hitab bir arada bulunsaydı bu hükmün gayesini (nihai vaktini) açıklayıcı olurdu, neshedici olmazdı. Veya sözün sonraki bölümü önceki bölümünü kaldırmış olurdu. Bir kimsenin kalk, hayır kalkma, demesi gibi.

 

7- Mensuh:

 

Mensuh, bizim Ehl-i Sünnet imamlarımıza göre sabit olan hükmün kendisidir, benzeri değildir. Mu'tezile ise şöyle demektedir: O (mensuh), daha önce gelmiş nas ile gelecekte sabit olacak hükmün benzerinin de zail olacağına delalet eden hitaptır. Onları bu kanaate götüren, emirlerin irade ile varolan şeyler olduğu, hüsnün, bizzat hüsnün sahip olduğu bir nitelik olduğu, Allah'ın muradının da güzel olduğu şeklindeki kanaatleridir. İlim adamlarımız kitaplarında Mu'tezile'nin bu iddialarını çürütmüşlerdir.

 

8- Neshin Sözkonusu Olmadığı Alanlar:

 

İlim adamlarımız haberlerde neshin sözkonusu olup olmayacağı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Cumhur, neshin emir ve nehiylere has olduğu, Yüce Allah hakkında yalan söylemenin imkansızlığı dolayısıyla haber verilen hususlarda neshin olmayacağını kabul etmişlerdir. (Zayıf bir görüş olarak da) şöyle denilmiştir: Eğer haber şer'ı bir hüküm ihtiva ediyorsa neshi mümkündür (caizdir). Yüce Allah'ın: "Hurma ve üzüm ağaçlarının mey vesinden de içki çıkarırsınız ... '' (en-Nahl, 67) buyruğunda olduğu gibi. Bu buyruğun tefsiri yapılacağı zaman buna dair açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle gelecektir.

 

9- Tahsis:

 

Genel bir hükümden tahsis (özelleştirme), nesh gibi görünürse de öyle değildir. Çünkü umum hiçbir zaman muhassası (yani tahsis edilen hükmü) kapsamaz. Şayet umumun herhangi birşeyi kapsadığı sabit olur sonra o şey umumun dışına çıkartılırsa bu nesh olur, tahsis olmaz. Önceki ilim adamları ise mecazen ve kelimenin anlamını daha da genişleterek tahsise de nesh adını verirler.

 

10- Mutlak ve Mukayyed Hükümler:

 

Şunu bil ki, şeriatte bazan zahiren mutlak ve kapsayıcı olduğu görülen birtakım haberler varid olabilir. Yine bir başka yerde bunlar kayıtlı olarak sözkonusu edilince bu ifadelerdeki mutlaklık da ortadan kalkar. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Kullarım senden Beni sorarlarsa şüphesiz: Ben onlara pek yakınım. Bana dua ettiğinde dua edenin duasını kabul ederim.'' (el-Bakara, 186) Bu buyruktaki hükmün zahiri her durumda dua eden herkesin duasının kabul olunacağını haber vermektedir. Şu kadar var ki bir başka yerde bunu kayıtlayan ifadeler gelmiştir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "O da dilerse dua ettiğiniz şeyi açar.'' (el-En'am, 41)

 

Bu hususta basıreti olmayan bir kimse bunun haberlerde nesih türünden olduğunu zannedebilir. Oysa durum böyle değildir. Bu, mutlak ifade kullandıktan sonra onu kayıtlı olarak dile getirmek demektir. Bu meseleye dair daha fazla açıklamalar yeri gelince -yüce Allah'ın izniyle- yapılacaktır.

 

11- Neshin Türleri:

 

İlim adamlarımız der ki: Daha ağır bir hükmün hafifletilmesi caizdir. On kişiye karşı (cihadda) sebat etme hükmünün iki kişiye karşı sebat etme hükmüyle değiştirilmesi gibi. (bk. el-Enfal, 65-66) Daha hafif bir hükmün daha ağır bir hükümle neshedilmesi de caizdir. Aşure günü orucunun Ramazan ayında sayılı günler oruç tutma hükmü ile neshedilmesi gibi. Nitekim ileride oruç ayeti (el-Bakara, 173) açıklanırken gelecektir. Ağırlık veya hafiflik itibariyle birbirinin dengi olan hükümler de birbirini neshedebilir. Kıblenin neshinde olduğu gibi. Bir hüküm neshedilmekle birlikte onun yerine başka bir hüküm getirilmeyebilir. Hz. Peygamber'le özel bir şekilde konuşmak için önceden sadaka vermeyi emreden hükmün kaldırılması gibi. (bk. el-Mücadele, 12-13)

 

Kur'an Kur'an ile, sünnet de ibare ile neshedilebilir. Burada sözü geçen "ibare"den kasıt kat'i ve mütevatir olan haberdir. Vahid haber de vahid haber ile neshedilebilir.

 

Önder (imam) ilim adamlarının ileri gelenlerine göre Kur'an-ı Kerim sünnetle neshedilebilir. Bu, Peygamber Efendimizin: "Mirasçıya vasiyet yoktur" hadisinde görülmektedir. Bu İmam Malik'in mes'elelerinden zahiren anlaşılan görüştür. İmam Şafii ile Ebu'l-Ferec el-Maliki ise bunu kabul etmezler. Ancak birinci görüş daha sahihtir. Buna delil ise hepsinin Yüce Allah'ın hükmü olduğu, O'ndan geldiğidir. İsterse bunların isimleri ayrı ayrı olsun. Yine (ayet-i kerime ile sabit olan) zina edene sopa vurmak, evli olup da zina dolayısıyla recmedilen kimsenin zina haddi de düşmektedir. Bunu düşüren ise Peygamber (s.a.v.)'ın uygulamadaki sünnetidir ki, bu da açıkça anlaşılan bir husustur.

 

Yine mes'eleyi iyice inceleyen ileri gelen ilim adamlarının görüşüne göre sünnet Kur'an-ı Kerim'le neshedilebilir. Kıble hususunda bu vardır. Çünkü Şam tarafına doğru yönelip namaz kılmak Yüce Allah'ın Kitabında bulunmamaktadır. Yine Yüce Allah'ın: "O kadınları kafirlere geri döndürmeyiniz" (el-Mümtehine, 9) buyruğunda da bu vardır. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'ın Kureyşlilerle yaptığı barış antlaşması gereği kadınların kafirlere geri verileceği belirtilmişti.

 

Yine ileri gelen ilim adamları Kur'an-ı Kerim'in haber-i vahid ile neshedilmesinin aklen caiz olduğunu kabul ederler. Ancak şer'an böyle birşeyin vukuu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Ebu'l-Meali ve başkaları ise Kuba mescidi ile ilgili olayda -ileride açıklanacağı üzere (bk. et-Tevbe, 108. ayet'in tefsiri)- bu şekil husule gelmiştir. Bazıları ise bunu kabul etmemektedir.

 

Herhangi bir nassın kıyasa dayanılarak neshedilmesi düşünülemez. Çünkü kıyasın şartlarından bir tanesi de nassa aykırı olmamasıdır.

 

Bütün bu türleriyle nesih, Peygamber (s.a.v.)'ın hayatta olduğu sürece sözkonusudur. Onun vefatından ve şeriatın son şeklini almasından sonra ise nesih olamayacağı hususu üzerinde ümmetin icma'ı vardır. Bu bakımdan icma nesholunmaz, icma ile de nesh yapılmaz. Çünkü icma'ın gerçekleşmesi vahyin kesilmesinden sonra sözkonusu olur. Bizler herhangi bir nassa muhalif olan bir icma bulduğumuz takdirde, o zaman bu icma'ın bizim bilmediğimiz neshedici bir nassa dayalı olduğunu bu muhalif nas ile amelin terkedildiğini, onun muktezasının neshedilmekle birlikte hükmünün sünnet olarak kalmaya devam ettiğini, okunup rivayet edildiğini biliriz. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de iddeti bir sene olarak tesbit eden ayet-i kerime (el-Bakara, 240) olduğu gibi kalmıştır. (el-Bakara, 240. ayetin tefsirine bakınız). Bu hususa iyice dikkat etmek gerekir, çünkü oldukça değerli bir noktadır. Bu, okunuşun neshedilmeksizin kalıp sadece hükmünün nesholunması türündendir ve bu, nesih türlerinden biridir. Hz. Peygamber ile özel olarak konuşmak için sadaka verme emri de böyledir.

 

Kimi zaman hüküm nesholunmaksızın tilavet nesholunabilir. Recm ayeti gibi. Bazen hem tilavet hem de hüküm nesholunabilir. Hz. Ebu Bekir'in şu sözü bunu ifade eder: Bizler: "Babalarınızdan yüzçevirmeyiniz (kendinizi başkalarına nisbet etmeyiniz) çünkü o bir küfürdür" ayetini okurduk. Buna benzer nesihler pek çoktur.

 

Yine araştırmacı ilim adamlarının kabul ettiği görüşe göre nasih kendisine ulaşmamış olan kimse birinci hüküm ile taabbüd eder. Nitekim kıblenin değiştirilmesi ile ilgili ayetlerde bu açıklamalar gelecektir.

 

Araştırmacılar hüküm ile amel edilmeden önce neshedilmesinin caiz olduğunu kabul ederler. Nitekim bu, kesilmesi emredilen Hz. İbrahim'in oğlu kıssasında görülmektedir. Ayrıca elli vakit farz kılınan namaz emri yerine getirilmeden önce de beş vakit olarak neshedilmiştir. Bu hususlara dair açıklamalar el-İsra Suresi'yle Saffat Suresi'nde Yüce Allah'ın izniyle gelecektir.

 

12- Neshedici Buyruğu Bilmenin Yolları:

 

Nasihi bilmenin birtakım yolları vardır. Bunlardan birisi lafızda buna delalet eden tabirlerin bulunmasıdır. Hz. Peygamber'in şu buyruğunda olduğu gibi: "Sizlere kabir ziyaretini yasaklamış idim. Kabirleri artık ziyaret edebilirsiniz. Sizlere deriden yapılan kaplar dışındaki kaplardan içmeyi yasaklamıştım. Artık her kaptan içebilirsiniz. Şu kadar var ki sarhoşluk verici birşey içmeyiniz" ve benzerleri.

 

Bir başka yol da ravinin hükümlerin tarihini belirtmesidir. Mesela; ben Hendek yılı şunu işittim deyip mensuh olanın daha önceden bilinen bir hüküm olması veya şunun hükmü bununla neshedildi, demesi gibi.

 

Bir diğer yol, ümmetin bir hükmün nesholduğu ve onu neshedenin de önceden varid olduğu üzerinde icma etmesi. Bu husus usul-u fıkıh kitaplarında genişçe açıklanmıştır. Bizim bu konudaki geniş açıklamaların bir kısmına burada dikkat çekmemiz, kısa olan ile yetinen kimseye bu kadarının yeterli olduğundan dolayıdır. Doğruya ulaşma başarısı Allah'tandır.

 

13- "Neshetmeyiz'':

 

Cumhur (...) şeklinde "nun" harfini üstün olarak okumuştur. Zahir olan ve kullanılan anlamı ise önceden de belirtildiği gibi: -Biz ondan daha hayırlısını veya onun benzerini getirmedikçe- hiçbir ayeti tilavetini bırakıp hükmünü neshetmeyiz, şeklindedir. Anlamın yine belirttiğimiz üzere ... bir ayetin hüküm ve tilavetini kaldırmayız, şeklinde olma ihtimali de vardır.

 

İbn Amir, "neshedilmiş (kopye edilmiş) buldum" anlamına gelen "ensehtu el-kitabe"den gelen şekliyle "nun" harfini ötreli olarak (...) şeklinde okumuştur. Ebu Hatim bu okuma yanlıştır, demektedir. Ebu Ali el-Farisi de: Böyle bir söyleyiş yoktur; çünkü: (...)'ın aynı anlama geldiği söylenemez ... demektedir.

 

Ancak anlamın (...) neshedilmiş bulduğumuz, şeklinde olması hali müstesnadır. (...) ifadesini (...) Onu öğülmüş ve cimri buldum, anlamında kullanmak da böyledir.

 

Ebu Ali der ki; onu neshedilmiş bulmak. ancak fiilen neshetmek halinde sözkonusu olur. Böylelikle her iki kıraat lafızları itibariyle farklı olsa bile, mana itibariyle ayni olur.

 

"Nesheder ... " buyruğunun, "neshini sana bırakmayız" anlamında olduğu da söylenmiştir. Kitabı yazmak halini anlatmak için: "Kitabı neshettim" denilir. Onu yazma işini başkasına havale etmek halinde ise; "başkasından intisahını (yazmasını) istedim" denilir.

 

Mekki der ki: (Enseha fiilindeki) hemze'nin teaddi (fiili geçişli kılmak) için olması mümkün değildir. Çünkü o taktirde anlam değişir ve: Ey Muhammed Biz sana bir ayeti insah eder... şeklinde olur. Ayetin ona insahı ise, ona indirilmesi demektir. Dolayısıyla buyruk şu anlama gelir: Biz sana bir ayet indirir yahut onu unutturursak, ya ondan hayırlısını ya da onun benzerini getiririz. Bu da sonuç olarak şöyle demektir:

 

İndirilmiş her bir ayetten mutlaka daha hayırlısı (ya da onun misli) indirilmiştir. Bu durumda da Kur'an tümüyle mensuh olur. Bu ise imkansızdır.

 

Çünkü nesh olunan ancak pek az bir bölümdür. Buna göre ef'ale (enseha) ile feale (neseha) kiplerinin aynı anlama gelmeleri -Araplardan böyle birşey işitilmediğinden- imkansız olduğundan ve mana bozulacağı için hemze'nin teaddi için getirilmesine de imkan bulunmadığından, geriye bu kipin ancak "ben onu övülmeye değer yahut cimri buldum" kabilinden olma ihtimalinden başkası kalmamaktadır.

 

14- " ... veya Unutturursak."

 

"Veya unutturursak" Ebu Amr ile İbn Kesir (...) şeklinde okumuşlardır. Ömer, İbn Abbas, Ata, Mücahid, Ubey b. Ka'b, Ubeyd b. Umeyr, enNehai ve İbn Muhaysın da bu şekilde okumuşlardır ki bu ertelemek ile ilgili bir anlam ifade eder. Lafzının neshini tehir etmeyiz, demektir. Bunun da anlamı şudur: Biz onu ummu'l-kitab'ın sonunda terkederiz ve o takdirde (nesh) olmaz. Ata'nın da görüşü budur. Ata'dan başkaları ise şöyle demektedir: Bu şekilde hemzeli okuyuşun anlamı belli bir vakte kadar neshini geciktirmeyiz, şeklindedir. Nitekim Araplar bir işi erteledikleri vakit bunu ifade etmek üzere bu kökten gelen kelimeyi kullanırlar. Vadeli olarak bir satış yapıldığı zaman da bu kökten kelime kullanılır.

 

İbn Faris der ki: (...): Allah senin ecelini geciktirsin (ömrünü uzatsın), derler. Birbirlerinden uzaklaşan veya biri ötekinden geç kalan kimseler hakkında da bu tabir kullanılır. Buna göre ayetin anlamı şöyle olur: "Biz, ondan daha hayırlısını veya onun benzerini getirmedikçe hiçbir ayeti neshetmez veya onun nuzulünü geciktirmeyiz."

 

Şöyle de denilmiştir: Biz okunmayacak ve hatıra gelmeyecek şekilde onu sizden (hatırınızdan) gideririz, demektir. Başkaları ise terketmek anlamına gelen nisyan'dan olmak üzere baştaki "nun" harfini ötreli olarak okumuşlardır. Yani onu değiştirmeksizin ve nesh de etmeksizin bırakırız, anlamına gelir. Bu açıklamayı İbn Abbas ve es-Süddi yapmıştır.

Yüce Allah'ın:

 

"Onlar Allah"ı unuttular, O da onları unuttu" (et-Tevbe, 67) buyruğu ela bu tür bir anlam ifade eder. Yani onlar Allah'a ibadeti terkettiler, Allah da onları azabın içerisinde terkedip bıraktı. Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim bu kıraati tercih etmişlerdir. Ebu Ubeyd der ki: Ben Kari' Ebu Nuaym'ı şöyle derken dinledim: Peygamber (s.a.v.)'e rüyamda Ebu Amr'ın kıraati üzere Kur'an okudum. Benim okuyuşumda sadece iki kelimeyi değiştirdi. Ben ona (el-Bakara, 128)'deki: (...) şeklinde okudum, o: (...): Bize göster" diye düzeltti. Ebu Ubeyd der ki: Zannederim: (...) Yahut geciktirmeyiz diye okudum, o da: "Veya unutturmayız" diye düzeltti, ifadesi onun sözünü ettiği ikinci kelimedir.

 

el-Ezheri bu okuyuşun: Veya terkedilmesini emretmeyiz, anlamına geldiğini nakletmektedir. Nitekim bir şeyin terkedilmesi emredildiğinde bu ifade kullanılır, terkettiğini ifade eden kimse ele bu kelimeyi kullanır. Şair de der ki: "Benim otlattığım ve kendisine dikkat ettiğim bir devem vardır Ben ne unuturum ne de terk edip geri bırakırım."

 

ez-Zeccac ise şöyle demektedir: Nun harfinin ötreli okunuşu ile terketmek anlamı uygun düşmemektedir. Çünkü böyle bir kullanım yoktur.

 

Ali b. Ebi Talha'nın İbn Abbas'tan naklettiği: "Veya onu unutturmayız" değiştirmeksizin bırakırız, şeklindeki açıklaması sahih değildir. İbn Abbas belki de: "Onu terkederiz" demiştir de o gereği gibi belleyememiştir. Dilci ve nazar ehlinin çoğunlukla kabul ettiği görüşe göre ise "veya unutturmayız" yani size onu terketmeyi mübah kılmayız, anlamındadır. Ebu Ali ve başkaları da şöyle demektedir: Bu uygun bir açıklamadır; çünkü sana terkettirmeyiz, anlamına gelir.

 

Bunun, hatırlamamak anlamına gelen ve kelimenin asıl ifade ettiği anlam olan unutmaktan geldiği de söylenmiştir. Yani ey Muhammed, sana onu hatırlamayacak şekilde unutturmayız, demektir. Fiil buna göre iki mef'ule geçiş yapmış olur ki, bunlar peygamber ve Giyete ait olan) ha zamiridir. Şu kadar var ki "peygamber" adı hazfedilmiştir.

 

15- Nesheden, Neshedilenden Hayırlıdır Veya Onun Benzeridir:

 

"Ya ondan hayırlısını ya da onun benzerini getiririz ... " Burada geçen "hayırlısı" lafzı, üstünlük sıfatıdır. Yani ey insanlar, eğer nesh eden ayetin hükmü daha hafif ise dünyada, eğer daha ağır ise ahirette sizin için daha faydalıdır. Eğer her bakımdan eşit ise onun benzeridir. İmam Malik der ki: Yani neshedilen ayet yerine size muhkem bir ayet getiririz, demektir. Bundan kastın, üstünlük ifade eden daha hayırlılık olmadığı da söylenmiştir. Çünkü Allah'ın kelamı arasında üstünlük sözkonusu değildir. Bu Yüce Allah'ın: "Kim bir iyilik ile gelirse ona ondan hayırlısı vardır." (en-Neml, 89) Yani, ona o hasene dolayısıyla bir hayır vardır, yani onun faydasını ve ecrini görecektir. Yoksa burdaki "hayır" daha üstün olma anlamını ifade edecek şekilde değildir. Yüce Allah'ın: "Veya onun benzerini getiririz" buyruğu ise, birinci görüşe delildir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 107

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR