EL-ESNA Fİ ŞERHİ ESMAİLLAHİ’L-HÜSNA VE SIFATİHİL ULYA |
16- EL-HALİK 17- EL-HALLAK |
Kur'an'da geçmiştir.
Fiil olarak da defalarca tekrarlanmıştır. Tirmizi'nin tahric ettiği Ebu Hüreyre
hadisinde de "Halik" şeklinde gelmiş, başkalarının rivayetinde
"Halik" yerine "Hallak" geçmiştir. Her iki isim de ümmetin
üzerinde icma ettiği isimlerdendir.
İbnü'l-Hassar der ki:
Halik ismini, mahluka kullanmak tartışmalı bir konudur. Mübalağa kalıbı olan
"Hallak" da öyledir. Buna göre doğrusu bunun caiz olmadığıdır. Bunu
takdir etme (değerlendirme) manasında kula vasıf olarak kullanmaya gelince
ittifakla caizdir. Allah Teala'nın "Yaratanların (Halikların) en güzeli
olan Allah ne yücedir."(Mü'minun, 14) buyruğu, İsa'ya "Hani iznimle
çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun."(Maide, 110) söylediği söz
bu manadadır.
Akleşi der ki: Şeriat,
Halik isminin Allah'tan başkasına kullanılmasını yasaklamıştır. Araplar bunu
kendi dillerinde takdir eden manasında kullansalar da böyledir.
Şeriat, arapların bu
ismi mahluka kullanım şeklinde olan kullanımı da yasaklamıştır. Varlıklar
içinde Allah'tan başkasına Halik isminin verilmeyeceğini belirtmiştir. Çünkü
varlıkları yoktan var eden, her şeyi taktir eden O'dur. Dolayısıyla kulu var
etmekle vasfetmek kesinlikle batıldır.
Takdir ile vasfedilmesi
ise mecazdır. Çünkü kul bir şeyi takdir ederken o takdiri ona yaratan da O'dur.
Dolayısıyla takdir, hakikat olarak Allah'a, mecazi olarak da kula nispet
edilir. Allah Teala'nın İsa'dan bahsederken söylediği; "Muhakkak ki ben sizlere
kuş şeklinde bir şey yaratıyorum."(Al-i İmran, 49) buyruğuna gelince izahı
şöyledir: Peygamberlerin getirdiği ve onların ellerinden vuku bulan mucizeler
Allah'ın fiiline istinad edince bunu kendine izafe ederek anlatmıştır. Kaynağı
da Allah'tır. Burada halk: Yaratma taktir etme (yapma, şekil verme)
manasındadır. Yoktan var etme manasında değildir. Bir şeyi yoktan var etme
manasındaki halk: Yaratmaya örnek Allah Teala'nın şu buyruklarıdır: "Şüphe
yok ki göklerin ve yerin yaratılmasında ... "(Bakara, 164), "Sizi ilk
yarattığımız günkü gibi huzuruma tek tek geldiniz."(En'am, 94) Çünkü her
mahluk kıyamet günü yarattığı ve icad ettiği şekil üzere tekrar iade edilir. Bu
hususu Tezkire kitabımızda beyan etmiştik.
Var olmayan bir şeyi var
edip yarattığında Hak olan Halik'a "hala-ka" fiili kullanılır. Yüce
Mevla'nın, "işte bunlar Allah'ın yarattığıdır. Hadi bakalım ondan
başkalarının yarattıklarını, varsa gösterin."(Lokman, 11) ve
"Allah'tan başka bir yaratıcı mı ... var"(Fatır, 3) buyrukları bu
manadadır. Bu ayetlerde ondan başka bir yoktan var edenin, icad edenin
bulunmadığını takrir ve beyan etmektedir. Halik, yapan, var eden, Hallak da
bunun mübalağalı sigasıdır. Çünkü o sürekli yaratmaktadır. Yaratmak da O'nun
fiilidir. "Halikatün" ise mahlukatın hepsidir. Bazan mecazi olarak
mahlukat için "yaratma" mastarı kullanılır. Halk (yaratma) farklı
vecihlerde olsa da yapmak manasındadır.
Arap dilinde
"halk" yalan manasında da kullanılır. Bu mana Allah için imkansız,
kul için caizdir. Bu çerçevede "ifk (iftira) halketti." Şeklinde
kullanılır. Manası, iftira etmek, yalan uydurmaktır. Allah Teala şöyle buyurur:
"Ve bir ifk yaratıyorsunuz (uyduruyorsunuz)."(Ankebut, 17) "Bu
ancak bir "ihtilak"tır (uydurmadır). "(Sad, 7), "Bu ancak
geçmişlerin "Huluku" (adeti, ahlakı)dır."(Şuara, 137) buyruğunda
geçen "huluk" kelimesi "halk" şeklinde de okunmuştur. Bu
kıraate göre manası yalan ve iftiralarıdır." demektir. Bazıları bu ayette
geçen "halk" kelimesini kararlılık ve kesinlik manasında tevil
etmişlerdir. Yani bu sözler geçmişlerin sözleriyle kesin olarak aynıdır,
demektir.
Bu manadan yola çıkarak
pay'a "halaak" denilmiştir. Çünkü kişiye kesilen miktar manasındadır.
Bazan "halk" takdir manasında kullanılır. Allah Teala'nın
"el-Haliku, el-Bariu, el-Musavvir: Takdir eden, yaratan, suret
veren."(Haşr, 24) buyruğu bu manadadır. Burada "Halik" takdir
eden demektir. Buna göre de zati bir sıfat olur. Çünkü varlıklar var olmadan
önce onun ilminde muk ad der idi. Eğer varlıkları var etme, icad etme manasında
kullanılırsa o zaman da fiili bir sıfat olur. Çünkü varlıklar Allah Teala
tarafından yaratma fiili ile ihdas edilmiştir. el-Bari ise, inşa eden, şekil
veren ve yoktan var edendir. Suret ise mastardır. Onu da farklı şekiller
üzerine terkip etmiştir. İsa (a.s)'a "Hani kuş şeklinde bir şeyi
yaratıyorsun."(Maide, 110) buyruğuna gelince bunu manası, taktir etmektir.
Bazı alimler bunu şekil vermek manasında tevil etmişlerdir. İbnü'l-Arabi ve
İbnü'l-Hassar böyle bir tevil nakletmişlerdir. Fakat dedikleri gibi değildir.
Tasvir başka bir şeydir. Takdir önce gelir. Var etmek de takdir ile tavsir
arasındadır. Şair Züheyr şöyle der:
Sen dilediğini yaratır
ve tatbik edersinGayrın ise yaratır ancak uygulayamaz.
Diyor ki: Takdir
edeceğini takdir eder sonra da onu takdir ettiğin şekilde uygularsın. Senin
dışındakiler tamamlayamayacağı ve istediğine göre gerçekleşmeyen şeyler takdir
eder. Bunu sebebi ya tekdirdeki kusuru veya tamamlamaktan aciz kalmasıdır.
Haccac'ın, "Ne yaratsam uygularım" sözü, "neyi taktir etsem
(tasarlasam) yerine getiririm" manasındadır. Yüce Mevla'nın: "Sizleri
annelerinizin karnında bir yaratılıştan başka bir yaratılışa (şekilden şekile)
çevirerek yaratır."(Zümer, 6) (Yani sizi orada takdir eder) buyruğu,
"Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir."(Mü'minun, 14) (takdir
edenlerin en güzeli) buyruğu da bu manadadır. Ancak "halk"ın takdir
manasındaki kullanımı, her yerde geçerli değildir. Her taktir edene
(tasarlayana) "Halik" denmez. Ancak her "Halik"a
"mukaddir" dersin. Yani mahlukatı takdir edendir. Bu da ezeli
taktirden ibarettir. Bu manaların hepsine; yaratmaya, var etmeye ve şekil
vermeye aynı şekilde kullanılmaz.
Akleşi der ki: Bu esas
üzere, şayet derin bir inceleme yapar, uzun uzun tefekkür edersen
"Halik" ile "Hallak" arasındaki farkı kavrarsın. Çünkü Hallak,
mübalağa ifade eden bir sıfattır. Bu sıfat ezeli, külli olan takdiri ifade
eder. Bu noktada yoktan varedilen varlıkların tafsili olarak başlangıç
noktasıdır. Bu mana senin için kızıl develerden değerlidir. Bunu bil ve
nimetlerin en büyüğü olduğuna inan. Allah Teala'nın: "Andolsun sizi
yarattık sonra size şekil verdik."(A'raf, 11) Buyruğu, "yaratma ile
ezeli taktire, tasvir ile de o suretlerin var edilmesine işarettir. Bunlar
ezelde taktir edilen varlıklardır. Bundan dolayı mühlet ara ifade eden
"sonra" bağlacı ile gelmiştir. Şayet denilirse: Bu nasılolur? Halbuki
hemen ardından "Sonra meleklere Adem'e secde edin dedik."(A'raf, 11)
buyurmuştur. Meleklerin Adem'e secdesi ise zürriyetinin suretlerinin
varlığından ve dünyaya çıkmalarından önce olmuştur?! (cevaben şöyle denir).
Bilmiş ol ki, tasvir ile işaret edilen Adem'in sulbünden çıkarılan zerredir. Bu
ise meleklerin Adem'e secdesinden önce olmuştur. Bu manayı bir düşün ne kadar
da değerlidir.
Fakih Ebü Bekr b. Arabi
dedi ki: "Andolsun sizi yarattık" buyruğu yokluktan varlığa çıkıştır.
"Sonra suret verdik" buyruğu ise Adem oğluna has olan batını surete
işarettir.
İbnü'l-Hassar der ki:
Halik, icad eden, yoktan var edendir. Bu da mahlukatı yoktan var etmeye sarih
bir şekilde delalet eder. Var edilmeden önce de takdir edilmiş olduğunu
gerektirir. Ayrıca bu sıfat, yaratma sıfatı olmadan tamam olmayan kudret,
irade, ilim, hayat v.s. sıfatları da kapsar. Yüce Mevla'nın takdir eden
manasında "Halik" (yaratma) ile vasfedilmesine gelince bu da açık bir
şekilde bütün mevcudatı sayılı ne olduğu ve ne kadar olduğu bilenen bir ölçü
ile bildiğini gösterir. Kaderleri, ec elleri, hal ve sair takdirleri bildiğini
ifade eder. Zımni olarak da mahlukatı yaratmadan önce onları kuşattığına
delalet eder. Bundan dolayı şöyle buyurur: "Ve şüphesiz ki Allah, her şeyi
ilmi ile kuşatmıştır."(Talak, 12), "Her şeyi sayısıyla
bilir."(Cin, 28)
Halimi der ki:
"Halik"ın manası, yaratılmış varlıkları sınıf sınıf yaratan, her
sınıfa bir miktar tayin eden demektir. Böylece bu sınıflarda küçük büyük, uzun
kısa, insan, hayvan, kuşlar, cansız varlıklar varolmuştur. "İbda'ı ikrarın
yaratmayı ikrar etmeyi gerektirdiğinde şüphe yoktur. Çünkü yaratma, İbdaı'ın
yani var etmenin şeklidir. Dolayısıyla biri diğerinden ayrılamaz.
FASIL: YARATILIŞIN
BAŞLANGICI VE SIRALANIŞI
Müslim şöyle rivayet
eder, dedi ki: Bana Şureyh b. Yunus ve Harun b. Abdullah anlattılar, dediler
ki: Haccaa b. Muhammed bize anlattı, dedi ki: İbn Cüreyc dedi ki: Bana İsmail
b. ümeyye anlattı, Eyyub b. Halid'in -ümmü Seleme'nin azatlısı- Abdullah b.
Rafi yoluyla Ebu Hüreyre'den rivayet ettiğine göre dedi ki: Resulullah (s.a.v)
elimi tuttu ve şöyle dedi: "Allah, toprağı cumartesi günü, dağları Pazar
günü, ağaçları pazartesi günü, mekruhu Salı günü, nuru Çarşamba günü yarattı. Perşembe
günü de canlıları üzerinde serpiştirdi. Adem'i de Cuma günü ikindiden sonra,
ikindi ile akşam arasında, Cuma saatlerinden sonra saatte yaratmıştır."
Beyhaki dedi ki: Bu
Müslim'in Şureyh b. Yunus ve başkaları yoluyla Haccac b. Muhammed'den Rivayet
ettiği bir hadistir. Bazı hadis alimleri dedi ki: Bu mahfuz bir hadis değildir.
Çünkü tefsir ve tarih Alimlerinin dediğine muhaliftir. Ali b. Medini ise der
ki: İsmail b. ümeyye bu hadisi İbrahim b. Ebu Yahya yoluyla Eyyub b. Halid'den
almıştır. İbrahim ise hüccet olmayan bir ravidir. Beyhaki dedi ki: İbrahim'e,
Eyyüb b. Halid'den rivayette Musa b. Ubeyde ez-Zemri mütebaat yapmıştır. Musa
b. Ubeyde de zayıf bir ravidir. Ayrıca Bekr b. Şurud'dan, İbrahim b. Ebü
Yahya'dan, Safvan b. Selim yoluyla Eyyüb b. Halid'den rivayet edilmiştir.
İsnadı zayıftır.
Ebü Hüreyre'nin Nebi
(s.a.v)'den rivayet ettiğine göre şöyle buyurdu: "Muhakkak ki Cuma günü
öyle bir saat vardır ki ona muvafakat edip de bir şey isteyen hiç kimse yoktur
ki istediğini vermesin." Dedi ki: Abdullah b. Selam şöyle dedi: Allah
Teala yaratılışı başlattığında, yeryüzünü pazar ve pazartesi günü, gökleri salı
ve çarşamba günü, gıdaları ve yerin içindekileri perşembe ve cuma günü ikindi
namazına kadar yarattı. İkindi namazından güneş Batıncaya kadar da Adem'i
yarattı. Bir başka rivayette Abdullah b. Selam dedi ki: Allah yeryüzünü iki
günde yarattı, içindeki gıdaları iki günde taktir edip yerleştirdi. Salı ve
çarşamba günü oldu. Gökleri de perşembe ve cuma günü yarattı. Cuma gününün son
saatinde de Adem'i -aceleci olarak-yarattı. Kıyamet kopacağı saat de budur.
Allah'ın yarattığı her canlı mutlaka Cuma gününden korkar. İnsan ve şeytan
müstesnadır. Buna göre yaratılışın başlangıcı cumartesi değil, pazar günü
olmuştur. Mücahid ve diğer tefsir alimleri böyle demişlerdir.
Mücahid dedi ki: İlk
yaratılanlar arş, su ve havadır. Yeryüzü de sudan yaratıldı. Yine dedi ki:
Yaratılışın başlangıcı pazar, pazartesi, salı, çarşamba, perşembe günü
olmuştur. Cuma günü tamamlanmıştır. Yahudiler de cumartesi günü Yahudi oldular.
Altı günden her biri saydığınız bin yıla mukabildir. Derim ki: Tafsilatı
Kur'an'ın tafsilatıyla aynı olan bir hadis varid olmuştur. Hannad b. Seriy'in
İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre dedi ki: Yahudiler Nebi (s.a.v)'e gelip
göklerin ve yerin yaratılmasını sordular. Dedi ki: Allah yeryüzünü pazar günü,
dağları ve içindeki faydaları salı günü, ağaçları, suyu, şehirleri, imar ve
harabeleri de çarşamba günü yarattı. İşte bunlar dört gündür. Allah Teala
buyuruyor ki: "De ki: Arzı iki günde yaratam, siz inkar mı edeceksiniz ve
O'na eşler koşup duracaksınız. O, bütün alemlerin Rabbidir, Allah, o arz
üzerinde sabit dağlar ve bereketler yarattı. Onda azıklarını (gıdalarını)
takdir buyurdu. Soranlar için tam dört günde (Arzın içindekilerle beraber kaç
günde yaratıldığını soranlar). "(Fussilet, 9-10)
Dedi ki: Perşembe günün
göğü, cuma günü de yıldızları, güneşi, ayı ve melekleri yarattı. Bugünün
bitimine üç saat kala da, üç saatin ilkinde ölüme kadar olan ecelleri yarattı.
İkinci saatte Allah Teala insanların istifade ettiği şeylerin hepsine afet
takdir etti. üçüncü saatte de Adem'i yarattı ve cennete yerleştirdi. İblis'e
ona secde etmesini emretti. Cuma'nın son saatinde de İblis'i cennetten kovdu.
Yahudiler dedi ki: Sonra ne oldu? Dedi ki: "Sonra buhar halinde olan göğe
doğruldu, onu yaratmayı kast etti."(Fussilet, 11) Dediler ki:
Tamamlasaydın isabet etmiş olacaktın. Dediler ki: Sonra dinlendi. Nebi (s.a.v.)
bu söze çok çok öfkelendi ve şu ayeti okudu: "Andolsun ki biz gökleri ve
yeri ve her ikisi arasındakileri altı günde yarattık. Bize asla bir yorgunluk
dokunmadı."(Kaf, 38)
Şöyle denilir:
İnsanlığın yaratılışı dört şekil üzere olmuştur: İlki:
Toprak: Allah Teala
buyuruyor ki: "Hani rabbin meleklere demişti ki:
Muhakkak ki ben çamurdan
bir beşer yaratacağım."(Sad, 71) Ardından Allah Teala kaburgasından
Havva'yı yarattı. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Ey insanlar! Sizi
tek bir nefisten yaratan, o nefisten de eşini yaratan her ikisinden birçok
erkek -kadın var edip yayan Rabbinizden korkun!."(Nisa, 1) Allah Teala
Adem'in eşinin -ki o da Havva'dır- ondan yaratıldığını beyan etmiştir. Nebi
(s.a.v) de bunu tefsir etmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki kadın
kaburga kemiğinden yaratıldı." Ali (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre şöyle
dedi: Erkek ile kadın arasındaki (bedendeki) fark sol taraftaki kaburga
eksikliğidir. Bu da Havva'nın yaratıldığı kaburgadır. Adem'den eksilince erkek
evlatlarında da eksik gelmiştir. üçüncü yaratılanda erkek kadın sair
Ademoğullarıdır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurur: "Ey insanlar! Biz sizi
bir erkek ve bir kadından yarattık."(Hucurat, 13) Sonra dördüncü mahluk,
erkek nutfesi olmaksızın ruhun üfürülmesi ile yaratılan İsa'dır. üfürülen hava
Meryem'in suyuna karışınca İsa yaratılmış oldu.
Sonra beşinci olarak:
Çürümüş kemikler haline geldikten sonra bedenlerin tekrar hasredilmesidir.
Said b. Cübeyr, İbn
Abbas'ın Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle anlattığını
nakleder: Buyurdu ki: Allah'ın yarattığı ilk şey kalemdir. Ona emir verdi o da
her şeyi yazdı." Aynısı Ubade b. Samit'ten rivayet edilir. Beyhaki dedi
ki: Maksadı -Allah en doğrusunu bilir ya- Allah'ın su, hava ve arştan sonra ilk
yarattığı kalemdir. Bu husus İmran b. Husayn hadisinde açıkça belirtilmiştir.
Sonra gökleri ve yeri yarattı. Ebu Zibyarı hadisinde İbn Abbas'tan mevkuf
olarak (dedi ki): Sonra Nun'u (balığı) yarattı ve yeri de üzerine yaydı.
Binaenaleyh her
mükellefin Allah'tan başka yaratan, Allah'tan başka hakiki fail bulunmadığını
gerçekleşen ne varsa onun irade ve meşieti ile gerçekleştiğini bilmesi ve buna
itikat etmesi vaciptir. Bu konuda cevher, araz, hayır, şerr, sıfat ve
evsafların hepsinin hükmü birdir, hepsi yokken var olmuşlardır. "O her
şeyi yarattı ve hepsine bir ölçü, bir kader takdir etti."(Furkan, 65) buyruğunda
delalet etmiştir. Çünkü burada "Rab" kelimesi ancak, meleklerin Rabbi
olması manasına yorumlanır. Gökler ve yerin arasındakilerinin maliki olduğu
sabit olunca kulların kesbi de bu kapsama girer. Kulların kesbi de memluk (
mülk altında) ise o zaman bu kesb mahluktur (yaratılmıştır) demektir. Çünkü
mülkün gerçek mahiyeti icad etmeye Kadir olmaktır.
Kaderiyye mezhebi dedi
ki: Allah Teala'nın "Halik" diye isimlendirilmesi bu sıfatın her
mahluka taalluk ettiğine delalet etmez. Çünkü onlara göre kul, bazı mahlukları
kendisi yaratır. Bu kısım da kulun fiilleridir. Bundan dolayı Kaderiyye
isimlendirildiler. Allah dediklerinden münezzeh ve yücedir. Bu ifade açık
şekilde şerik (ortak) iddiasıdır. Mecusiler ve bazı putperestler iki İlahın
varlığından bahsederler. Onlar ise birçok İlah vardır demektedirler. Bu konuda
apaçık ehli hakikatleri nasıl ihmal ettiler, şeri delillerden nasıl yüz
çevirdiler? Gerçekten şaşılacak bir durum. Hepsi bir yana Allah Teala'nın:
"Yoksa Allah'a onun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da, bu
yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü. Deki Allah her şeyi
yaratandır. O birdir, her şeye galip ve Hakimdir."(Ra'd, 16), "Oysa
sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı."(Saffat, 96) v.b. buyruklarını
görmezden geldiler.
Anlatıldığına göre Ehl-i
Sünnet biri kader konusunda kaderi olan biriyle tartıştı. Mu'tezili olan zat
bir ağaçtan bir elma kopardı. Sonra şöyle dedi: Bunu yapan ben değil miyim?
Sünni zat ona şöyle cevap verdi:
Eğer yapan sensen o
zaman eski haline getir. Sustu bir şey diyemedi. Çünkü icad etme kabiliyetine
sahip kudret mutlaka iki zıddı icad etmeye kabil olmalıdır. Şayet parçalara
ayırma onun kudreti ile olmuş olsaydı o zaman bitiştirmeye de kadir olmalıydı.
Yine kaderi olan bir zat bir ayağını kaldırarak Ehl-i Sünnet bir zata şöyle
dedi: ayağımı kaldıran benim. O da ona dedi ki: Doğruysa o zaman diğer ayağını
da kaldır. Sustu kaldı. Allah Teala kesb ehlinin kesbini, güç yetirenlerin güç
yetirme kudretini yaratandır. Bu yalnız onun yaratmasıdır. Güç yetiren de
O'dur. O sana kudret vermeden, amellere kadir olacağını iddia etme. Bütün akıl
sahipleri şu konuda müttefiktirler: Bir fiilin iki failden sadır olması
imkansızdır. Ancak bir fiilin iki güç yetenden sadır olması imkansız değildir.
Güç yetirenlerden biri gerçek fail, diğeri ise fiilde etkisi olmayan bir
kudreti, tahsis etmeyen bir iradeyi kebsedendir.
Hal böyle ise, senden
sadır olan fiilin hayır mı şer mi olduğuna bakmalısın? Ne hayır işlersen
Mevla'nın seni hayra muvaffak kılarak ihsan ettiği lütuflarına, yürüdüğün yolda
seni şerden uzak tutmasını hamd etmelisin. Nefsini tabiatıyla başbaşa bıraksa,
takvasıyla onu durdurmaya gerçekten şer yolunda yürürdü. Haktan da kuşların
tuzaktan kaçtığı gibi kaçardı. Sakın imanını, amelini, namazını, orucunu v.s. güzel
amellerinden dolayı ucbe (kendini beğenmeye) düşme. Bunlar senin kesbin olsa da
aslında Rabbinin yaratması ve sana yağdırdığı lütfu, hayrıdır. Bunlarla ne
kadar övünürsen bu başkasının izinden gitmekle övünmek gibidir. Belki de bu
hali senden çekip alır. Bu seferde kalbin için boş körük gibi hayırdan boşalır.
Nice çiçekleri açmış güzel bahçeler vardır ki üzerine sert bir rüzgar esmesiyle
kupkuru bir bahçe haline gelmiştir. Kul da öyledir. Akşam kalbi Allah'ın
taatiyle nurlu iken, sabaha masiyetinden dolayı kapkara bir kalp olarak çıkar.
Bu Aziz ve Hakim olan, yaratan ve her şeyi bilenin fiilidir.
Her Müslümanın
teslimiyetini ve itaatini yalnız Allah'a yapması sebeplere iltifat etmemesi
vaciptir. Zira hakikatle sebeplerin fiil üzerinde etkisi yoktur. Kim de
herhangi bir fiili Allah'tan başkasına nispet ederse yalan söylemiş olur. Çünkü
Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Allah, her şeyi yaratandır."(Zümer,
62) Allah'ın yarattıkları üzerinde tefekkür etmeli ki ibret alsın. Böyle
yapanları da övmüştür: "Göklerin ve yerin yaratılmasını tefekkür
ederler."(Al-i İmran, 191), "Göklerin, yerin melekutuna, Allah'ın
yaratmış olduğu her şeye ibret nazarıyla bakmazlar mı?"(A'raf, 185),
"Melekut" "mülk" şeklinde de "Ayetler, ibretler''
şeklinde de tefsir edilmştir. Bu konuya el-Vahid isminin izahında işaret
edilmiştir. Şöyle de buyurur: "Develerin nasıl yaratıldığına bakmazlar mı?
Göklerin nasıl yükseltildiğine? Dağların nasıl dikildiğine? Yerin nasıl
serildiğine?"(Ğaşiye, 17-20) Allah Teala ibret nazarını, nefislerin arzulamadığı
bakmaktan le zzet duymadığı mahlukata çevirmiştir. Bu zamandaki cahil sofiler
ise nazarIarını güzel kadınlara çevirmektedirler. Bu ise fısktır, isyandır,
şeriattan çıkmaktır, rezilliktir. Allah bizleri muhafaza eylesin. Hakikat
yolunda yürümeye muvaffak etsin.
Sonra yaradanına
sığınmalı, yaratıklarının şerrinden O'nun kelimeleriyle koruma niyaz etmesidir.
Müslim'de Havle bint Hakim'den rivayet edildiğine göre, dedi ki:
"Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu işittim:
Kim bir yerde konaklar ve konaklarken şöyle derse: "Yaratmış olduğu
şeylerin şerrinden Allah'ın tam olan kelimelerine sığınıyorum." O
konakladığı yerden göçünceye kadar hiçbir şeyona zarar vermez." Bu konuda
Ebu Hüreyre'den de rivayet vardır. Kur'an-ı Kerim'de de: "Deki: Sabahın
rabbine ... sığınırım"(Felak,1-5) sakın ola ki mahlukatından herhangi bir
şeyi görüntüsünün çirkinligi ile ayıplamayasın."
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: